Pages

10 Mayıs 2021

Kaliforniya İdeolojisi


Gelecek konusunda yalan söylememek mümkün değil, geleceğe dair yalanları herkes bile isteye söyler.”[1]

[Naum Gabo]

 

Baraj Kapakları Açıldığında…

Toplum, teknoloji ve siyaset arasındaki ilişki konusunda, dünya genelinde genel bir inanış ortaya çıkıyor. Biz bu inanışı, onu üreten eyaletin adına atfen, “Kaliforniya İdeolojisi” olarak adlandırıyoruz. Liberter politik felsefeyi doğallaştırıp onun hayrına olacak şekilde teknolojik bir kanıt sunmak, böylelikle alternatif geleceklere dair öngörülerde bulunmak suretiyle Kaliforniya İdeologları, geleceğe dair toplumsal ve politik tartışmaların artık anlamsızlaştığını söyleyebilme imkânı buldular.

Yirminci yüzyılın sonunda medya, bilgisayarlar ve telekomünikasyon araçları, hipermedya denilen gerçeklik içerisinde nihayet cem oldu.[2] Kapitalizmin insan emeğinin yaratmaya dönük becerilerini çeşitlendirip yoğunlaştırma dürtüsü, birlikte çalışma, varolma ve yaşama biçimlerimizi bir kez daha, niteliksel yönden dönüştürmenin eşiğine gelip dayandı.

Farklı teknolojiler, müşterek protokoller uyarınca bir araya getiriliyorlar. Bu sayede ortaya parçaların toplamından daha fazla olan bir şey çıkıyor. Her türden enformasyonu sınırsız düzeyde üretme ve temin etme becerisinin küresel telefon şebekeleri ile bütünleştiği koşullarda, çalışma pratiğinin ve boş zaman geçirme pratiğinin mevcut biçimleri de köklü bir biçimde dönüşecektir.

Süreç, illâki yeni sanayi kollarının doğuşuna tanıklık edecek, hâlihazırda varolan ve borsada epey işlem gören şirketler silinip gideceklerdir. Bu denli kapsamlı bir toplumsal değişimin yaşandığı momentlerde olan bitene dair basit bir izahat sunan herkes, büyük bir ilgiye mazhar olacaktır.

Böylesine önemli bir konjonktürde ABD’nin Batı Sahili'nde yaşayan yazarlardan, bilgisayar korsanlarından, kapitalistlerinden ve sanatçılarından oluşan, gevşek bağlarla örülü ittifak, süreç içerisinde, başlamakta olan enformasyon çağı için heterojen bir ideoloji üretmeyi bildi: Kaliforniya İdeolojisi.

Bu yeni inanca, Silikon Vadisi’ndeki ileri teknoloji şirketleri ile San Fransiskolu kültürel bohem hayatı arasındaki tuhaf kaynaşma kaynaklık etti. Dergilerde, kitaplarda, TV programlarında, internet sitelerinde, yeni oluşan örgütlerde ve konferanslarda yaygarası kopartılan bu Kaliforniya İdeolojisi, hippilerin ipini kopartmışlığı ile yuppilerin girişimciliğini birleştirdi. Karşıt şeyler arasında oluşan bu karışımı, esasen yeni enformasyon teknolojilerinde özgürleştiricilik potansiyeli olduğuna dair o inanç mümkün kıldı.

Oluşturulan dijital ütopyada herkes, hem bilgili hem de zengin olabiliyor. Geleceğe dair bu iyimser vizyonun en çok da bilgisayar manyakları, aylak öğrenciler, yaratıcı kapitalistler, sosyal aktivistler, modaya düşkün akademisyenler, fütürist bürokratlar ve oportünist siyasetçiler tarafından benimsenmiş olmasına hiç şaşmamak gerek.

Avrupalıların Amerika kaynaklı son modayı kopyalama konusunda bu kadar yavaş davranması, gayet olağan bir gelişme. Son AB Komisyonu raporunun Kaliforniya’ya has, “enformasyon süper otobanı” inşa edilmesi ile ilgili “serbest piyasa” modelinin uygulanmasını tavsiye ettiği koşullarda kimi sanatçılar ve akademisyenler, Batı Sahili’nde gelişen dine bağlı “insanötesi” felsefecilerini büyük bir hevesle taklit ediyorlar.[3] Hiçbir rakiple dahi karşılaşmayan Kaliforniya İdeolojisi, nihayet zafere ulaşıyor.

Bu Batı Sahili’nde yaşayan ideologlardaki şeytan tüyü, sadece onlarda bulunan ve başkalarına da sirayet eden iyimserlikle alakalı değil. Her şeyin ötesinde bu ideologlar, liberter siyasete bağlı, onu tutkuyla savunan isimler. Bu insanlar, enformasyon teknolojilerinin tüm bireylerin kendilerini siber uzayda özgürce ifade edebildikleri yeni bir “Jefferson’cı demokrasi”nin inşa edilmesinde kullanılmasını istiyorlar.[4]

Ne var ki bu hayran olunmaması mümkün olmayan ülküyü savunan aynı kişiler, bir yandan da Amerikan toplumunun kimi özelliklerini, bilhassa köleliğin o acılarla dolu mirasından türemiş olanları, yeniden üretiyorlar.

Bu teknoloji düşkünlerinin geliştirdiği ütopyacı vizyon, esasen Batı Sahili’nde yaşadıkları hayatın ırkçılık, yoksulluk ve çevresel bozulma gibi nispeten olumsuz olan özelliklerine karşı bile isteye körleşmişlik üzerine kurulu.[5] Tuhaf olan şu ki aslında yakın geçmişe dek Körfez Bölgesi’nin aydınları ve sanatçıları, bu tür meselelerle büyük bir tutkuyla ilgileniyorlardı.

Ronald Reagan ve Hippiler Karşı Karşıya

15 Mayıs 1969 günü Kaliforniya Valisi Ronald Reagan polise, Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kampüsü yakınlarında bulunan Halkın Parkı’nı işgal etmiş bulunan gösterici hippilere karşı bir şafak baskını düzenlemesi talimatı verdi. Yaşanan çatışmada bir kişi vurularak öldü, 128 kişi yaralanıp hastaneye kaldırıldı.[6]

O gün bir anlamda “düz dünya” ile karşı kültür, karşı karşıya geldi. Barikatın bir tarafında Reagan ve takipçileri duruyor, bu insanlar asla dizginlenmemesi gereken özel teşebbüsü savunuyor, Vietnam’ın işgaline destek sunuyorlardı. Barikatın diğer tarafında ise kendi ülkesinde toplumsal devrimin gerçekleşmesini savunan, ülke dışında ise emperyalist yayılmaya karşı çıkan hippiler bulunuyordu.

Halkın Parkı’na yapılan baskının gerçekleştiği yıl, Amerika’nın geleceğine dair bu iki karşıt vizyon arasındaki tarihsel tercihin ancak şiddetli bir çatışma üzerinden yapılabileceğini ortaya koydu. O dönem hippilerin liderlerinden biri olarak öne çıkan Jerry Rubin’in de ifadesiyle, “Bizdeki kahramanlık ve macera arayışı, bizi Amerika’nın dışına çıkartıp hepimizi kendimizce yarattığımız bir hayata ve isyana taşıdı. Buna verdiği cevap dâhilinde Amerika, bizi yok etmeye hazır gibiydi.”[7]

Altmışlar boyunca Körfez Bölgesi’ndeki radikaller, dünya genelinde tanık olunan Yeni Sol hareketlerin sahip olacağı politik görüşe ve kültürel tarza öncülük ettiler. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin dar siyasetinin kalıplarını kıran bu isimler, militarizme, ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına, homofobiye, tüketim ideolojisine ve çevre kirliliğine karşı kampanyalar yürüttüler. Geleneksel soldaki katı hiyerarşiler yerine bu radikaller, kolektif ve demokratik yapılar inşa ettiler ve bu yapıların geleceğin liberter toplumuna önceden can verdiğini söylediler.

Her şeyin ötesinde Kaliforniya’da yeni sol, politik mücadeleyi kültürel isyanla birleştirdi. Ebeveynlerinden farklı olarak bu hippiler, ordunun, üniversitelerin, şirketlerin, hatta solcu politik partilerin insanlara ve örgütlenme pratiğine dayattığı katı toplum anlayışlarına karşı çıktılar. Bunun yerine rasgele seçtikleri kıyafetlerle, cinsel hafifmeşreplikle, gürültülü müzikle ve keyif verici uyuşturucularla düz dünyacılara itiraz ettiler.[8]

Radikal hippiler, kelimenin toplumsal anlamı dâhilinde, liberallerdi. Bu insanlar demokrasi, hoşgörü, kendini gerçekleştirme ve sosyal adalet gibi evrensel, rasyonel ve ilerici idealleri savundular. Yirmi yılı aşkın bir zamandır tanık olunan ekonomik büyümenin sunduğu imkânlarla hippiler, tarihin kendilerinin yanında olduğuna inanıyorlardı.

Bilim kurgu romanlarında “ekotopya”dan bahsediyorlardı. Ekotopya, gelecekte otomobillerin ortadan kalktığı, endüstriyel üretimin çevre dostu olduğu, cinsel ilişkilerin eşitlikçi bir nitelik kazandığı, gündelik hayatın gruplar hâlinde yaşandığı bir Kaliforniya tasarımını ifade ediyordu.[9]

Bazı hippilere göre bu vizyon, ancak bir sahte tanrı olarak bilimsel ilerlemeye karşı çıkıp doğaya dönerek gerçekleştirilebilirdi. Bazı hippilerse buna karşılık, teknolojik ilerlemenin kendilerindeki liberter ilkeleri kaçınılmaz olarak toplumsal birer gerçekliğe dönüştüreceğine inanıyorlardı.

Temelde Marshall McLuhan’ın teorilerinden etkilenen bu teknoloji sevdalıları medyanın, bilgisayarların ve telekomünikasyon araçlarının kaynaşmasının nihayetinde elektronik bir agora meydana getireceğini düşünüyorlardı. Bu agora, esasen sansür korkusu olmadan herkesin düşüncelerini aktarabildiği sanal mekânı ifade ediyordu.[10]

Orta yaşlarında bir İngiliz profesör olmasına rağmen McLuhan, büyük işletmelerin ve büyük hükümetin elindeki iktidarın ancak yeni teknolojilerin bireylere yetki ve güç bahşetmesi suretiyle yıkılabileceğine inanıyordu.

“Elektronik medya uzamsal boyutu ortadan kaldırıyor. […] Elektrik sayesinde biz, her yerde küçük bir köyde yaşıyormuşçasına, kişisel ilişkiler kurabiliyoruz. Bu, derinlikli bir ilişki ve görevlerle yetkilerin dağıtılmasına ihtiyaç duymuyor. […] Diyalog, konuşmanın yerini alıyor.”[11]

McLuhan’ın öngörülerinden cesaret alan Batı Sahili’ndeki radikaller, alternatif basın, topluluklara ait radyo istasyonları, evde kurulmuş bilgisayar kulüpleri ve video kolektifleri için yeni enformasyon teknolojileri geliştirmek için kolları sıvadılar. Bu aktivistler, kendilerinin yeni Amerika’nın inşası sürecinde en önde mücadele ettiklerine inanıyorlardı. Elektronik agoranın meydana getirilmesi, tüm toplumsal kurumlar içerisinde doğrudan demokrasiye doğru atılmış ilk adımdı.[12] Mücadelenin zor olacağı açıktı, ama “ekotopya” ilk işaretleri vermişti.

“Sanal Sınıf”ın Doğuşu

Halkın Parkı için verilen mücadelenin üzerinden geçen otuz yıldan az bir zamanda hippilerin Kaliforniya İdeolojisi’ni meydana getirebileceğine kim inanırdı? Teknolojik determinizm ile liberter bireyciliğin harmanlandığı böylesine çelişkili bir düşüncenin enformasyon çağının melez zihniyeti olabileceğini kim düşünürdü? Teknoloji ve özgürlüğe daha fazla tapınan insanların, teknolojinin ve özgürlüğün uygulamada olduğu topluma karşı hassasiyetlerini o ölçüde daha fazla yitireceklerini kim söyleyebilirdi?

Kaliforniya ideolojisi popülerliğini temel öğretilerindeki muğlaklığa borçlu. Son yirmi-otuz yıldır toplumsal medya aktivistlerinin ortaya koyduğu öncü çalışmalar, ileri teknoloji şirketlerince ve medya kuruluşlarınca yeniden diriltildi. Bu tür sektörlerde faal olan şirketler, emeğe dair ihtiyaçlarını mekanikleştirip başkalarına taşere etseler de hâlen daha yazılım programlarından, bilgisayar yongalarına, kitaplardan TV programlarına dek birçok özgün ürünü araştırma ve üretme becerisine sahip önemli insanların eline bakıyorlar.

Bazı ileri teknoloji girişimcileri ile birlikte bu vasıflı işçiler “sanal sınıf”ı meydana getiriyor. Söz konusu sınıf, bilişsel bilimle uğraşan insanlardan, mühendislerden, bilgisayar bilimcilerinden, video oyunu geliştiricilerinden ve diğer tüm komünikasyon uzmanlarından oluşan teknoloji entelejansiyasını ifade ediyor.[13]

Bu insanları montaj hattının disiplinine tabi kılamayan veya onları makinelerle ikame edemeyen yöneticiler, bu fikir emekçilerini sabit süreli sözleşmeler temelinde organize ediyorlar. Son yüzyıldır öne çıkan “işçi aristokrasisi” gibi medyada, bilgisayar sahasında ve telekomünikasyon endüstrisinde kilit konumlarda çalışan personel de piyasanın sunduğu ödüllerden istifade ediyor, ama aynı zamanda aynı piyasanın dayattığı güvencesizliği deneyimliyor.

Bir yandan bu ileri teknoloji zanaatkârlarına iyi maaşlar veriliyor, bu insanlar, çalışma sürecinin hızı ve çalışma alanı bağlamında ciddi bir özerklikten yararlanıyorlar. Sonuç olarak hippilerle örgüt insanı arasındaki kültürel ayrım, bir miktar silikleşiyor. Ama bir yandan da bu işçiler, sözleşme şartlarına tabi ve çalışma sürecinin kesintisiz devam edeceği konusunda her türlü güvenceden de yoksunlar. Hippilerdeki özgür zamandan mahrum olan çalışma süreci, “sanal sınıf”ın büyük bir kısmı için kendini gerçekleştirme yolu hâline geliyor.[14]

İşte Kaliforniya İdeolojisi, bu ileri teknoloji zanaatkârlarına bir anlayış tarzı sunuyor. Bir yandan bu işçiler işgücünün imtiyazlı kesimini teşkil ediyorlar. Diğer yandan da toplumsal medya aktivistlerindeki radikal fikirleri miras alıyorlar. Bu sebeple Kaliforniya İdeolojisi, hem piyasa ekonomisindeki disipline hem de hippilerdeki zanaatkârlıkta karşımıza çıkan özgürlüğe ait bir tezahür.

Bu tuhaf karışım, ancak teknolojik determinizme dönük evrensel inanç üzerinden elde edilebiliyor. Altmışlardan beri liberallerin yegâne umudu, yeni enformasyon teknolojilerinin kendi fikirlerini somuta taşıması üzerine kurulu. Yeni solun meydan okumalarına karşı koyarken yeni sağ, o dönemde liberalizmin eski biçimi olan ekonomik liberalizmi diriltti.[15] 

Radikal hippilerin peşine düştüğü kolektif özgürlüğün yerine yeni sağcılar, piyasa sınırları içerisinde bireyin özgürlüğünü savundular. Ama bu muhafazakârlar bile yeni enformasyon teknolojilerindeki çekiciliğe karşı koyamadılar.

Ta altmışlarda McLuhan’ın öngörüleri özel sektör için geliştirilen yeni medya biçimleriyle, bilgisayarlarla ve telekomünikasyon araçlarıyla ilgili bir reklâm çalışması olarak yorumlanmıştı. Yetmişlerden itibaren Toffler ve Ithiel de Sola Pool gibi isimler, hipermedyanın doğuşunun, geçmişe ait ekonomik liberalizme dönüşü çelişkili bir biçimde içerdiğini ispatlamaya çalıştılar.[16] Bu geleceğe değil de geçmişe doğru inşa edilen ütopya, bir miktar Asimov, Heinlein gibi maço bilim kurgu romancılarının öngörülerini yankılıyordu. Bu romanlarda geleceğin dünyası her zaman uzay tacirleriyle, aşırı kurnaz satıcılarla, dahi denilebilecek bilim insanlarıyla, korsan gemisi kaptanlarıyla ve aşırı bireycilerle kaplı bir yer olarak tasavvur ediliyordu.[17]

Gelgelelim teknolojik ilerleme yolu insanlığı “ekotopya”ya ulaştırmadı, onun yerine herkesi kurucu babaların Amerikası’na götürdü.

Elektronik Agora mı Yoksa Elektronik Piyasa mı?

Kaliforniya İdeolojisi’ndeki muğlaklık, en çok da dijital geleceğe dair çelişkili görüşlerinde karşılık buluyor. Hipermedyanın gelişimi, kapitalizmin bir sonraki aşamasının kilit unsurudur. Zuboff’un da ifade ettiği biçimiyle, medyanın, bilgisayarların ve telekomünikasyon teknolojilerinin fabrikaya ve ofise dolaysız bir biçimde dâhil edilmesi, işgücünün üretimde doğrudan yer alma imkânından ayrıştırıldığı o uzun sürecin bir sonucudur.[18]

Salt rekabetle alakalı sebeplere bağlı olarak, tüm önemli endüstrileşmiş ekonomiler, en nihayetinde halklarını internete bağlamak, böylelikle dijital çalışma pratiğinin sunduğu üretkenliğin kaymağını yemek zorunda kalacaklardır. Bugün insanların dünya ölçeğinde sınırsız miktarlarda enformasyon üretmelerine ve bu bilgileri değiş tokuş etmelerine imkân sağlamanın ne tür toplumsal ve kültürel etkilere yol açacağını ise kimse bilmemektedir.

Asıl soru, hipermedyanın doğuşuna yeni solun mu yoksa yeni sağın mı ebelik yapacağı ile ilgilidir. Melez bir din olarak Kaliforniya İdeolojisi, bu soruya “her ikisi de” diye cevap vermektedir, çünkü bu ideoloji, ne yeni solu ne de yeni sağı eleştirmekte, her ikisinin sunduğu vizyona aynı anda inanmaktadır.

Bir tarafta, yeni solun şirketlere karşı duran saflığını bir biçimde muhafaza eden, “sanal toplum” savunucuları durmaktadır. Bunların akıl hocası olan Howard Rheingold’a göre yeni enformasyon teknolojilerinin gelişimini en çok da İkinci Dünya Savaşı sonrası nüfus patlamasının yaşandığı dönemde doğan kuşağın karşı kültürcü değerleri biçimlendirmektedir. Bu yaklaşıma göre toplumcu aktivistler, şirketlerin kapitalizmini ve büyük hükümeti, ileri teknoloji ürünü “armağan ekonomisi”yle ikame edeceklerdir. Hâlihazırda kullanımda olan ilân panosu sistemleri, gerçek zamanlı internet konferansları ve sohbet imkânları, esas olarak, katılımcılar arasında gerçekleşen bilgi ve malumat değiş tokuşuna dayanmaktadır. Rheingold’un görüşüne göre “sanal sınıf” üyeleri, hâlen daha toplumsal kurtuluş mücadelesinin ön saflarında yer almaya devam etmektedirler. “Enformasyon süper otobanı”nın inşasına ticaret ve siyaset kontrolsüz bir biçimde dâhil olmuş olsa da elektronik agora, şirket yanlısı ve bürokratik düşmanları karşısında illâki zafere ulaşacaktır.[19]

Diğer tarafta ise muhafazakâr düşmanlarının liberal ideolojisini benimsemiş Batı Sahili’nin diğer ideologları durur. Örneğin “sanal sınıf”ın her ay yayınlanan kutsal kitabı olarak Wired dergisi, Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçilerin aşırı sağcı lideri Newt Gingrich’in görüşleri ile onun danışmanlarından olan Toffler’ların (Alvin ve Heidi Toffler) görüşlerini birlikte yayınlamakta bir beis görmemiştir.[20] Bu isimlerin sosyal yardımların kesilmesini öngören siyasetini görmezden gelen dergi, yeni enformasyon teknolojilerinin sunduğu liberter imkânlara dair coşkulu ifadeleri karşısında büyülenmiştir.

Oysa McLuhan’daki teknolojik determinizm görüşünü ödünç alan Gingrich ve Toffler’lar, esasen elektronik agoradan yana değildirler. Bilâkis, bu isimlerin iddiasına göre, medya, bilgisayarlar ve telekomünikasyon araçları arasındaki yakınlaşma, neticede bir elektronik piyasa meydana getirecektir: “Siber uzayda piyasalar, teknolojik ilerleme sayesinde, ‘doğal tekel’ durumundan çıkıp rekabetin hâkim olduğu bir tekel durumuna doğru evrilmektedir.”[21]

Kaliforniya İdeolojisi’nin bu versiyonunda “sanal sınıf”ın her bir üyesine başarılı bir ileri teknoloji girişimcisi olma fırsatı sunulacağına dair vaatte bulunulur. Argüman devamında, enformasyon teknolojilerinin bireyi yetkili ve güçlü kılacağını, kişisel özgürlükleri artıracağını, ulus-devletin gücünü önemli ölçüde azaltacağını söyler. Mevcut toplumsal, politik ve hukukî iktidar yapıları sönümlenip yerlerini özerk bireylerle elleri altındaki yazılım arasındaki dizginlenemeyen ilişkilere bırakır.

McLuhan’a yeni bir tarz kazandıran bu isimlerin dediğine göre büyük hükümet, risk alma konusunda yeterince cesur ve sakin olan, kaynaklar açısından zengin girişimcilerin sırtından bir biçimde inecektir. Üretim karşıtı düzenlemelerin yerine vizyon sahibi mühendisler, kodlama, dijital para ve doğrulama prosedürleri türünden, siber uzayda inşa edilmiş olan “serbest piyasa”da kullanılacak araçlar icat edecekler. Neticede özellikle devletin bu türden teknolojik ve ekonomik güçleri mülk edinmesi, doğa kanunlarına karşı koyacak kadar aptal olanların yapacakları bir iştir.

Wired dergisinin yayın yönetmenine göre “piyasanın görünmez eli ile Darwinci evrimin kör güçleri esasen bir ve aynı şeydir.”[22] Heinlein'in ve Asimov’un bilim kurgu romanlarında da gördüğümüz gibi geleceğe uzanan yol, esasen bizi geçmişe götürmektedir. Yirmi birinci yüzyıl enformasyon çağı olarak, on sekizinci yüzyılda Thomas Jefferson’ın dile getirdiği liberal ideallerin gerçekleştiği dönem olacaktır: “Amerikan Düşüncesi’ne ait ebedi hakikatler üzerine kurulu yeni bir medeniyet yaratılacaktır.”[23]

“Serbest Piyasa” Efsanesi

1994’teki milletvekili seçimlerinde Gingrich’in partisinin zafer kazanması ardından Kaliforniya İdeolojisi’nin bu sağcı versiyonunun yıldızı iyice parladı. Lâkin ekonomik liberalizmin kutsal ilkeleri de hipermedyanın fiili tarihiyle çelişki içerisindeydi. Örneğin bilgisayar teknolojileri ve internet, ancak büyük miktarlarda devlet teşvikleri ve amatörlerin coşkulu katılımları sayesinde icat edilebilecek şeylerdi. Özel teşebbüs önemli bir rol oynasa da bu rol, ancak karma ekonominin bir parçası olabildiğinde anlam kazanabiliyordu.

Örneğin “Farklılık Motoru” denilen ilk bilgisayar özel şirketlerce tasarlanıp imal edilmişti, ama bu bilgisayar, 1834 yılında büyük bir servet olarak görülebilecek olan 17.470 sterlin gibi yüksek bir devlet bağışı sayesinde geliştirilebilmişti.[24] Colossus’tan EDVAC’e, uçuş simülatörlerinden sanal gerçekliğe kadar birçok bilgisayar temelli ürünün geliştirilmesi süreci, devlet kurumlarıyla yapılan güçlü sözleşmelere veya kamu araştırmalarına bağlı idi.

IBM şirketi, Kore Savaşı sırasında ABD savunma bakanlığının talebi üzerine ilk programlanabilir dijital bilgisayarını imal etti. O günden beri üretilen tüm bilgisayarlar için gerekli teşvikler, doğrudan veya dolaylı olarak Amerikan ordusuna tahsis edilen bütçeden karşılandı.[25] Devlet yardımı yanında bilgisayarın evrim süreci bir yandan da işi kendi başına hâlletme üzerine kurulu kültüre de ihtiyaç duyuyordu. Örneğin kişisel bilgisayarı kendi ucuz makinelerini üretmek isteyen amatör teknisyenler icat ettiler. Apple ve Microsoft’un ürettiği ürünlerin ilerleyen süreçte elde ettiği başarı, önemli ölçüde bu işi hobi olarak gören kişilerin arasında armağan ekonomisi fikrine bağlı kişilerin bulunmasına bağlıydı. Bugün bile açık kaynaklı programlar hâlen daha yazılımların genel tasarımının ilerletilmesinde hayatî bir rol oynuyorlar.

İnternetin tarihi de serbest piyasa ideologlarının savunduğu ilkelerle çelişiyor. İlk yirmi yılında internet Amerikan devleti sayesinde gelişti. Amerikan ordusu ve üniversiteler üzerinden vergi mükelleflerinden gelen yığınla para internet altyapısına gitti. Uygulamalar ise amatörlerin veya boş zamanlarında bu işle ilgilenen profesyonellerin elinden çıktı. Örneğin gerçek zamanlı internet konferansını mümkün kılan MUD programını bir bilgisayar ağı üzerinden hayalî oyunlar oynamak isteyen bir grup öğrenci icat etti.[26]

Kaliforniya İdeolojisi’nin sağa kayışındaki en tuhaf yanlardan biri, Oregon, Washington ve Kaliforniya’yı içeren Batı Sahilleri’ndeki ekonominin bir tür karma ekonominin ürünü olduğu gerçeğidir. Hükümetin akıttığı dolarlar, buralarda sulama sistemleri, otobanlar, okullar, üniversiteler ve bölgede hayatın güzel olmasını sağlayacak başka türden altyapı projeleri inşa etmek için kullanıldı. Devlet sübvansiyonları içerisinde aslan payını ileri teknoloji üreten endüstriyel kompleks aldı. ABD hükümeti uçak, füze, elektronik cihaz ve nükleer bomba almak için Kaliforniya’daki şirketlere milyarlarca dolar akıttı. Serbest piyasacı ezberlerin henüz körleştirmediği kişiler bunun Amerikalıların her daim devlet planlaması ile hareket ettiklerini ispatladığını göreceklerdir.

Devlet planlaması ile işlerin halledildiği koşullarda Amerikalılar bu süreci “savunma bütçesi” ifadesiyle açıklarlar.[27] Aynı zamanda Batı Sahili’ndeki yaşam tarzına ait kilit unsurların kaynağı da kültürel bohemliğin o uzun geçmişiydi. Her ne kadar sonrasında ticarileştirilse de sosyal medya, “new age” spiritüalizmi, sağlıklı gıdalar, keyif için alınan uyuşturucular, pop müzik ve kültürel sapkınlığın başka biçimleri, üniversite kampüsleri, sanatçı birlikleri ve köy komünleri etrafında oluşmuş, ticarî amaç gütmeyen ortamlardan çıktı. Amatörlerin, teknoloji meraklılarının beslediği kültür olmasaydı Kaliforniya ile birlikte anılan efsanelerin hiçbirisini bugün dünyada duyan olmazdı.[28]

Tüm bu devlet fonları ve toplumun sürece dâhli, Silikon Vadisi’nin ve diğer ileri teknoloji endüstrilerinin gelişimi üzerinde muazzam bir etkiye yol açtı ve bu süreci besledi. Kapitalist girişimciler, yeni fikirler geliştirme konusunda sahip oldukları becerileri her daim abartırlar ve devletin, elleri altındaki işgücünün veya genel anlamda toplumun katkılarını görmezden gelirler.

Esasen tüm teknolojik ilerleme birikmelidir ve kolektif tarihsel sürecin ürünüdür, dolayısıyla bu ilerleme süreci kolektif bir başarı olarak görülmelidir. Bu sebeple diğer tüm endüstrileşmiş ülkeler gibi Amerika da ve oradaki girişimciler de kendi endüstrilerini besleyip büyütme noktasında devlet müdahalesine ve amatörlerin aldıkları inisiyatiflere muhtaçtırlar.

Japon şirketleri Amerika’ya ait mikroçip piyasasını ele geçirmenin eşiğine geldiklerinde Kaliforniya’nın bilgisayar üreten liberter kapitalistleri, Doğu’dan gelen istilacıları savuşturmak için devlet destekli bir kartel meydana getirip ona dâhil olma konusunda zerre tereddüt yaşamadılar. Siber uzaya herkesin katılmasını mümkün kılan internet programlarının üretilmesine dek Bill Gates, Microsoft’un Windows 95’in piyasaya sürüm tarihini ertelemekten başka bir seçeneklerinin bulunmadığına inanıyordu.[29] Modern ekonominin diğer sektörlerinde olduğu gibi yeni gelişen hipermedya endüstrisinin yüzleştiği temel soru, karma ekonomi olarak örgütlenip örgütlenmeyeceği değil, bu karma ekonominin hangi türünün devreye sokulacağı sorusu idi.

Özgürlük Köleliktir

Madem serbest piyasanın kutsal saydığı ilkeler dünyevi tarih tarafından bir bir çöpe atıldı, o zaman Kaliforniya İdeolojisi’ni savunanlar, neden hâlâ serbest piyasayla ilgili efsanelerin etkisi altında? Sözleşme kültürü içerisinde yaşayan dijital âlemin zanaatkârları, şizofrenik bir hayat sürmek zorunda. Bir yandan bu insanlar, piyasanın hayat karşısında öncelikli olduğu iddiasına karşı çıkıyorlar. Bir yandan da devletin bireyin özgürlüğünü kısıtlama girişimlerine karşı öfke kusuyorlar.

Yeni sağı yeni solla harmanlayan Kaliforniya İdeolojisi, sanal sınıfın üyelerinin takındığı tutumlardaki çelişkiye konusunda kendince bir çözüm sunuyor. Devlet karşıtlığı, teknolojik ilerlemeyle ilgili radikal fikirleri ve gerici fikirleri uzlaştırmak için gerekli aracı sunuyor. Bir yandan yeni sol, askeri-endüstriyel kompleksi parayla beslediği için devlete kızıyor, öte yandan yeni sağ da piyasadaki rekabet üzerinden yeni teknolojilerin kendiliğinden dağılması sürecine müdahale ettiği için devlete saldırıyor. Devlet, hipermedyanın gelişimine müdahale etmesine rağmen, Kaliforniya İdeologları, sibernetik liberterizmin devlet karşıtı vaazlarını her fırsatta vermekten geri durmuyor. Teknolojik determinizmle perçinlenmiş ekonomik liberalizm, bu sayede hippi anarşizmiyle harmanlanıyor.

Gerçekte varolan kapitalizmi bilince çıkartmak yerine yeni sağın ve yeni solun âlimleri, dijital Jefferson’cı demokrasinin birbirine rakip versiyonlarını savunmayı tercih ediyorlar. Örneğin yeni sol içerisinde bir isim olan Howard Rheingold, elektronik agoranın bireylerin Amerika’yı kuran liderlerin savunduğu medya özgürlüğüne sahip olmalarını mümkün kılacağına inanıyor. Aynı şekilde, yeni sağ ise özel girişimin boynuna takılmış, onu düzenlemeyi, düzene sokmayı amaçlayan tüm zincirlerin kırılmasının Jefferson’cı demokrasiye layık bir fikir piyasasını meydana getireceğini iddia ediyor.[30]

Retro-fütürizmin, geçmişe referansla inşa edilmiş gelecek tasarımlarının, altmışların sonu ve yetmişlerin başlarında ABD’de ortaya konulan, yenilenmeye yönelik gayretlerin yaşadığı başarısızlığın bir sonucu olduğunu görmek gerekiyor. Halkın Parkı’nın yüzleştiği sert müdahalenin ardından Amerika’daki müesses nizam ile karşı-kültür arasındaki mücadele, şiddetli çatışmalar girdabına girdi. Vietnamlıların birçok insanı toprağa verme pahasına Amerikalı işgalcileri ülkelerinden kovmayı bildiği koşullarda hippiler ve siyahların öncülük ettiği insan hakları hareketi içerisindeki müttefikleri, en nihayetinde devlet baskısı ve hareketlerin kültürel açıdan temellük edilmesi üzerinden ezildi.

Kaliforniya İdeolojisi, sanal sınıfın üyelerinin yaşadığı bu yenilginin ortaya çıkarttığı sonuçların özeti gibidir. Bu insanlar, hippilerin kazandığı kültürel özgürlüklerin keyfini çıkartsalar da birçoğu artık ekotopya inşası için verilen mücadelenin aktif bir parçası değildir. Sisteme açıktan başkaldırmak yerine dijital âlemin zanaatkârları, bugün bireysel özgürlüğe ancak teknolojik ilerlemenin ve serbest piyasanın sınırları içerisinde çalışmak suretiyle kavuşabileceklerini kabul ediyorlar. Siberpunk romanlarının birçoğunda bu içe kapanık liberterizm kendisini merkezde duran bilgisayar korsanı karakterinde somutluyor. Bu işi ise sanal enformasyon dünyasının içerisinde hayatta kalmak için mücadele eden yalnız bir birey olarak takdim ediliyor.[31]

Kaliforniya İdeologlarının sağa kaydığı süreci, belli ölçüde, “kendisine yeterli birey” fikri üzerine kurulu liberal ideali sorgusuz sualsiz kabul edenler beslediler. Amerikan halkının genel anlayışında ülkenin çölün ortasında, temelde özgürce oradan oraya dolaşan avcılar, kovboylar, vaizler ve öncü yerleşimciler tarafından inşa edildiğine inanılır. Amerikan devriminin kendisi, yabancı ülkelerin başındaki kralların dayattığı ağır vergilere ve baskıcı kanunlara karşı bireylerin özgürlüğünü ve mülkünü korumak için yapıldığı üzerinde durulur.

Yeni sol ve yeni sağ açısından Amerikan cumhuriyetinin ilk yılları, bireyin özgürlüğü ile ilgili olarak geliştirilmiş, birbirine rakip görüşler açısından güçlü bir model sunar. Ama bu ilkel Amerikan rüyasının merkezinde köklü bir çelişki durur: Bu dönemde bireylerin refahı başkalarının çektiği çilelerin üzerine kurulmuştur. Bunun en açık ispatı da Kaliforniya İdeolojisi’nin put diye taptığı Thomas Jefferson’dır.

Thomas Jefferson, hem Bağımsızlık Bildirgesi’nde aktarılan demokrasi ve özgürlük çağrısını kaleme alan kişidir, hem de yaklaşık iki yüz insanı köle olarak çalıştıran bir köle sahibidir. Bir siyasetçi olarak Jefferson, Amerikalı çiftçilerin ve zanaatkârların feodal Avrupa’nın dayattığı kısıtlamalar olmaksızın kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmuştur. O dönemin diğer tüm liberalleri gibi Jefferson da politik özgürlüklerin otoriter hükümetlere karşı ancak bireyin özel mülkiyeti korunarak savunulabileceğini düşünmüştür. Yurttaşların hakları, özel mülkiyet hakkı denilen bu temel ve doğal haktan türemişlerdir. İnsanın kendi kendisine yeterli olmasını teşvik etmek amacıyla Jefferson, ekonomik bağımsızlıklarını güvence altına almak amacıyla, her bir Amerikalıya iki hektar arazi verilmesini önermiştir. Ama öte yandan, sınır hattında varlık mücadelesi veren küçük çiftçiyi ve iş insanlarını idealize eden Jefferson, Virginia’da zorla çalıştırdığı kölelerin emeğiyle geçinen bir plantasyon sahibidir.

Her ne kadar güneyin “kendisine has kurumsal yapısı” vicdanını rahatsız etse de Jefferson, insanın sahip olduğu doğal hakların, insanların özel mülk olarak sahiplenilmesi hakkını içerdiğine inanmayı sürdürür. Jefferson’cı demokraside beyazların özgürlüğü, siyahların köle oluşuna bağlıdır.[32]

Geçmişe Doğru İlerlemek

Kölelerin özgürleşmesine ve insan hakları hareketinin elde ettiği zaferlere rağmen ırk ayrımcılığı, Amerika’da, bilhassa Batı Sahili’nde, hâlen daha siyasetin merkezinde duruyor. 1994’te Kaliforniya valiliği için yapılan seçimi Cumhuriyetçi Parti adayı Pete Wilson, yoğun bir göçmen karşıtı kampanya yürüterek kazandı. Ülke genelinde yapılan seçimlerde Gingrich’in Cumhuriyetçi Parti’sinin kazandığı zaferse sosyal yardımlarla geçinen, beleşçi siyahların, Meksikalı göçmenlerin ve had bilmeyen diğer azınlık mensuplarının yol açtığı söylenen tehdide karşı “öfkeli beyaz erkekler”in seferber edilmesinin bir sonucuydu.

Bahsi edilen siyasetçiler, şehrin dışında lüks semtlerde oturan, önemli bir kısmı beyaz olan, oy kullanan kesim ile beyaz olmayan, şehrin iç kesimlerindeki yoksul mahallelerde oturan, oy kullanmayan kesim arasında artan kutuplaşmanın ekmeğini epey yediler.[33] Hippilerin savunduğu ideallerin bir kısmını hâlen daha savunmalarına karşın birçok Kaliforniya İdeologu, Cumhuriyetçilerin bu ayrıştırmacı siyasetine karşı net bir tutum almanın imkânsız olduğunu düşündüler. Bunun sebebi, ileri teknoloji sektörünün ve medya sektörünün yeni sağa destek veren koalisyonun önemli birer parçası olmasıydı.

Aslında hem kapitalistler hem de iyi ücretler alan işçiler, şirketlerine akan devlet parasını açıktan kabul ettikleri takdirde vergilerin artmasından korktular. Çevrenin korunması, sağlık hizmetleri, barınma, toplu ulaşım ve eğitim gibi sahalara harcanacak paranın kendi ceplerinden çıkacağını düşündüler.

Daha da önemlisi, sanal sınıfın birçok üyesi, bugün yeni sağdaki liberter söyleme ve teknoloji tutkusuna bile isteye teslim oluyor. İleri teknoloji şirketleri ve medya kurumları için çalışan bu insanlar, elektronik piyasanın bir şekilde Amerika’daki ağır toplumsal ve ekonomik sorunları çözebileceğine ve kendilerinden bu konuda herhangi bir fedakârlık talep etmeyeceğine inanmak istiyorlar. Kaliforniya İdeolojisi içerisindeki çelişkileri gören Gingrich, sanal sınıfı tam da bu sebeple “hem dost hem düşman” olarak niteliyor.[34]

ABD’de servetin yeniden dağıtımı, acilen giderilmesi gereken bir ihtiyaç. Servet, halkın büyük çoğunluğunun ekonomik refahı ve esenliği için yeniden dağıtılmalı. Ama bu adım, sanal sınıfın birçok üyesini de içine alan o zengin beyaz zümrenin kısa vadeli çıkarlarıyla çelişiyor. Ellerindeki serveti yoksul siyahlarla veya Latin komşularıyla paylaşmak yerine bu hippiler, zengin semtlere kaçıyorlar ve kendilerini silâhlı muhafızlarla koruma altına alıp kendilerine özel sunulan refah hizmetlerinin sunduğu korunaklı alana sığınıyorlar.[35] Bu servetten mahrum olanlarsa enformasyon çağına, ancak Silikon Vadisi’nde çip üreten imalatçıların sağlıksız fabrikalarında ucuza sendikasız olarak çalışan işçiler olarak dâhil olabiliyorlar.[36]

Siber uzayın inşa sürecinin kendisi bile, Amerikan toplumunun birbiriyle uzlaşmayacak, ırk esasına göre ayrışmış sınıflara bölündüğü sürecin mütemmim cüzü hâline geldi. Kâr edeceğim diye deliye dönmüş telefon şirketlerinin kara listeye aldığı yoksul mahalle sakinleri, bugün parasız oldukları için yeni internet hizmetlerinden dışlanma tehdidiyle karşı karşıya.[37]

Buna karşılık, sanal sınıfın üyeleri ve diğer profesyonellerse yoksul komşularıyla bir araya gelme gereği bile duymadan, hiper gerçeklikte siberpunk rolü kesme imkânı bulabiliyorlar. Giderek derinleşen toplumsal uçurumun yanında, “enformasyon çağının zenginleri” ile “enformasyon çağının fakirleri” arasında bir tür ırk ayrımcılığına tanık oluyoruz. Kölelerle efendiler arasındaki ilişki, bu ileri teknoloji üzerine kurulu Jefferson’cı demokraside yeni bir biçime kavuşuyor ve bu biçim altında varlığını sürdürüyor.

Sayborg Efendiler, Robot Köleler

Bugün Kaliforniya İdeolojisi, isyankâr “alt sınıflar”a dönük korkusu yüzünden, temel ilkesi olarak gördüğü, yeni enformasyon teknolojilerinin özgürleştirme potansiyeline dönük inancını yitirdi.

Elektronik agora ve elektronik piyasa vaadinin bireyleri devletlerin ve tekellerin inşa ettiği hiyerarşiden kurtaracağını söyleyenler, Amerikan toplumunun kutuplaştığını gördüler. Bu kutuplaşma, dijital gelecek konusunda daha baskıcı bir vizyonun oluşmasına neden oldu. Özgürlüğün teknolojileri, hâkimiyetin makinelerine dönüştü.

Monticello’daki malikânesinde Jefferson, evine zekâ ürünü birçok makine ve cihaz yerleştirmişti. Bunlardan biri de yemek asansörüydü. Mutfaktan yemek odasına yemekler bu asansörle taşınıyordu. Köleleriyle teknoloji aracılığıyla temas kuran bu devrimci bireyci, böylece kendisi gibi insan olan kişilerin zorla kullanılan emeğine tabi olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınma imkânı buluyordu.[38] Yirminci yüzyılın sonlarında teknoloji, bir kez daha efendilerle köleler arasındaki farkın altını çizmek ve perçinlemek için kullanılıyor.

Kimi hayalperestlere göre aklın, bedenin ve ruhun kusursuzlaştırılmasına dönük çalışmalar, nihayetinde insan-sonrasının ortaya çıkışına yol açacak. İnsan-sonrası, sanal sınıfın toplumsal imtiyazlarının biyolojik-teknolojik tezahürü olarak somutlanacak. Hippiler eskiden kendini geliştirmeyi toplumsal kurtuluşun bir parçası olarak görürlerken, bugün Kaliforniya’nın ileri teknoloji zanaatkârları, muhtemelen bireyin kendisini terapi, maneviyatçılık, egzersiz veya narsist meşguliyetler üzerinden gerçekleştirmesi üzerinde duruyorlar. Bu zanaatkârların tek arzusu, hiper gerçekliğin o duvarlarla çevrili mahallesine kaçmak ki bu kaçış aslında aşırı bencilliğin bir sonucu.[39]

Yapay zekâ ve tıp bilimi alanında yaşanan ilerlemeler karşısında beynin merkezde durduğu insan pratiğini geride bırakıp hep birlikte yaşayan makinelere dönüşeceğimiz ütopyalar kurguluyorlar.[40] Tıpkı William Gibson’ın Yayılma üçlemesindeki Virek ve Tessier-Ashpool ailesi gibi bu insanlar da toplumsal imtiyazlarının en nihayetinde kendilerine ölümsüzlük bahşedeceğine inanıyorlar.[41] Bu tür bir teknolojik determinizm, insanlığı kurtaracağı vaadinde bulunmuyor, sadece toplumsal ayrımcılığın derinleşmesini öngörüyor.

Bu tür fantezilere rağmen Kaliforniya’daki beyaz insanlar, fabrikalarında çalışan, tarlalarında ürünlerini toplayan, çocuklarıyla ve bahçeleriyle ilgilenen esmer tenli insanların ellerine bakmaya devam ediyorlar. Los Angeles’taki son isyanların ardından bu insanların alt sınıfın bir gün kurtuluş talebini dillendireceğine dair korkusu, daha da arttı. Eğer bu kölelere güven kalmazsa, mekanik kölelerin icat edilmesi gerekecek, orası kesin.

Yapay zekânın kutsal kâsesine dönük arayışların da ortaya koyduğu biçimiyle bu sanal sınıfın tek arzusu, derisi toprağın renginde, iç organları kumdan olan bir Golem’e sahip olmak. Asimov’un yedi kitaplık Robot dizisinde dile getirildiği biçimiyle tekno-ütopyacılar cansız makineleri köle gibi kullanmanın mümkün olacağı bir dünya hayal ediyorlar.[42] Ama gene de teknoloji, emeği depolama veya artırma imkânı sunsa da o, insanın bu makineleri icat, inşa ve muhafaza etme ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Zira köle emeği, birileri köleleştirilmeden elde edilemiyor.

Dünya genelinde Kaliforniya İdeolojisi, teknolojik determinizmin iyimser ve özgürleştirici bir biçimi olarak benimsendi. Lâkin bu Batı Sahili’ne ait ütopik fantezi, esasen içine doğduğu toplumdaki toplumsal ve ırksal kutuplaşmaya dönük körlüğü ve bağımlılığı esas alıyor. Onca radikal söylemine karşın Kaliforniya İdeolojisi, en nihayetinde köklü toplumsal değişim konusunda kötümser bir yaklaşıma sahip. Hippilerden farklı olarak bu ideolojiyi savunanlar, ekotopyanın inşası veya Yeni Düzen’in yeniden canlanmasına katkı sunmak için mücadele dahi etmiyor. Bunun yerine Kaliforniya İdeolojisi, yeni solun sosyal liberalizmi ile yeni sağın ekonomik liberalizmini ileri teknoloji üzerine kurulu Jefferson’cı demokrasi denilen o ne idüğü belirsiz rüya içerisinde harmanlıyor. En iyi hâliyle bu tür bir retro-fütürizm, geçmişe referansla oluşturulmuş gelecek tasavvuru, sibernetiği temel alan bir vizyon üretebiliyor. Bu vizyon ise elektronik agorada veya elektronik piyasada bireyin kendisini gerçekleştirme yollarını keşfeden dijital zanaatkârları temel alıyor.

Oysa sanal sınıfın fikriyatının özü olarak Kaliforniya İdeolojisi, aynı zamanda dışlayıcı bir din. Yeni enformasyon teknolojilerine sadece belirli insanların erişimi olabileceğinden, bu Jefferson’ı demokrasi, eskiden Amerika’nın güneyinde kurulmuş olan plantasyon ekonomisinin ileri teknolojili versiyonu olarak zuhur ediyor. Kafa karışıklığıyla malul olan Kaliforniya İdeolojisi’nde teknolojik determinizm, aslında salt iyimser ve özgürleştirici bir şey değil. O, aynı zamanda alabildiğine kötümser ve gelecek konusunda baskıcı bir vizyona sahip.

Alternatifsiz Değiliz

Çelişkilerine karşın dünya genelinde insanlar, hâlen daha Kaliforniya İdeolojisi’nin geleceğe uzanan yegâne yolu ifade ettiğine inanıyorlar. Dünya ekonomisinin giderek küreselleşmesiyle birlikte sanal sınıfın Avrupa ve Asya’daki birçok üyesi, kendi ülkelerindeki işçilerden çok Kaliforniya’daki meslektaşlarına yakınlık hissetmeye başladı.

Ne var ki gerçeklik, tartışmayı daha fazla mümkün ve daha fazla zaruri kılıyor. Kaliforniya İdeolojisi, neticede sosyo-ekonomik ve teknolojik tercihlerin belirli bir karışımına sahip belirli bir ülkede yaşayan bir grup insan tarafından geliştirildi. Bu ideoloji, hippi radikalizmi ile muhafazakâr ekonomiyi eklektik ve çelişkili bir yaklaşımla harmanladı ki bu pratik, aslında Batı Sahili’nin kendi tarihine ait bir tezahürdür, dolayısıyla dünyanın geri kalanının kaçınılmaz olarak yaşayacağı geleceği kesinlikle ifade etmez.

Örneğin Kaliforniya ideologlarının devletçilik karşıtı sözleri, genele teşmil edilebilecek sözler değildir. Singapur’da hükümet, fiber optik ağın inşasını organize etmekle kalmaz, aynı zamanda o ağ üzerinden dağıtılan bilgilerin ideolojik açıdan uygun olup olmadığını da kontrol eder. Asya kaplanlarındaki hızlı büyüme oranlarını dikkate aldığımızda dijital gelecek, ille de Kaliforniya’da inşa edilmeyecek gibi görünmektedir.[43]

Bangemann Raporu’nda dile getirilen neoliberal önerilere rağmen Avrupa’daki birçok devlet ve kuruluş, yeni enformasyon teknolojilerinin gelişiminde rol sahibi olma konusunda kararlı bir tutum sergiledi. Dünyadaki ilk kamuya ait, başarılı olmuş, interaktif ağ olarak Minitel, Fransız devletinin ortaya koyduğu bir çalışmadır. Hipermedyanın olası etkileriyle ilgili resmi rapor üzerinden hükümet, kaynaklarını son üretilen teknolojilerin geliştirilmesi noktasında kullanmaya karar verdi.

1981 yılında Fransa Telekomu, metin temelli enformasyon ile haberleşme imkânlarını birlikte sunan Minitel sistemini devreye soktu. Bir tür tekel olarak bu ulusal telefon şirketi, matbu telefon rehberlerinden kurtulmak isteyen herkese ücretsiz terminaller vermek suretiyle, öncü bir çalışma olan internet sistemi için ciddi bir kullanıcı kitlesine ulaşmayı bildi. Pazarın oluşmasıyla birlikte kamusal ve özel sağlayıcılar, sistem içerisinde gelişip serpilmek için yeterince müşteri veya katılımcı bulabildiler. O günden beri farklı toplumsal arka planlara sahip milyonlarca Fransız, internette bilet rezerve etti, sohbet etme imkânı buldu, politik açıdan örgütlenme kanalları açtı, üstelik bunları Kaliforniya İdeolojisi’ndeki liberterizmin emirlerine uyma gereği duymadan yaptı.[44]

Devleti şeytanlaştırmak şöyle dursun Fransız halkının büyük bir kısmı, bugün devlet müdahalesinin verimli ve sağlıklı bir toplum için zaruri olduğuna inanıyor. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neredeyse tüm adaylar, en azından söylem düzeyinde, devletin işsizliklerin ve evsizlerin toplumdan dışlandığı sürecin son bulması için daha fazla müdahale etmesi fikrini savunmak zorunda kaldı.[45]

Amerikan Devrimi’nden farklı olarak Fransız Devrimi, ekonomik liberalizmin sınırlarını aşıp halk demokrasisini kucaklayan bir devrimdi. 1792’de Jakobenlerin liberaller karşısında elde ettiği zaferin ardından demokratik cumhuriyet, genel iradenin cisimleşmiş hâli olarak görüldü. Bu özelliğiyle devletin tüm yurttaşların çıkarlarını savunduğuna, sadece mülk sahiplerinin haklarını savunmadığına inanıldı.

Fransız siyasetinde başvurulan söylem, devletin toplumun yüzleştiği sorunların etkisini azaltması, hatta o sorunları ortadan kaldırması için devletin kolektif bir eylem içerisine girmesine imkân tanıyor. Kaliforniya ideologları, hipermedyanın gelişiminin ardında vergi mükelleflerinin ödediği paralar olduğu gerçeğini göz ardı ederlerken, Fransız hükümeti, bu sektöre açıktan müdahale edebiliyor.[46]

Teknolojisi bugün giderek eskimişse de Minitel’in hikâyesi, esasen Kaliforniya ideologlarının ve Bangemann komitesinin devletçilik karşıtı önyargılarını açık biçimde çürütüyor. Dijital gelecek, hem devlet müdahalesini hem kapitalist girişimciliği hem de amatörlerin, teknoloji meraklılarının yarattığı kültürü içerecek. Asıl önemli olansa şu: madem devlet, hipermedyanın gelişimine destek sunabiliyor, o vakit “enformasyon zenginleri” ile “enformasyon fakirleri” arasındaki toplumsal ayrımcılığın ortaya çıkmasına mani olacak kimi bilinçli adımlar atılabilir. Her şeyi piyasa güçlerinin kaprislerine teslim etmemekle AB ve üye devletler, her bir yurttaşının geniş bant fiber optik ağa en düşük fiyatta bağlanmasını sağlayabilir.

İlk planda kitlesel işsizliğin ağırlığını hissettirdiği dönemde yarı vasıflı emek için iş fırsatları yaratılabilir. Keynesçi istihdam tedbirlerinden biri olarak insanlara yol kenarlarında çukur açtırıp onları tekrar doldurtmanın kimseye zararı olmaz.[47] Daha da önemlisi, fiber optik ağın evleri ve işletmeleri içerecek şekilde inşa edilmesiyle herkes, internette sunulan yeni hizmetlere erişme ve uzmanların paylaştığı o canlı pazara girme imkânına kavuşacak.

Süreç içerisinde internet, ekonomiye ve topluma uzun vadede muazzam kazanımlar sunacak. Sanayinin daha verimli çalışmasını, yeni ürünlerin daha etkili bir biçimde pazarlanmasını sağlayacak. Herkes, eğitim ve enformasyon hizmetlerine erişme imkânı bulacak. Hiç şüphe yok ki bu inşaat projesi sayesinde ileride özel şirketler, film, TV programları, müzik ürünleri ve kitapları internetten satma konusunda devasa bir pazara kavuşacak.

Ayrıca hipermedyayı temin etme ve aynı zamanda dağıtma imkânına kavuşmasıyla toplumsal medya imkânları çoğalacak, özel çıkar grupları pıtrak gibi çoğalacak. Tabii tüm bunların olabilmesi için yurttaşların bir bütün olarak dijital geleceğe dâhil olmalarını güvence altına alacak kolektif müdahalelere ihtiyaç duyulacak.

Modern’in Yeniden Doğuşu

Avrupalılar, kendi gelecek vizyonlarını kendilerinin seçmesine izin veren koşullara sahip değiller. Buna rağmen Avrupalılar, kendi gelecek vizyonlarını ortaya koymak zorunda.

Enformasyon toplumuna çıkan birçok farklı yol var. Bunların bazıları, yürümek isteyeceğimiz türde yollar. Belirli bir bilgi birikimi üzerinden gerekli tercihi yapabilmeleri için Avrupalı dijital zanaatkârlarının hipermedyanın etkisi konusunda, Kaliforniya İdeolojisi’nde karşımıza çıkan ikircikli tutuma kıyasla daha tutarlı bir analiz geliştirmeleri gerekiyor. Avrupa’nın kendi sanal sınıfı, tüm üyeleriyle birlikte, kendi özel kimliğini üretmek zorunda.

Geleceğe dair bu alternatif anlayışın üretilebilmesi için ilk önce siber uzayın dışında ve içinde karşımıza çıkan toplumsal ayrımcılığın her bir biçimine karşı koymak gerekiyor. Hipermedyayı geliştirmek için üretilen her türden program, tüm nüfusun yeni internet hizmetlerine erişebilmesini güvence altına alabilmeli.

Avrupa, yeni sol veya yeni sağdaki anarşizmin yerine yeni bir strateji geliştirmeli. Yeni enformasyon teknolojileri için geliştirilecek bu strateji, devleti, şirketleri ve amatör meraklıların girişimlerini birlikte içeren bir karma ekonominin kaçınılmaz olduğu gerçeğini açıktan kabul etmeli.

Dijital gelecek, belirsizlik arz etmektedir. Bu belirsizlikse modern dünyada bu karma ekonominin her yerde oluşunun bir sonucudur. Bu ekonominin her bir bileşenin sahip olduğu nispi gücün ileride ne düzeye ulaşacağını kimse bilememektedir, dolayısıyla hiçbir toplumsal grubun siber uzaydan kasten dışlanmamasını güvence altına almak için kolektif adımlar atılmalıdır.

Avrupa, bu enformasyon çağı için bir strateji geliştirmeli, bu strateji, dijital zanaatkârlarının yaratıcı melekelerini yüceltmeyi bilmelidir. Bu insanların ortaya koyduğu emek, sahip olduğu vasfı yitirmeyeceğinden veya bu emek, mekaniğe, robota havale edilemeyeceğinden, tüm yaptıkları işlerin kontrolü sanal sınıfın üyelerinde olmalıdır.

Kaliforniya İdeolojisi’nde kaderciliğe boyun eğmeden biz, hipermedyanın sunduğu, ateşi tüm insanlığa taşıyacak imkânlardan istifade edebilmeliyiz. Karma ekonominin sınırları dâhilinde dijital zanaatkârları, bugüne dek hiçbir bilim kurgu romanında öngörülememiş olan tümüyle yeni şeyleri icat etme şansı bulacaklardır. Bilginin ve haberleşmenin bu yenilikçi biçimleri, Kaliforniya İdeolojisi’nin kimi başarıları da dâhil, başkalarının elde ettikleri tüm başarıları kendilerine örnek alacaktır.

Bugün artık toplumsal kurtuluş için çalışan her türden ciddi hareket, Batı Sahili’ndeki radikallerin öncülüğünü yaptığı, feminizmi, uyuşturucu kültürünü, geylerin özgürlüğünü, etnik kimliği ve başka meseleleri bünyesinde bir araya getirmek zorunda kalmaktadır. Aynı şekilde, Avrupa’da hipermedya geliştirmeye dönük tüm adımlar, girişimcilerin gayretlerine ve Kaliforniya yeni sağının savunduğu hevesliliğe ihtiyaç duyacaktır. Ama öte yandan hipermedyanın geliştirilmesi, inovasyona, yaratıcılığa ve icada da muhtaçtır. Dijital geleceğin tüm yönleri, önceden belirli emsallere sahip olarak ortaya çıkmayacaktır.

Yeni dünyanın öncüleri olarak dijital zanaatkârları, üretken sanatın teorisi ve pratiği ile yeniden bağ kurmak zorundadır. Bu insanlar, sadece birilerinin çalışanı veya muhtemel sibernetik girişimciler değildirler. Onlar, aynı zamanda sanatçı-mühendisler, modernitenin yeni aşamasının tasarımcılarıdırlar. Saint Simoncuların ve Konstrüktivistlerin deneyimlerinden istifade eden dijital zanaatkârları, enformasyon çağı için yeni bir makine estetiği oluşturabilirler.[48]

Örneğin davul ve bas ayrıca tekno gibi sadece dijitale dayanan müzik türlerini geliştirirken müzisyenler bilgisayarlardan istifade ettiler.[49] İnteraktif sanat gösterileri icra eden sanatçılar, Anti-Rom’un çalışmalarında görüldüğü biçimiyle, CD-rom teknolojilerinin sahip olduğu potansiyeli keşfettiler.[50]

Hipermedya Araştırma Merkezi, J’s Joint adında deneysel bir sanal sosyal mekân inşa etti. Neticede bu tür çalışmalarda da görülüyor ki sanatçı-mühendisler, kendi yaratıcılıklarının ve teknolojilerinin sınırlarını zorlamaya çalışıyorlar. En önemlisi de bu yeni ifade biçimlerinin ve haberleşmenin daha kapsamlı bir kültürle bağlantılı olması. Hipermedyayı geliştirenler, bu anlamda, dijital geleceğin alacağı biçimi akıl ve bilinç düzeyinde kontrol edebilmeliler. Kaliforniya İdeolojisi’ndeki elitizmden farklı olarak Avrupalı sanatçı-mühendisler, herkesi kucaklayan, kapsayan bir siber uzay inşa etmeliler. Bugün artık Modern’in yeniden doğacağı vakit gelip çatmıştır.

“Bugünkü koşullar, lüksün tüm ulusa ait olmasını mümkün kılıyor. Lüks, tüm ulus onun keyfine vardığı vakit faydalı ve ahlakî olacak. Politik düzenlemeler dâhilinde, kusursuzlaşan bilimlerin ve güzel sanatların ilerlemesini sağlama onuru ve avantajı sadece bizim yüzyılımıza ait.”[51]

Richard Barbrook
Andy Cameron
1 Eylül 1995
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Naum Gabo ve Anton Pevsner, “The Realistic Manifesto, 1920”, Yayına Hz.: John E. Bowlt, Russian Art of the Avant-Garde: Theory and Criticism içinde, Londra 1976, s. 214.

[2] Yirmi beş yılı aşkın bir zamandır uzmanların ana öngörüsü, enformasyon çağının kısa süre içerisinde başlayacağı üzerine kuruludur. Bu konuda bkz.: Alain Touraine, La Société post-industrielle, Paris 1969; Zbigniew Brzezinski, Between Two Ages: America's role in the Technetronic Era, New York 1970; Daniel Bell, The Coming of the Post-Industrial Society, New York 1973; Alvin Toffler, The Third Wave, Londra 1980; Simon Nora ve Alain Minc, The Computerisation of Society, Cambridge 1980 ve Ithiel de Sola Pool, Technologies of Freedom, Harvard 1983.

[3] Bkz.: Martin Bangemann, Europe and the global information society, Brussels, 1994 (şu adres üzerinden ulaşılabilir: http://www.echo.lu) ve Warwick Üniversitesi’nin 1995 Tarihli Sanal Gelecekler Konferansı” ile programı ve sunulan çalışmaların özetleri: Warwick.

[4] Bkz.: Mitch Kapor, 'Where is the Digital Highway Really Heading?', Wired, Temmuz-Ağustos 1993.

[5] Bkz.: Mike Davis, City of Quartz, Verso, Londra 1990, Richard Walker, 'California Rages Against the Dying of the Light', NLR 209 Ocak-Şubat 1995 ve Ice-T, Snoop Dog, Dr Dre, Ice Cube, NWA gibi birçok Batı Sahili repçisinin kayıtları.

[6] Bkz.: George Katsiaficas, The Imagination of the New Left: a Global Analysis of 1968, Boston 1987, s. 124. Jerry Rubin, 'An Emergency Letter to my Brothers and Sisters in the Movement', Yayına Hz.: Peter Stansill ve David Zane Mairowitz, BAMN: Outlaw Manifestos and Ephemera 1965-70 içinde, Londra 1971, s. 244.

[7] Jerry Rubin, 'An Emergency Letter to my Brothers and Sisters in the Movement', s. 244. Hippiler Gençlerin Enternasyonal Partisi üyeleriydiler. Bu parti, altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Amerikan yeni solu içerisinde etkili bir örgüttü.

[8] Popüler kültürün Amerikan yeni solunun kendisine has kimliğinin oluşumunda oynadığı rol konusunda bkz.: Katsiaficas, a.g.e., ve Charles Reich, The Greening of America, New York 1970.

[9] Yetmişlerin ortalarında çok satmış bir romanda Batı Sahili’nin kuzey kısmının Amerika’dan koptuğundan ve burada hippilerin ütopik bir yaşam alanı inşa ettiklerinden bahsedilir: Ernest Callenbach, Ecotopia, New York 1975. Kaliforniya toplumunun bu şekilde idealleştirilme girişimine şu çalışmada da rastlamak mümkündür: John Brunner, The Shockwave Rider, Londra 1975, hatta bu noktada Kim Stanley Robinson’ın Pacific Edge (Londra 1990) çalışmasından da bahsedilebilir.

[10] Medya teknolojileri aracılığıyla doğrudan demokrasi inşa etme girişimleri konusunda bkz.: Richard Barbrook, Media Freedom, Pluto, Londra 1995.

[11] Marshall McLuhan, Understanding Media, Londra 1964, s. 255-6. Ayrıca bkz.: Marshall McLuhan ve Quentin Fiore, The Medium is the Massage, Londra 1967; Yayına Hz.: Gerald Emanuel Stern, McLuhan: Hot & Cool, Londra 1968.

[12] Bkz.: John Downing, Radical Media, Boston 1984.

[13] Arthur Kroker ve Michael A. Weinstein, Data Trash: the theory of the virtual class, Montreal 1994, s. 15. Altmışlarda bazı yeni sol teorisyenler, bu bilimsel teknik işçilerin özyönetim talepleri ve fabrika işgalleri üzerinden toplumsal kurtuluş mücadelesine öncülük ettiklerine inanıyorlardı. Serge Mallet, The New Working Class, Nottingham 1975. Buna karşılık, fütürologlar ise bu türden mesleklere sahip kişilerin yeni yönetici sınıfın embriyosunu oluşturduğunu düşünüyorlardı, bkz.: Daniel Bell, a.g.e.

[14] Silikon Vadisi’nde sözleşmeli çalışmanın tanımı konusunda bkz.: Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain, Londra 1989. Postfordist emek örgütlenmesine dair daha teorik incelemeler için bkz.: Alain Lipietz, L'audace ou l'enlisement, Paris 1984; Mirages and Miracles, Verso Londra 1987; Benjamin Coriat, L'atelier et le robot, Paris 1990; ve Toni Negri, Revolution Retrieved: Selected Writings on Marx, Keynes, Capitalist Crisis & New Social Subjects 1967-83, Londra 1988.

[15] Seymour Martin Lipset'in de ifade ettiği biçimiyle, "devlet karşıtı liberalizm eskiden olduğu gibi bugün de Amerikan sağının ve solunun dayandığı temel zemindir: "Bu liberal değerlerin yirminci yüzyılda Amerika'da belirgin olmasının en önemli delili, bu ülkede bir sosyalist partinin yaşama şansı bulamaması aynı zamanda Avrupa ve İngiltere'deki gibi bir muhafazakâr bir partinin ortaya çıkmamış olmasıdır." Bkz.: Seymour Martin Lipset, American Exceptionalism, s. 31-32. Bu anlamda yeni sol ile yeni sağın Kaliforniya İdeolojisi bağlamında bir araya gelişi, ABD'de bir tür politik söylem olarak ortaya çıkan devlet karşıtı liberalizm konusunda sağlanan uzlaşmaya dair özel bir örnektir.

[16] McLuhan'ın şirket yanlısı kaymak tabakasının oluşumu noktasında gösterdiği başarı konusunda bkz.: Tom Wolfe, 'What If He Is Right?', The Pump House Gang, Londra 1968. Onun fikirlerinin muhafazakâr düşünürlerce kullanılması konusunda bkz.: Alvin Toffler, a.g.e., Ithiel de Sola Pool, a.g.e., Daniel Bell, a.g.e., ve Zbigniew Brzezinski, a.g.e.

[17] Klasik bilim kurgu romanlarında kahramanlar genelde erkektir. Bkz.: Robert Heinlein’in The Man Who Sold the Moon (New York 1950) D. D. Harriman ayrıca Isaac Asimov’un The Foundation Trilogy (New York 1953), I, Robot (Londra 1968) ve The Rest of the Robots (Londra 1968) romanlarında önde gelen kahramanlar hep erkektir. Robert Shea ve Robert Anton Wilson’ın The Illuminati Trilogy (New York 1975) isimli eserinin merkezinde ise nispeten daha psikedelik bir erkek tipi durur. Robert Heinlein’in romanında ön planda duran, “geleceğin tarihi”ne ait zaman çizelgesi üzerinden dile getirilen öngörüye göre, “hızla gerçekleşen bir teknolojik ilerlemenin yol açtığı toplumsal krizin ardından, seksenlerde ve doksanlarda istikrar hâkim olacak, on dokuzuncu yüzyıl ekonomisine geri dönülecek, yeni sınır oluşacaktır.”

[18] Bkz.: Shoshana Zuboff, In the Age of the Smart Machine: the future of work and power, New York 1988. Bu analizin kaynağı ise Karl Marx’ın Grundrisse eseri (Londra 1973) ve Albert Dragstedt editörlüğünde hazırlanan Value Studies by Marx (Londra 1976) isimli çalışmanın “Ani Üretim Sürecinin Sonuçları” başlıklı bölümüdür.

[19] Bkz.: Howard Rheingold, Virtual Communities, Londra 1994, ve kendisine ait internet sayfası: Well.

[20] Peter Schwartz’ın Toffler’ları bolca konuşturduğu söyleşiye bakılabilir: 'Shock Wave (Anti) Warrior', Wired, Kasım 1993; ayrıca Meclis Sözcüsü’nün gerici politik programı konusunda derginin takındığı ikircikli tutum konusunda Ether Dyson’ın Newt Gingrich ile yaptığı söyleşi de okunabilir: ‘Friend and Foe’, Wired, Ağustos 1995. “Dost ve Düşman” muhtemelen böylesi bir söyleşi için bulunabilecek en iyi başlıktır!

[21] The Progress and Freedom Foundation, Cyberspace and the American Dream: A Magna Carta for the Knowledge Age, Pff, s. 5.

[22] Bkz.: Kevin Kelly, Out of Control: the New Biology of Machines, Londra 1994.

[23] Progress and Freedom Foundation, a.g.e., s. 13. Toffler ve dostları şu türden cümleleri gururla ifade etmeyi seven insanlardır: “Amerika bugün bireysel özgürlüğün elde kalmış tek yurdudur. […] bu özgürlüğün siber uzaya doğu genişlediği artık gün gibi ortadadır.” [A.g.e., s. 6] Ayrıca bkz.: Mitch Kapor, a.g.e.

[24] Bkz.: Simon Schaffer, “Babbage’s Intelligence”, IF.

[25] Nazi Almanyası’nın, devlet müdahalesi imkânından mahrum olmasının, dünyanın ilk elektronik bilgisayarını imal etme fırsatını kaçırmasına nasıl sebep olduğu konusunda bkz.: Jonathan Palfreman ve Doron Swade, The Dream Machine, BBC, Londra 1991, s. 32- 36. 1941 yılında Alman genelkurmayı ikili kod kullanımına, depolanmış programlara ve elektronik mantık kapılarına öncülük etmiş olan Konrad Zuze’ye fon sağlamayı reddediyor.

[26] Bkz.: Howard Rheingold, The Virtual Community, Secker & Warburg, Londra 1994.

[27] Clinton başkanken çalışma bakanı şunları söylüyor: “Hatırlansın: Savaş sonrası dönemde Pentagon, jet motorları, uçak gövdeleri, transistörler, entegre devreler, yeni materyaller, lazerler ve optik fiber kabloları gibi teknolojiler konusunda Amerikan şirketlerinin ilerlemesine katkı sunmakla görevli idi. […] Pentagon ve onun yanında Enerji Bakanlığı ile birlikte çalışan altı yüz ulusal laboratuvar, Amerika’nın Japonya’daki o herkesin bildiği Uluslararası Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na en yakın güçtü.” Bkz.: Robert Reich, The Work of Nations, Simon & Schuster, Londra 1991, s. 159.

[28] İlk dönem LSD kullanıcılarının katkı sunduğu kültürel inovasyonlara dair bir değerlendirme için bkz.: Tom Wolfe, The Electric Kool-Aid Acid Test, Bantam Books, New York 1968. İlginç olan şu ki bu ünlü otobüsün ilk şoförlerinden birisi olan Stewart Brand bugün Wired dergisine katkı sunan önemli isimlerden birisidir.

[29] Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain, Free Association Books, Londra 1989, s 21-2. Hayes bu çalışmasında, Amerika’daki bilgisayar endüstrisini teşvik eden Pentagon olduğunu, burada da amacın yabancı şirketlerle yaşanacak rekabete karşı karteller oluşturmak olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin internetin sebep olduğu “kapsamlı yapısal değişimi kendisinin daha yeni kavradığını Bill Gates de kabul ediyor: Bill Gates, “The Bill Gates Column”, The Guardian, İnternet Hâli, 20 Temmuz 1995, s. 14.

[30] Bkz.: Howard Rheingold’un kendi sitesi ve Mitch Kapor, ‘Where is the Digital Highway Really Heading?’. Bu iki yazar liberter eğilime sahipse de kurucu babaların dönemine yönelik sevgilerini Milisler ve Yurtseverler gibi neofaşist hareketler de paylaşıyor: bkz.: Chip Berlet ve Matthew Lyons, Right-Wing Populism in America, Guilford Press, New York 2000.

[31] Bilgisayar korsanlarının kahraman olarak takdim edildiği çalışmalar için bkz.: William Gibson, Neuromancer, Grafton, Londra 1984; Count Zero, Grafton, Londra 1986; ve Mona Lisa Overdrive, Grafton, Londra 1989; ayrıca bkz.: Yayına Hz.: Bruce Sterling, Mirrorshades, Paladin, Londra 1988. Anti-kahramanların en klişe hâlini ise Ridley Scott’ın Bladerunner filminde bulmak mümkün.

[32] Miller’ın aktardığına göre Thomas Jefferson, siyahîlerin Amerikan cumhuriyetine mensup yurttaşları bir arada tutan Lokçu toplum sözleşmesinin birer üyesi olamayacağına inanıyordu: “İnsan hakları, Birleşik Devletler’de uygulamada olan, teorik planda, ideal olarak doğuştan geldiğine inanılan, her bir insana ait olan haklar, sadece beyazlar için geçerlidir. Siyah köleler bu noktada dikkate alınmamışlardır çünkü bu köleleri insan kabul etsek bile bunlar aynı zaman maldır, dolayısıyla insan haklarının mülkiyet hakları ile çeliştiği yerde öncelikli ve önemli olan mülkiyettir.” Bkz.: John Miller, The Wolf by the Ears, Free Press, New York 1977, s. 13. Jefferson esasen köleliğe en iyi hâliyle laf olsun diye karşı çıkmaktadır. 22 Nisan 1820 tarihli mektubunda kurnaz bir tutumla, Birlik’e bağlı tüm eyaletlerde ve sınıf bölgelerinde özel mülkiyeti legalleştirmek için köleliğin ilga edilmesi sürecini hızlandırmayı önerir! İddiasına göre “özel mülkiyet sahibi insanların geniş bir alana yayılmaları onları bireysel düzlemde daha da mutlu kılacak, özgürleşme sürecini hızlandıracak, elleri altında bulunan çok sayıdaki yardımcının (yani köle sahiplerinin) yükünü herkese dağıtacaktır.” Bkz.: Yayına Hz.: Merill Peterson, The Portable Thomas Jefferson, The Viking Press, New York 1975, s. 568. Jefferson’ın plantasyonundaki çalışmaları ve yaşadığı hayatı konusunda bkz.: Paul Wilstach, Jefferson and Monticello, William Heinemann, Londra 1925.

[33] Kaliforniya’nın yüzünü sağa çevirmesi konusunda bkz.: Richard Walker, “California Rages Against the Dying of the Light”, New Left Review, Sayı. 209, Ocak-Şubat 1995, s. 42.-74.

[34] Bkz.: Esther Dyson, “Friend and Foe”, Wired, 3.08, Ağustos 1995, s. 106-112, 160-162. Esther Dyson, Barış ve İlerleme Vakfı’nın kaleme aldığı Siber Uzay ve Amerikan Rüyası isimli çalışmayı Toffler’larla birlikte yazdı. Bu çalışma, Gingrich’e “sanal sınıf” üyelerinden oy toplamak için hazırlanmış bir retro-fütürist manifestodur.

[35] Duvarlarla çevrili dış mahallelerin sayısının giderek artması konusunda bkz.: Mike Davis, City of Quartz, Verso, Londra 1990; ve Urban Control: the Ecology of Fear, Open Magazine, New Jersey 1992. Bu duvarlarla çevrili mahalleler, Neal Stephenson’ın Snow Crash çalışması (New York 1992) türünden birçok siberpunk bilim kurgu romanının arka planı konusunda gerekli ilhamı vermiştir.

[36] Bkz.: Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain.

[37] Bkz.: Reginald Stuart, “High-Tech Redlining”, Utne Reader, Sayı. 68, Mart-Nisan 1995, s. 73.

[38] Bkz.: Paul Wilstach, Jefferson and Monticello.

[39] Bkz.: Dennis Hayes, Behind the Silicon Curtain.

[40] Retro-fütürist programlarına dair bir izahat için bkz.: Extropians, FAQ.

[41] Bkz.: William Gibson, Neuromancer; ve Count Zero.

[42] Bkz.: Isaac Asimov, I, Robot; ve The Rest of the Robots.

[43] Bkz.: William Gibson ve Sandy Sandfort, ‘Disneyland with the Death Penalty’. Bu tür makaleler Singapur’a saldırıyor. Lâkin gerçek Disneyland’ın Kaliforniya olduğunu görmüyor, çünkü bu eyalette yürürlükte olan ceza kanunu idam cezasına onay veriyor!

[44] Minitel’in oluşumuna ön ayak olan rapor konusunda bkz.: Simon Nora ve Alain Minc, The Computerisation of Society. Minitel’in yürürlükte olduğu ilk yıllara dair bir değerlendirme için bkz.: Michel Marchand, The Mintel Saga.

[45] 1995’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılan bir ankete göre Fransız halkı içerisinde “devlet ekonomik hayata müdahale etmeli” görüşüne destek sunanların oranı yüzde 67 idi. Bkz.: Le Monde, ‘Une majorité de Français souhaitent un vrai “chef” pour un vrai “Etat”’.

[46] Jakobenizmin Fransa’daki demokratik haklarla ilgili anlayışlara dönük etkisi konusunda bkz.: Richard Barbrook, Media Freedom: the contradictions of communications in the age of modernity. Bugün bazı Fransız ekonomistler, Avrupa’nın farklı bir tarihinin olduğuna ve bu tarihin kendine has, toplumsal açıdan üstün bir kapitalizm modeli ürettiğine inanıyorlar. Bu konuda bkz.: Michel Albert, Capitalism v. Capitalism; ve Philippe Delmas, Le Maître des Horloges.

[47] Keynes şunu söylüyor: “İnsanlara çukur kazdırmak ve ücretlerini eldeki tasarruflar üzerinden ödemek suretiyle sadece çalışan sayısı artmakla kalmayacak faydalı mal ve hizmetlerin ülke genelinde sahip olduğu reel pay da artacak.” Bkz.: J.M. Keynes, The General Theory of Employment, Interest and Money, s. 220.

[48] Bkz.: Yayına Hz.: Keith Taylor, Henri Saint-Simon 1760-1825; ve John E. Bowlt, Russian Art of the Avant-Garde.

[49] Jungle denilen müzik türünü icra eden Goldie şunu söylüyor: “Bu işi daha da ileri taşımalıyız, davulları ve basları daha da zorlamalıyız diye düşünüyorduk ama sonra daha nereye kadar zorlayacağız diye sormaya başladık. Onu dedikten sonra o sınır on kat daha ileriye taşındı.” Bkz.: Tony Marcus, ‘The War is Over’, Mixmag, Ağustos 1995, s. 46.

[50] Anti-Rom ile ilgili bilgi için bkz.: websitesi.

[51] Henri Saint-Simon, ‘Sketch of the New Political System’, Yayına Hz.: Keith Taylor, Henri Saint-Simon 1760- 1825 içinde, s. 203.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder