Bugün
Cezayir Savaşı, tüm yeryüzü sathında cereyan ediyor. Huzursuzluk her yerde
kalıcılaştı, her yerde ilân edilmiş olan savaş, daimileşti. Gazze. Ayotzinapa.
Compton. Lagos… Bugün dünya suç mahali, sınırları tebeşirle çizili.
Devleti
güvenlik ve düzen gibi kelimeler tarif ediyor, hayalet gibi gerçek olmayan bir
şey olarak diriliyor, barışı ve istikrarı tehdit ediyor. Polis güçleri her yanı
sardı. Brüksel ve Paris’in kapısına kilit vuruldu. Boston’ın neyi eksik, o da
nasibine düşeni aldı.
Bugün
Bağdat ve Kabil birer laboratuvardır, Detroit de öyle. Tehdit algısı şekilsiz,
hudutsuz, her yerde, ırkçı sermayenin nekropolitikası, ölümle örülü siyaseti
dayatıyor, yankılıyor bu algıyı. Kontrol noktalarının altında dört teker, her
yanı geziyor, dikenli teller kanıksandı, giyotinin gölgesi geride kaldı.
Kontrgerilla
faaliyeti, hem stratejik hem taktikseldir. Orada hukuka yer yoktur, ahlâksa
uydurmadır. Ev baskınları, mahallelere çetelerin yerleştirilmesi, askerin
kontrolündeki sınırlar, durdurup üst arama işkenceleri, gözetleme amaçlı
uçaklar, drone’lar, süresi belirsiz gözaltılar, suikastlar: tüm bunlar,
beyazların hayatını korumak, liberal demokrasiyi ayakta tutmak içindir. İstisna
hâli, kuraldır.
Gillo
Pontecorvo’nun 1966’da çektiği Cezayir Savaşı filmi, elli yıl önceye ait
olsa da sanki hiç bitmemiş bir filmdir. İktidarın koridorlarından Gazze
tünellerine her yerde sanki bu filmi yaşıyoruz. Bugün buna “Terörle Mücadele”
diyorlar, başından sonuna bu, bir parça korku filmi bir parça absürt dram, bir
parça da distopik bilim kurgu. Burada camiler morga dönüştürülüyor, yakılan
tarlalar tema parklara çevriliyor. Drone’la takip edilmiş, işkenceden
geçirilmiş, sakat bırakılmış insanların isimleri hiç anılmıyor. Anılsa bile
yanlış telaffuz ediliyor. Bu kıyımın orta yerinde bazıları diyalektiği,
bazıları silâhı ustalıkla kullanıyor, Ali La Pointe’nin peşindeki sürek avı
devam ediyor.
2003’te
Irak’ın işgal edilmesinden önce dünya genelinde, tarihte görülmüş en büyük
savaş karşıtı eylem gerçekleştirildi. Ama bir işe yaramadı Bush göstericileri
hedef aldı, “Şok ve Dehşet” olarak bilinen bombardıman başladı. İşgalden kısa
bir süre sonra, 2003 yılının sonlarında Pentagon, üst düzey subayları bir araya
getirip onlara Cezayir Savaşı filmini izlettirdi. Çağrı metninde şunlar
yazılıydı:
“Terörizme karşı
yürüttüğümüz savaşı kazandık, ama fikirlerin mücadelesini kaybettik. Bugün
çocuklar, yakın menzilden askerlerimize ateş açıyorlar. Kadınlar, kafelere
bombalar yerleştiriyorlar. Kısa bir zaman içerisinde tüm Arap toplumu öfkeden
deliye dönecek. Bu söylenenler tanıdık geliyor mu? Fransızların bir planı
vardı. Taktiksel açıdan bu plan başarılı oldu, ama stratejik açıdan
başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun sebeplerini anlamak için bu filmin nadir
gerçekleştirilen gösterimine katılım gösteriniz.”[1]
Film,
Pentagon tarafından askerlere izlettirildikten kısa bir süre sonra Criterion
DVD Collections etiketiyle yeniden piyasaya sürüldü. Tüm zamanların en iyi
politik filmi kabul edilen Cezayir Savaşı, birçok prestijli uluslararası
ödül kazandı, ayrıca üç dalda Oscar’a aday gösterildi. Mira Nair, Paul
Greengrass, Spike Lee, Steven Soderbergh, Oliver Stone ve Julian Schnabel gibi
yönetmenler, bu filmden epey etkilendiklerini söylediler. Buna karşın filmin 11
Eylül bağlamında yeniden gündeme getirilmesi, hem sıkıntılı hem de etkileyici
bir gelişmeydi.
Pentagon’daki
gösterime ek olarak film, 11 Eylül’den dokuz gün sonra Kongre’de “Terörizmle
Mücadele Hazırlıkları” adı altında düzenlenen oturumda da bahis konusu oldu.
ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Deniz Harp Okulu’nda profesör olarak
çalışan Christopher Harmon El-Kaide’den bahsederken, örgüt mensuplarının Cezayir
Savaşı’nda gayet iyi izah edilen hücre yapılanmasını kullandıklarını, gizli
bir teşkilâtın kurulup faaliyetlerine başladığı noktada bu hücre yapılanmasının
örgüte nüfuz etmeye mani olduğunu ve karşı istihbarat sorunlarını azalttığını
söyledi.[2]
Reagan,
büyük ve küçük Bush, ayrıca Clinton için çalışmış, 1998-2003 arası dönemde
Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başdanışmanı olarak hizmet vermiş, ulusal güvenlik
kurumlarının kıdemli üyesi Richard Clarke da küçük Bush’un yakın çevresinden
ayrıldıktan sonra siyaset sınıfını eleştiren isimlerden Bush-Cheney cuntasının
devreye sokulduğu “terörizmle mücadele” yaklaşımını kabul etmeyen Clarke, o
günlerde Cezayir Savaşı’nda aktarılan saldırıların ellilerde
gerçekleştiğini, ama yirmi birinci yüzyılda da bu tür saldırılara tanık
olunduğunu söyledi.[3]
Sömürgeciliği
şiddet temelli tarif eden ve o sömürgeciliğin yenilmez olduğuna dair imajı şoke
edici bir yaklaşımla başkaldırıya yer vererek tuz buz eden Cezayir Savaşı,
Fransız sömürgeciliğinin işgaline karşı direnen Cezayirlilerin sesi oldu.
Peki
Pentagon’un bu filme ilgi duymasının sebebi neydi? Fransız işgal güçlerini
hedef alan, direnişi örgütleyen, kafelere ve başka kamusal alanlara bombalar
yerleştiren Cezayirlilere beğeniyle yaklaşan bu film, nasıl oldu da ilk perdede
gösterilmesi üzerinden elli yıl sonra dünya tarihinin en güçlü imparatorluğunun
hizmetine sunuldu? Cezayir Savaşı, 11 Eylül sonrasında ABD’nin askerî
siyasetini neden etkiledi, öyle ki Petraeus Doktrini olarak anılan ve Irak,
Afganistan gibi yerlerde ABD’nin yürüttüğü kontrgerilla faaliyetleri için
kullanılan program, nasıl oldu da Fransa’nın askerî uzmanı David Galula’nın Cezayir’de
Pasifikasyon ve Kontrgerilla Savaşı kitaplarından beslendi?
Cezayir
Savaşı, dünyayı seyyah misali gezmiş bir film. Bu göçebe metin,
Edward Said’in “seyahat eden teori” dediği şeyi yankılarcasına, her yeri
dolaştı. Devrimci örgütler, isyancı gruplar, solcular kadar, intikamcı
kesimler, sağcı diktatörler, askerî cuntalar ve imparatorluğun savaş
mekanizması da onu sahiplendi. Film, farklı tarihsel dönemlerde ve dünyanın
farklı yerlerinde güç ve siyaset ile ilgili rakip fikirlerin cedelleştiği bir
savaş sahası olarak iş gördü.
Esasında
filmin yol açtığı tesir, kısmen yarattığı ve farklı biçimler alan beğenilerin,
kısmen de politik spektrumun farklı noktalarında olan kesimlerin çıkarlarıyla
filmin örtüşmesinin bir sonucu. Brezilya’nın favelalarından, FKÖ’ye, Tamil
Kaplanları’ndan IRA’e oradan Kara Panterler’e birçok yerde karşılık bulan film,
Pentagon’un savaşları yönettiği odalardan 21 Panter’in yargılandığı mahkeme
salonlarına, İran’daki fabrikalardan kirli savaşların planlandığı saraylara,
Los Angeles’ın toplum merkezlerinden Havana, Meksiko ve Montevideo’daki sinema
salonlarına kadar birçok yeri dolaştı.
Elli
yıl sonra Cezayir Savaşı’nın köklerine ve yürüdüğü yollara bakmak, bize
son yarım yüzyılın küresel başkaldırılarına dair bir bakış kazandıracaktır. Bu
dönemde Avrupa’nın elindeki sömürgeler kurtuldu, ABD geminin dümenini eline
geçirdi, Üçüncü Dünya’daki kurtuluş mücadeleleri ve Siyahların özgürlük
hareketleri karşısında imparatorluk, dizginleri tekrar ele geçirdi.
Filmin
kökleri, dekolonizasyon dönemine, devrimci mücadeleye ve Üçüncü Dünya
Sineması’nın ortaya çıktığı yıllara uzanıyor. Bu kesitte tarihi, sömürgeciliğin
ve köleliğin mirasına karşı verilen direnişler biçimlendiriyor, öte yandan
baskı ve zulüm güçleri, şiddete dayalı idarelerini sürdürmek için bu
hareketleri susturmak ve ezmek için çabalıyorlar.
Bu
süreçte Cezayir Savaşı bazı ülkelerde yasaklandı, bazı yerlerde de
kontrgerilla faaliyetleri ile ilgili amaçlar doğrultusunda gösterime sokuldu,
örgütler ve hareketlerse filmi direnişle ilgili bir şablon ve ilham kaynağı
olarak kucakladılar. Sonuçta bu film, geçmişe ait bir hatıra ya da ürün değil,
bugüne etkileyici biçimde şahitlik eden, ileri görüşlü bir eser.
Pentagon’un
filmi gösterme girişimi ve “Terörle Mücadele”nin ardındaki ırkçı mantık, Cezayir
Savaşı’nın hatırasını kontrol etme amacını güttü, aynı zamanda
dekolonizasyon mücadelelerinin ve Üçüncü Dünya projelerinin ele aldığı, küre
genelinde yapısal hâle gelmiş eşitsizlik, Batılı olmayan dünyanın
zenginliklerinin ve kaynaklarının sömürülmesi, Üçüncü Dünya’nın
istikrarsızlaştırılması ve yabancı güçlerin buraya sürekli müdahale etmesi ve
Batı ile Küresel Dünya arasında diplomatik, politik ve ekonomik güç konusunda
varolan, kökleşmiş asimetriler ile ilgili soru ve meseleleri inkâr etti. Bugün
terörle mücadelenin özünde tam da bu yapısallaşmış şiddet pratikleri duruyor. Cezayir
Savaşı, işte bu pratiklerin susturmaya çalıştığı şeylere dair, zihinden
sökülüp atılamayan bir andaç.
Sömürgeciliğin
yol açtığı tahribatı, dekolonizasyonun gerekliliğini, sonrasında karşılaşılacak
engelleri Fanon’dan daha iyi kimse anlatamadı. Psikiyatrist, devrimci ve
teorisyen olarak Fanon, Cezayir’de uzun süre kaldı ve kendi deneyimlerini bu
ülkedeki mücadeleye aktardı. Cezayir’in davasını destekleyen Fanon, bu davayı
yazılarının ve devrimci faaliyetlerinin temeli hâline getirdi.
Fanon,
ırk ve sömürgecilik konusunda kalem oynatmış en etkili düşünür. Yeryüzünün
Lanetlileri (1961) isimli şaheseri, onun en ünlü çalışması. Birçok yönden Cezayir
Savaşı bu kitabın somutlaşmış hâli. Yeryüzünün Lanetlileri, silâhlı
mücadelenin şiirini, sömürge denilen uzamdaki ayrımcılığı, yeni bir milli
bilincin oluşumunu, sömürgecinin uyguladığı işkencenin tesirini keşfe çıkıyor,
ayrıca halkın iradesine ihanet etme potansiyeli taşıyan milli burjuvaziyi
eleştiriyor ve bu konuda uyarılarda bulunuyor.
Ne
yazık ki Fanon’un kâhince dile getirdiği görüşler ve uyarılar doğru çıktı, zira
sömürgecilik ve Batı’nın hâkimiyeti, hâlen daha eşitsiz dünyanın temel
gerekçesi. Film son elli yıldır, küresel düzenin özünde yatan şiddete ve
hâkimiyete rağmen geçerliliğini korudu, ama tam da bu sebeple bugün terörle
mücadele yürüten emperyal konsensüsü rahatsız ediyor, dolayısıyla aynı
konsensüs, sömürgeciliğin ve köleliğin bugün de işlemeye devam etmesini
sağlayan araçların üzeri örtmeye, onları görünmez kılmaya çalışıyor.
Bu
açıdan bence Cezayir Savaşı, bugün karşımızda duran, Müslümanlara
yönelik tehditlerin daha da belirginleştiği, sömürgecilik geçmişini yeniden
yazmaya ve imparatorluğun bugününü tahkim etmeye yarayan bir tür simge olarak
11 Eylül sonrası dünyayı anlamak için önemli bir metin.
Süheyl Devletzai
[Kaynak:
Fifty Years of The Battle of Algiers: Past as Prologue, University of
Minnesota Press, 2016.]
Dipnotlar:
[1] Michael T. Kaufman, “The World: Film Studies; What Does the Pentagon See in
‘Battle of Algiers?,’” New York Times, 7 Eylül 2003. NYT.
[2]
U.S. Congress, House of Representatives, Committee on Government Reform,
Preparing for the War on Terror: Hearings before the Committee on Government
Reform, 107th Cong., 1st sess. (2001), s. 112.
[3]
Richard A. Clarke, Christopher E. Isham ve Michael A. Sheehan, “The Battle of
Algiers: A Case Study,” Yapım: Abbey Lustgarten ve Kim Hendrickson, disk 3, The
Battle of Algiers, Yönetmen: Gillo Pontecorvo (1966; New York: The
Criterion Collection, 2004), özel basım DVD.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder