Pages

12 Aralık 2020

Çan

Bir spor yorumcusu, Webo’ya yönelik ırkçı ifade konusunda yorumda bulunduktan, ırkçılığa lanet okuduktan sonra şunu söylüyor: “Mesela bir insanı çirkin diye de aşağılamamalıyız.” Solcu pozu kesen bu yorumcuya göre aslında siyahîlik, çirkinlik! Ama ona göre liberal bir tutum takınıp Sinan Çetin gibi İlyas Salman’dan habersiz, filmin ismini Çirkinler de Sever yapmak gerekiyor. Bu sinsi aşağılama pratiği, horgörü, üstenci kibir, Ermeni ve Rum gibi başlıklarda daha da belirgin biçimde karşımıza çıkıyor. Sol, bu kibir ve horgörüyü bu türden bir kimlikçi siyasetle örtbas ettiğini sanıyor.

Ermeni ve Rum, aslında artık politik olarak olmadıkları için önemseniyor. Tarihsel planda ise temelde önemli görülen şey, bu iki halkın elindeki servet ve o servetin üzerinde yükselecek burjuva devrimi ihtimali. Ermeni ve Rum, burjuva devrimi özlemine dair birer imgeden ve mecazdan başka bir şey değil. Geçmişte servetlerini sömürenler, şimdi anılarını sömürüyorlar.

“Ermeni sosyalistler önderimizdir” diyenler[1], “Avrupa’daki Ermeni altınları”nın peşine düşmüş hazine avcılarıdır, bunu görmek gerekiyor. Bu küçük burjuva solcular, Hınçak’ı öncü belleyerek bugün bir yerlere, yeni efendilerine mesaj gönderiliyorlar. Alındaki ter siliniyor, özel salonlar için parfüm sıkılıyor. Neticede o “altınlar”, başka bir siyaset ve ideoloji emrediyor. Yeni dönem, yeni bir solculuk inşa ediyor.

Paramaz’ın Suphi Nejat şahsında kod isim olarak seçilmiş olması, başka bir bağlamda ele alınmalı. Orada bireysel eylem bağlamında başka bir süreklilik gözetiliyor. Kendisini KP olarak takdim eden bir yapının Ermeni sosyalistlerini tarihsel öncü kabul etmesi ise başka bir bağlamda değerlendirilmeli. Buradan partinin, partili oluşu, partili eylemi ve partili mücadeleyi nasıl tanımladığını anlama imkânı buluyoruz.

Bu parti, TKP’yi değil, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ni tarihsel kurucu moment ve politik teorik eşik olarak alıyor. Hınçak sosyalistlerini öncü belirleyenler, bu partinin siyasi çizgisini benimsiyor olmalılar. Aslında dertleri Ermeni değil, sosyal demokrasi kanalına girmek. O eşiği mutlak kabul eden bu çıkış, esasen bugün Avrupa’ya mesaj gönderiyor, ona işmar ediyor. Bu anlamda, ilgili yönelimin Hınçak’ı öncü kabul etmesini tesadüf görmemek gerekiyor. Zira Hınçak, programında şunları söylüyor:

“Halk temsilcileri, toplumun her kesiminden seçilecek. Sahip olduğu konum ve zenginlikten bağımsız olarak her birey görev alma hakkı elde edecek”.[2]

Toplumun her kesimine seslenen, zenginliği ve konumu ayrım çizgisi olarak görmeyen bir tür solculuk pişiriliyor bugünlerde. Anlaşılan o ki günümüzün Hınçakçıları, tarihten ve politik pratikten proleter müdahaleyi ve mücadeleyi silmek istiyorlar.

Bugün her türden dini ve milli yönelimi reddeden solcuların Hınçak’taki milli yönelime sahip çıkmaları da tuhaf. Ayrıca Hınçak, daha çok Rus Narodniklerinden [s. 113] ve Fransız solculuğundan esinleniyor. Demek ki bugün Hınçak’a selam duranlar, Rus Narodniklerine ve Fransız solculuğuna bağlanmışlar. Ekim Devrimi’ni reddetmişler. Narodniklerle, Menşeviklerle, reformistlerle yürütülmüş onca teorik mücadeleyi çöpe atmışlar. Ermeni, bu gerçeği gizleyen basit bir maske. Yükten kurtulma arzusunun somut bir ifadesi.

“Çan” anlamına gelen “Hınçak”, bu ismi muhtemelen Herzen’in çıkarttığı Çan gazetesinden alıyor. Örgütü kuranlar, Narodniklerden etkileniyorlar. Meryem Vardanyan, örgütün önde gelen isimlerinden biri ve Petersburg’da Narodniklerle çalışıyor. Ayrıca Cenevre’de olan gençler, bir süre Plehanof’la ilişki kuruyorlar.

Bugün Hınçakçı olan solculardan farklı olarak, Hınçak, en azından Türk halkı ile Türk devletini ayırıyor, Türk emekçilerle çalışma yolları arıyor.[s. 114] Hatta bugünün postmodern Hınçakçılarından farklı olarak, Müslüman halka yönelik bildiriler dağıtıyor.[s. 116] Bir seferinde Hindistan’daki Müslümanların zulme karşı ayaklanması çağrısında bulunan bir pankart asıyorlar.[s. 120]

Bugünkü solcularsa bu tür ayrımlar yapmıyorlar, Ermeniciliği ve Rumculuğu Türk halkına yönelik düşmanlığın kılıfı olarak kullanıyorlar. Devletin din istismarını görüp dine küfretme konusunda burjuvaziyle ortaklaşıyorlar.

Bugün Hınçaklardan kök aldıklarını söyleyen küçük burjuva solcuları, Türk halkı içinde hiçbir şey yapmamanın bahanesi olarak, Ermenicilik limanına sığınıyorlar, işçi sınıfını da halkı da ezileni de sorumluluk sahasından çıkartıyorlar. Tam da burası, onları Mustafa Suphi’den ayıran hat.

Bugünün Hınçakçıları, Suphi’yle, Ankara’da yapılan TKP kongresindeki Ermenilerle politik-teorik bir dönüşümün gerçekleştiğini görmüyorlar, görmek istemiyorlar. Çünkü bu dönüşümün kendi bireyliklerine, zihinlerine halel getireceğini düşünüyorlar. Ultra özne olmak isteyenlerin sonu, nedense figüranlık ve piyonluk oluyor.

Aslında bugünün postmodern Hınçakçıları, 2000’lerin başında Mustafa Suphi ve yoldaşlarına küfretmek için liberallerin ürettiği, “bunlar Ermenilerden çaldıkları altınlarla geliyorlardı Türkiye’ye” yalanının kuyruğuna takılıp o altınların peşine düşüyorlar.

Bugün Hınçak’la, gerçek Hınçak’la alakası bulunmayan bir düzlemde ilişki kuruluyor. Evet, Hınçak Avrupalı güçlerin yardımına muhtaç olduğunu görüyor, ama “kollarımızı kavuşturup beklemeyelim, Avrupa’ya da o kadar güvenmeyelim”[s. 116] diyor. Bugünün solcularından, “Amerika veya Avrupa gelsin bizi kurtarsın” diyenlerden farklı bir tutum sergiliyor. Bugün solcuların tek muradı, AB ve ABD müdahale etsin de AKP gitsin! Batılı sermaye güçlensin de gerici soykırımcı devlet küçülsün!

Bugünkü Hınçakçılığı, Bakû Doğu Halkları Kurultayı’nın “Millet ve Sömürge Meseleleri” başlıklı beşinci oturumunda yapılan şu tespit üzerinden anlamak gerekiyor:

“Türkiye’de Ermenilere yapılan katliamlarla ilgili haberler ilk ulaştığında, Avrupalı sosyalistler, eli kanlı sultanı protesto etmek için büyük bir hevesle gösteriler ve mitingler düzenlediler. Fakat Fransız Hükümeti, her yıl giderek artan miktarda askerî birliği Fas’a gönderip Müslüman kabile üyelerini katledince aynı sosyalistler, sessiz kalmayı yeğlediler; dahası, Hindistan’daki zulme, İran’ın çektiği cefaya, Mısır’ın köleleştirilmesine ve kara kıtada İngiliz birliklerince uygulanan kanlı imha politikalarına tek laf etmediler.”[3]

Bugün birileri, o zulme, cefaya, köleliğe tek laf etmemek için her şeyin üzerini Ermeni Gürün şalıyla örtmek istiyorlar. O şalın Avrupa saraylarında sergilendiğini çok iyi biliyorlar.

Hınçak örgütü, Ağustos 1894’te Sasun’da (Bitlis) isyanın fitilini ateşliyor.[s. 121] Hem Osmanlı hükümetini hem de haraç ödedikleri Kürt beylerini hedef alan isyan üzerine İngiltere ve Fransa, soruşturma heyeti gönderiyor. Demek ki Ermeni sol tarihiyle bağ kurmanın iki anlamı var: Avrupa devletleriyle ilişki kurmak ve Kürdlerin milli mücadelesini, onu sulandıracak bir zemine yatırmak ve tasfiye etmek. Kurulmak istenen üçüncü bağ ise 1908 Burjuva Devrimi ile alakalı. Bu üç bağ dâhilinde zulme maruz kalanların emekçiler ve ezilenler olduğunu kimse görmüyor. Çünkü birileri, küçük burjuva konumlarına fazla güveniyorlar.

O küçük burjuva tartışma içerisinde Hınçak hareketi, 1896’da bölünüyor. Avrupa’nın Ermenileri sosyalizm öğretisi sebebiyle yüzüstü bıraktığını düşünenler, hareketten ayrılıyorlar.[s. 129] Bugün “soyut Ermeni” ile bağın somuttaki karşılığı da sosyalizm öğretisinden vazgeçmek, bugündeki öğretiyi batının sosyal demokrasisiyle veya liberalizmle sulandırmak. Bugün bağ, aslında bu öğretiyle kuruluyor.

TİKB’nin tüzüğündeki maddeyi değiştirip, öncü olarak Ermeni solcuları belirlemesini bu bağlamda ele almak gerekiyor. O, tüm iddialarından vazgeçtiğini bu şekilde gizlemeye çalışıyor.

* * *

Peki Ethem Sarısülük’ü hatırlayan var mı?

Gezi Ayaklanması’nın ilk günlerinde vuruldu. O süreçte bizim “Ethem’i mülk edinmeyelim, ona ait olalım, o bayrağa örgütlenelim” sözümüz, hiçbir karşılık bulmadı.[4] Bu küçük burjuva hakimiyet içerisinde zaten bulamazdı.

Onu daha fazla istismar etmek için bir de Ethem adına, onun örgütüyle alakası olmayan ama var pozu kesen, sağda solda bu yalanı satan kişiler, onun adıyla park forumu kurdular. İnsanlara “belediyeye başvuru yaptık, parkın adını Ethem Sarısülük yaptırdık” diye yalan söylediler. Bu yalan ifşa edilince öfkelenip saldırmaya başladılar. Uzun zamandır kabzasından çıkmayan silâhın namlusu, nedense bize gösterildi!

Sonra insanların karşısına geçip açıklama yapmak zorunda kaldılar ve insanların gözlerinin içine baka baka yeniden yalan söylediler: “Parkın adı değişmedi, ama içine amfi tiyatro yapılacak, onun adı Ethem Sarısülük olacak, parkın restorasyonu için 17 milyon ayrıldı, bize bunu Çankaya Belediyesi’ndeki samimi dostlarımız söyledi, biz onlara güveniyoruz.” Bu yalanlar karşısında bizim, “kitleyi belediye önüne yığalım, o ismi zorla alalım” önerimiz de bir karşılık bulmadı. Bu öneriyi boğmak için türlü oyunlar çevrildi. Belediyedeki samimi dostlar, başka bir küçük parka isim vererek konuyu kapattılar, bir de kardeşi belediye meclisine aldılar. Demek ki hesap buna göre yapılmıştı, demek ki anlaşma, bu zeminde gerçekleştirilmişti.

TİKB’nin tüzük değişikliğini, onunla alakası olmayan solcu isimlerin Gezi sürecinde bahsini ettikleri “samimi dostlar” bağlamında da ele almak gerek. Solun çeşitli durumlarda edindiği samimi dostların, o dostlarla kurulan bağların, Mustafa Suphi gibi bir çentiğe, devrimci müdahaleye düşman olduğu görülmeli. Neticede çentik atmamaya ahdetmiş kişiler, tarihteki tüm çentikleri silmek istiyorlar. Sınıfsal çentikleri silmek isteyenler, Ermeni gibi boş gösterenlere sarılıyorlar. Ermeni’yi bir kez daha sömürüyorlar.

* * *

Mustafa Suphi ve İştirakiyyun pratiği[5], II. Enternasyonal çizgisinden, Avrupa sosyal demokrasisinden, reformizmden ve revizyonizmden kopuş bağlamında ele alınmalı. O pratik, Ekim ve Komintern ile birlikte anlamlı. Dolayısıyla, Ermeni solcularına el uzatmak, Ekim ve Komintern düşmanlığı ile ilgili bir mesele. Avrupa’yı dışlayan, eleştiren, küçümseyen bir devrimci hurucun bugünde horgörülmesi, ezilmesi gerekiyor. Avrupa’ya kaçmış solcu şeflerin bu tür bir yönelim içine girmesi kaçınılmaz. Bu isimler, en fazla anarşistlerle birlik olabiliyorlar, “Marksizm gibi bireye atıfta bulunan ideolojiden kopmak lazım” diyorlar. Tarihle Avrupa’daki egemenleri rahatsız edecek bir bağ kurulmasını istemiyorlar. Oralarda, Ekim ve Komintern üzerinden tanımlanmayan, efendileri ürkütmeyen “komünist örgüt ve partiler” kuruluyor.

Buradan da bireyi gören, sadece bireye kilitlenmiş, güncele boğulmuş ideolojilere teslim oluyorlar. Bireyi aşan herhangi bir konuyu, yönelimi ve dinamiği “komploculuk” diye ezmeye, susturmaya çalışıyorlar. Her meseleyi soyut birey merkezinde ele alıyorlar. Bağları ve bağlamı kapı dışarı atıyorlar.

Bu anlamda, zaten Mustafa Suphi ile hiçbir bağı olmayan bir örgütün “öncümüz Ermeniler” demesi, hayırlı bir gelişmedir. Bu lafı da ülkede, somutta bir politik bir Ermenilik kalmadığı için, belirli bir rahatlıkla söylüyorlar. Somut bir Ermeni gücü olsa, ilk onlar düşman kesilir, “sizi gidi milliyetçiler” diyerek yerden yere vururlar.

Bu solcular, bireyliklerini kıstıracak, sıkıştıracak hiçbir şey istemiyorlar. En fazla, komünizmi toz zerrelerinin birbirinden bağımsız, sonsuz özgürlüğü olarak tasavvur ediyorlar. Kirlendiği için artık “komünizm” kelimesini de sevmiyorlar, “demokratik federalizm”, “komünalizm” gibi anarşist lafları daha fazla yüceltiyorlar. Boş gösteren olarak vicdandan başka bir şeye alan tanımıyorlar.

Teori, akıl ve algı olmayınca, ezilenler ve emekçiler için çalan çanları da duymuyorlar. Ezilenleri ve emekçileri bireyi ezen, yoksayan, değersizleştiren gerici varlıklar olarak kodluyorlar. Bu açıdan, Türkiye’nin de, ihtilalin de, komünistliğin de, birliğinde bir anlamı kalmıyor. Batıyla ilişki ilerletildikçe, oralarda samimi dostlar edindikçe, anlam ve değer başka yerlerde aranıyor.

* * *

Sosyalist bir yayınevinin sahibinin (Sırrı Öztürk) dikkatini, kış vakti gazete dağıtmak için gelen gencin ayaklarındaki yırtık ayakkabılar çekiyor. “Bende yeni bot var, sana vereyim” diyor. Önce bu teklifi reddeden genç, elindeki Alınteri gazetelerini masanın üzerine bırakıp botu giyiyor. Yayınevi sahibi, bir poşetin içine eski ayakkabıları koyuyor, çöpe atmak için içeriye yöneldiği anda genç, “atma onları, o ayakkabılara bana partim aldı” diyor. Bu hassasiyet, bağlılık ve bu emekçi duruşu, polisin teşhir masasını deviren tekme, Batı’nın kimlik siyasetçiliği, tüketimci ve meslekçi ideolojileri karşısında, artık gericidir. Liberallerin ilerisi karşısında bu gericilik, evladır. Ve Ethem, ancak kavgayla, ölümsüzdür.

Eren Balkır
12 Aralık 2020

Dipnotlar:
[1] “TİKB 5. Konferansı: Tüzük Değişikliği”, 8 Aralık 2020, Alınteri.

[2] Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, University of California Press, 1975. Bu kitaptan yapılan alıntılar veya ona yapılan atıflar, cümle sonunda parantez içerisinde verilmiştir.

[3] Baku Congress of the Peoples of the East, Beşinci Oturum, 5 Eylül 1920, MIA.

[4] “Barikata ve Ethem’e Hesap”, 18 Eylül 2013, İştirakî.

[5] Erhan Baltacı, “İştirakiyyun Fırkası: İlk Huruc”, 31 Ocak 2012, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder