Bir
spor yorumcusu, Webo’ya yönelik ırkçı ifade konusunda yorumda bulunduktan,
ırkçılığa lanet okuduktan sonra şunu söylüyor: “Mesela bir insanı çirkin diye
de aşağılamamalıyız.” Solcu pozu kesen bu yorumcuya göre aslında siyahîlik,
çirkinlik! Ama ona göre liberal bir tutum takınıp Sinan Çetin gibi İlyas
Salman’dan habersiz, filmin ismini Çirkinler de Sever yapmak gerekiyor.
Bu sinsi aşağılama pratiği, horgörü, üstenci kibir, Ermeni ve Rum gibi
başlıklarda daha da belirgin biçimde karşımıza çıkıyor. Sol, bu kibir ve
horgörüyü bu türden bir kimlikçi siyasetle örtbas ettiğini sanıyor.
Ermeni
ve Rum, aslında artık politik olarak olmadıkları için önemseniyor. Tarihsel
planda ise temelde önemli görülen şey, bu iki halkın elindeki servet ve o
servetin üzerinde yükselecek burjuva devrimi ihtimali. Ermeni ve Rum, burjuva
devrimi özlemine dair birer imgeden ve mecazdan başka bir şey değil. Geçmişte
servetlerini sömürenler, şimdi anılarını sömürüyorlar.
“Ermeni
sosyalistler önderimizdir” diyenler[1], “Avrupa’daki Ermeni altınları”nın
peşine düşmüş hazine avcılarıdır, bunu görmek gerekiyor. Bu küçük burjuva
solcular, Hınçak’ı öncü belleyerek bugün bir yerlere, yeni efendilerine mesaj
gönderiliyorlar. Alındaki ter siliniyor, özel salonlar için parfüm sıkılıyor.
Neticede o “altınlar”, başka bir siyaset ve ideoloji emrediyor. Yeni dönem,
yeni bir solculuk inşa ediyor.
Paramaz’ın
Suphi Nejat şahsında kod isim olarak seçilmiş olması, başka bir bağlamda ele
alınmalı. Orada bireysel eylem bağlamında başka bir süreklilik gözetiliyor.
Kendisini KP olarak takdim eden bir yapının Ermeni sosyalistlerini tarihsel
öncü kabul etmesi ise başka bir bağlamda değerlendirilmeli. Buradan partinin,
partili oluşu, partili eylemi ve partili mücadeleyi nasıl tanımladığını anlama
imkânı buluyoruz.
Bu
parti, TKP’yi değil, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ni tarihsel kurucu moment
ve politik teorik eşik olarak alıyor. Hınçak sosyalistlerini öncü
belirleyenler, bu partinin siyasi çizgisini benimsiyor olmalılar. Aslında
dertleri Ermeni değil, sosyal demokrasi kanalına girmek. O eşiği mutlak kabul
eden bu çıkış, esasen bugün Avrupa’ya mesaj gönderiyor, ona işmar ediyor. Bu
anlamda, ilgili yönelimin Hınçak’ı öncü kabul etmesini tesadüf görmemek
gerekiyor. Zira Hınçak, programında şunları söylüyor:
“Halk temsilcileri,
toplumun her kesiminden seçilecek. Sahip olduğu konum ve zenginlikten bağımsız
olarak her birey görev alma hakkı elde edecek”.[2]
Toplumun
her kesimine seslenen, zenginliği ve konumu ayrım çizgisi olarak görmeyen bir
tür solculuk pişiriliyor bugünlerde. Anlaşılan o ki günümüzün Hınçakçıları,
tarihten ve politik pratikten proleter müdahaleyi ve mücadeleyi silmek
istiyorlar.
Bugün
her türden dini ve milli yönelimi reddeden solcuların Hınçak’taki milli
yönelime sahip çıkmaları da tuhaf. Ayrıca Hınçak, daha çok Rus Narodniklerinden
[s. 113] ve Fransız solculuğundan esinleniyor. Demek ki bugün Hınçak’a selam
duranlar, Rus Narodniklerine ve Fransız solculuğuna bağlanmışlar. Ekim
Devrimi’ni reddetmişler. Narodniklerle, Menşeviklerle, reformistlerle
yürütülmüş onca teorik mücadeleyi çöpe atmışlar. Ermeni, bu gerçeği gizleyen
basit bir maske. Yükten kurtulma arzusunun somut bir ifadesi.
“Çan”
anlamına gelen “Hınçak”, bu ismi muhtemelen Herzen’in çıkarttığı Çan gazetesinden
alıyor. Örgütü kuranlar, Narodniklerden etkileniyorlar. Meryem Vardanyan,
örgütün önde gelen isimlerinden biri ve Petersburg’da Narodniklerle çalışıyor.
Ayrıca Cenevre’de olan gençler, bir süre Plehanof’la ilişki kuruyorlar.
Bugün
Hınçakçı olan solculardan farklı olarak, Hınçak, en azından Türk halkı ile Türk
devletini ayırıyor, Türk emekçilerle çalışma yolları arıyor.[s. 114] Hatta
bugünün postmodern Hınçakçılarından farklı olarak, Müslüman halka yönelik
bildiriler dağıtıyor.[s. 116] Bir seferinde Hindistan’daki Müslümanların zulme
karşı ayaklanması çağrısında bulunan bir pankart asıyorlar.[s. 120]
Bugünkü
solcularsa bu tür ayrımlar yapmıyorlar, Ermeniciliği ve Rumculuğu Türk halkına
yönelik düşmanlığın kılıfı olarak kullanıyorlar. Devletin din istismarını görüp
dine küfretme konusunda burjuvaziyle ortaklaşıyorlar.
Bugün
Hınçaklardan kök aldıklarını söyleyen küçük burjuva solcuları, Türk halkı
içinde hiçbir şey yapmamanın bahanesi olarak, Ermenicilik limanına
sığınıyorlar, işçi sınıfını da halkı da ezileni de sorumluluk sahasından
çıkartıyorlar. Tam da burası, onları Mustafa Suphi’den ayıran hat.
Bugünün
Hınçakçıları, Suphi’yle, Ankara’da yapılan TKP kongresindeki Ermenilerle
politik-teorik bir dönüşümün gerçekleştiğini görmüyorlar, görmek istemiyorlar.
Çünkü bu dönüşümün kendi bireyliklerine, zihinlerine halel getireceğini
düşünüyorlar. Ultra özne olmak isteyenlerin sonu, nedense figüranlık ve
piyonluk oluyor.
Aslında
bugünün postmodern Hınçakçıları, 2000’lerin başında Mustafa Suphi ve
yoldaşlarına küfretmek için liberallerin ürettiği, “bunlar Ermenilerden
çaldıkları altınlarla geliyorlardı Türkiye’ye” yalanının kuyruğuna takılıp o
altınların peşine düşüyorlar.
Bugün
Hınçak’la, gerçek Hınçak’la alakası bulunmayan bir düzlemde ilişki kuruluyor.
Evet, Hınçak Avrupalı güçlerin yardımına muhtaç olduğunu görüyor, ama
“kollarımızı kavuşturup beklemeyelim, Avrupa’ya da o kadar güvenmeyelim”[s.
116] diyor. Bugünün solcularından, “Amerika veya Avrupa gelsin bizi kurtarsın”
diyenlerden farklı bir tutum sergiliyor. Bugün solcuların tek muradı, AB ve ABD
müdahale etsin de AKP gitsin! Batılı sermaye güçlensin de gerici soykırımcı
devlet küçülsün!
Bugünkü
Hınçakçılığı, Bakû Doğu Halkları Kurultayı’nın “Millet ve Sömürge Meseleleri”
başlıklı beşinci oturumunda yapılan şu tespit üzerinden anlamak gerekiyor:
“Türkiye’de Ermenilere
yapılan katliamlarla ilgili haberler ilk ulaştığında, Avrupalı sosyalistler,
eli kanlı sultanı protesto etmek için büyük bir hevesle gösteriler ve mitingler
düzenlediler. Fakat Fransız Hükümeti, her yıl giderek artan miktarda askerî
birliği Fas’a gönderip Müslüman kabile üyelerini katledince aynı sosyalistler,
sessiz kalmayı yeğlediler; dahası, Hindistan’daki zulme, İran’ın çektiği
cefaya, Mısır’ın köleleştirilmesine ve kara kıtada İngiliz birliklerince
uygulanan kanlı imha politikalarına tek laf etmediler.”[3]
Bugün
birileri, o zulme, cefaya, köleliğe tek laf etmemek için her şeyin üzerini
Ermeni Gürün şalıyla örtmek istiyorlar. O şalın Avrupa saraylarında
sergilendiğini çok iyi biliyorlar.
Hınçak
örgütü, Ağustos 1894’te Sasun’da (Bitlis) isyanın fitilini ateşliyor.[s. 121]
Hem Osmanlı hükümetini hem de haraç ödedikleri Kürt beylerini hedef alan isyan
üzerine İngiltere ve Fransa, soruşturma heyeti gönderiyor. Demek ki Ermeni sol
tarihiyle bağ kurmanın iki anlamı var: Avrupa devletleriyle ilişki kurmak ve
Kürdlerin milli mücadelesini, onu sulandıracak bir zemine yatırmak ve tasfiye
etmek. Kurulmak istenen üçüncü bağ ise 1908 Burjuva Devrimi ile alakalı. Bu üç
bağ dâhilinde zulme maruz kalanların emekçiler ve ezilenler olduğunu kimse
görmüyor. Çünkü birileri, küçük burjuva konumlarına fazla güveniyorlar.
O
küçük burjuva tartışma içerisinde Hınçak hareketi, 1896’da bölünüyor.
Avrupa’nın Ermenileri sosyalizm öğretisi sebebiyle yüzüstü bıraktığını
düşünenler, hareketten ayrılıyorlar.[s. 129] Bugün “soyut Ermeni” ile bağın
somuttaki karşılığı da sosyalizm öğretisinden vazgeçmek, bugündeki öğretiyi
batının sosyal demokrasisiyle veya liberalizmle sulandırmak. Bugün bağ, aslında
bu öğretiyle kuruluyor.
TİKB’nin
tüzüğündeki maddeyi değiştirip, öncü olarak Ermeni solcuları belirlemesini bu
bağlamda ele almak gerekiyor. O, tüm iddialarından vazgeçtiğini bu şekilde
gizlemeye çalışıyor.
* * *
Peki
Ethem Sarısülük’ü hatırlayan var mı?
Gezi
Ayaklanması’nın ilk günlerinde vuruldu. O süreçte bizim “Ethem’i mülk
edinmeyelim, ona ait olalım, o bayrağa örgütlenelim” sözümüz, hiçbir karşılık
bulmadı.[4] Bu küçük burjuva hakimiyet içerisinde zaten bulamazdı.
Onu
daha fazla istismar etmek için bir de Ethem adına, onun örgütüyle alakası
olmayan ama var pozu kesen, sağda solda bu yalanı satan kişiler, onun adıyla
park forumu kurdular. İnsanlara “belediyeye başvuru yaptık, parkın adını Ethem
Sarısülük yaptırdık” diye yalan söylediler. Bu yalan ifşa edilince öfkelenip
saldırmaya başladılar. Uzun zamandır kabzasından çıkmayan silâhın namlusu,
nedense bize gösterildi!
Sonra
insanların karşısına geçip açıklama yapmak zorunda kaldılar ve insanların
gözlerinin içine baka baka yeniden yalan söylediler: “Parkın adı değişmedi, ama
içine amfi tiyatro yapılacak, onun adı Ethem Sarısülük olacak, parkın
restorasyonu için 17 milyon ayrıldı, bize bunu Çankaya Belediyesi’ndeki samimi
dostlarımız söyledi, biz onlara güveniyoruz.” Bu yalanlar karşısında bizim,
“kitleyi belediye önüne yığalım, o ismi zorla alalım” önerimiz de bir karşılık
bulmadı. Bu öneriyi boğmak için türlü oyunlar çevrildi. Belediyedeki samimi
dostlar, başka bir küçük parka isim vererek konuyu kapattılar, bir de kardeşi
belediye meclisine aldılar. Demek ki hesap buna göre yapılmıştı, demek ki
anlaşma, bu zeminde gerçekleştirilmişti.
TİKB’nin
tüzük değişikliğini, onunla alakası olmayan solcu isimlerin Gezi sürecinde
bahsini ettikleri “samimi dostlar” bağlamında da ele almak gerek. Solun çeşitli
durumlarda edindiği samimi dostların, o dostlarla kurulan bağların, Mustafa
Suphi gibi bir çentiğe, devrimci müdahaleye düşman olduğu görülmeli. Neticede
çentik atmamaya ahdetmiş kişiler, tarihteki tüm çentikleri silmek istiyorlar.
Sınıfsal çentikleri silmek isteyenler, Ermeni gibi boş gösterenlere
sarılıyorlar. Ermeni’yi bir kez daha sömürüyorlar.
* * *
Mustafa
Suphi ve İştirakiyyun pratiği[5], II. Enternasyonal çizgisinden, Avrupa sosyal
demokrasisinden, reformizmden ve revizyonizmden kopuş bağlamında ele alınmalı.
O pratik, Ekim ve Komintern ile birlikte anlamlı. Dolayısıyla, Ermeni
solcularına el uzatmak, Ekim ve Komintern düşmanlığı ile ilgili bir mesele.
Avrupa’yı dışlayan, eleştiren, küçümseyen bir devrimci hurucun bugünde
horgörülmesi, ezilmesi gerekiyor. Avrupa’ya kaçmış solcu şeflerin bu tür bir
yönelim içine girmesi kaçınılmaz. Bu isimler, en fazla anarşistlerle birlik
olabiliyorlar, “Marksizm gibi bireye atıfta bulunan ideolojiden kopmak lazım”
diyorlar. Tarihle Avrupa’daki egemenleri rahatsız edecek bir bağ kurulmasını
istemiyorlar. Oralarda, Ekim ve Komintern üzerinden tanımlanmayan, efendileri
ürkütmeyen “komünist örgüt ve partiler” kuruluyor.
Buradan
da bireyi gören, sadece bireye kilitlenmiş, güncele boğulmuş ideolojilere
teslim oluyorlar. Bireyi aşan herhangi bir konuyu, yönelimi ve dinamiği
“komploculuk” diye ezmeye, susturmaya çalışıyorlar. Her meseleyi soyut birey
merkezinde ele alıyorlar. Bağları ve bağlamı kapı dışarı atıyorlar.
Bu
anlamda, zaten Mustafa Suphi ile hiçbir bağı olmayan bir örgütün “öncümüz
Ermeniler” demesi, hayırlı bir gelişmedir. Bu lafı da ülkede, somutta bir
politik bir Ermenilik kalmadığı için, belirli bir rahatlıkla söylüyorlar. Somut
bir Ermeni gücü olsa, ilk onlar düşman kesilir, “sizi gidi milliyetçiler”
diyerek yerden yere vururlar.
Bu
solcular, bireyliklerini kıstıracak, sıkıştıracak hiçbir şey istemiyorlar. En
fazla, komünizmi toz zerrelerinin birbirinden bağımsız, sonsuz özgürlüğü olarak
tasavvur ediyorlar. Kirlendiği için artık “komünizm” kelimesini de sevmiyorlar,
“demokratik federalizm”, “komünalizm” gibi anarşist lafları daha fazla
yüceltiyorlar. Boş gösteren olarak vicdandan başka bir şeye alan tanımıyorlar.
Teori,
akıl ve algı olmayınca, ezilenler ve emekçiler için çalan çanları da
duymuyorlar. Ezilenleri ve emekçileri bireyi ezen, yoksayan, değersizleştiren
gerici varlıklar olarak kodluyorlar. Bu açıdan, Türkiye’nin de, ihtilalin de,
komünistliğin de, birliğinde bir anlamı kalmıyor. Batıyla ilişki
ilerletildikçe, oralarda samimi dostlar edindikçe, anlam ve değer başka
yerlerde aranıyor.
* * *
Sosyalist
bir yayınevinin sahibinin (Sırrı Öztürk) dikkatini, kış vakti gazete dağıtmak
için gelen gencin ayaklarındaki yırtık ayakkabılar çekiyor. “Bende yeni bot
var, sana vereyim” diyor. Önce bu teklifi reddeden genç, elindeki Alınteri
gazetelerini masanın üzerine bırakıp botu giyiyor. Yayınevi sahibi, bir poşetin
içine eski ayakkabıları koyuyor, çöpe atmak için içeriye yöneldiği anda genç,
“atma onları, o ayakkabılara bana partim aldı” diyor. Bu hassasiyet, bağlılık
ve bu emekçi duruşu, polisin teşhir masasını deviren tekme, Batı’nın kimlik
siyasetçiliği, tüketimci ve meslekçi ideolojileri karşısında, artık gericidir.
Liberallerin ilerisi karşısında bu gericilik, evladır. Ve Ethem, ancak
kavgayla, ölümsüzdür.
Eren Balkır
12
Aralık 2020
Dipnotlar:
[1] “TİKB 5. Konferansı: Tüzük Değişikliği”, 8 Aralık 2020, Alınteri.
[2]
Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, University of
California Press, 1975. Bu kitaptan yapılan alıntılar veya ona yapılan atıflar,
cümle sonunda parantez içerisinde verilmiştir.
[3]
Baku Congress of the Peoples of the East, Beşinci Oturum, 5 Eylül 1920, MIA.
[4]
“Barikata ve Ethem’e Hesap”, 18 Eylül 2013, İştirakî.
[5] Erhan Baltacı, “İştirakiyyun Fırkası: İlk Huruc”, 31 Ocak 2012, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder