Siyaset
ve medya dünyası, koronavirüsün ne demek olduğunu nihayet anladı da televizyon
kanallarından ve sosyal medya âleminden sızan terlerdeki korkunun kokusunu
alabildik. Şunu belirtmem gerekiyor ki burada esasen sağlığımıza yönelik
tehditten bahsetmiyorum.
İki
kuşağın zihin dünyasını bulandıran bir dünya görüşü, çöküşün eşiğine geldi. Söz
konusu görüş şu anki badireye tek bir cevap bile sunamıyor. Birçok büyük ülke,
bugün ideolojik, duygusal ve manevi açıdan virüsle baş edecek donanıma sahip
olmayan kişilerce yönetiliyor.
Batı’da
her ülke bu belayla karşı karşıya, ama burada özel olarak, öğretici bir örnek
anlamında, İngiltere üzerinde durulacak.
Ayak
Sürümek
Ülkenin
koronavirüse tepkisini bir süre geciktiren isim, Britanya’nın soytarı lideri,
Başbakan Boris Johnson’ın ardındaki ideolojik güç kaynağı olarak iş gören
başdanışman Dominic Cummings. Bu kişi, ülkeyi Güney Kore’nin değil, İtalya’nın
yürüdüğü yola soktu.
Medyada
yer alan haberlere göre[1] Cummings, hükümetin harekete geçmesine ilk başta
mani oldu ve yaklaşan veba konusunda, “birkaç emekli ölecek diye alınan
tedbirler çok kötü denilemez” dedi. Bu yaklaşım, devletin birkaç gün ayak
sürümesinin sebebini açıklıyor. Bugün bu kararsızlık hâli yavaş yavaş ortadan
kayboluyor.
Sonra
aynı Cummings, tabii ki açıklama yapmak istemedi ve bu türden iddiaları
“iftira” olarak niteledi. Ayrıntıları bu noktada kenara itelim. Cummings ve
bakanlar kurulunun yarısı salgınla yüzleştiklerinde, ilk olarak herkesin iman
etmesini istedikleri toplum ve ekonomi teorisini öne çıkarttı. Zira bu
isimlerin tüm politik kariyeri, bu teorinin üzerine kuruluydu. Hepsi de politik
güçlerini ve sınıfsal imtiyazlarını bu ekonomi teorisine borçluydu.
Bu
damardan monetaristler, bugün krizin ilk birkaç haftasını atlatabilmek için
sosyalistmiş gibi davranıyorlar. Bu rolü birkaç ay daha keseceklermiş gibi
görünüyor.
Kemer
Sıkma Politikaları Çöpe Atıldı
Son
yazımda da belirttiğim gibi[2], İngiliz hükümeti geçen hafta kemer sıkma
politikalarını tümüyle çöpe attı. Oysa bu politikalar, on yılı aşkın bir
zamandır Muhafazakâr Parti’nin alamet-i farikası olarak iş görmüştü.
Politikaların amacı ise iş yapmayan işletmeleri ve artık geçinmek için para
kazanmak zorunda olmayan kişileri kurtarmak amacıyla bol keseden para
harcamaktı.
2008’deki
finansal krizden beri Muhafazakâr Partililer sosyal yardımları kestiler, ülkede
geniş bir alt sınıf meydana getirdiler, yerel yönetimlerin cebini boşalttılar
ve zararları karşılanamayacak düzeye taşıdılar. Son on yıl içerisinde
Muhafazakâr Parti hükümeti, insanlara zor zamanlarda yardım edecek bir “sihirli
para ağacı”nın bulunmadığına dair lafı dillerine pelesenk ederek, en ağır
tedbirlere bahane bulmaya çalışıp durdu.
Bu
partinin üyelerine göre serbest piyasa, mali açıdan yürünmesi gereken, her tür
sorumluluğu üstlenecek olan yegâne yoldu. Oluşturduğu uçsuz bucaksız bilgi
birikimi üzerinden piyasa, 2008 krizinde ekonomiyi dibe vurduran milyoner ve
milyarderleri daha da zenginleştirecekti.
Bunlar
olup biterken biz, ücretlerimizdeki düşüşe tanık olduk. Zenginler ise
hükümetlerin ve bizim dokunmamızın bile mümkün olmadığı offshore adalarında
servetlerine servet kattılar.
“Neoliberalizm”,
artık sürdürülemez olan şirket kapitalizmini rasyonel ve adil bir sistemmiş
gibi yutturan, bir yandan da onu gulaglara ve ekmek kuyruklarına alan tanımayan
yegâne sistem olarak takdim eden bir terim hâline geldi.
Sadece
İşçi Partili siyasetçiler değil tüm şirket medyası bu akıma bağlandı. Tüm
biçareliğiyle bu fazla hızlı giden kapitalizmin yeterince şefkatli olmadığı
için üzüntüsünü belirten ve serzenişte bulunan liberal Guardian istisnadan
başka bir şey değildi.[3]
Sadece
kandırılmış, tehlikeli Corbyn tarikatı üyeleri bu konuda farklı düşüncelere
kapıldılar.
Kendinden
Başka Hiçbir Şeye Hayrı Olmayan Bir Masal
Nasıl
oluyorsa Muhafazakâr Partililer, “yok” dedikleri o sihirli para ağacını
buluverdiler. Hepimizi meyveleri ile besleyecek olan bu ağaç aslında karşımıza
boylu boyunca uzanıyordu.
Mevcut
durumun müesses nizam açısından politik düzlemde korkunç olduğunu anlamak için
başbakan danışmanı Dominic Cummings kadar dahi olmaya gerek yok. Sonuçta bu,
bize kırk yıldır anlatılan bir hikâye. Ağır ekonomik gerçekler, kendisinden
başka hiçbir şeye hayrı olmayan bir masal gibi aktarılıyor. Her şeyi tüm
netliğiyle kısa süre içinde anlayacağımız konusunda bize yalan söyleniyor.
Tam
da bu sebeple Muhafazakâr Partili siyasetçi, aynı zamanda kısa süre önce
Lordlar Kamarası’na giren milyarder Zac Goldsmith, başbakanı eleştirme
cüretinde bulunan herkesi “mal” olarak tarif etti.[4] Yüksek mevkilerde
ağırlanıp durulan “siyaset gazetecisi”, eski Sunday Times çalışanı ve BBC
Question Time’a düzenli olarak çıkan Isabel Oakeshott’ın, Twitter’da
virüsle mücadele esnasında kendilerini feda ettikleri ve varlıklarını kamu
hizmetine adadıkları için sağlık bakanı Mike Hancock ile Johnson’ı alkış
yağmuruna tutmasının sebebini de burada aramak lazım:
“Bu sabah aklınıza şuan
muazzam bir sorumluluk üstlenen ve millete yardım etmek için saatlerce deli
gibi çalışan sağlık bakanı Matt Hancock’u getirin. Johnson ve Hancock çok zor
kararlar alıyor.”
Şimdiden
hazırlıklı olun! Birkaç hafta içerisinde daha fazla sayıda gazeteci, o alay
ettikleri Kuzey Kore basını gibi konuşmaya, “sevgili liderimiz” diye bağırmaya
ve belirli ihtiyaçlarla yüzleştiğimiz anlarda ne yapılması gerektiğini onun
bildiğini söylemeye, lidere güvenmemizi istemeye başlayacak.
Kurtarma
Paketleri Kurtulmak İçin
Şuan
siyaset ve medya sınıfındaki çaresizliğin somut bir sebebi var. Bu insanları
virüs kadar endişelendiren bir şey varsa o da biziz.
On
iki yıl önce kapitalizm uçurumun eşiğine geldi. Yapısal kusurları görmek
isteyenlere kendilerini bir bir gösterdi. 2008 krizi, küresel finans sistemini
neredeyse paramparça etti. Onu halk olarak biz kurtardık. Hükümet elini
ceplerimize daldırdı ve bizim paralarımızı bankalara aktardı. Daha doğrusu
bankacılara.
“Niceliksel
rahatlama” gibi gerçeği gizleyen bir ifadeyle karşılanan kurtarma paketleri
üzerinden bankaları ve siyasetçileri ekonomi sahasında içine düştükleri aciz
durumdan biz kurtardık.
Ama
bu konuda bize madalya takan olmadı. Bankalardan birini, hadi bırakalım
bankayı, bir bankanın hissesini bile vermediler bize. O devasa yatırımımız
karşılığında denetleme imkânı da bahşetmediler. Onları biz kurtardık, kurtulur
kurtulmaz da bu bankacılar, kendilerinin ve dostlarının servetlerine servet
katmaya devam ettiler, üstelik bunu 2008’de ekonomiyi felce uğratan aynı
yaklaşıma başvurarak yaptılar.
Kurtarma
paketleri kapitalizmin aksaklıklarını gidermedi, sadece onun kaçınılmaz
çöküşünü bir süre daha ertelemiş oldu.
Kapitalizm,
hâlen daha yapısal açıdan kusurlu. O, tüketim alanını sürekli genişletmek
zorunda, ama öte yandan bu tüketimin zorunlu kıldığı çevre krizlerine de cevap
veremiyor. Suni müdahalelerle büyütülen ekonomiler kaynakların da tükenmesiyle
nihayetinde olmayan, kısa süre sonra patlaya mecbur balonlar şişirip ortalığa
salıyor.
Hayatta
Kalma Modu
Sonuçta
bu virüs, bahsini ettiğim yapısal kusurlar konusunda epey öğretici. Çevresel
acil durum konusunda erken uyarı olarak görebileceğimiz virüs kapitalizmin,
ekonomik açgözlülüğü çevresel açgözlülükle birleştirerek, birbiriyle bağlantılı
bu iki sahanın (ekonominin ve çevrenin) çökmesini sağlayacağını öğretiyor bize.
Bu
türden küresel salgınlar doğal ortamları, hamburger zincirleri için hayvan
yetiştirerek, pasta ve bisküviler için palmiye ağacı ekerek ve evde tüketicinin
monte ettiği mobilya ürünleri için ormanları keserek yıkıma uğratmamızın birer
sonucu. Hayvanlar insanlara yakın bölgelere sürülüyor, bu da hastalıkların
türler arası engelleri aşmalarını sağlıyor.[5] Uçuşların ucuzladığı bir dünyada
hastalık, gezegenin her bir köşesine hızla ve kolayca ulaşma imkânı buluyor.
Gerçek
şu ki bu on yıl süren çöküş sürecince kapitalizmin elinde bir tek “sihirli para
ağaçları” kaldı. İlk ağacı, 2000’lerin sonunda bugün hükümetleri plütokrat
sınıfı olarak yöneten zengin elitler, yani bankalar ve büyük şirketler
yağmaladı.
İkinci
ağaçtan ise virüsün yol açtığı ekonomik yıkım dâhilinde bizler de istifade
edeceğiz gibi görünüyor. Fakat bu noktada bir yanlışa kapılmamak lazım. Ağaçtan
istifade edenlerin kapsamının bugün biraz daha genişlemiş olmasının sebebi,
kapitalizmin birden evsizleri ve aşevlerine bağımlı olanları umursaması değil.
Kapitalizm, sermaye sahiplerinin kâr biriktirme dürtüsünün yön verdiği, ahlak
dışı bir ekonomi sistemidir. O bizim gibi değildir.
Kapitalizm,
bugün hayatta kalma moduna geçiş yapmıştır. Batılı hükümetlerin bir süre
halklarının belirli kesimlerini “kurtarmaya” çalışacak, onlara onlarca yılın
ürünü olan ortak zenginliğin bir kısmını geri verecek olmasının sebebi budur.
Bu hükümetler, kapitalizmin kendisinin yarattığı krizlere çözüm sunamayacağı
gerçeğini bir süre daha gizlemeye çalışacaklardır. Onların derdi, gezegenimizi
ve çocuklarımızın geleceğini yok eden bir sisteme yönelik, hâlen varlığını
sürdüren itaatimizi belirli bir bedel karşılığı kazanmaktır.
Başdanışman
Dominic Cummings’in de çok iyi bildiği gibi, kapitalizm sonsuza kadar
yaşayamaz. Johnson, Trump ve bu isimlerin Brezilya, Macaristan, İsrail,
Hindistan gibi ülkelerdeki muadillerinin bugünkü acil durumla ilgili olarak,
salgını önleme dışında uzun vadeli başka bir hedefe hizmet eden acımasız bir
dizi kanunu çıkartmaya çalışmalarının sebebini burada aramak gerekmektedir.[6]
Batılı
hükümetlerin ulaştıkları sonuca göre artık kapitalizmin bağışıklık sistemini bu
hükümetlerin yönettiği halklara karşı güçlendirmenin vakti gelmiştir. Asıl
risk, fırsatını bulduklarında bu hükümetlerin virüsü değil, bizi “gerçek veba”
olarak görecek olmalarıdır.
Jonathan Cook
25 Mart 2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Peter Walker, “Dominic Cummings”, 22 Mart 2020, Guardian.
[2]
Jonathan Cook, “A Lesson Coronavirus is About to Teach the World”, 17 Mart
2020, JC.
[3]
“UK and Territories”, 28 Mayıs 2019, Guardian.
[4]
Zac Goldsmith, 23 Mart 2020, Twitter.
[5]
John Vidal, “Tip of Iceberg”, 18 Mart 2020, Guardian.
[6]
Lizzy Buchan, “Boris Johnson”, 22 Mart 2020, Independent.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder