Bong
Joon Ho’nun ilkin Mayıs ayında Güney Kore’de, geçen ay da ABD’deki sinema
salonlarında seyirciye ulaşan filmi Parazit, eleştirmenlerden ve
seyircilerden büyük ilgi gördü. Cannes’da Altın Palmiye kazandıktan sonra
sadece Güney Kore’de on milyon kişinin izlediği film, bu ülkede 2019’un en çok
izlenen dördüncü filmi oldu.
Dünya genelinde 120 milyon dolardan fazla hasılat elde eden film, yönetmenin yedinci filmi ve en fazla başarıya ulaşanı.
Zulüm ve baskılarla mücadele eden marjinal
karakterleri (Havlayan Köpek Isırmaz, Ev Sahibi ve son filmi Kar
Küreyici isimli filmlerinde) perdeye aktaran yönetmenin elinden çıkan Parazit,
kendi ülkesindeki servet eşitsizliğini yalın ve lafı dolandırmadan eleştirdiği
için epey övüldü.
(Bundan
sonraki kısım spoiler içeriyor!)
Film,
genelde Asya’nın en zengin ülkelerinden birinde toplumsal devingenliğin
bulunmaması, sınıf atlama imkânlarının kalmaması karşısında halkta yaşanan
hayal kırıklığıyla ve yoğun sınıfsal eşitsizlikle ilgili bir alegori olarak
görülüyor. Jacobin’e yazdığı yazıda Eileen Jones, Parazit filmini
dolaylı kimi önermeler sunmanın ötesine geçmesi sebebiyle övüyor ve filmin
“yırtma şansını yakalayan alt sınıftan bir ailenin deneyimini aktardığını ve bu
aileyi insanın canını yakacak şekilde resmettiğini” söylüyor.[1]
New
York Times için yazdığı makalede Brian X. Chen, filmi
“zenginlerle yoksullar” arasında yaşanan bir yüzleşme olarak tarif ediyor ve
filmde Kim ailesinin çevirdiği dümeni sadece zenginlerin başarılı olmasını
güvence altına alacak şekilde kurgulanmış bir toplumda “çekilen acılara ve
yaşanan hüsrana” karşı alınan bir tür intikam olarak yorumluyor.[2]
Scott
Mendelson ise filmi, kendi varlıkları üzerine kurulu medeniyette kıt kanaat
geçinebilen ve asla kabul görmeyen alt sınıfın emeğine yaslanan zenginlerin
hayatına dair “sert bir toplumsal eleştiri” olarak nitelendiriyor.[3]
Filmde
Kim ve Park ailelerinin karşılaşması, Güney Kore toplumunda sınıfsal
çelişkileri anlatan bir mecaz olarak iş görüyor. Gelgelelim tek başına maddi
zenginliğe odaklanmak, Bong Joon Ho’nun filminde örtük olarak varolan yıkıcı
eleştiriyi ihmal etmek gibi bir riskle yüzleştiriyor insanı. Zira film, bir
yandan da işlerimiz ve hayatlarımız neoliberal kapitalizmin can yakıcı
dinamiklerince giderek daha güvencesiz ve kırılgan hâle getirildikçe, işçilerin
haysiyetlerinden, özsaygılarından ve toplumsal itibarlarından mahrum
edildikleri alana bakıyor.
Bir
Maaş Çekinden Diğerine Yaşamak
Önce
filmin konusunu aktaralım. Parazit filminde Seullü yoksul işçi ailesi
Kim, bir dizi ustalıkla örülmüş dümenin ardından zenginlerin dünyasına sızıyor.
Oğulları Ki-woo, Seul’de yaşayan zengin Park ailesinin kızına öğretmenlik
yapacağı kısa süreli ve kârlı bir iş teklifi alıyor. Genç bu teklifi kabul
ediyor. Ama bu noktada Ki-woo, ailesi okul ücretini ödeyecek durumda olmaması
sebebiyle üniversiteye gidemediği için ufak bir sorunla karşılaşıyor. Park
ailesinin sadece üniversite öğrencisini işe alacağını düşünen Ki-woo, kız
kardeşinin bilgisayarda hazırladığı sahte kayıt belgesiyle çalışacağı eve
gidiyor.
Zenginlerin
saflığı karşısında şaşıran Ki-woo, tüm ailesini Parkların evinde işe sokmak
için Görevimiz Tehlike filmlerinde gördüğümüz türden dolaplar
çeviriyor.[4] Kız kardeşi Ki-jeong, ailenin tuhaf ama biraz da huysuz küçük
oğluna ders verecek “sanat terapisi” eğitmeni olarak işe alınıyor. Baba Ki-taek
ailenin şoförü oluyor. Anne Chung-sook ise uzun zamandır evde hizmetçilik yapan
kadını kovup yatılı yardımcı olarak çalışmaya başlıyor.
Aile
bağlarını gizli tutan Kim ailesi, yeni işleri sayesinde birkaç hafta sefalet
koşullarından kurtulma imkânı buluyor. İstikrarlı, iyi ücretlerin ödendiği,
işçilerin işyeri korumasından mahrum oldukları serbest meslek temelli işlerde
veya gündelik işlerde çalıştıkları emek piyasasında Kim ailesi, bu plan
sayesinde turnayı gözünden vuruyor.
Güney
Kore işçi sınıfının tüm çilesini aile üzerinden okumak mümkün. Seul’de yarı
yarıya yerin altında olan, izbe, tıkış tıkış bir evde kalan aile, her gece
sarhoşların mutfak penceresine işemesine tanık oluyor. Kim ailesi, geniş, bahçe
manzaralı (Güney Kore’nin kalabalık şehirlerinde pek rastlanmayan) lüks
evlerinde yaşamakta olan Park ailesinin hayatıyla taban tabana zıt bir hayat
yaşıyor.
Parazit’teki
sembolizm burada bitmiyor. Kim ailesi, pizza servisi için paket katlayarak
geçimini sağlıyor, hatta paraları olduğunda taksicilere hizmet veren, servisin
açık büfe olarak yapıldığı bir lokantada yemek yiyor. Bu tür lokantalar, kalori
açısından zengin yemeklerin ucuza yenebileceği yerler. Buradaki sembolizm,
sadece Seullü sinema seyircilerini ilgilendiren bir sembolizm değil. Bugün
dünyadaki en pahalı şehirlerinden biri olan Seul'deki[5] bakkallar Asya’daki en
pahalı bakkallar.[6] Buna karşılık Park ailesinin buzdolabı ağzına kadar maden
suyu dolu. Aile, köpeklerini yüksek kaliteli organik yemeklerle ve Japonya’dan
getirilen, yengeçlerden üretilmiş çubuklarla besliyor.
Seul’de
eşitsizlik endeksi oldukça çarpıcı düzeylerde. Yoksullar ve zenginler farklı
yeme alışkanlıklarına sahipler. 2018’de 1.023 kişiyle yapılan bir anket
çalışmasına göre düşük gelirli Seullülerin yüzde yirmisinden fazlası
yediklerinden yeterince besin almıyor. Bu, ülkedeki ortalamanın dört katı.
Ayrıca düşük gelirlilerin yüzde onu gıda güvensizliğiyle karşı karşıya. Yani bu
insanlar, sağlıklı ve aktif bir hayat için ihtiyaç duydukları gıdaya gerektiği
şekilde erişemiyorlar. Bir de buna taze ürün çeşitliliğindeki düşüklük
eklenince Seullü yoksullar, bir yandan da yüksek tansiyon, şeker hastalığı,
obezite ve kalp hastalıkları gibi rahatsızlıklarla cebelleşiyor.
Plan
Yok
Filmin
ortalarında baba Ki-taek, Bay Park’ı bir randevusuna götürüyor, yol boyunca
patronuna şoförlük alanında kıdemli olduğuna dair bir hikâye uyduruyor ve ona
uzun zamandır yaptığı mesleğine âşık olduğunu söylüyor. Bay Park ise başını
sallayarak şu cevabı veriyor: “Aynı işte uzun zaman çalışan insanlara saygı
duyuyorum.” Film boyunca mesleğe bağlılık, bir plana sahip olma ve özgüvenlilik
birer tema olarak sık sık tekrarlanıyor.
Ki-woo,
elinde sahte belgelerle iş görüşmesine giderken, evin eşiğinde babasına, “bunun
bir suç olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta üniversiteye gideceğim. Sadece belgeleri
biraz erken almışım, hepsi bu.” Babası ise bunun üzerine şu cevabı veriyor: “Ah
demek senin bir planın var ha!” Üst komşu Wi-Fi şifresini değiştirdiğinde anne
Chung-sook kocasına, “telefonlar kapalı. Wi-Fi kesildi. E şimdi planın ne?”
diye soruyor.
Sonrasında
evi su basıp aile geceyi spor salonunda geçirmek zorunda kaldığında Ki-taek
oğluna şunu söylüyor: “Ki-woo, biliyor musun hangi plan suya düşmez? Yapılmamış
plan. Neden biliyor musun? Plan yaparsan eğer, hayat plana uygun şekilde akmaz
da ondan.”
Bu
sahne, çöp toplama alanının yanında düşük gelirli ailelerin yaşadığı Mangwon
mahallesinde seksenlerde sık sık yaşanan sel felâketlerini anımsatır. Han
Nehri’ni tutacak bentleri kasten inşa etmeyen belediye, uzun zaman orada
yaşayan yoksulların ve yaşlıların hayatlarını mahvetti. Sonuçta Mangwonlular
belediyeyi mahkemeye verdi ve tazminat kazandı. Bu sürecin sonunda Demokratik
Toplumcu Avukatlar örgütü kuruldu. Bu örgüt, ülkedeki ilk insan hakları ve
demokrasi yanlısı avukat örgütü.
Film
boyunca Kim ailesinin yaşadığı mahallenin sıkıntılı hâli ile Park ailesinin
sahip olduğu zenginlikle elde ettiği güvenlikli ve emniyetli hâl karşı karşıya
getirilir. Bay Park’ın bilgisi olmadan, zenginlerce istihdam edilmek için dümen
çevirmezden önce Kim Ki-taek ve ailesi daha öncesinde kıt kanaat geçinebilmek
için bir yığın işe girip çıkmıştır. Film, mutfakta oturan aileyi yakındaki
restoran için pizza kutuları katlarken gösterir. Bu, üç kuruş için yapılan,
güvencesiz bir iştir. Ki-taek, ayrıca daha öncesinde kızarmış tavuk ve Tayvan
usulü kek işi yaptığından bahseder. Baba, aynı zamanda bir ara yedek şoförlük
de yapmıştır.
Yedek
şoförlük (Daeri) geceleri sarhoş otomobil sahiplerini kendi araçlarıyla eve
götürme işidir. Bu, Güney Kore’de işsizlerin yaygın olarak yaptıkları,
sözleşmeli bir iştir. Gün boyu telsiz veya telefon başında beklemek zorunda
olan bu kişiler dinlenecekleri, kötü hava koşulları karşısında
korunabilecekleri bir yer olmadan sokaklarda beklerler, hatta bazen tuvaletleri
kullanırlar. Tam zamanlı çalışan şoförlerin büyük bir kısmı, ayda 1.750
dolardan az para kazanır. Şoförlerde kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları,
yorgunluk ve stres gibi sağlık sorunları görülmektedir.
Daegu
şehrinde şoförler, 2005’te kendi sendikalarını kurdular ama Lee Myung-bak
yönetimi, onlara sendikalaşma hakkı vermedi. Kısa süre önce görevden
uzaklaştırılan Park Geun-hye ise bu şoförlerin statüsünü sözleşmeli işçi olarak
belirledi.[7] ] Moon Jae-in yönetiminin vaatlerine karşın yedek şoförlere
Çalışma Bakanlığı 2017’de ulusal örgüt olarak kayıt yaptırma hakkını tanımadı.
Ama
bu durumun değişmesi gene de mümkün. Kasım 2019’da örgütlü işçilerin artan
baskısı sonucu alınan bir dizi mahkeme kararı, yedek şoförlerin yanında gıda
teslimatı yapan şoförleri ve golf takımı taşıyıcılarını da anayasaya göre
sözleşmeli işçi yerine mavi yakalı işçi olarak tanıdı, bu da onların sendika
kurma hakkına kavuşmalarını sağladı. On yılı aşkın bir zamandır sendikalaşma
hakkı için mücadele eden yedek şoförler, sözleşmeleri konusunda toplu pazarlık
yapma imkânına kavuştu. Bu gelişme, işçilerin açlık sınırında seyreden
maaşlardan kurtulmalarını sağlayabilir. Söz konusu haklar olmasaydı, Bay
Park’ın da hayranlıkla andığı üzere, bu şoförlerin aynı işte uzun süre
çalışmaları neredeyse imkânsız olacaktı.
Kek
Furyası
Filmin
ortalarında evden kovulan bakıcı Moon-gwang, Park ailesi hafta sonu için tatile
gittikleri vakit eve gelir ve Chung-sook’a ev girmesine izin vermesi için
yalvarır. Üstü başı dağınık bir hâlde, tutarsız davranışlar sergileyen ve
yorgun görünen kadın, hızla bodrumdaki gizli odaya gider. Bu noktada seyirci,
kadının kocası Geun-sae’nin dört yıldır tefecilerden kaçtığını ve bu odada
saklandığını öğrenir. Bodrum katındaki viraneden Park ailesinin saray yavrusuna
yerleşen Kim ailesi, başka bir işçi ailesinin evin altındaki bir odada sefil
koşullarda yaşadığını anlar.
Geun-sae,
çektiği tüm çilenin kendi hatası olduğunu söyler. Bir tefeciden kek dükkânı
açmak için para almıştır. Bu, Tayvan’da ünlü olup tüm Güney Kore’de tutmuş bir
tür kektir. İşi kurma aşamasında çok düşük maliyetli olan bu dükkânlar, Güney
Korelilerin birikimlerini hızla zengin olmak için yatırdıkları bir iştir. Bir
süre sonra gereğinden fazla dükkân açılınca bu balon patlar ve yüzlerce insan
ağır borç yükünün altına girer, borçlarını ödeyemez duruma gelir.
Çocuklarını
okula gönderme ve belirli bir birikimle emekli olma umuduyla kendi işlerini
kurma konusunda sunduğu imkânlarla istikrarlı ve tam zamanlı iş bulma
koşullarının bulunmadığı Güney Kore’de bu türden hikâyelere sıklıkla tanık
olunur. 2017’de Güney Kore’de kendi işinde çalışan insanların nüfusa oranı
yüzde 25,4’tür. Bu insanların büyük bir kısmı, kızarmış tavuk restoranları ve
bakkalcılık gibi işlerde çalışmaktadır. Tüm OECD ülkelerinde bu oranın 15,3
olduğu düşünülürse Güney Kore’deki oranın epey yüksek olduğu görülür.
Ülkede
her yıl sekiz bin tavukçu kepenk kapatmaktadır. Bu koşullarda birçok işçi, kıt
kanaat geçinmek için çaba sarf etmekte, aile işleri çoğunlukla insanları ağır
borç yükü altına sokmakta, bu da insanları ümitsizliğe sürüklemektedir. Parazit filminin
anlattığı iki ailenin hayatı binlerce Korelinin hayatıdır ve tüm bu hayatlar
aynı ümitsizlikle yüklüdür. Geun-sae örneğinde bu ümitsizlik, insanı yeraltına
savurup atmıştır.
“Saygı”
Kazanmak
Kim
ailesinin babası Ki-taek, Parkların evindeki gizli odada saklanmak zorunda
kalınca gözü dönmüş, aklını kaçırmış Geun-sae’nin Bay Park’a şükranlarını
sunmayı tuhaf bir ayine dönüştürdüğünü görür. Geun-sae, Bay Park’ın “Yılın
CEO’su” olduğunu söyleyen bir finans dergisinden kopartılmış bir sayfanın
karşısında durmakta, “ev ve yemek verdiği için” ona teşekkürlerini iletmekte,
ardından da “Saygı!” diye bağırmaktadır. Gördükleri karşısında şaşkına dönen
Ki-taek, “bunu her gün mü yapıyorsun?” diye sorar. Sorunun ardından Ki-taek,
Geun-sae’nin odadaki ışığı açıp kapayarak Park ailesine mors alfabesiyle her
gün mesaj gönderdiğini anlar. Geun-sae’nin çilesi ile kendi çilesi arasındaki
benzerliği göremeyen Ki-taek şu soruyu sorar: “Böyle bir yerde nasıl yaşıyorsun?
Bundan sonra ne yapacaksın? Bir planın yok mu?”
Teşekkürlerin
sunulduğu, zenginlerin “cömertliği” karşısında hak edilmemiş minnettarlığın
dile getirildiği sahneler film boyunca yinelenir. Tüm Kim ailesi evde çalışmaya
başlayınca Ki-taek akşam yemeklerini yerken ailesine, “Büyük Bay Park’a
minnettarlığımızı sunmak için ona dua edelim” der ve ailesine maaş verdiği için
ona teşekkür eder.
Filmdeki
işçi sınıfına mensup karakterler, geç dönem kapitalizmin mantığını
içselleştirmiş kişilerdir. Bu mantık uyarınca Kim ailesi üyeleri türünden
insanlar, yoksulluğu ahlaki kusurlarının bir sonucu olarak görmekte, onu sömürü
ve kalıcılaşmış güvencesizlik üzerine kurulu sistemin bir sonucu olarak
değerlendirmemektedir. Parazit filminde bu mantık, karşımıza bodrumda
yaşayan insanların zenginlere karşı gösterdikleri, hiç hak edilmemiş “saygı”
olarak çıkmakta, bu yaklaşımsa yoksulların birbirlerini tanımasına ve dayanışma
ilişkisi dâhilinde güç bulmasına mani olmaktadır.
Kazanmak
İçin Plan Yap
Muhteşem
bir film olmanın yanında Parazit, bir yandan da ekonomik adalet
meselesine ışık tutmak suretiyle kendisine ciddi bir seyirci kitlesi
bulmaktadır. Adaletsizlik, tam da Kim ailesinin yarı yarıya yerin altında olan
dairelerinde tüm çıplaklığı ile yansımaktadır. Gerilimli bir sahnede küçük
Park, ailenin şoförünün, bakıcının ve iki öğretmenin aynı şekilde koktuklarını
söyler. Bu koku, esasen küflü ve nemli evlerinin kıyafetlere sinmesinin bir
sonucudur. Filmin perdede seyircisiyle buluşması ardından birçok makalede,
tweette ve Facebook mesajında yarı yarıya yerin altında olan evin Seul’de
yaşayan yoksulların müşterek tecrübesine ait bir simge olduğu söylenmiştir. Bu
tecrübe, zenginliğin ve imkânların ortasına doğmuş kişilerin yabancı oldukları
bir olgudur.
Yönetmenin
kapitalizm koşullarında yaşanan hayata dair eleştirisini bu denli yıkıcı kılan
şeyse onun eşitsizliklerin altını çizmekle yetinmeyip, genel mânâda
neoliberalizm koşullarında işçilerin maruz kaldıkları ahlakî çöküntüyü tasvir
etmesidir. Yoksulluğun tuzağına düşmüş olan Kim ailesi, sürekli iş ve beleş
Wi-Fi peşinde koşmakta, suda kaynatılmış bezlerin kokusu yoksulun etine
işlemektedir. Bu insanlar, saygı duyulacak bir hayat hikâyesi yaşayabilmek için
yeni planlar hazırlamaya mecburdurlar.
Öte
yandan Park ailesinin hayatı ise istikrar ve süreklilik demektir. Bu insanlar,
ünlü bir mimarın tasarladığı tarihî bir evde yaşamakta, misafirleriyle
sohbetlerinde bu konuyu sürekli, mağrur bir ifadeyle dile getirmektedir. Park
ailesi, akşamları birlikte vakit geçirme denilen lüksün keyfini çıkartmakta,
doğum günlerini kutlamak için hafta sonları tatile çıkabilmektedir.
Oysa
ülkede iş güvenliği daha iyi sağlansa, Kim ailesi türünden milyonlarca Güney
Koreli işçi, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmaz. Ülke, güçlü ve gurur
verici bir işçi hareketine sahipse de Güney Kore, iş kanununu kaleme alacak
solcu bir hükümete hiçbir vakit sahip olamamıştır. Mevcut başkan Moon Jae-in’in
kampanyasının başında dile getirdiği vaatlere rağmen bugüne dek hiçbir adım
atılmamıştır. Bu sebeple işçiler, ayın sonunu getirebilmek için bugün hâlâ
birkaç işte çalışmaya devam etmektedir.
Bong
Joon Ho’nun filmi, Güney Kore toplumuna sirayet eden, neoliberal kültürün
üzerinde durduğu, işçilere tüm ekonomik sorumluluğu üstlenmeyi tavsiye eden ama
bir yandan da onları, kapitalizm hayatlarını altüst ettiğinde saygıyı ve
insanlığı hak etmeyen varlıklar olarak damgalayan özgüven anlayışını ustalıkla
alaya almaktadır. Ki-taek’in iddiasına göre neoliberal yapılanma sonrası ülkede
yaşanan hayata dair yapılacak tek teşhis, “plansız olmak”tır. İşçilerin
yalnızlaşıp atomize oldukları, önlerine bir plan koyamadıkları, kendilerini
güvende ve emniyette hissedemedikleri, hayatları için bir anlam ve amaç
belirleyemedikleri koşullarda en hayırlısı, plan yapmamaktır. Nihayetinde
bazıları, gidişata ancak ani ve sert tepkilerle cevap geliştirebilmektedir.
Film,
düşük gelirli insanların yaşadıkları mahallelerde kontrolsüz biçimde süren
soylulaştırma çalışmalarının, canlandırma girişimlerinin, hava kirliliğinin,
artan gıda ve barınma fiyatlarının ve iş güvensizliğinin gençler arasında
ihanete uğramışlık hissine yol açtığı Güney Kore’de olumlu karşılandı. Eylül
2019’da yapılan bir çalışmada alt orta sınıfın yüzde 23’ü hayat kalitelerinin
iyileşeceği konusunda iyimser olduğunu dile getiriyor.
Bu
bağlamda Güney Koreli seyircilerin bireylere “planınız olsun” denilip istikrar
konusunda açık bir yol sunulmadığı koşullardaki riyakârlığı hemen görmesi gayet
doğal. Parazit filmi, kendi ülkesindeki seyirciler gibi Batı’daki
seyircilere de Seul’deki koşulların dünya genelinde insanların tecrübe
ettikleri koşullardan çok uzak olmadıklarını gayet iyi gösteriyor.
Max Balhorn
29 Kasım 2019
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Eileen Jones, “You Have to See Parasite”, 06 Kasım 2019, Jacobin.
[2]
Brian X. Chen, “Parasit”, 18 Ekim 2019, NYT.
[3]
Scott Mendelson, “Parasite Review”, 9 Ekim 2019, Forbes.
[4]
Hoai-Tran Bui, “Bong Joon-Ho”, 2 Kasım 2019, Slashfilm.
[5]
“Seoul Ranks as 7th Most Expensive City in the World”, 23 Mart 2019, YNA.
[6]
Jung Min-Ho, “Seoul Has Most Expensive Groceries in Asya”, 18 Eylül 2019, KT.
[7]
Greg Sharzer, “After Choi-gate”, 06.12.2016, Jacobin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder