Mustafa Suphi ve
Ethem Nejat’ın 1 Ocak 1921’de Kars’tan
Bakû’deki
yoldaşlarına gönderdiği mektuptan bir bölüm [TÜSTAV]
Siyaset, sorumlulukla ilgili bir meseledir,
sorumluluksa hesap vermek ve hesap sormaktır. Hesap vermek ve sormak için had
bilmek, had bildirmek gerekir.
Bu açıdan sol, siyasetsiz olmak demektir. Çünkü o,
girdiği fasit dairede, kitlelerin sorumluluğunu almayan, almak istemeyen, hesap
vermeyen, sormayan, had bilmeyen, bildirmeyen, ama nasılsa, burjuvazi eliyle
“özne, fail, aktör” olmuş bireylerin mikro-iktidarıdır. O iktidarın
imkânlarından vazgeçemez.
Sol eleştirisi, komünist siyaset içindir, ona içredir.
Gramsci, “Kısır ve Olumsuz Eleştiri”[1] başlıklı
yazısında muarrızı Bordiga’yı solcu olmakla itham eder ve solun “metafizik
ihtimaller âlemi”nde dolaşıp durduğunu, hiçbir şey inşa etmediğini söyler. Bu
eleştiri, bir açıdan hareketin ve kitlelerin sorumluluğunu almamak, varolan
solcu siyasete mesafelenmemekle ilgilidir. İtalya’da solcular, Ekim’in ve
Komintern’in açtığı kılıç yarasını sarmak, gizlemek için çalışmaktadırlar.
Gramsci’nin eleştirdiği konu, budur. O, küçük burjuvaları kaçtıkları metafizik
âleme dek kovalayıp, onlardan hesap sormaktadır.
Sol, dinî siyasetin metafiziğine kendi metafiziğini
korumak adına saldırmaktadır. O, burjuvazi eliyle özne, aktör ve fail olmaya
ikna edilmiş bireyler üzerinden işlemektedir. O bireyler, kendi benzerlerini
bulup onları ikna etmeye çalıştıkça, fasit daire, hareketi ve fikri boğar.
İkna edilen kişi, kendisi nasıl ikna edilmişse o
şekilde başkasını ikna etmeye çalışır. “Devlet (veya sermaye), senin
bireyliğine saygı duymaz, mülkiyetini veya rekabet ilişkileri içerisindeki
konumunu ortadan kaldırır, gel benim gibi solcu ol” der. Bu solculuğun
kitlelerle, ezilen halk kesimleriyle bir alakası doğal olarak olamaz, o böylesi
irtibatı baştan reddeder.
Sol-sağ ayrımı, kapitalizm içre bir ayrışmada atılan
çentikle, oluşturulan eşikle ilgili bir mesele. Komünistler, illaki o çentiği
tarihsel-toplumsal açıdan önemserler, ama o ayrımı tarih dışına atıp
yüceltmezler, varlıklarını o çentikten ve eşikten başlayarak inşa etmezler.
Onlar, sınıflı toplumun tüm tarihindeki çentiklere ve eşiklere göre mücadele
yürütmeye mecburdurlar. Çünkü hayat, burjuvaziyle başlamamıştır. Başladığını
düşünen solcularla bu vehme karşı çıkan komünistleri ayırmak gerekmektedir.
Fatih Yaşlı, Kılıçdaroğlu’nun “sağ-sol ayrımı bitti”
lafına, son yirmi-otuz yıldır CHP’nin inşa ettiği solculuğa bir yerinden
yamanmaya çalışan bir siyasetin parçası olduğu için tepki gösterir.[2] Onun
gibiler, CHP’nin antikapitalist olacağı günü beklemekle ömür çürütmeye
yazgılıdırlar. Bu tür tepkilerle Yaşlı ve arkadaşları, solu kendisiyle tanımlamak
için fırsat olarak görürler. Oysa o tanımladığı sol da burjuvazinin ölçü ve
ölçütlerine göre inşa edilmiştir. Çünkü Yaşlı’nın partisi, cumhuriyet
burjuvazisine ve “devrimlerine” sahip çıkmayı programının başına yazmıştır.
O program, doğalında Mustafa Suphilerin pratikte
yazılmış programını redde tabi tutar. Yaşlı’nın partisinin başkanı, partinin
kurulduğu günlerde Habertürk’te, “Suphiler Anadolu’ya ölmek için geldiler, biz
ölmek istemiyoruz, o yüzden TKP’yi kurduk” diyordu. Sol, Anadolu’da burjuvazi
ve devletle yaşamak isteyenlerce tarif edilmiştir. O noktada çentik ve eşik
silinir. Suphi, bireysel hikâyelerin, hesaplaşmaların, tasfiyelerin konusu
kılınır. Onda somutlanan tarihsel-toplumsal iradenin üzeri örtülür.
Suphi pratiği, bir sorumluluk, had ve mücadele
bağlamında varoluyor. Sorumsuz olanlar, Suphi’yi hadsiz, burjuvazinin had
bildirdikleri ise Suphi’nin mücadelesini yanlış ve eksik buluyorlar. Bugün
adında “şoven bir ifade” olarak “Türkiye” kelimesi bulunan bir örgüt, “Suphi
milliyetçiydi, biz Ermeni devrimcilerinin soyundan geliyoruz” diyorsa, bunun
nedeni, örgütün Ermeni sevgisi değil, onun sorumluluk, had ve mücadele
bağlamından çıkmak istemesidir. Ermeni, basit bir bahaneden ibarettir. Sınırlar
aşılarak sınıfsızlık âlemine yelken şişirilmektedir.
Çünkü sol, kazandığı parayı, biriktirdiği mülkü
kimseyle paylaşmak istemeyen küçük burjuvaziye ait bir vehimden ibarettir. O
küçük burjuvazi, yabancı ülkelerde yaşama hayaliyle varolabilir, metafizik
âleminde ancak bu hayalle yaşayabilir. Onun sorumluluk alması, hesap sorması,
hesap vermesi, had bilmesi ve bildirmesi mümkün değildir. O solun burada
yaşamaya mecbur olan, dert çeken, çile biriktiren, yarına çıkmak için kavga
eden emekçilerde değer ve anlam bulması imkânsızdır. Bu sol, artık yoksuldan, emekçiden,
ezilenden tiksinme imkânıdır.
Sorumluluk, hesap ve had içinse Suphilerin yolunda
olmak gerekir. Yıllarca “metafizik ihtimaller âlemi”ne tapıp duran, sürekli
“birbirine değmeyen toz zerrecikleri”ne dair hayaller kuran solcular,
Suphilerin somutta inşa ettikleri ihtimali ortadan kaldırmak için
çabalamışlardır. Her solcu, içten içe bunun için uğraştığını bilir. Bilmiyorsa,
sermaye veya devlet gelir, hatırlatır.
Suphiler, mülk edinilecek, uğruna rekabet edilecek bir
mesele değildir. Onların hareketine ait olunmalıdır. Mülküyle ve rekabetteki
konumuyla düşünenler, bu aidiyeti asla anlayamazlar.
Maalesef son 15-20 yıl içerisinde bizim de içinde
olduğumuz kolektif çaba dâhilinde, Suphilere yönelik teveccüh iyiden iyiye
artmıştır. Onlarla hiç ilişkisi olmayanlar bile haklarında kalem oynatır
olmuşlardır. 2005 senesinde bu ilgiyi istismar etmek isteyenler, Suphiler için
konferans tertiplemiş, eski TKP’liler, o konferansı “biz iyiydik de n’apalım,
miras çürüktü” demek için fırsat olarak kullanmışlardır. Katılımcılar
Suphi’nin, “Ermeni katili, hırsız, milliyetçi, cahil, korkak, maceraperest ve
geri” olduğunu söyleyip rahatlamışlardır. O katılımcılardan biri olan ve bu tür
laflar eden Emel Akal’ın bugün İştirakiyyun ve Müslüman Komünistler’le ilgili
kitaplar yazması, önemli bir gelişmedir. Tabii bu kitaplar, tarihsel muhteva
silinerek yazılabilmişlerdir. CHP’ye meftun ve mecbur olan sol, başkasını
yapamaz.
Mesele, tam da bu meftuniyet ve mecburiyettedir.
Komünist siyaset, CHP’den ayrı, ona karşı oluşturduğu tüm mevzileri terk etmiş,
hepsini CHP’ye bırakmıştır. Temel sorun, budur. Bugün ancak devletin ve/veya
sermayenin estirdiği rüzgârla, o da CHP’nin izin verdiği ölçüde, yelkenini
şişirebilmektedir.
Bu açıdan Fatih Yaşlı’nın “kapitalizm karşıtı”
olmasının bir anlamı yoktur. Onun kapitalizm diye anladığı ve anlattığı şey,
bireysel çıkarlarına halel getiren tüm ecinnilere dair bir imgeden ibarettir.
Yoksa pratikte kendisi ve partisi, döne dolaşa bu ülkedeki kapitalist pratik
için çalışmaktadır. Nâzım’ın bir bankaya teslim edildiği dönemde, AB ile teşkil
edilen bağlar üzerinden, bizzat devletin kurduğu bir yapıdır o.
Tabii buna karşı bir de sermayenin kurduğu “komünist
parti”ye ihtiyaç vardır. Cumhuriyetçilerin KP’si varsa demokrasicilerin de
olmalıdır. Çünkü aslında Kılıçdaroğlu, efendilerin isteğini kendisine bağlı
solcu memurlara aktarmaktadır. “Sol ve sağ birlikte çalışsın” lafı, pürüz ve
çapak istemeyen yukarının emridir. Bu emre uygun hareket eden iki komünist
parti olmalıdır. Dış Kemalizm, ilerici enternasyonal[3] türü pratiklerin
karşılığını burada üretmeye mecburdur. Paydaş kapitalizminin sürtünmesiz
olabilmesi için çapakların temizlenmesi gerekmektedir. Bunun için eskinin
akapçıları, antikapitalistler, iktidarı “aşı konusunda dünya ile işbirliğine
girmemek”le eleştirmeli[4] ama o dünya denilen şeyin sınıfsallığı, sermayenin
çıkarları ile ilişkisi, asla sorgulanmamalıdır.
Buradan çıkış için fasit dairenin aşılması şarttır.
Kendisi gibi bireyler toplama devri kapanmalı, kavgaya örgütlenilmelidir.
Kavga, küçük burjuvazinin CHP-HDP türü zincirlerinden kurtarılmalıdır. Komünist
siyaset, Suphilerin açtığı yatağa akmayı, ona örgütlenmeyi bilmelidir.
Kitlelerle ancak o sel yatağında buluşulacaktır. O selden korktuğu için
efendiler adına pürüz ve çapak derdine düşmüşlerden uzak durulmalıdır.
Eren Balkır
28 Ocak 2021
Dipnotlar:
[1] Antonio Gramsci, “Sterile and Negative Criticism”, 30 Eylül 1925, MIA. Türkçesi: İştiraki.
[2] Fatih Yaşlı, 17 Ocak 2021, Twitter.
[3] Louis Allday, “İlerici Enternasyonal”, 20 Mayıs
2020, İştiraki.
[4] Önder Algedik, “Aşı Paraları Nerede?”, 18 Ocak
2021, Duvar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder