Marksizmin büyük kurtarıcısı Metin Kayaoğlu’nun
Muzaffer Oruçoğlu ile ilgili yazısındaki tespitler, doğru ve yerinde.[1] Ama bu
tespitler, aynı zamanda Metin Kayaoğlu’nun kendisi için de geçerli. Çünkü o da
yazıda bahsini ettiği Oruçoğlu’dan farklı biri değil. Kendisini analiz ediyor,
kendisini anlatıyor aslında. Şiirden, edebiyattan anlamıyor, bu işlerden para
kazanmıyor oluşu, önemli bir farklılık olarak görülmemeli.
Kayaoğlu, bu yazıyı Oruçoğlu’nun Tohum kitabının
yayınlandığı 1991 yılında veya kitabın 1998 baskısını okuduktan sonra da
yazmıyor. 2010’da kendisinin düzenlediği Kaypakkaya Sempozyumu’na Oruçoğlu’nu
davet ettikten, orada edilen (Kaypakkaya’ya küfrettiği) onca laftan sonra da
geçmiyor klavyesinin başına.
Yirmi beş yıldır çıkarttığı, kendi reklâm panosu
olarak işlettiği dergide de bu kitapla ilgili tek satır laf etmiyor. Bugün
yazıyor, çünkü “düşene bir tekme de ben vurayım” diyor. Çünkü Muzaffer
Oruçoğlu, son dönemde liberal feministlerin linçine maruz kalmış. Cancel
edilmiş!
Metin Kayaoğlu, bu linçi fırsat olarak görüyor ve
Kaypakkaya konusunda tekel olabilmek, “maoist” Abdurrahman Çelebi olmak, Kaypakkayacı
gördüğü kesimleri liberal tasfiyeye kurban vermek için bu yazıyı yazıyor.
Zaten Oruçoğlu’na yönelik linç de tecavüzcü para
babalarıyla ilişkili kimi feministlerin günah keçisini uçurumdan aşağı atma
yöntemi olarak icra edilmişti.[2] Asıl üzerinde durulması gereken başka
isimlere kimse dokunmadı. Eşlerini döven adamlara laf edilmedi, örgüt üyesi
kadınlara sarkıntılık edenler, eleştirilmedi. Örgüt içindeki taciz vakalarının üzeri
örtüldü. CHP ve HDP içi pisliklere, bar köşelerinde yapılanlara hiç
değinilmedi. Günahın kendisi, Oruçoğlu üzerinden aklandı. Üstelik gayet
demokratik ve özgürlükçü isimlerin yasaklamacı pratiği ile. Bu yasaklamacılar,
Hitler gibi meydanda kitap yaktılar.
Kayaoğlu, sırf dünyalık biriktirmek, rahata ermek için
kendi yoldaşına ait şirketin kasasına çöken, yetmedi, kumpasla o şirketi
gaspeden biri. Bu utanmazlığın Marksizmle bir alakası yok. Çünkü Marx “utanmak
devrimcidir” diyen biri.
* * *
Bahsi edilen yazıda da bir aklama girişimi söz konusu.
“Kaypakkaya’nın teorisi ve politikası bizatihi benim” denilerek,
birileri kandırılmaya çalışılıyor. Bunu demek için Oruçoğlu, yem ve bahane
olarak kullanılıyor. Siyaha işaret edip onca karalık aklanıyor. Neticede o
“Kaypakkayacı teori ve politika”, geliyor Meral Akşener övgüsüne, CHP’nin
adalet yürüyüşüne, ABD savunusuna ve liberal tezvirata bağlanıyor. En
nihayetinde seslendiği “örgüt”üne, “ben Lenin’im, beni dinleyin, geri çekilin”
emrini veriyor. Yirmi yıldır “devrimler çağı bitti, post-devrimcilik
çağındayız, boşa uğraşmayın, ne devrimi, devrimciliği!” diyen büyük kurtarıcı Kayaoğlu[3],
bugün birden Tayyip balonunu şişirmeye ahdediyor. Onunla oynuyor. Kendisini
oradan kuruyor. Kendi küçük burjuva siyasetini Tayyip’le aklıyor. Twitter
bülbülü oluyor. Ergenler gibi takipçi toplamaya çalışıyor.
Bazen işine geldiği gibi, “ezilenler, burjuvazinin iki
kliğinden birinin arkasına dizilmeli” diyor, bazen imajı zedelememek için bunun
yanlış olduğunu söylüyor, bazen de ezilenleri aşağılıyor, küçümsüyor. Ağalar
bizimle eğleniyorlar! Kendilerini herkesten daha zeki zannediyorlar. Ağaların
paşaların yanına hizalanmak üzerinden herkese üstünlük taslıyorlar.
Maalesef bugün örgütleri, Kayaoğlu ve Oruçoğlu gibi
isimler yönetiyor. O nedenle sol, bugün pandemi konusunda sadece “okullar
kapansın, barlar açılsın” diyebiliyor. Sadece kendini düşünmeyi politika, hem
de devrimci politika olarak yutturmaya çalışıyor.
* * *
2014’teki onur yürüyüşüne Partizancılar da katılmış.
“Nerdesin aşkım, burdayım kirvem” dövizleri taşınmış. Ama kimse “nerdesin?”
sorusunu soranı, kimin aşkı olunduğunu sorgulamamış. Nasılsa birileri, bu tür
eylemlere dönük eleştirileri soğurmak, etkisizleştirmek için bir günah keçisi
belirlemiş ve hemen Partizan’ın yürüyüşteki varlığına ve yürüyüşün kendisine
yönelik zehir zemberek bir yazı yazmış.[4]
Bu yazı, aslında eyleme Partizan katıldığı için
yazılıyor. Katılmasa yazılmaz! Oradaki liberalizme, kimlikçiliğe vs. hiç ses
etmeyen bir ekip, birden devrimci kesiliyor, Partizan’ı eleştiriyor. İyi
numara! Bu tür ekipler, daha öncesinde “aslında Partizan fazla ataerkildi, orayı
dönüştürmek, LGBT konusunda bilinçlendirmek için girdim Partizan’a” diyen
kadrolarını gizli emelleri için kullanıyorlardı.
Yazıda birden İngiliz büyükelçiliğinin yürüyüşe
sunduğu destek hatırlanıyor. Partizan’dan üstün görünebilmek için “böyle bir
eyleme nasıl katılırsınız?” diyor. Katılmasa bu sefer de “niye
katılmıyorsunuz?” diye soracak. Çok erkekçi göründüğü için Partizan içine
eşcinsel yoldaşlarını gönderecek.
Yazı, Partizan’ı “ezilenlerin geri yönü” olarak takdim
ediyor, doğalında kendileri de “ileri yön” oluveriyor. Birileri ancak bu
şekilde kandırılabiliyor. Öte yandan, örgütten ayrılanlar, Netflix dizilerinden
sevişmeyi öğreniyorlar, sonra barlara gidip bir gecelik macera arayışına
girişiyorlar, ardından bu “bekaretini bozdurma” macerasını örgüt yayınında
yazıyor, sonrasında da hep birlikte trans oryantal seyretmeye gidiyorlar. Ağalar
eğleniyorlar!
* * *
Günah keçisini uçurumdan aşağı atınca kabile,
günahlarından arındığını sanıyor. Ağalara paşalara özenenler, onların yanına
ilişmek için uğraşanlar, onlardan öğrendiklerini uyguluyorlar. Yaptıklarının
günah hâline geldiğini görünce birilerini linç ediyorlar, boynuna ip asıp sokak
sokak gezdiriyorlar. Böylece arındıklarını düşünüyorlar. Arınıyorlar, çünkü “sürü”nün
çektiği dertten çileden azade olup onun başına geçmek istiyorlar.
Aslında günahın kendisini arındırıyorlar, temize
geçiriyorlar. Onun zekâtını veriyorlar. Kan akıtıyorlar. Günahın ekonomisi
sürsün, işlesin diye biraz soluklanıyorlar. Reformist, bireyci, hazcı
dünyalarının tıkandığını görünce hemen birini seçip linç ediyorlar.
* * *
Kayaoğlu’nun Oruçoğlu yazısını son birkaç yıldır
süren, Kaypakkayacı hareketi tasfiye etme girişiminin bir parçası olarak okumak
gerekiyor. Neticede Ömer Laçiner ve Murat Belge ne kadar Mahirci ise Kayaoğlu
da o kadar Kaypakkayacı. Ama o, bu ismi sulandırıp yeni dönemin liberal
eğiliminin hizmetine koşmak için var. Üstlendiği görev bu. Bazen liberalizmi
eleştiriyormuş gibi görünme çabalarına aldanmamak gerek.
Oruçoğlu kadar Kayaoğlu’nun da Kaypakkaya çizgisi ile
bir alakası yok. O, zaten “Kaypakkaya’yı Marksist bile saymayan bir örgüt”ün
üyesi. Ama alternatiflerin yok edilmesi gerek. Garbis’e karşı çıkıp
Garbisçiymiş gibi poz kesmek, onu “sıra dışı ve çılgın” göstermek gerek.
Garbis’in söylediklerinin tam tersini yazıp, “Garbis’in mirası bizde demek”,
suyun başını tutmak, Garbis eleştirisini bu şekilde tasfiye etmek gerek. Bu
oyunlara ihtiyaç duyanlar, sosyalist hareketin bugünkü hâlinin müsebbibleri.
Devlet ve sermaye, kendi dişine uygun solu bu şekilde inşa ediyor. Kıvam, bu
sayede ayarlanıyor. Meseleyi buradan anlamak gerekiyor. Bu tür kişi ve
örgütler, proleter ve halka ait bir komünist partinin toprak altından çıkmasına
mani oluyorlar. Burada o sebeple eleştiriliyor.
* * *
Aylardır Hindistan’da köylüler eylem yapıyorlar. Ama
nedense bu ülkede sosyalist basın, bu eylemlerin haberini, tekellere hizmet
eden Greta ve Rihanna gibi isimlerin destek mesajlarından sonra yapabildi.
Tuhaf değil mi?
Bugün LGBT dernekleri için hazırlanmış bir Fon Rehberi
var. Orada, Soros’un, Rockefeller’ın, Ford’un vs. ve onların vakıflarının
isimleri geçiyor. Derneklere deniliyor ki “bu vakıflardan şu şekillerde para
alabilirsiniz. Bu rehberi size yol göstermek için hazırladık” Demek ki birileri
o vakıfların eşiğinde dilenmeye alıştırılıyor, demek ki birileri uşaklık için
eğitiliyor. Kimse, “yüz binlerce insanın ölümünden, yoksulluğundan, gördüğü
zulümden sorumlu olan bu efendiler bize niye para veriyor?” diye sormuyor.
Herkes, o tekellerin özel vakıflarının aklıyla düşünüyor, buna bir de “devrimcilik
maskesi” takıyor. İşine geldiği yerde eleştiriler, “ama bizim örgütümüz geçmişte
bedel ödedi!” denilerek savuşturuluyor. Bu yalana artık kimse kanmıyor.
Solun bir bölümü, devletin ve sermayenin, uluslararası
tekellerle kurduğu bağlara örgütlenmiş durumda. İlerici Enternasyonal gibi
pratikler, Lenin’in hep bahsini ettiği Struvculuk ile malul.
* * *
Lenin, Struvculuğun küçük burjuvanın ana yönelimi
olduğunu söylüyor. Ona göre küçük burjuva, emperyalist yağmadan pay istiyor.
Kısa vadeli çıkara ve kazanımlara bakıyor. Lenin, bu anlayışa uygun bir
Marksizm inşa edildiğini söylüyor. Kayaoğlu ve dergisini anlamak için şu
satırlara bakmak gerekiyor:
“Struvculuk
dâhilinde burjuva teorisyenler, Marksizmi ‘nezaketle’ öldürmeye, onu
benimseyenleri ezmeye, ondaki ‘ajitatif’, ‘demagojik’, ‘Blankist-ütopyacı’ yan
hariç, tüm gerçek manada ‘bilimsel’ yönleri ve öğeleri yalandan kabul
ediyormuş gibi yapıp, Marksizmi yok etmeye çalışıyorlar. Başka bir
ifadeyle, burjuva teorisyenler, Marksizmden reformlar için mücadele, proletarya
diktatörlüğünü hedeflemeyen sınıf mücadelesi, ‘sosyalist idealler’in genel
kabulü ve kapitalizmin ‘yeni bir düzen’le ikame edilmesi gibi liberal
burjuvazinin kabul edebileceği şeyleri alıp, buna karşılık, Marksizmin
kendisine can veren ‘tek’ şeyi, o devrimci içeriği bir kenara atıyorlar.”[5]
Bu satırların devamında Lenin, “Marksizm, proleter
hareketin kurtuluş teorisidir” diyor.
Struve ise anılarında Lenin’in “liberalizmin ve
burjuvazinin azılı bir düşmanı” olduğunu, onlara yönelik nefretinden bir türlü
kurtulamadığını söylüyor.[6] Struve, yazısı boyunca burjuva demokrasisi için
mücadelenin asıl olduğunu, devrime ve sosyalizme hiç inanmadığını ifade ediyor.
Bugün ortalıkta struvcuların sesi çok çıkıyor.
* * *
Kayaoğlu ve dergisi, o teoriye de, kurtuluşa da,
harekete de, proletere de düşman. İkisi de, efendilerin istediği sol çizgiyi
hâkim kılmak için uğraşan ekibin bir parçası. Onlara çobanlık görevi verilmiş.
Bazen ezik, zavallı gördükleri hayvanın sesini taklit ederek onu tuzağa düşürme
yöntemini uyguluyorlar. Dolayısıyla, söyledikleri hiçbir şeye inanmıyorlar.
Sadece gelecek kâra bakıyorlar. Mücadeleyi, kolektifi ve davayı tasfiye etmek
için uğraşıyorlar.
Neticede Kayaoğlu, Marx’ın lafını alıntılıyor, adalet,
özgürlük gibi putlardan söz ediyor, ama kendisi, bunlara tapan bir “Marksizm”
inşa etmek ve onu hâkim kılmak için uğraşıyor. İşine geldiğinde CHP’li, işine
geldiğinde Tarafçı olabiliyor. İstediği zaman Kaypakkaya’nın başına
Kuvvacı kalpağı geçirebiliyor, istediği zaman Sorosçu bir derneğin üyelik
kartını boynuna asabiliyor.
Neticede o, “bu insanları BEN bir araya getiriyorum,
sen bana saldırarak altımdaki sandalyeyi çekiyorsun. BEN şimdi o insanları
nasıl bir araya getireceğim. İtibarım her şeyden önemli!” diyen birisi. Bu
aklın mücadeleyle, kolektifle ve davayla bir alakası olamaz. Onlara biat
edemez, teslim olamaz, onlara ait olmayı değerli göremez.
Muzaffer Oruçoğlu yazısı, bu yüzden yazılıyor. O “BEN”
tıkandığı, kendisini satamadığı, kimseyi toplayamadığı yerde birine vurup, onu
karalayıp kendisini aklamak zorunda. Bunların Tayyip’te kendilerini
gördüklerine hiç şüphe yok. O yüzden “tek düşman o, başka düşman arayan
düşmanımızdır” diyorlar. Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi
gereksizleştirmek için uğraşıyorlar. Tayyip gidince “devrim oldu işte”
diyecekler! Sonra villalarına ve yazlıklarına çekilecekler…
Eren Balkır
6 Mart 2021
Dipnotlar:
[1] Metin Kayaoğlu, “Muzaffer Oruçoğlu: Aymazlığın Bilgesi”, 28 Şubat 2021, TP.
[2] Eren Balkır, “Gem”, 30 Aralık 2020, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “Teori ve Politika’nın Hakikî
Marksizmi”, 25 Nisan 2009, Mecmua.
[4] Nadir Baltalı, “Partizan’cı Kirveye Yoldaş
Mektubu”, 22 Temmuz 2014, EBT.
[5] V. I. Lenin, “The Collapse of the Second
International”, Haziran 1915, MIA.
[6] Peter Struve, “My Contacts and Conflicts with
Lenin II”, The Slavonic and East European Review, Cilt. 13, Sayı. 37
(Temmuz 1934), s. 77.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder