“Halka yalan söylemeyin, zafere kolayca ulaşılacağı iddiasında bulunmayın.”
[Amilcar Cabral]
Evde
kalındığı, kimsenin dışarı çıkamadığı günlerde, dizi oyuncularının sokaklarda
rahatça dolaşmasına şaşmamalı. Bu ülkede diziler, devlet ve sermayenin sipariş
ettikleri, yoksulu oyalayan, oyuncaklar. Bu oyuncakları kullanan akla bakmak
gerek.
Bugün
her bir bakanlığın kendi dizisi var. Milli eğitim için dizi çekiyorlar,
“çocuklar çok kaygısız” diyorlar, onları kendileri yetiştirmemiş gibi. Milli
savunmanın çok dizisi var, bitirim delikanlılar, çukur mahalleler de oraya
bağlı olmalı.
Herkes
dron yapıp uçurmalı, uçurtmalar yırtılmalı, sanayi ve ticaret bakanlığı, gönül
dağı türküsünü illaki mırıldanmalı, zira kavruk gençlere teknoloji
sevdirilmeli. Startaplar yeni satraplar olmalı.
En
çok da feministlerin ve veli saçılığın bakanlığı olan aile ve sosyal
politikalar bakanlığının dizisi var. O sicille o bakanlığa nasıl girildiğini
sorgulamayan solcular, “asgari ücreti birey değil, aile temelli hesaplayın”
diyorlar.
İyi
de “Aile” bırakmadınız ki? Özgür olmak istiyorsanız, bedelini ödemeniz gerek.
Aile kalmasın ki sosyal politika olmasın, toplum değil, birey exxen olsun.
Bakanlıktaki feministler, devletin sorumluluğunun kalmadığı neoliberal düzenin
ajanları olmalı.
Acun,
ekseni bu yüzden oluşturuyor. Bu sebeple yutubun boncuklarını ipine diziyor.
İmamesi, çekene göre değişiyor. Bazen devlet oluyor, bazen sermaye. Artık
“konuşanlar”, orada özne olacak. Şenaydemir gibi solcular, orada kendisini
bulacak, özgürleşecekler.[1] Devlet, kendi özel kast ajansını illaki kuracak,
sonra “gidin şuna oy verin” diyecek.
Bu
arada, sağlık bakanlığının dizilerini unutmamalı. Olmayan ütopik özel
hastanelerin reklâm edildiği yapımlarda, olmayan doktorlar anlatılıyor. Sağlık
turizmi kendi otellerini kuruyor, o otellere diziler çekiliyor. Oradaki
doktorlar uyarıyor bizi, virüse karşı. Gerçek doktorlara kimse inanmıyor. Çünkü
bugün doktorlar, bilgisayar ekranından başını kaldırıp, hastanın yüzüne bakmaya
bile tenezzül etmiyorlar. Dokunmadan, konuşmadan tedavi, mümkün zannediliyor.
Temassız kartlar, steril hayatı biçimlendiriyor. Sağlık, basit rakamlara
indirgeniyor.
Bir
hekim, RNA ile ilgili araştırmalarının GDO’lu ürün sahasında çalışan
meslektaşları tarafından engellendiğini söylüyor. Bir başkası, 1972’de “şeker
zehirdir” dediği için nasıl aforoz edildiğini anlatıyor. Mikrobiyoloji
derneğinin başkanı ve bilim kurulunun üyesi, tedavide kullanılan ilâçları
savunuyor, kalp krizine ilâcın değil, virüsün sebep olduğunu söylüyor, hiçbir
bilimsel kanıt sunmadan ve hiç utanmadan.[2] Buna “sağlıkta sınıf tavrı”
diyorlar!
Bugün
maske, PCR, önlemler, bağışıklık konusunda farklı iddialar ortaya atanlar,
“bilim düşmanı” damgası yiyorlar. Egemenlerin “bilim”i, sınır ötesi ve sınıf
dışı zannediliyor. Solu, buna inanan küçük burjuvalar yönetiyor. Lenin’se
ücretli kölelik üzerine kurulu bir toplumda tarafsız bilim beklentisinin
aptallık olduğunu söylüyor.[3]
Birey,
kimine göre sermaye, kimine göre devlet. Bu iki yaklaşımın inşa ettiği
solculuğa inanmamak gerekiyor. Egemenlerin bilimi, egemenlerin sınırsızlığı,
patronların ve devletlerin gücü öğütleniyor. Bireyler, kitlelere ve kolektife
düşman askerler olarak eğitiliyor.
* * *
Aleyn
badyö haklı: “Özgürlükçülük muhafazakârlıktır.”[4] Hep bir özgür olunan durumun
mutlaklaştırılıp muhafaza edilmesi var. Ama eşitlik olmadan özgürlük,
sermayeye; özgürlük olmadan eşitlik, hep devlete kulluk ediyor. Sanki birileri
için yoldaki pürüzler temizleniyor.
Aleyn
badyö, gene haklı: hareketçilik, defolculuk, bizi bir yere götürmüyor. Bugüne
dek “defol” demekten, birilerine “baş düşmanı ben öğrettim, gene ben
öğreteceğim ulen!” diye poz kesmekten başka bir şey yapmamış olanlar, badyönün
sözlerini utanmadan paylaşabiliyorlar. Meselenin özüne, mülkiyete asla işaret
etmiyorlar. Hep birlikte IMF çağırıp duran “liberal bir CHP” için yanıp
tutuşuyorlarmış, bu görülüyor.
Liberal
CHP, “şizofreni” ve had bilmezlik eleştirileriyle birlikte güçleniyor. Kişi,
fazlaya, öteye, başkaya, dışarıya işaret edince “şizofreni” damgası yiyor, had
bilmezin teki olarak takdim ediliyor. “Senin sırtında yumurta küfesi yok”
deniliyor, ama bu lafı dik yokuşların hamalı değil, yumurta tüccarları
ediyorlar. “Bekâra karı boşamak kolay” deniliyor, ama bu laf, birkaç eşli
zamparaların ağzından dökülüyor.
“Lafta
iyisiniz, ama pratikte görelim sizi” deniliyor. Bunu, lafın da pratik olduğunu
anlamayanlar söylüyorlar. Ayrıca bu kişiler, “bizim sırtımızda yumurta küfesi
var” diyorlar. Hamallara küfrediyorlar. Ne bir derdin ne de bir öfkenin
hamililer. Sadece pratik ve uyumlu bir akla sahip olmakla övünüyorlar,
romantikleri küçülterek, kendilerini büyüttüklerini sanıyorlar.
Dert
ve öfke, bunlara ağır geliyor. Meslek ideolojileri, her yanı kuşatıyor. Bu
ideolojiler, derdi sosyal demokrasinin; öfkeyi liberalizmin eşiğine
bağlıyorlar. “O şekilde sustururuz” diyorlar.
Ne
var ki “yoktan da vardan da öte bir Var var.” Halk, o ideolojilerin hükmünü
yitirdiği yer. Tersten, halka düşman güçler, meslek ideolojileriyle halkı
çözmek için uğraşıyorlar. Diziler böyle izlenmeli, meclis siyaseti böyle
okunmalı, devletin varlığı böyle anlaşılmalı, akademik zırvalar buradan
değerlendirilmeli.
Özel
devletin özel derin kadroları, doksanlarla birlikte yerlerini küçük burjuva
örgütlere bırakmıştır. Solculuk, bu geçişi alkışlamak, yüceltmek, “işte bizim
de günümüz geldi” demek değildir. Doksanların sonunda Nâzım’ın “iç” edilmesi,
devletin ve sermayenin sesi kılınması, banka kasasına kapatılması, bu geçişin
kanıtıdır. Feminizmin bakanlığa bağlanması, başka bir kanıttır. Ama kadın, bir
bakanlığa kul olmayı reddetmeli, Hes ve Kades’le birey olarak, abisinden
kaçarken, büyük abiye teslim olmamalı, hep birlikte bireyi aşan sorunlara
yüklenmelidir. Uğruna mücadele ettiği şey ne olursa olursun, o, reddin kendisi
olmalıdır.
Meslek
ideolojilerinin anlamadığı, anlatmadığı bir halk, illaki vardır. Avukat için
birey olarak hukukî özneden başkası yoktur. Bu, basit bir meslekî marazdır. Her
yerde hukukî özne ve hukukun nesnesi olarak bireyi görür. Eldeki çekiç için
herkes, çivi zannedilir. Avukat, ilişkileri, bağları, bağlamı, geçmişi,
geleceği, sürekliliği görmez. Mutlak, ölü, donmuş kuralların sahipleri adına,
demir tozlarına mıknatıs gibi şekil vermek ister. Ama önce illaki çözer,
dağıtır, tasfiye eder. Onda halk yoktur, olamaz.
Mühendis
için birey vardır ve o, tamir edilecek bir mekanizmanın parçasıdır. Doktor için
sağaltılacak, olmazsa, ıskartaya çıkartılacak bir bedenin basit bir uzvudur.
Tüm bu meslek ideolojileri, bugün maltusçuluğun, öjeninin ve faşizmin alıcısı
hâline gelmişlerdir. Eğer “faşizm, küçük burjuvazinin bedenlenmiş hâlidir” sözü
doğru ise o vakit bugün faşizm, “Hes kodu olmayana otobüs bileti satılmasın,
kız verilmesin, bu kişi lokantada aç bırakılsın” diyende aranmalıdır.
Çünkü
küçük burjuvazi, beynelmilel âlemde, güneyden kuzeye; yerel düzlemde, alttaki
yoksuldan üstteki zengine doğru gerçekleşen servet transferini herkesten önce
ve herkesten iyi görendir.
Bu
sebeple küçük burjuvazi, söz konusu servet transferinden pay alabilmek için
yoksulun, işçinin, halkın ve ezilenin başını ezmeye mecburdur. Bunların maddi
somut varlığı dışarı atılacak, lafı, edebiyatı, imajı satılacaktır. O laf,
edebiyat ve imaj ise zokadan ibarettir, soyuttur, zararsızdır; küçük burjuva,
yoksulu, işçiyi “güttüğünü” düşünmeyi sürdürmelidir. Kendisini bu şekilde
avutacaktır.
Solcu
bir avukatlık derneği, bir avukata yönelik saldırı ile ilgili attığı tvitte,
“Avukatlık, sonsuza dek yaşayacak!” diye ünlemektedir. Bunu söyleyen,
“komünist” olamaz; çünkü komünist, avukatlık mesleğinin sonsuza dek yaşamasını
istemez, yaşayacağını düşünmez.
Tüm
bu meslek ideolojilerinin dışında, bir halk, illaki vardır. Tam da orada
olunmalıdır. Olmak, kolektif bir eylemdir, olmalıdır. Kolektif eylem,
işbölümüne, disipline ve hiyerarşiye tabidir. Bireyler toplamına değil,
bireylerin ötesine bakılmalıdır. Meslek sahiplerinin sınıfsal çıkarları,
kariyer hesapları, ancak üç beş kendine benzeyenle arkadaşlığı emredebilir;
bize yoldaşlığın kıyamı gerekmektedir.
Yoldaşlık,
yola talip ve revan olmaktır. Ortak derdi ve öfkeyi yüklenmişlerin yürüyüşüdür.
O derdi ve öfkeyi hor görenlerle yürünen yolsa yol değil, tasfiyedir. Derdin ve
öfkenin yolunu yürüyenler, hep birlikte öğrenir, öğretirler. Yol bulur, yol
açarlar. O yürüyüş, yola örgütlenmektir, yolu örgütlemektir.
Topluma
avukat, doktor ve mühendis olarak bakanların, öyle bakmadan siyaset
yapamayanların, öyle olmaktan vazgeçemeyenlerin gösterdikleri bireysel hikâye,
her zaman efendilere işaret eder. Geçmişten örnekler getirmenin anlamı yoktur,
çünkü meslek sahipleri, efendilerle ortak masalarda oturmanın, aynı kahveyi
yudumlamanın, aynı yerlere tatile gitmenin keyfine varmışlardır. Kan dişe
değmiştir. Bugün halkın derdini dinleyen bir doktor, avukat ya da mühendis
yoktur.
Amilcar
Cabral[5] veya Che Guevara gibi isimlerin bahsini ettikleri “sınıf intiharı”,
bu ülkede mümkün değildir. Buranın solcusu, Che gibi mücadele etmeden, onun
“yeni insan”ını gasp etmek, satmak ister. Yeni insanın kavganın eseri olmasını
asla istemez. Cabral gibi karış karış gezdiği yurdu için dövüşmeyi aşağılık bir
iş kabul eder, ama bir yandan da onun şöhretine sahip olmak, özel şoför tutup
ülkeyi gezmek ister.
Küçük
burjuva sol, kokolin misali, taklittir, sahtedir, gerçekle alakası
bulunmamaktadır. O, yoksulu, emekçiyi üsttekilerle yürüttüğü pazarlık için bir
araç ve koz olarak kullanır. O yoksulun, emekçinin başka da bir değeri ve
anlamı yoktur.
Halkta
olunmalıdır, oranın cereyanında kalınmalıdır, o gerilimlerle ve çelişkilerle
pişilmelidir. Bu, “sol popülizm” değildir. Orayla buluşmaya mani olan her
türden küçük burjuva barikat, aşılmalıdır. Halkı kendi bireyliği nispetinde
bölebileceğini, kendi benzerlerini boncuğuna dizebileceğini düşünenlerden uzak
durulmalıdır. Halkın çirkin, sıradan, cahil, geri ve “çamur” hâli sevilmelidir. Ümidi
oradan devşirmek gerekmektedir.
Halkçılık
edebiyattır, halkta olmaksa, yol almak, eksiği görüp, yoldaş bulmaktır. Devrim
ve sosyalizm, halka birey merkezli saldırılar düzenlemek değil, davayı ortak,
ortaklığı dava kılmaktır.
Eren Balkır
24 Ocak 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Konuşan Madunlar”, 21 Eylül 2020, İştiraki.
[2]
“Kalp Krizini Favipiravir Değil Hastalık Yapıyor”, 27 Aralık 2020, Duvar.
[3]
V. I. Lenin, “Three Sources and Three Components Parts of Marxism”, Mart 1913, MIA.
[4]
Alain Badiou, “Mevcut Konjonktüre Dair”, 21 Aralık 2020, İştiraki.
[5]
Tom Meisenhelder, “Amilcar Cabral’ın Sınıf İntiharı Teorisi”, 9 Haziran 2007, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder