Pages

27 Mart 2020

Liderlerimiz Virüsten Değil Bizden Korkuyorlar



Siyaset ve medya dünyası, koronavirüsün ne demek olduğunu nihayet anladı da televizyon kanallarından ve sosyal medya âleminden sızan terlerdeki korkunun kokusunu alabildik. Şunu belirtmem gerekiyor ki burada esasen sağlığımıza yönelik tehditten bahsetmiyorum.

İki kuşağın zihin dünyasını bulandıran bir dünya görüşü, çöküşün eşiğine geldi. Söz konusu görüş şu anki badireye tek bir cevap bile sunamıyor. Birçok büyük ülke, bugün ideolojik, duygusal ve manevi açıdan virüsle baş edecek donanıma sahip olmayan kişilerce yönetiliyor.

Batı’da her ülke bu belayla karşı karşıya, ama burada özel olarak, öğretici bir örnek anlamında, İngiltere üzerinde durulacak.

Ayak Sürümek

Ülkenin koronavirüse tepkisini bir süre geciktiren isim, Britanya’nın soytarı lideri, Başbakan Boris Johnson’ın ardındaki ideolojik güç kaynağı olarak iş gören başdanışman Dominic Cummings. Bu kişi, ülkeyi Güney Kore’nin değil, İtalya’nın yürüdüğü yola soktu.

Medyada yer alan haberlere göre[1] Cummings, hükümetin harekete geçmesine ilk başta mani oldu ve yaklaşan veba konusunda, “birkaç emekli ölecek diye alınan tedbirler çok kötü denilemez” dedi. Bu yaklaşım, devletin birkaç gün ayak sürümesinin sebebini açıklıyor. Bugün bu kararsızlık hâli yavaş yavaş ortadan kayboluyor.

Sonra aynı Cummings, tabii ki açıklama yapmak istemedi ve bu türden iddiaları “iftira” olarak niteledi. Ayrıntıları bu noktada kenara itelim. Cummings ve bakanlar kurulunun yarısı salgınla yüzleştiklerinde, ilk olarak herkesin iman etmesini istedikleri toplum ve ekonomi teorisini öne çıkarttı. Zira bu isimlerin tüm politik kariyeri, bu teorinin üzerine kuruluydu. Hepsi de politik güçlerini ve sınıfsal imtiyazlarını bu ekonomi teorisine borçluydu.

Bu damardan monetaristler, bugün krizin ilk birkaç haftasını atlatabilmek için sosyalistmiş gibi davranıyorlar. Bu rolü birkaç ay daha keseceklermiş gibi görünüyor.

Kemer Sıkma Politikaları Çöpe Atıldı

Son yazımda da belirttiğim gibi[2], İngiliz hükümeti geçen hafta kemer sıkma politikalarını tümüyle çöpe attı. Oysa bu politikalar, on yılı aşkın bir zamandır Muhafazakâr Parti’nin alamet-i farikası olarak iş görmüştü. Politikaların amacı ise iş yapmayan işletmeleri ve artık geçinmek için para kazanmak zorunda olmayan kişileri kurtarmak amacıyla bol keseden para harcamaktı.

2008’deki finansal krizden beri Muhafazakâr Partililer sosyal yardımları kestiler, ülkede geniş bir alt sınıf meydana getirdiler, yerel yönetimlerin cebini boşalttılar ve zararları karşılanamayacak düzeye taşıdılar. Son on yıl içerisinde Muhafazakâr Parti hükümeti, insanlara zor zamanlarda yardım edecek bir “sihirli para ağacı”nın bulunmadığına dair lafı dillerine pelesenk ederek, en ağır tedbirlere bahane bulmaya çalışıp durdu.

Bu partinin üyelerine göre serbest piyasa, mali açıdan yürünmesi gereken, her tür sorumluluğu üstlenecek olan yegâne yoldu. Oluşturduğu uçsuz bucaksız bilgi birikimi üzerinden piyasa, 2008 krizinde ekonomiyi dibe vurduran milyoner ve milyarderleri daha da zenginleştirecekti.

Bunlar olup biterken biz, ücretlerimizdeki düşüşe tanık olduk. Zenginler ise hükümetlerin ve bizim dokunmamızın bile mümkün olmadığı offshore adalarında servetlerine servet kattılar.

“Neoliberalizm”, artık sürdürülemez olan şirket kapitalizmini rasyonel ve adil bir sistemmiş gibi yutturan, bir yandan da onu gulaglara ve ekmek kuyruklarına alan tanımayan yegâne sistem olarak takdim eden bir terim hâline geldi.

Sadece İşçi Partili siyasetçiler değil tüm şirket medyası bu akıma bağlandı. Tüm biçareliğiyle bu fazla hızlı giden kapitalizmin yeterince şefkatli olmadığı için üzüntüsünü belirten ve serzenişte bulunan liberal Guardian istisnadan başka bir şey değildi.[3]

Sadece kandırılmış, tehlikeli Corbyn tarikatı üyeleri bu konuda farklı düşüncelere kapıldılar.

Kendinden Başka Hiçbir Şeye Hayrı Olmayan Bir Masal

Nasıl oluyorsa Muhafazakâr Partililer, “yok” dedikleri o sihirli para ağacını buluverdiler. Hepimizi meyveleri ile besleyecek olan bu ağaç aslında karşımıza boylu boyunca uzanıyordu.

Mevcut durumun müesses nizam açısından politik düzlemde korkunç olduğunu anlamak için başbakan danışmanı Dominic Cummings kadar dahi olmaya gerek yok. Sonuçta bu, bize kırk yıldır anlatılan bir hikâye. Ağır ekonomik gerçekler, kendisinden başka hiçbir şeye hayrı olmayan bir masal gibi aktarılıyor. Her şeyi tüm netliğiyle kısa süre içinde anlayacağımız konusunda bize yalan söyleniyor.

Tam da bu sebeple Muhafazakâr Partili siyasetçi, aynı zamanda kısa süre önce Lordlar Kamarası’na giren milyarder Zac Goldsmith, başbakanı eleştirme cüretinde bulunan herkesi “mal” olarak tarif etti.[4] Yüksek mevkilerde ağırlanıp durulan “siyaset gazetecisi”, eski Sunday Times çalışanı ve BBC Question Time’a düzenli olarak çıkan Isabel Oakeshott’ın, Twitter’da virüsle mücadele esnasında kendilerini feda ettikleri ve varlıklarını kamu hizmetine adadıkları için sağlık bakanı Mike Hancock ile Johnson’ı alkış yağmuruna tutmasının sebebini de burada aramak lazım:

“Bu sabah aklınıza şuan muazzam bir sorumluluk üstlenen ve millete yardım etmek için saatlerce deli gibi çalışan sağlık bakanı Matt Hancock’u getirin. Johnson ve Hancock çok zor kararlar alıyor.”

Şimdiden hazırlıklı olun! Birkaç hafta içerisinde daha fazla sayıda gazeteci, o alay ettikleri Kuzey Kore basını gibi konuşmaya, “sevgili liderimiz” diye bağırmaya ve belirli ihtiyaçlarla yüzleştiğimiz anlarda ne yapılması gerektiğini onun bildiğini söylemeye, lidere güvenmemizi istemeye başlayacak.

Kurtarma Paketleri Kurtulmak İçin

Şuan siyaset ve medya sınıfındaki çaresizliğin somut bir sebebi var. Bu insanları virüs kadar endişelendiren bir şey varsa o da biziz.

On iki yıl önce kapitalizm uçurumun eşiğine geldi. Yapısal kusurları görmek isteyenlere kendilerini bir bir gösterdi. 2008 krizi, küresel finans sistemini neredeyse paramparça etti. Onu halk olarak biz kurtardık. Hükümet elini ceplerimize daldırdı ve bizim paralarımızı bankalara aktardı. Daha doğrusu bankacılara.

“Niceliksel rahatlama” gibi gerçeği gizleyen bir ifadeyle karşılanan kurtarma paketleri üzerinden bankaları ve siyasetçileri ekonomi sahasında içine düştükleri aciz durumdan biz kurtardık.

Ama bu konuda bize madalya takan olmadı. Bankalardan birini, hadi bırakalım bankayı, bir bankanın hissesini bile vermediler bize. O devasa yatırımımız karşılığında denetleme imkânı da bahşetmediler. Onları biz kurtardık, kurtulur kurtulmaz da bu bankacılar, kendilerinin ve dostlarının servetlerine servet katmaya devam ettiler, üstelik bunu 2008’de ekonomiyi felce uğratan aynı yaklaşıma başvurarak yaptılar.

Kurtarma paketleri kapitalizmin aksaklıklarını gidermedi, sadece onun kaçınılmaz çöküşünü bir süre daha ertelemiş oldu.

Kapitalizm, hâlen daha yapısal açıdan kusurlu. O, tüketim alanını sürekli genişletmek zorunda, ama öte yandan bu tüketimin zorunlu kıldığı çevre krizlerine de cevap veremiyor. Suni müdahalelerle büyütülen ekonomiler kaynakların da tükenmesiyle nihayetinde olmayan, kısa süre sonra patlaya mecbur balonlar şişirip ortalığa salıyor.

Hayatta Kalma Modu

Sonuçta bu virüs, bahsini ettiğim yapısal kusurlar konusunda epey öğretici. Çevresel acil durum konusunda erken uyarı olarak görebileceğimiz virüs kapitalizmin, ekonomik açgözlülüğü çevresel açgözlülükle birleştirerek, birbiriyle bağlantılı bu iki sahanın (ekonominin ve çevrenin) çökmesini sağlayacağını öğretiyor bize.

Bu türden küresel salgınlar doğal ortamları, hamburger zincirleri için hayvan yetiştirerek, pasta ve bisküviler için palmiye ağacı ekerek ve evde tüketicinin monte ettiği mobilya ürünleri için ormanları keserek yıkıma uğratmamızın birer sonucu. Hayvanlar insanlara yakın bölgelere sürülüyor, bu da hastalıkların türler arası engelleri aşmalarını sağlıyor.[5] Uçuşların ucuzladığı bir dünyada hastalık, gezegenin her bir köşesine hızla ve kolayca ulaşma imkânı buluyor.

Gerçek şu ki bu on yıl süren çöküş sürecince kapitalizmin elinde bir tek “sihirli para ağaçları” kaldı. İlk ağacı, 2000’lerin sonunda bugün hükümetleri plütokrat sınıfı olarak yöneten zengin elitler, yani bankalar ve büyük şirketler yağmaladı.

İkinci ağaçtan ise virüsün yol açtığı ekonomik yıkım dâhilinde bizler de istifade edeceğiz gibi görünüyor. Fakat bu noktada bir yanlışa kapılmamak lazım. Ağaçtan istifade edenlerin kapsamının bugün biraz daha genişlemiş olmasının sebebi, kapitalizmin birden evsizleri ve aşevlerine bağımlı olanları umursaması değil. Kapitalizm, sermaye sahiplerinin kâr biriktirme dürtüsünün yön verdiği, ahlak dışı bir ekonomi sistemidir. O bizim gibi değildir.

Kapitalizm, bugün hayatta kalma moduna geçiş yapmıştır. Batılı hükümetlerin bir süre halklarının belirli kesimlerini “kurtarmaya” çalışacak, onlara onlarca yılın ürünü olan ortak zenginliğin bir kısmını geri verecek olmasının sebebi budur. Bu hükümetler, kapitalizmin kendisinin yarattığı krizlere çözüm sunamayacağı gerçeğini bir süre daha gizlemeye çalışacaklardır. Onların derdi, gezegenimizi ve çocuklarımızın geleceğini yok eden bir sisteme yönelik, hâlen varlığını sürdüren itaatimizi belirli bir bedel karşılığı kazanmaktır.

Başdanışman Dominic Cummings’in de çok iyi bildiği gibi, kapitalizm sonsuza kadar yaşayamaz. Johnson, Trump ve bu isimlerin Brezilya, Macaristan, İsrail, Hindistan gibi ülkelerdeki muadillerinin bugünkü acil durumla ilgili olarak, salgını önleme dışında uzun vadeli başka bir hedefe hizmet eden acımasız bir dizi kanunu çıkartmaya çalışmalarının sebebini burada aramak gerekmektedir.[6]

Batılı hükümetlerin ulaştıkları sonuca göre artık kapitalizmin bağışıklık sistemini bu hükümetlerin yönettiği halklara karşı güçlendirmenin vakti gelmiştir. Asıl risk, fırsatını bulduklarında bu hükümetlerin virüsü değil, bizi “gerçek veba” olarak görecek olmalarıdır.

Jonathan Cook
25 Mart 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Peter Walker, “Dominic Cummings”, 22 Mart 2020, Guardian.

[2] Jonathan Cook, “A Lesson Coronavirus is About to Teach the World”, 17 Mart 2020, JC.

[3] “UK and Territories”, 28 Mayıs 2019, Guardian.

[4] Zac Goldsmith, 23 Mart 2020, Twitter.

[5] John Vidal, “Tip of Iceberg”, 18 Mart 2020, Guardian.

[6] Lizzy Buchan, “Boris Johnson”, 22 Mart 2020, Independent.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder