Geçen
hafta Delhi’nin gecekondu mahallelerinden birinde 22 yaşındaki Dilşad Mehbub
Ali sürüklenerek bir boş araziye götürüldü ve burada bir kalabalık tarafından
sopalarla, tekmelerle dövüldü. Bu saldırıyı gerçekleştirenler, gence “bu
komplonun arkasında başka kimler var?” diye soruyorlardı.
Çünkü
saldırganlar, bu gencin “Korona cihadı’nın parçası olduğunu düşünüyorlardı.
Burada esasen Müslüman azınlığın ülkede mümkün olduğunca fazla sayıda Hindu’nun
ölmesini sağlamak için hastalığı yaydığı inancı rol oynuyordu.
Ali,
saldırı sonrasında bir tapınağa götürüldü ve kendisine “hastaneye gitmek
istiyorsan Hindu olacaksın” denildi. Bu olayın görüntüleri internette hızla
yayıldı ve ülke genelinde 200 milyon Müslümana yönelik saldırıyı özetleyen bir
olay olarak kayıtlara geçti.
Ali,
Tebliğ-i Cemaat isimli hareketin bir üyesi. Hükümet, bu hareketi koronavirüsün
Hindistan genelinde yayılmasında rol oynayan en önemli faillerden biri olarak
görüyor. 13-15 Mart günlerinde hareket, Delhi’nin Nizamuddin bölgesinde bir
kongre düzenledi. Bu kongreye ülke genelinden ve Asya’dan sekiz bin civarında
insan katıldı. Bu kişilerin bazılarında virüs tespit edilmesi üzerine Hindu
milliyetçisi Hindistan Halk Partisi, cemaati ülke genelinde 448 kişinin ölümüne
sebep olan salgının kaynağı olarak damgalayıp kötüledi.
Salgının
gecekondu mahallelerinde hızla yayılmasından korkan HHP’li siyasetçiler, hemen
“korona cihadı” lafını gündeme taşıdılar ve buna yönelik korkuyu körüklediler.
Bu hamleyi Himaçal Pradeş eyaletinin HHP’li başkanı Rajeev Bindal şu şekilde
gerekçelendirdi: “Merkezi hükümet ve eyalet hükümetleri, virüse karşı yürütülen
kararlı mücadelede her taşı kaldırıp altına bakıyor. Ama bu Tebliğ-i Cemaat
gibi yapılara mensup kişiler, patlamaya hazır birer bomba gibi tüm bu çabalara
mani oluyorlar.”
Bazı
HHP liderleri de Müslümanların “korona terörizmi” ifa ettiklerini söylüyorlar
ve bu insanların doktorların ve sağlık çalışanlarının yüzlerine bilerek
tükürdüklerinden bahsediyorlar. Delhili siyasetçi Kapil Mişra, bu insanların
amacının mümkün oldukça daha fazla insana virüs bulaştırmak ve onları öldürmek
olduğunu söylüyor. Bazı HHP’li isimlerse bunu “Talibanvari saldırı” olarak
değerlendiriyor.
HHP’deki
bu bağnazlıktan Hindular da nasibini alıyor. CNN’in bir haberine göre resmi
düzlemde yasadışı kabul edilen Hindu kast sistemi dâhilinde en alt kastta kabul
edilen Dalitlerin gıda ürünleri ve ilâç almalarına mani olunuyor. Dalitler,
çoğunlukla yüksek kastlarca kirli kabul ediliyorlar, dolayısıyla koronavirüs
korkusu üzerinden onların dükkânlara girmelerine, belirli mahallelere adım
atmalarına izin verilmiyor.
Bu
süreçte hükümet, yalan haber yayanlara karşı kanunlar çıkartıp sosyal medyaya
nefret söylemini yasaklayan mevcut kuralları devreye sokarken, üst düzey siyasi
liderlerin nefret söyleminde bulunduğu, yalan haber yaydığı koşullarda bu
kanunları ve kuralları uygulamak giderek güçleşiyor. Twitter, İslamofobik sahte
haberlerle dolup taşıyor. Corona Cihadı etiketi günlerce birinci
sıradaki yerini koruyor, sahte haberler yayılmaya devam ediyor, nefret söylemi
daha da güçleniyor.
Yürütülen
kampanyanın sonucunda İslamofobik saldırılarda ve Müslüman karşıtı hissiyatta
ciddi bir artış yaşandı. Hindistan genelinde Müslümanların belirli mahallelere
girmesine yasak getiriliyor, hatta onlarla dostluk kuran Hindulara cezalar
kesiliyor. Görüldükleri yerinde Müslümanlar sopalarla dövülüyor, linç ediliyor.
Bir
yandan da TikTok gibi ortamlarda videolar dolaşıma sokuluyor ve virüsün
Müslümanlara bulaşmadığı, dolayısıyla maske takmalarına gerek olmadığı
söyleniyor.
Müslüman
karşıtı şiddet dalgası, esasen kimseyi şaşırtan bir gelişme değil. Başbakan
Narendra Modi’nin ismi, ilk olarak 2002’de Gujarat eyaletinde Müslümanlara
yönelik kıyımlar esnasında duyuldu. Bu süreçte iki bin insan öldürüldü, 200.000
Müslüman evlerinden çıkartıldı. Modi, bu kıyımlara destek verdiği için bu
sürecin mimarı olarak görülüyor. Buna karşın geçen yılki seçimlerde yüksek bir
oy oranıyla yeniden başbakan seçildi.
Öte
yandan Modi, birçok dinî azınlığın sert muhalefeti ile yüzleşiyor. Bu kesimler,
Modi’nin yürüttüğü Hindu milliyetçiliği üzerine kurulu ajandasını kendilerini
ikinci sınıf yurttaşların durumunu daha da kötüleştirecek bir girişim olarak
değerlendiriyorlar.
Geçen
yıl tartışmalara yol açan Yeni Yurttaşlık Kanunu ile Ulusal Kayıt Konseyi
kanunlarının yürürlüğe girmesi ardından ülke genelinde ayaklanmaya tanık
olundu. Yeni Yurttaşlık Kanunu Değişikliği, baskılardan kurtulmak için Müslüman
mahallelerinden çıkmayı şart koşuyor ve bu çıkış üzerinden yurttaşlık hakkı
bahşediliyor. Yürütülen politika, Müslümanların ve Dalitlerin kanundaki belirli
haklardan istifade etmesine imkân vermiyor. Birçokları bu kanunu, ülkedeki
sekülarizm geleneğinden kopuşu ifade ettiğini söylüyor.
Ulusal
Kayıt Konseyi ise daha kötü sonuçlar doğuracak bir adım. Ülkedeki yurttaşlık
kanunlarını gözden geçiren yeni kurul, yurttaşlardan kendileri ve ataları ile
ilgili bir yığın belge talep ediyor ki bu, yüz milyonlarca insanın
gerçekleştiremeyeceği bir işlem. Bu belgeler yoksa hükümet seçtiği her kişinin
yurttaşlığını elinden alabiliyor, bir gecede nüfusun önemli bir bölümünü
yasadışı ilân edebiliyor.
Bu
politika, Assam eyaletinin kuzeyinde yürürlüğe kondu bile. 1,9 milyon
Müslümanın yaşadığı bu eyalette Müslüman kesimin önemli bir kısmının devletle
bağı kesildi ve hakları elinden alındı.
Hindistan
Halk Partisi hükümeti, bugünlerde ülke genelinde tutuklama merkezleri ağı
oluşturuyor. ABD-Meksika sınırındaki merkezlere benzeyen yapılara “yasadışı
göçmenler” yerleştiriliyor.
Şubat
ayında Modi kabinesinde yer alan Giriai Singh, ülkenin kurulduğu 1947 yılında
tüm Müslüman nüfusa soykırım uygulamamakla büyük bir hata yapıldığını söyledi.
Singh,
“Atalarımızın yaptığı bu büyük hatanın bedelini bugün biz ödüyoruz. O dönemde
Müslümanlar gönderilip Hindular buraya getirilmiş olsaydı, bu durumda olmazdık”
diyor. “Durum” derken de ülke genelinde gerçekleştirilen, 36 kişinin öldüğü
Müslüman katliamlarını ve protestoları kastediyor.
Ülke
genelinde salgınla ilgili olarak yürütülen izolasyon politikasının
Hindu-Müslüman kavgasının ateşini söndüreceğini ve dinin ötesine uzanan
kolektif bir ruhun oluşumu konusunda gerekli ilhamı vereceğini uman insanların
umutları tümüyle suya düştü. Ülke genelinde dinlerarası kavga hızla harlanıyor,
körükse hükümetin ellerinde.
Alan Macleod
17
Nisan 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder