Ta
ellilerde, “aşırı hızlı hesaplama makinesi”nin hâlen daha tüm hantallığıyla iş
gördüğü günlerde Norbert Wiener, sibernetiğin politik ve toplumsal
uygulamalarına dair bazı öngörülerde bulunuyordu. Onun asıl yüzleştiği soru ise
şuydu:
“Şu veya bu türde bilgiyi,
örneğin üretim ve piyasayla alakalı bilgileri toplayacak, ardından da
insanlığın sahip olduğu ortalama psikolojiye ve belirlenen verili bir durum
dâhilinde ölçülebilecek niceliklere ait bir fonksiyon olarak tayin edilecek bir
makineyi madem tahayyül edemiyoruz, o vakit mevcut hâlin gelişimi en iyi nasıl
sağlanabilir? Tüm politik karar alma süreçleriyle alakalı sistemleri kapsayan
bir devlet aygıtını tahayyül etmek nasıl mümkün olabilir? Beynin geleneksel
siyaset mekanizmasıyla ilgili olduğu koşullarda, gün gelecek, herkesin tüm
çıplaklığıyla gördüğü, beyindeki mevcut yetersizliği ister iyilik isterse
kötülük olsun diye giderecek bir yönlendirme mekanizması (machine à
gouverner –dümen tertibatı) temin edilecek, işte düşlememiz gereken,
böylesi bir gelişmenin yaşanacağı gündür.”[1]
Kaleme
alındığı dönemde muhtemelen bu kelimeler, bilim kurgu pratiğinin parçası olarak
görülmüşlerdi. Beynelmilel çelişkilerin veya ekonomik planlamanın ahlâkî
düzeyde yüzleştiği güçleri içeren meselelerin makinedeki zekâya teslim
edilebileceğine çok az sayıda sibernetik uzmanı inanıyordu. Wiener bile bu
ihtimali birkaç açıdan derinlemesine inceledikten sonra şu uyarıyla bitiriyordu
yazısını:
Eylem
hâlinin tabi olduğu kanunları önceden incelemedikçe ve bizim kabul
edebileceğimiz ilkeler üzerinden tatbik edilmedikçe, sevk ve idare pratiğimizin
nasıl olacağına hâlen daha karar veremiyorsak, yazıklar olsun bize!
Ne
var ki Wiener’ın yüzleştiği kısıtlılık hâlini tüm meslektaşları tespit ediyor
değildi. Bilhassa önce yapay zekâ, ardından da biliş bilimiyle meşgul olanlar
için bu tarz bir kısıtlılık hâli mevcut değildi. 1960 gibi erken bir tarihte
Herbert Simon, güvenle baktığı gelecekte bir gün, “en fazla yirmi beş yıl
içerisinde”, duyguların, tavırların ve değerlerin varlığına muhtaç olanlar
dâhil, tüm insanî fonksiyonların ve organizasyonların tek tek her birinin ve
tamamının yerini alabilecek makineler imal edebilecek düzeye gelebileceğimizi”
söylüyordu.[2]
Yapay
zekâ üzerine çalışma yürüten çevrenin kendi reklâmını yapma amacıyla, fırsatçı
bir üslupla dile getirdiği tüm o öngörüler gibi bu öngörü de hiçbir vakit
gerçekleşme imkânı bulamadı. Kimse, söz konusu öngörünün fiiliyata döküldüğü
bir gerçekliğe tanıklık etmedi. Yine de insanın içini coşturan, bu türden
profesyonel vaatlerle moral bulan enformasyon teknolojisi denilen saha, karar
alma ve siyasetin en üst mertebeleri dâhil, siyasi hayatımızın bir dizi alanını
kapsayacak şekilde genişledi.
Bu
gelişme, başlarda küçük adımlarla ilerledi ve dağınık, az sayıda mevzi elde
edebildi. Bu adımları ilk atanlar, İkinci Dünya Savaşı sürecinde sistem (veya
operasyon) analizleri yapan ekibin üyeleriydi. Savaş sonrasında uygulamalı
sistemler teorisi, Mitre ve RAND türünden, orduya ait düşünce kuruluşları
içerisinde kendisine yeni bir yuva buldu. Buralarda sosyal bilimciler,
fizikçiler ve stratejistlerle birlikte, termonükleer savaşın veya sivil
savunmayla alakalı planlama sürecinin etkilerini değerlendirmeye dönük, geçici
araştırma projeleri üzerine çalışmalar yürüttüler. Kennedy döneminde
kontrgerilla talimnamelerine dayalı savaş sanatı, sosyal bilim araştırmalarının
merkezine oturdu ve siyaset bilimcilerden, antropologlardan ve psikologlardan
oluşan ekiplerin çalışmalarından beslendi. O dönemde üniversitelere hâkim olan
sosyal bilim anlayışı, davranışçılığı, ağırlıklı olarak istatistiği temel alan
bir anlayıştı ve fizikî bilimlerin kaba bir karikatüründen ibaretti.
Bilgisayarlaşma çağrısında bulunan bu tarz üzerinden üniversitelerde sosyal
bilimciler, eldeki az sayıda makineyi paylaştıkları koşullarda, ikinci sınıf
yurttaş muamelesi görmeye başladılar.
Altmışların
sonunda atılım gerçekleşti, ardından da her iki cephede önemli gelişmeler
yaşandı. 1967’de Viyana’da Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analizi Enstitüsü
kuruldu. IIASA, Doğu ve Batı blokunun desteklediği, sağlam finansal kaynaklara
sahip, bilgisayarlarla donatılmış bir merkezdi. “Uzun erimli toplumsal
planlama” için üretilmiş olan “dünya” veya “küre” modeli geliştirme sahasında
yürütülen bir dizi çalışmaya öncülük etti.[3] Birkaç yıl sonra, 1969’da,
Harvard ve MIT üniversitelerinde çalışan sosyal bilimciler, bir araya gelip
kendi disiplinlerini geliştirmek adına Manhattan Projesi’ni örgütlediler. Yeni
programlama tekniklerini keşfetmek için gerekli olan 7,6 milyon dolarlık bağışı
savunma bakanlığından almayı bildiler. Bu bağış sayesinde en kapsamlı
projelerden olması umulan, sonuçta birbirinden farklı bir dizi sosyal bilim
çalışmasına katkı sunacak olan Cambridge Projesi hazırlandı. Yürütülen çalışma,
“tarafsız bilgisayar araçları” araştırması olarak ilân edildi.[4] Fakat fon
sağlayan Savunma Bakanlığı projeyi, verdiği paranın karşılığını almak niyetinde
olan Pentagon’un ihtiyaçları doğrultusunda, belirli bir kanala soktu. Sonuçta
proje, kısa bir süre sonra Soğuk Savaş sürecinin tüm gerilimlerine tabi hâle
geldi ve askerî istihbaratla alakalı “bildirim ve uyarı” programlarının
geliştirilmesi gibi görevleri üstlendi. Proje bünyesinde çalışan ekibin diğer
bir görevi de Tayland’da ABD’ye dost ve düşman köylerin bilgisayar temelli
modellerini inşa etmek, ardından da bu modeller uyarınca belirli bir siyaset
önermekti. Benzer bir modelleme çalışması, savaş yıllarında Vietnam’da
bombardıman hedeflerini belirleme noktasında bilgisayarları kullanmıştı. Dost
olan köy modeline ait parametreleri karşılayan köylere dokunulmazken, düşman
köyler yok edilecek yerler olarak işaretlendiler. Böylece bilgisayar temelli
sosyal bilimler, insanların yaşamasına veya ölmesine neden olacak uygulamalar
sahasına nihayet giriş yapma imkânı bulmuştu.[5]
Cambridge
Projesi ile ilgili olarak 1971 yılında hazırlanmış rapor, projenin birçok
meseleyle alakalı politik niyetini açık bir dille ortaya koyuyordu:
“Bu tekniklerle birlikte
Küba’nın veya Kuzey Vietnam’ın işgalinde kullanılması mümkün tüm stratejiler,
birkaç gün içerisinde dikkate alınabilecek. Muhtemelen ileride, öngörülebilir
bir gelecekte bu türden teknikler, ülke dışında yaşanacak bir devrime veya
yapılacak bir seçime müdahale edip etmeyeceğimize karar verme noktasında
kullanılabilecekler.”[6]
Theodore Roszak
1986
[Kaynak:
The Cult of Information: A Neo-Luddite Treatise on High Tech, Artificial
Intelligence, and the True Art of Thinking, University of California Press,
İkinci Baskı 1994, s. 222-225.]
Dipnotlar:
[1] Wiener, aktaran: Pere Dubarle, The Human Use of Human Beings içinde,
s. 178-180.
[2]
Akt.: Weizenbaum, Computer Power and Human Reason, s. 244.
[3]
IIASA konusunda şu habere bakılabilir: New Scientist (Londra), 19 Temmuz
1973, s. 27.
[4]
Judith Coburn, “Project Cambridge: Another Showdown for Social Sciences?” Science,
5 Aralık 1969, s. 1250-1253.
[5]
Vietnam’ın bilgisayarlar kullanılarak bombalanması konusunda bkz. Weizenbaum, Computer
Power and Human Reason, s. 238-240.
[6]
Joseph Hanlon, “The Implications of Project Cambridge”, New Scientist (Londra),
25 Şubat 1971, s. 421-423.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder