Muhammed
İkbal, “Lenin Allah’ın Huzurunda” isimli şiirinde, öldükten sonra dirilen
Lenin’i Allah’ın huzuruna çıkartır. Dünyada iken sahip olduğu görüşler
konusunda eleştirilerini dile getirdikten sonra Lenin, konuşmasının devamında
geride bıraktığı dünyaya dair bir tarif sunar ve Allah’a dünyanın gidişatıyla
ilgili bazı sorular sorar.
İkbal’in
şiiri dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Lenin, hayatta iken yanlış
yaptığını kabul eder, yanlışından bahseder ve ardından da o hatanın gerisindeki
sebeplere dair eleştirisini dillendirir:
Tüm gök kubbe, altındaki ervah ile
Senin ayetindir.
O capcanlı hakikat ve hayat
Senin mevcudiyetindir.
Varolup olmadığına
Ben nasıl karar veririm?
Aklın ürettiği fikirler ki sürekli değişir.
Gökbilimciler yıldızlara bakar,
Biyologlar bitkileri inceler.
Ezeli tabiatın gerçekliğine dair
İkisi de bilgisizdir.
Baktım ki dine ait uydurulmuş masallar
Dediğim şeyler gerçekmiş.
Biz insanlar gece ve gündüzün
döngüsünde mahpusmuşuz.
Sensin zamanın yaratıcısı, cümle mahlûkatın efendisi.[1]
İkbal’ın aktardığı biçimiyle, Lenin’in dünyada iken yaptığı en
büyük yanlış, Allah’ın varlığını görememiş olmasıdır. Ama artık bu yanlışının
farkındadır çünkü o, gök kubbenin ve onun altındaki her şeyin yüzünün Allah’a
dönük olduğunu bilmektedir, onlar Allah’ın ayetleridir. Şiirde açıktan ifade
edilmese de diğer bir önemli husus da Lenin’in dünyada iken ölümden sonra
hayatı bizatihi tecrübe edeceği hususunun üzerinde hiç durmamış olmasıdır.
Bu şiirden anladığımız kadarıyla Muhammed İkbal, Lenin’den oldukça
farklı bir yolu yürümektedir. Lenin’in felsefesi tepeden tırnağa ateisttir,
zira o, Marx’ın materyalist ateizmine bağlıdır ve bu felsefe, Tanrı’yı insanî
ihtiyaçların bir yansıması ve mitlerin temel aldığı konuya dair idealler olarak
görür.[2] Lenin’e Allah’ın varolduğunu söyletmek suretiyle İkbal, esasen
Lenin’in sosyalizmini ateist dayanaklar temelinde, gerçeklik konusunda kafası
karışık olduğu için eleştirir ve onun capcanlı hakikati ve hayatı redde tabi
tuttuğunu söyler.
“İnsanın Tanrı’yı allak bullak olmuş ve yabancılaşmış hayatının
bir yansıması olarak yarattığı dünya düzenini tersyüz eden” esasen din
değildir[3] Bilâkis, İkbal’e göre bu suçu asıl, insanı Allah’a, nihai
gerçekliğe yabancılaştıran ateizmi benimsemek suretiyle Lenin’in sosyalizmi
işlemektedir. Şiirde Lenin bu suçunu ikrar etmektedir.
Hatasını yiğitçe kabul ettikten sonra Lenin, şiirin ikinci
bölümünde, Allah’tan en zor soruyu sormak için izin ister:
İzninle Sana bir soru sormak isterim,
Bu soru ki tüm felsefecilerin cevaplayamadığı sorudur.
Bu sema altında yaşadığım süre boyunca
Bu soru beynimi kemirip durdu.
Önce kusura bakma:
Bazı sorular ruhu şahlandırır
O vakit sohbetin adabına uymaz insan.
Nerede bulacağız
Sana ibadet eden fanileri?
Onlar yeryüzünde yaşayan
Ölülerin arasında mıdır?
Doğu’da tapılan ilah, beyaz Avrupalıdır,
Batı’da tapılan ilahsa parlak bir metaldir.[4]
Bu soru, hem cüretkâr hem de çok basit bir sorudur. Dünyada yaşar
iken Lenin, birçok insanın Tanrı’nın varolduğunu söylediğini işitmiştir. Bu
konuda çok şey işitmiş olsa da Lenin, O’na gerçekten ibadet eden tek bir kişi
bile görmemiştir. Doğu’da yaşayan insanlar için en yüce ideal, Beyaz
Avrupalı’dır. Onlar, büyük bir hevesle kendi kültürlerini ve geleneklerini Batı
kültürü lehine terk etmektedirler. Batı’daki insanlarsa parlak metallere
tapmaktadır. İkbal’in diğer şiirlerinde olduğu gibi bu şiirinde de “parlak
metal”in altın veya gümüş sikkeyi mi yoksa makineleri mi ifade ettiği sorusunun
cevabını okura bırakmaktadır. Esasında dünyada tapılan ilahlar, Lenin’in
hakkında çok şey işittiği Tek Tanrı’dan çok farklıdır. Yaşadığı süre boyunca
ona elem veren ve ciddi bir kafa karışıklığına yol açan, esasen bu ilahlardır.
Dünyada tapılan ilâhlar, gerçekte modern Batı’dan ayrı ele
alınamayacağından Lenin, şiirin üçüncü bölümünde, kendisinin geride bıraktığı
Batı kültürünün farklı yönlerini tarif eder:
Batı’da fazla parlaklık, ilim ve zarafet var.
Bunlar karanlık hayatın karşısında neye yarar.
Mimari görkemi, itibarı ve verdiği hizmetle
Bankalar kiliseleri geride bırakır.
Ekonomik faaliyet dedikleri
Barbut atmaktan ibarettir.
Birinin çıkarı başkalarının ölümüdür.
Bu bilim, bu felsefe, bu araştırma ve siyaset
İnsanın kanını emer ama
Bir yandan da eşitlik vaaz eder.
Bu işsizlik, bu sefahat, bu sarhoşluk ve israf
Batı medeniyetinin eseri değil midir?
İlhamını maneviyattan almayan bir millet
O azametiyle buharın ve elektriğin sınırlarına tabidir.
Makinenin hâkimiyeti kalbin ölümü demektir,
İmal edilmiş aletler
İnsanda iyiliğe dair tüm duyguları boğar.[5]
Burada Lenin, geride bıraktığı dünyanın maddi koşullarını tarif
etmektedir. Üzerinde durduğu dünyevi koşullar arasında en sorunlu olanlarının
ekonomik koşullar olması, gayet doğaldır. Ama burada asıl konuşan, İkbal’in
Lenin’idir, bu sebeple, öncelikle söze kulak vermek lazımdır. Örneğin Lenin’in
ağzından konuşan İkbal, temelde finans kapitalizmini eleştirmektedir. Buradan,
onun Lenin’in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1999 [1917])
isimli kitabını okuduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bu metinde Lenin, Batı
kapitalizminin niteliğinin yirminci yüzyıla girerken değiştiğini ifade
etmektedir. Ürettiği malları ihraç etme aşamasından sermaye ihracı aşamasına
geçildiği, yurtdışında yapılan yatırımların korunması için askerî ve idarî bir
yığın kaynağın tahsis edildiği üzerinde durulmaktadır.[6] Bu dönemde rekabetin
yerini devlete hâkim olmada önemli bir rol üstlenen büyük bankalar eliyle
tekelci yapılar almıştır. Bankalar, devlete baskı uygulayarak sömürgelerin
sömürülmesi için adım atılmasını sağlamış, böylelikle güneydeki yoksul
ülkelerde mamuller için pazarlar ve ucuz kaynakları güvence altına almak
suretiyle kâr etme yoluna gidilmiştir.[7] Dolayısıyla İkbal’in Lenin
aracılığıyla finans kapitalizmini eleştirmesi asla şaşırtıcı değildir. Burada
İkbal, bu şiirinde Lenin’den farklı bir şey söylememektedir. Arada hiçbir fark
yoktur.
İkbal, Lenin’in finans kapitalizmi eleştirisini alır, ama bu
eleştiriyi İslam’a bağlılık temelinde dile getirir. İkbal, finansal çıkarlar
sebebiyle milyonlarca insanın öldüğünden bahseder. Bu noktada mevcut finansal
sisteme ait kurumsal yapıya Lenin’in çok fazla ağırlık vermediğini belirtmek
gerekir. Lenin, daha çok tekelci sermayenin güçlendirilmesine ve kamu
siyasetinin biçimlendirilmesine odaklanmaktadır. İkbal ise Kur’an’da faizin
yasaklanması sebebiyle finans kapitalizminin bu yönüne odaklanır. Âlimler, faiz
almanın kâfirlik olduğunu söylerler. Bu yaklaşım üzerinden faizcilere karşı
Allah ve Peygamberi adına savaşılması gerektiği üzerinde durulur.[8]
Dolayısıyla, İkbal’in kapitalizm eleştirisi, ekonomik ve materyalist
eleştirinin ötesine geçer. Ondaki eleştiri, dinî-ahlâkî bir eleştiridir ve
temelde tevhid geleneğine dayanır.
İkbal’in eleştirisindeki dinî ve ahlâkî boyut önemlidir. Bu önem,
şiirin bu kısmının son iki dizesinde aktarılmaktadır. Söz konusu dizelerde
insanlığa ait kültürün sanayileşmesi ve mekanikleşmesi eleştirilir. Burada
İkbal, Lenin’in komünist ütopya için gerekli ürünleri elde etmede teknolojiye
biçtiği olumlu rol üzerinde duran materyalist görüşlerinden kopar. Scott’ın da
ifade ettiği biçimiyle, Lenin’in Taylorizmin ilkeleri temelinde işleyen
fabrikalarla bir sorunu yoktur ve esasen Taylorizmi savunmaktadır.[9] Şiire
bakıldığında, tek mesele tekelci kapitalizm değil, endüstriyel teknolojisiyle
birlikte, kapitalizmin tüm o karmaşık yapısıdır.
Adas’ın da ifade ettiği biçimiyle, insanların daha önce tanık
olmadığı hızda ürünler üreten ve büyülü bir şeymiş gibi görünen Batı’ya ait
teknolojiler, emperyalizm tarafından Batı’nın aklının ve bilgisinin
üstünlüğünün ve güneydeki bilgi anlayışlarının geri kalmışlığının bir ispatı
olarak görülmektedir.[10] Batı’da bu türden makineleri yapabilme becerisi,
ilerleme ve medeniyet olarak takdim edilmektedir. Batı’nın bu türden
becerileriyle medeniyet ve ilerleme düzleminde sivrildiği üzerinde
durulmaktadır. Bu noktada Michael Adas kitabında, bu mekanistik-materyalist
Batı ideolojisini izah etmek için “insanlığın ölçüsü olarak makineler”
ifadesine başvurmaktadır.
Makineleri ve endüstriyel teknolojiyi eleştirmek suretiyle İkbal,
bu özel emperyalist ideolojiye karşı direnmek gerektiğini söyler. Makineleri
“kalbin ölümü” olarak tarif eden İkbal, okurlarına (öncelikle Hindistan’da ve
başka yerlerde yaşayan sömürge Müslümanlarına) makineleri değil, kalbi önemli
gören Kur’anî öğretileri anımsatır.[11]
Tasavvuf geleneğinde görüldüğü biçimiyle, ayetler, geleneksel
İslam’ın öğretildiği temel kanaldır. Bu öğretilerde kalp, basit mânâda
maddi/fizikî bir organ değil, ayrıca ahlakî bilincin ve manevî farkındalığın
merkezidir.[12] Sufilere göre kalbin ölümü, onun fizikî ölümünü değil, manevî
ölümünü ifade eder. Sonuçta bu öğretilerde asıl mesele, kalbi açgözlülük gibi
ahlakî ve manevi kirlerden azade kılmaktır.[13] İnsanın tartılacağı ölçütü
temin eden, fizik ve madde ötesi olan kalptir. Bu anlayışa göre insanları
birbirinden ayıran şey cinsiyet, ırk veya sınıf değil, kalbin ahlakî ve manevi
açıdan içinde bulunduğu durum, yani Takva’dır (Takva, dindarlık veya Allah
bilinci olarak tercüme edilir).[14]
Şiirin son kısmında Lenin, dünyadan ayrıldığında değişim
rüzgârlarını hissetmeye başladığından söz eder:
Nihayet yaklaşan değişim rüzgârı değdi tenime,
Allah’ın iradesi şeytanî planlarını bozguna uğratacak.
Meyhanenin temelleri sarsılmaya başladı bile.
Batının seçkinleri endişeli, kara kara düşünüyorlar.
O nur, yüzlerini kızartıyor bir bir.
Bu kızarıklık ya sürdükleri aldan,
Ya da içtikleri meyden.
Sen Efendimizsin,
Adaletin gösterir kendisini her demden.
Çile yüklü emekçinin her bir saati.
Soruyor, ne vakit yıkılacak sermayenin düzeni?
Allahım, cümle âlem senin hükmünü bekliyor.[15]
Şiir, Lenin’in daha önce sorduğu soru kadar zor bir soruyla sona
eriyor. O, gerçeklikle sahada yaşanan belirli olgular arasında çelişkinin
bulunduğundan söz ediyor. Gerçek, Allah’ın hem efendi hem de âdil olması.
Sahadaki olgu ise sermayenin düzeni. İnsanları yoksullaştıran, onlara ızdırap
çektiren ve zulmeden o.
Beyaz Avrupalı’nın Doğu’nun ilahı, parlak metalin ise Batı’nın
ilahı olması, Allah’ın gerçekliğinin görülmemesine, tanınmamasına neden oluyor,
kitlelerin çektiği çile, Allah’ın gücünü ve adaletini sorgulanır kılıyor. Şiir
sonunda, sahadaki olgular değişmezse Allah’ın gerçekliğinin (en iyi hâliyle)
karanlıkta kalacağını ve görülmeyeceğini söylüyor.
Ferzad Rafi Han
Basit Bilal Koşul
2011
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Iqbal, Muhammad (2001). Kulliyat-e-Iqbal—Urdu. Karaçi: Fazli Sons.
s. 532.
[2] Bell, Emma (2008) “Towards a Critical Spirituality of
Organization”, Culture and Organization 14(3): s. 293–307.
[3] Bell, Emma (2008), a.g.e., s. 296.
[4] Iqbal, Muhammad (2001), a.g.e., s. 532–533.
[5] Iqbal, Muhammad (2001), a.g.e., s. 533–534.
[6] Harding, Neil (1998) “V.I. Lenin”. Yayına Hz.: R. Benewick ve
P. Green, The Routledge Dictionary of Twentieth-Century Political Thinkers
içinde, s. xv, Londra; New York, NY: Routledge.
[7] Fuchs, Christian (2010) “Critical Globalization Studies and
the New Imperialism”, Critical Sociology 36(6): s. 839–67.
[8] El Diwany, Tarek (2003) The Problem with Interest.
Londra: Kreatoc Ltd.
[9] Scott, James C. (1998) Seeing Like a State. New Haven,
CT: Yale University Press.
[10] Adas, Michael (1990) Machines as the Measure of Men:
Science, Technology, and Ideologies of Western Dominance: Ithaca, NY:
Cornell University Press.
[11] Yusuf, Hamza (2004) Purification of the Heart: Signs,
Symptoms and Cures of the Spiritual Diseases of the Heart. Şikago, IL:
Starlatch Press.
[12] Al-Ghazali, Abu Hamid Muhammad (2005) Al-Ghazali’s Letter
to a Disciple (Çeviri: T. Mayer.). Cambridge: Islamic Texts Society.
[13] Yusuf, Hamza (2004), a.g.e.
[14] Al-Ghazali, Abu Hamid Muhammad (2005), a.g.e.
[15] Iqbal, Muhammad (2001), a.g.e., s. 534.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder