Ayin
Inessa Armand, bir broşür çalışması içine giriyor. İşçi kadınlarla ilgili bu çalışmayı Lenin’e gönderiyor. Lenin, broşürde geçen “kadınların sevişme hürriyeti” talebine dönük eleştirisini iki mektupta Armand’a iletiyor.
Cevabında Lenin, ilgili talebin “burjuva hanımefendiler”in
talebi olduğunu, meseleye öznel istekler değil, nesnel, sınıfsal ilişkiler
üzerinden bakılması, nesnel gerçekliğin değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Bu bağlamda Armand’ı, nesnel ve sınıfsal bakış açısını unuttuğu, sınıfsal ilişkilerin
nesnel mantığını görmezden geldiği için eleştiriyor.[1] Lenin, işçi kadınlara
dağıtılacak bir broşüre devrimci-sınıfsal müdahalesini gerçekleştiriyor. Bu
açıdan Lenin, o eril diliyle, bugün bir linç kampanyasını hak ediyor.
Bugün Lenin’in tabutuna o öznel istekler, bireysel arzular, şahsi zevkler çivi çakıyor. Sosyalist örgütler, kitlelerini eşcinsel ve feminist hareketlere teslim etmek suretiyle Lenin’i yerin yedi kat dibine gömme ihtiyacı duyuyorlar.
O istekler, arzular ve zevkler, yirmi yıldır
nesnel olarak devrimci şeylermiş gibi takdim ediliyorlar. Bunların sınıfsal ve
nesnel niteliğini sorgulamak, yasaklanıyor.
Bu, tabii ki Türkiye’ye has bir gelişme değil. Avrupa
ve Latin Amerika genelinde de söz konusu eğilim, giderek güçleniyor.
Tekellerin, egemenlerin, o burjuva hanımefendilerin çıkarlarına uygun, onların
dişlerine göre bir sosyalist hareket inşa ediliyor. Clinton, o sebeple
Kürtlerin dizisini çekiyor.[2] Neoliberal siyasetin sürdürücüleri, ezilene ve
emekçiye ait imgeleri bile gasp ediyorlar. Sol, bu gaspa ve talana aracılık
ediyor.
Kürt hareketi, devletle ve sermayeyle kurduğu mecburi
ittifak gereği, içeriden ve dışarıdan, sosyalist hareketi biçimlendiriyor.
Clinton’ın “bağımsız iş kadını feminizmi”, içeriği tayin ediyor. Marx’ın ve
Lenin’in imge, simge ve bilgi olarak karşı olduğu ne varsa bugün hâkim hâle
geliyor.
Bu süreç, 2001’den beri emperyalizmin pratiğe döktüğü
“terörle küresel mücadele” konseptine uygun olarak işliyor. Bu konsept
dâhilinde Birleşmiş Milletler gibi makamlarda “insan güvenliği” kavramı ortaya
atılıyor.[3] Bu kavram, “insanî müdahale” kavramı ile birlikte kullanılıyor.
Terör ihraç eden emperyalizm, bu sayede saldırdığı ülkelerde kimin insan
olduğuna, kimin olmadığına da karar veriyor. Ayrıca bu sayede o, kitlelerin
kolektif direnişine mani olmaya çalışıyor.
İnsan’ı kendisine göre tarifleyen egemenler, söz
konusu süreçte küçük burjuvaları saflarına katmak adına, tarifin kapsamını
genişletiyorlar. “Onurlu yaşam” meselesi, sınırdan ve sınıftan azade duran,
gündelik pratikleri içerecek şekilde tarif ediliyor. Rainbow Index türü
analizlerle insanların öznel istekleri, bireysel arzuları, şahsi zevkleri
putlaştırılıyor. Onur yürüyüşü, bunların geçit törenine dönüştürülüyor. Pazarın
ve mülkiyetin dinî ayini hâline geliyor. Her pagan ayini gibi bu ayin de
kurbana ihtiyaç duyuyor.
Linç
Daha önce Pablo Neruda’yı linç etmişlerdi. Şimdi başka
isimlere sıra geldi. Tek tek yazarların hikâyelerine, yazılarına bakıyorlar,
kadın düşmanı cümleler, olaylar cımbızlanıyor ve linç operasyonu başlatılıyor.
Sırada, hizmetçisiyle birlikte olan Marx var. Yakında feministler, Marx
kitaplarının yakılmasını isteyecekler. Sıra, “kadınların sevişme hürriyeti”
talebini eleştiren Lenin’e illaki gelecek.
Bu linç operasyonu, “insan güvenliği” konseptiyle
uyumlu. Nesnel ve sınıfsal olana bakan herkes, düşman ilân edilecek. Küçük
burjuvalar, örgütlendikleri mevzilerden, komünist hareketin tüm birikimini
tasfiye etmek için uğraşacaklar. Nesnel ve sınıfsal olana bakan gözler, bir bir
kör edilecek. Herkes, bireyi, bireyseli, bireysel zevk ve çıkarları görmeye
zorlanacak, görmeyenler yok edilecek. Nesnel kolektif bağlar, bir bir
kopartılacak.
Bugün Türkiye gibi ülkeler, “terör devleti” veya
“haydut devlet” statüsünde değerlendiriliyor. Bu yaklaşımdaki liberal nüfuz,
hiç dikkate alınmıyor. Sosyalistler, tek tek bu liberalizme örgütleniyorlar.
Emperyalist odaklardaki terör devleti/haydut devlet analizlerine sarılıyorlar.
Bu da onların gerçek bir hat örememelerine neden oluyor. “Emperyalizmin
istediği devlet nedir?” sorusunu sormuyorlar. Bütün mücadeleyi ve teorisini bu
isteğe göre biçimlendiriyorlar, ezilenlerin, yoksulların, işçilerin istek ve iradelerine
göre değil.
Emperyalistler, saldırılarına meslek sahibi sınıfı,
küçük burjuvaları örgütlemek için uğraşıyorlar. Yukarıdan aşağıya sufle edilen,
fısıldanan sözler, karşımıza çok önemli teorik laflar olarak çıkartılıyor.
Bunun için akademiler, örgütler, dergiler kuruluyor. Sosyalist hareket, bu
örgütleme işini üstleniyor. O, adım adım, emekçilerden, ezilenlerden,
yoksullardan tiksinen küçük burjuvaların çizgisine çekiliyor. Linç operasyonu,
bu doğrultuda yürütülüyor.
Dağılma
Tekeller, onlara bağlı kurullar, kaleme aldıkları raporlarda, “bu kimlikçi siyasetle meseleleri fazla sulandırdık, pandemi ve kriz yüzünden sosyal patlama riski mevcut. Bizim o kitleyi kontrol altına almamız lazım. Kimlikçi siyaset, bu konuda yetersiz kalır. Onun için bugüne dek beslediğimiz kimlikçi siyasete sınıf siyaseti yaptıralım. Her hareketi eşcinseller ve feministler yönetsin” diyorlar.
Bu anlamda, Murat Çakır’ın “sosyalist”
olduğunu iddia eden bir örgütün yayın organında İlerici Enternasyonal’i
savunması ve bu lafları Türkçeye çevirmesi, asla tesadüf değil.[4] Herkes,
kendisine verilen görevi ifa ediyor.
Bu cümleleri artık “komploculuk” eleştirisi ile
savuşturacak çok fazla solcu var bu ülkede. Çünkü bu nesnel ve sınıfsal tespit,
o solcuların öznel isteklerini, bireysel arzularını, şahsi zevklerini dikkate
almıyor! O isteklerden, arzulardan ve zevklerden bağımsız olana bakıyor. Suç
işliyor!
Öznel istekler, bireysel arzular, şahsi zevkler,
egemenler tarafından namluya sürülüyor. Bu noktada geçmişte yapılmış bir Femen
gösterisi, önemli bir ipucu veriyor. Çırılçıplak soyunmuş olan bir kadın,
beline İran bayrağını sarıyor. Bayrağın üzerindeki “Allah” yazısı tam vajinaya
denk gelecek şekilde kesilip atılmış. “Ben sadece kendi isteğime, arzuma,
zevkime taparım, sadece onları Allah bilirim” diyen bireyleri emperyalizm nasıl
örgütleyeceğini iyi biliyor. Küçük burjuvalar, egemenleri tehdit edecek her türden
kolektif itiraza karşı cepheye çağrılıyorlar.
Ayrım
Ayrım hattı, birey-devlet üzerinden çekiliyor. Birey,
“terörist ve haydut” ilân edilen devletin karşısına yerleştiriliyor. “İnsanın
güvenliği” denilerek, terörün tanımı genişletiliyor. Maske takmayan, terörist
ilân ediliyor. Çocuğunun eşcinsel olmasını istemeyen, terörist derekesine
düşürülüyor. Kendisinin dışına bakana suçlu yaftası yapıştırılıyor.
Dolayısıyla, nesnel-sınıfsal ayrımlar, hükmünü
yitiriyor. Bu tür ayrımlarla meselelere bakanlar, tasfiye ediliyorlar, “gerici”
yaftası yiyorlar. Tüm solcular, “feminist” Güler Sabancı’nın ve “eşcinsel” Ömer
Koç’un yanı başına oturuyor.
Eskiden “ama insanlık diye bir şey var, insanlar
işçi-burjuva diye bölünmesinler ya!” deyip solcu olanlar, bugün “insan diye bir
şey var, insanlar cinsiyetlere göre bölünmesinler yaw!” diyorlar. Eskiden
işçicilik yapıp işçiyi burjuvalaştıranlar, tasfiye edenler, bugün başka kârlı
yollara yöneliyorlar. Hiçbiri çıkıp “insan nedir?” sorusunu sormuyor. İnsan
kimin kurgusu, tasarımı, kimin Kâbe’si, bakmıyor. İnsanların hep birlikte
ortaklaşıp yüzlerini döndükleri Kâbe’ye küfredilmesinin sebebini başka yerlerde
aramak gerekiyor. Bizi birileri, başka bir şeye tapmaya, sınıfsal olarak
ayrışmamış, öznel bir puta bağlanmaya ikna etmeye çalışıyor. Asıl sorgulanması
gereken bu. Sorulması gerekense şu: Yazının başında kullanılan görselde hangisi
İnsan?
Eren Balkır
2 Mart 2021
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, Collected Works, Progress Publishers: Moskova, 1973, s.
180-185.
[2] Djene Rhys Bajalan, “Kobanî’nin Kızları”, 29 Ocak
2021, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “İntikam”, 1 Aralık 2019, İştiraki.
[4] Eren Balkır, “Kuzu Postlu Kurt”, 13 Haziran 2020, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder