1949’da
Şah’a karşı düzenlenen suikast, krizle, gösterilerle, sıkıyönetimlerle yüklü
uzun bir dönemin fitilini ateşledi. 1950’de Şah, Ali Razmara’yı başbakan atadı
ama Razmara halktan destek gören bir isim değildi. Herkes onun İngiliz yanlısı
olduğuna inanıyordu. Ayrıca asker kökenli oluşu, Şah’ın otuzlarda babasının
destek verdiği militarist, otokratik yönetim tarzına geri dönüleceğine dair
endişeleri körükledi.
Aynı
dönemde, sonrasında Milli Cephe adını alacak olan, milletvekillerinden oluşan
geniş bir koalisyon kuruldu. Başını Musaddık’ın çektiği bu ittifak,
petrolün millileştirilmesi talebi etrafında örgütlendi. Ayrıca Muhammed Musaddık’ın Tude
ile anlaşma sağlayacağına inanılmaktaydı. Şah’ın hükümeti bu süreçte, petrol
imtiyazı ile ilgili şartlarda revizyona gidilmesi konusunda İngiltere-İran
Petrol Şirketi ile müzakerelere başladı ama şirket, dünyanın başka yerlerinde
petrol anlaşmalarında kural hâline gelmiş olan, kârların yarı yarıya bölünmesi
fikrini hemen kabule yanaşmadı.
Milli
Cephe ve petrolün millileştirilmesine dönük talebi, 1950’deki meclis
seçimlerinde daha fazla destek buldu. Mart 1951’de Razmara, daha önce
Kasravi’yi öldüren aynı İslamî örgüt tarafından öldürüldü. Böylece ülkede
halktan en fazla destek gören isim olarak Musaddık’ın başbakan olması
kaçınılmaz hâle geldi.
Musaddık,
1951 yılında yetmişine merdiven dayamıştı. Soyu Kaçarlara dayanan Musaddık,
Paris ve İsviçre’de eğitim gördü, doktorasını hukuk alanında tamamladı. 1919’da
İngiltere-İran Anlaşması’nı protesto ederek ülkeden ayrılan Musaddık, Rıza
Şah’ın iktidara gelmesine karşı çıktı, bu sebeple hapse atıldı. İsmi kırklarda
daha fazla duyulur oldu.
Tüm
hayatını İran’ın milli bütünlüğüne ve anayasal yönetime adayan Musaddık’ın
liderliğinde meclis, 15 Mart 1951 günü İran petrolünü millileştirme kararı
aldı. 28 Nisan’da aynı meclis Musaddık’ı başbakan yaptı.
Gelgelelim
millileştirme, İngiliz teknisyenlerin Huzistan’daki petrol tesislerini terk
etmesi ve İngiliz hükümetinin abluka kararı alması sebebiyle ciddi bir açmaza
yol açtı. Petrol ihracı imkânsızlaştı. Milli gelire katkı vermek şöyle dursun,
petrol tesislerinin bakımı ve petrol işçilerinin maaşları önemli bir yük hâline
geldi, sonuçta zaman içerisinde borcun artmasına, ekonomik sorunların
derinleşmesine sebep oldu. Musaddık, kredi alma umuduyla ABD’ye gitti ama bu
isteği geri çevrildi. ABD, petrol şirketleri İran petrollerine yönelik boykota
katıldı. ABD hükümetinin asıl endişesi, petrolü millileştirme hareketinde
komünistlerin önemli bir yere sahip olması ile ilgiliydi (bu süreçte grevlere
ve gösterilere Tude öncülük etmişti).
Bugünden
bakıldığında, millileştirme kararını farklı toplumsal sınıfların ve farklı
görüşlerden kişilerin memnuniyetle karşıladığı koşullarda ABD’nin aldığı
konumun tuhaf olduğunu söylemek lazım. Millileştirme hareketi açıktan İngiliz
karşıtı idi. İçinde bazı isimler tümden Batı’ya karşıydı. O dönemde, bilhassa
Eisenhower’ın başa geçtiği, Senatör Joe McCarthy’nin öne çıktığı koşullarda,
Sovyet desteğini arkasına almış gizli bir komünist hareketin sürece müdahale
etmiş olması, millileştirme hareketini tümden lanetlemek için yeterli
görülüyordu.
Yaşanan
ekonomik güçlüklere ve ABD’den yardım alamayacağını anlamasına karşın Musaddık
başbakanlığa devam etti. Mecliste ve ülke genelinde gördük destek varlığını
sürdürdü. Ama Milli Cephe koalisyonu içerisindeki farklı unsurlar arasındaki
gerilimler Tude’nin gücünü ortaya koymasıyla birlikte giderek daha da arttı.
Bu
süreçte hükümet, toprak ağaları ile köylüler arasındaki ilişkileri köylüler
lehine olacak şekilde değiştirecek tedbirlere başvurdu, yeni reformları gündeme
getirdi. Musaddık, arkasındaki desteği şahlık rejiminin gücünü sınırlandırmak
için kullandı.
1952
yazında Musaddık, mevcut huzursuzlukla başa çıkabilmek için savaş bakanını
atama hakkını almak isteyince Şah bu isteğe karşı çıktı. Bunun üzerine Musaddık
istifa etti. Yerine geçen isim, petrolle ilgili ihtilafı çözüme kavuşturmak
için hemen İngilizlerle müzakerelere başladı. Bunun üzerine ülke genelinde
Tude’nin önemli bir rol üstlendiği gösteriler düzenlendi. Şah yelkenleri suya
indirdi ve Musaddık’ı tekrar başbakan olarak atadı. Musaddık da göreve gelir
gelmez, yılın sonunda Britanya ile tüm diplomatik ilişkileri kesti. Bu dönemde
Musaddık’tan kurtulmak için darbe tezgâhlamaya başlayan Britanya, bu darbede
ABD’nin kendisiyle işbirliğine gitmesi için çalışmalar yürüttü.
Nihayetinde
Ağustos 1953’te plan yürürlüğe girdi: buna göre Musaddık görevinden alınacak,
yerine ateşli bir şah yanlısı olan General Zahidi geçecekti. Ama bu tezgâh
işlemedi. Musaddık, muhtemelen Tude üzerinden darbeyi öğrendi ve komplonun önü
alındı. Şah ülkeden kaçtı, ülkede şah karşıtı ayaklanma patlak verdi.
Musaddık’ın emriyle polis ve asker isyanları kontrol altına aldı, bu hamle
başarılı oldu ama Tude gibi Musaddık’a destek veren güçler ondan uzaklaştılar.
İki gün sonra, 19 Ağustos’ta bu sefer Musaddık aleyhine gösteriler düzenlenince
destekçileri geride durdular.
Bu
gösteriye pazardan bir isim olan ve eskiden Milli Cephe’ye bağlı iken karşı
tarafa geçen Ayetullah Ebu’l Kasım Kaşani destekçilere katıldı. Gösteride aynı
zamanda darbe faaliyetine Ajax Operasyonu adını veren CIA’in para verdiği
kişiler de yer aldı.
Güney
Tahran’da faal olan yeraltı dünyasının birçok şaibeli ismi bu sürece dâhil
oldu. “Beyinsiz Şaban” olarak anılan Şaban Caferi Bimokh gibi isimler Musaddık
karşıtı çalışmalara katıldı.[1] Gösterilerin ardından Musaddık tutuklandı.
Kontrol, ordu ve Zahidi’ye geçti. Şah ülkeye geri döndü. Musaddık askerî
mahkemede ihanet suçlamasıyla yargılandı, fakat onun 1967’de ölene dek ev
hapsinde yaşamasına izin verildi.
Muhtemelen
Musaddık’ın hataları olmasaydı darbe olmazdı. Tabii darbenin asıl sebebi,
İngiliz Gizli Haber Alma Servisi’nin ve CIA’in müdahaleleriydi.[2] Darbenin
hikâyesi hiçbir zaman tam olarak öğrenilemedi. Buna karşın İranlılar bu iki
istihbarat kuruluşunu suçladılar. İran’da olan biten her şeyin arkasında dış
güçleri arayan komplocu yaklaşım bu düzlemde güçlendi. Sonrasında
dillendirilecek onlarca komplo teorisi bu dönemin hikâyesinden beslendi. Farklı
ideolojilerden, sınıflardan ve dinî kesimlerden insanlar, Musaddık’ı milli
kahraman hâline getirdiler.
Darbe
başka açılardan da önemli bir gelişmeydi. Darbe sayesinde ABD İran’ın ana
müttefiki, Pehlevi rejiminin koruyucusu hâline geldi. Sovyetler’i kuşatma
amacına bu sayede ulaşılmış oldu. Ama öte yandan eski iktidarlara alternatif
olarak görülen ABD o eski büyüsünü yitirdi. Darbenin önemi süreç içerisinde
azaldı. Uzun süre İranlılar, Amerikalıların İngilizlerce kandırıldığına
inandılar. Daha doğrusu böyle olmuş olmasını umut ettiler. ABD’nin savunduğu
değerlere dönük destek bu düzlemde sürdü. Ama gene de ABD artık beyaz atlı
prens değildi.
Bu
süreci 1870’lerde işleyen süreçle kıyaslamak mümkündür. O dönemde İngilizler,
İran’ı ortak olarak görmek yerine Britanya’nın çıkarlarına hizmet eden bir araç
olarak değerlendiriyorlardı. Uzun vadede önceki yüzyılda İngilizlerin attığı
adımlarda olduğu gibi Musaddık’ın görevden alınması, ABD’nin çıkarlarına o
dönemde tahayyül edilemeyecek ölçüde zarar verdi.
1951–1953
arası dönemde yaşanan olaylar bir yandan da birçok İranlıyı genç şahtan
uzaklaştırdı. Takip eden dönemde halk desteği giderek azaldı. Öte yandan İran
petrolünün millileştirilmesi için verilen mücadelenin sahip olduğu önem, İran
dışında, tüm Ortadoğu’da hissedildi. Genel kabule göre bu olay, Mısır’da başa
geçen Abdunnasır’ın düşünce yapısını önemli ölçüde değiştirdi. Musaddık’ın
ardından Nasır, Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdi.
İran’da
yaşanan ve bölgedeki süreci değiştirecek son olay bu darbeden ibaret değildi.
Musaddık
döneminde birçok genç, siyaset ve değişim ihtimali konusunda bilinçlendi. Çok
az şeyi savunan, birçok şeye karşı çıkan bir isim olarak Celâl Ali Ahmed
1923’te Tahran’da doğdu. Kasravi’yi okuyan Ahmed dinî kariyerine başladı ama
sonra Halil Maliki’nin etkisiyle Marksist oldu. 1937’de Rıza Şah’ın tutukladığı
örgütün üyelerinden biriydi.
Uzun
vadede Ahmed, Maliki gibi, Tude’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet
çizgisine girmesine karşı çıktı. Musaddık’a destek verdi ama devrildikten sonra
siyasete sırtını döndü. Kasravi gibi o da klasik İran edebiyatıyla ilgilenmeye
başladı. Sıradan insanların gündelik hayatta kullandığı Farsçaya yaslanan bir
yazım tarzını benimsedi.
En
fazla etkili olan görüşü ise garbzadegi idi. Çoğunlukla “Batı
ile ağulanmış” veya “Batı hastalığına tutulmuş” olarak tercüme edilen bu kelime
Ahmed’in 1962 tarihli kitabına isim oldu.
Kitapta
Ahmed, Batı’nın fikirlerinin hiç eleştirilmeden savunulmasını, kabul edilmesini
ve okullarda öğretilmesini eleştirmekteydi. Ona göre bu eğitimin sonucunda ne
gerçek mânâda İranlı ne de tam olarak Batılı olan bir kültür ve halk meydana
getirilmekteydi.
Kitapta
Mevlânâ’nın bir hikâyesini aktarıyordu: Bir karga, tüm zarafetiyle yürümekte
olan bir keklik görür. Onu taklit etmeye çalışan karga onun gibi yürüyemez,
sonuçta da karga gibi yürümeyi de unutur ama sonuçta keklik gibi yürümeyi de
başaramaz.
Öncesinde
Hidayet gibi dini hakir gören, onu alaya alan Celâl Ali Ahmed, zamanla daha da
dindarlaşır. Ama birçok mollada görülen batıl inanç merakını ve içi boş
gelenekçiliği eleştirir. Bu isimleri “mezarlık bekçisi” olarak niteler.
Sonraki
çalışmalarında petrol gelirlerinin ithal edilen saçma sapan ürünlere harcanması
üzerinde durur. Eski kuşakların hayal bile edemeyeceği şeylere sahip olan
insanlar, zamanla Rıza Şah’ın suni bir şekilde ürettiği, icat ettiği tarihsel
mirasa bağlanmışlardır. Bu miras, zamanla Pehlevi rejiminin temel dayanağı
hâline gelir.
Ahmed,
Batı modernizminin İran edebiyatına zevksiz kimi sapkınlıkları ve
kuralsızlıkları kattığını söyler ama bir yandan da bu edebiyatın sahip olduğu o
İranî sesi muhafaza ettiği üzerinde durur. Sartre ve Camus’yü Farsçaya tercüme
eden Ahmed’de görülen entelektüel sadakate ve hakiki bir yoldan yaşama çabasına
sonraki süreçte kimse sahip çıkmaz.
Ahmed
1969’da vefat eder. Dönemin bir kahramanı olarak görülen Ahmed’in imajı, eşi
Simin Danişvar’ın öldükten sonra kendisini evli kaldıkları süre boyunca huysuz
ve bencil bir insan olarak tanıdığına dair sözleri üzerinden bir miktar
zedelenir.
Celâl
Ali Ahmed, kendi çağdaşı olan İranlı aydınları ve onun ölümünden sonra öne
çıkan birçok ismi etkilemiş önemli bir isimdir.[3]
Michael Axworthy
[Kaynak:
A History of Iran: Empire of the Mind, Basic Books, 2010, s. 235-239.]
Dipnotlar:
[1] Moin, Baqer. Khomeini: Life of the Ayatollah, Londra: I. B. Tauris,
1999, s. 105.
[2]
Keddie, Nikki. Modern Iran: Roots and the Results of Revolution, New
Haven, Ct: Yale University Press, s. 130; Daryuş Bayandor’un darbeyle ilgili
yeni kitabı kapsamında yaptığı araştırmalara göre gizli servislerin oynadığı
rol sanıldığının aksine mollaların ve pazarın oynadığı rolden daha az.
[3]
Mottahedeh, Roy. The Mantle of the Prophet, Harmondsworth, UK: Penguin,
1987, s. 287–323; Yayına Hz.: George Morrison, History of Persian
Literature from the Beginnings of the Islamic Period to the Present Day (Leiden,
UK: Brill Academic Publishers, 1981), s. 201–202 (Kadkani); Simin Danişvar’ın
ifşaatı konusunda bkz. Talattof, Kamran. The Politics of Writing in Iran: A
History of Modern Persian Literature, Siraküza, NY: Syracuse University, s.
160.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder