Hannah
Arendt, Siyah sorununu Siyahlarla ilgili bir mesele olarak görüyor ama onu
Beyaz sorunu olarak ele almıyor. Arendt, kölelik, ayrımcılık ve
sömürgecilik/emperyalizm meselelerini başka bir açıdan değerlendirmeye tabi
tutuyor. Ona göre asıl mesele Siyahlar, Beyazların Siyah karşıtı ırkçılığı
değil.
Arendt,
yaptığı değerlendirmelerde Yahudi sorununa dair analizini Siyah sorunu ile
ilgili analiziyle ilişkilendirme gereği duymuyor. Oysa Yahudi sorunu, Siyah
sorununu anlamak için kimi önemli yönlere sahip.
Bu
bağlamda Hannah Arendt, çocukken antisemitizm konusunda yaşadıklarını ve
annesinin antisemitizme karşı yapıp ettiklerini Siyahî çocukların Siyah karşıtı
ırkçılıkla ve kızı için uğraşan Arendt’in annesi gibi Siyah anne-babaların da
ortaya koyduğu gayretle asla ilişkilendirmiyor.
Bunun
yerine Arendt, Siyah anneleri ve babaları çocuklarını sınıf atlasınlar diye
beyazların okuluna gönderen “sonradan görmeler” olarak değerlendiriyor. Aynı
şekilde Arendt, Yahudi ordusunun oluşumunu politik düzlemde ele alıyor ve
Varşova gettosundaki silâhlı ayaklanmaların bedeni ve ruhu ayrışmış insanları
Yahudilerin hürriyeti için mücadele eden politik aktörlere dönüştürdüğünden
bahsediyor, ama bu analizini sömürgelerdeki direnişçilerin gerçekleştirdikleri
ayaklanmalara tatbik etmiyor.
Arendt,
(kendisinin “emperyalizm” olarak adlandırdığı) sömürgecilik sisteminde zulmün
şiddet araçlarına başvurduğunun gayet farkında ama öte yandan da Fanon ve
Sartre’ı şiddeti yücelttikleri için eleştiriyor.
Bunun
dışında Arendt, bir yandan da antisemitizmin ve Yahudi nefretinin politik
olduğunu söylemesine rağmen Siyah karşıtı ırkçı zulmün birçok biçiminin özel
kimi dönemlerde de toplumsal birer mesele olduğunu iddia ediyor, ama bu
meseleleri politik konular olarak ele almıyor.
Bu
düzlemde Hannah Arendt, Yahudi sorununu politik bir sorun olarak tarif ederken
Siyah sorununu özel veya toplumsal bir konu şeklinde değerlendiriyor. Bu da
onun politik olan, özel olan veya toplumsal olan ile ilgili ölçütlerini şüpheli
hâle getiriyor.
Arendt’in
Siyah sorunuyla alakalı analizine asıl yön veren, politik, özel ve toplumsal
olanı ayrıma tabi tutan teorik çerçevesidir. Bu da onun Siyah sorununu
anlamamasına neden olmaktadır.
Sonuçta
Arendt’in Siyah sorununa özel veya toplumsal bir konu olarak yaklaşması, onun
Siyah karşıtı ırkçılığı (tıpkı Yahudi nefreti gibi) politik bir olgu olarak
görmesine mani olmaktadır. Bu yaklaşımın Arendt’teki muhakeme ile temsille
düşünmeye dair analiziyle ilişkisi olduğu görmek gerekmektedir. Söz konusu
analiz, onun Siyah sorununa dair anlayışını derinleştirmek yerine
ketlemektedir.
Arendt’in
muhakeme ve temsille düşünme meselelerine dair anlayışı, Kantçılıktan beslenir
(veya başka bir ifadeyle o, Kant’ın etkisi altındadır). Muhakeme etmek, belirli
yargılarda bulunmak, kamusal alanda olmayı, kişilerin görüşleriyle temas
kurmayı, başkalarıyla anlaşmaya varabilmeyi, başka görüşleri ele alıp özel
kanaatlerin ve çıkarların ötesine uzanmayı gerekli kılmaktadır.
Arendt’in
tahayyülüne göre kendi kafasında belirli bakış açılarına sahiptir ve o
başkalarının bulunmadığı bir alanda düşündüğü iddiasındadır. Bu noktada Arendt,
sadece kamusal alanda olmasına izin verilenlerin görüşlerini takdim etmekte,
ama özel veya toplumsal alana mahkûm olan kişilerin görüşlerini yanlış
aktarmakta (veya aktarma gereği bile duymamaktadır). Muhakeme ve temsille
düşünme, sınırlı anlayışlardır ve bu sınırlılık hâli, Arendt’in
Afro-Amerikanları ve Afrikalıları politik yazılarında hiç anmadığı gerçeğinde
karşılık bulmaktadır.
Ezilenlerin
üzeri örtülen bakış açılarını aktarmak ve takdim etmek yerine Arendt, zaten
kamusal alanda olanların, ezenlerin bakış açılarını benimseyip aktarmaktadır.
Kathryn T. Gines
[Kaynak:
Hannah Arendt and the Negro Question, Indiana University Press, 2014, s.
123-124.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder