Birleşik
Devletler’de, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Güney Asya’da ve başka yerlerde
gerillaları, sanatçıları ve aydınları etkileyen bir isim olarak Frantz Fanon
süreç içerisinde, ABD ve Avrupa’nın elindeki güce karşı tüm Üçüncü Dünya’nın
sergilediği haklı öfkeyle eşanlamlı bir isim hâline geldi. Fanon, sadece
Cezayir’deki sömürgecilik karşıtı hareketle bağlantılı olması değil ayrıca
devrimci şiddet, ulusal kurtuluş ve Üçüncü Dünya ile dayanışmanın teorisyeni ve
bu alanlara dair düşüncelerin sesi olması sebebiyle de ciddi bir etkiye sahip.
Fanon’un
sömürgeci hâkimiyet, silâhlı mücadele ve enternasyonalizm konusunda yaptığı
analizler ve aldığı konumlar ile milliyetçi seçkinlere yönelik nefreti, onun
Üçüncü Dünya genelinde ve ABD’de birçok insan tarafından önemsenmesine neden
oldu. Siyah İktidarı hareketine mensup olup Malcolm X’in gölgesinde büyüyen,
onu takip eden dönemde yetişen insanlar Fanon’da çok şey buldular. Zira yeni
gelişen Kara Panter Partisi, Stokely Carmichael’ın “Siyah İktidarı” çağrısından
etkilenip o çağrıdan ilham aldı, ayrıca Üçüncü Dünya ve sömürgecilik,
siyahların çilesini yorumlama noktasında bir mercek olarak kullanılmaya devam
etti. Kara Panter Partisi’ni en çok Malcolm X, Kwame Nkrumah, Mao Zedung, Che
Guevara ve Fidel Castro’daki enternasyonalizm etkiledi. Ama partinin siyahların
kurtuluşu görüşünün oluşumunda en belirgin rolü Frantz Fanon’un fikirleri
oynadı.
Kathleen
Cleaver’ın da tespit ettiği biçimiyle, partinin görüşüne göre ABD’deki siyahlar
“sömürge halklar”dan farksızdı. Bu kanaat üzerinden Eldridge Cleaver,
beyazların sömürgeci ülke, siyahların sömürge olduğu, “topluluk emperyalizminin
mağdurları” hâline geldikleri düşüncesine ulaştı. Söz konusu görüşe bağlı
olarak Fanon’un sömürge analizi ve sömürgeciliğin ortadan kaldırılmasına
yönelik olarak sunduğu çözüm, Siyah İktidarı hareketi üzerinde ciddi bir etkiye
sahip oldu. Fanon’un sömürge ülkede yerli halkla sömürgeci arasında oluşan
ayrıma dair analizi, siyahların yaşadıkları şartları kapsayacak şekilde
genişletildi ve bu noktada ülke genelinde siyahların gettolarda hapsoldukları
gerçeği üzerinde duruldu. Fanon’a göre sömürgeler, ırk temelinde ayrıştırılmış
yerlerdi: “Buralarda sebep sonuçtu; beyaz olduğunuz için zengin oluyorsunuz,
zengin olduğunuz için beyazsınız.”[1]
Daha
fazla üzerinde durulan husus ise Fanon’un sömürgeci hâkimiyete son vermek için
sunduğu reçete idi. Ona göre şiddet, sömürgecilerin uyguladıkları kontrolle
alakalı projenin doğasında mündemiçti ve o projenin her yanına sinmişti. Bu
noktada yerli, onurunu kazanmak için şiddete başvurmak zorundaydı. Sömürgecilik
karşıtı isyanın tüm dünyayı kasıp kavurduğu dönemde Fanon’un okuduğu şiddete
dair şiir, o isyanı varoluşsal ve ahlakî açıdan onaylamakta, hatta tüm o
ayaklanmaların Avrupa ve ABD’de varlığını sürdüren o büyük devrimci hareketin
parçası olduğu iddiasında bulunmaktaydı.
Vietnam,
Küba ve Kongo’daki mücadelelerin yanında Cezayirlilerin Fransız sömürgeciliğine
karşı ortaya koydukları direniş ile Fanon’un çalışmaları, ellilerde,
altmışlarda ve yetmişlerin başında birbirinden farklı çizgideki eylemciler,
eleştirmenler, sanatçılar vs. tarafından siyah ve Üçüncü Dünya bilinci
yörüngesinde yan yana geldi. Fransızların yenilmesinden ve Évian Anlaşması’nın
1962’de savaşa resmen son vermesinden hemen sonra Cezayir, ABD’deki siyah
eylemcilere ve sanatçılara, ayrıca Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş
mücadelelerine, gerilla savaşlarına ve ayaklanmalara ideolojik, maddi ve
diplomatik destek sundu. Bu süreçte Cezayir, dünyanın farklı yerlerinden gelen
devrimcilerin buluştukları bir kavşak olarak iş gördü. Devrimci yazar ve
düşünür Amilcar Cabral bu dönemde şu sözü sarf ediyordu: “Elinize bir kalem
alıp şu notu düşün: Hac vazifelerini yerine getirmek için Müslümanlar Mekke’ye,
Hristiyanlara Vatikan’a, ulusal kurtuluş hareketleri ise Cezayir’e
giderler!”[2]
Cezayir,
altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Siyah İktidarı hareketi içerisinde
önemli ve görünür bir rol oynadı. Fransızlara karşı verilen mücadele,
siyahların politik kültüründe çok önceden karşılık bulmuş bir olguydu. Negro
Digest (sonrasında Black World) dergisinin ünlü yayın yönetmeni Hoyt
Fuller, ellilerin sonunda Cezayir’e gitti ve Fransızlara karşı isyanın merkezi
hâline gelmiş olan Casbah’ı ziyaret ettikten sonra, “ABD’de siyahlar ile
Cezayirliler aynı savaşı veriyorlar” dedi. Öte yandan Cynthia Young’ın
aktardığına göre, altmışların başında kaleme aldığı etkili yazıları üzerinden
devrimci siyahlar arasında önemli bir sima hâline gelen Harold Cruse, İkinci
Dünya Savaşı esnasında bir süre Cezayir’de kaldı. Cruse, Cezayir’de geçirdiği
günlerin, Fransızlarla Cezayirliler arasındaki sömürgecilik ilişkisine tanık
olmasının ardından devrimci sol çizgiye evrildi.[3]
Ayrıca
William Gardner Smith, 1963 tarihli The Stone Face romanında ABD’deki
Jim Crow yasalarından ve ırkçılıktan kaçıp Paris’e giden Simeon Brown’ın
deneyimlerini aktarmaktaydı. İlk başta Fransa konusunda nahif bir yaklaşıma
sahip olan Brown, burada ırklardan azade bir ütopyanın yaşandığına inanıyordu.
Bir süre sonra Brown, Fransa’da Cezayirlilere ırkçılık yapıldığını gördü.
Romanda Fransa’da yaşayan Cezayirliler ABD’deki siyahlar gibi resmedilmekte, bu
durumda Paris’teki Amerikalı siyahlar beyazların yerini almaktaydı. Smith, Ekim
1961’de Cezayirlilerin katledildiği, kendisinin bizzat tanık olduğu Papon
Katliamı’nı romanın arka planına yerleştirdi ve buradan da Brown’ın sömürgeci
şiddet karşısında Cezayirlilere sunduğu desteği dile döktü. Romanda aktarıldığı
biçimiyle katliam sonrasında Brown, kendisini “Amerikalı Cezayirli” olarak
nitelendiren bir kişi olarak ABD’ye dönüp siyahlar için dövüşmeye karar
veriyordu.
Cezayir
ve Fransa’nın sömürgeci savaşı konusunda diğer bir yorum da James Baldwin’e
ait. Birçok kez Paris’e gitmiş olan Baldwin, Fransa’da Amerikalı bir siyah
olarak yaşanan varoluşsal krizleri ele aldı. Paris’te Cezayirlilere yönelik
şiddeti ve kötü muameleyi ele alan Baldwin, bu insanların tutuklandığından,
işkenceye tabi tutulduklarından ve kent dışındaki kamplara atıldıklarından
bahsetmekteydi. Ekim 1961’de Paris’te yaşanan Papon Katliamı’nda Cezayirlilerin
kaybedildiklerini, öldürüldüklerini, Seine Nehri’ne atıldıklarını anlattı:
“Cezayir, Fransa’da
iktidar onun Fransız olduğuna karar verdiği ölçüde Fransa’ya aittir. Cezayir,
Avrupalı güçler onu haritaya yerleştirdiği noktada varolabiliyor ancak.
Haritayı çizense adalet değil güç. Cezayirliler, Fransa ile adalet değil, kendi
kaderlerini tayin etme yetkisi için mücadele ediyorlar.”[4]
Cezayir’in
ilk cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bella’nın ABD ziyareti de önemli bir gelişme. Bu
olay, İslam Milleti’nin çıkarttığı Muhammad Speaks gazetesi gibi
Siyahlara ait birçok gazetede manşetten verildi. Bu ziyaret esnasında Martin
Luther King Jr. cumhurbaşkanı ile bir araya geldi. King’in aktarımına göre “Ben
Bella, ayrımcılığın sebep olduğu haksızlıklarla sömürgeciliğin yol açtığı
haksızlıklar arasında doğrudan ilişki bulunduğunu” söyledi, King ise ABD ve
başka ülkelerde verilen ayrımcılık karşıtı mücadele ile sömürgecilik karşıtı
mücadelenin Jim Crow denilen şiddet ile sömürgecilikteki ırkçılığı sonlandırmak
amacıyla tüm dünya genelinde verilen mücadelenin parçası olduğuna dair
tespitini aktardı. Ardından King, New York Amsterdam News isimli,
siyahlar tarafından çıkartılan gazetede “Ben Bella ile Sohbetim” isimli bir
yazı kaleme aldı. O yazıda King, “Cezayirlilerin sömürgeciliğe karşı verdiği
savaş ile siyahların ayrımcılığa karşı verdiği savaşın ortak bir mücadele
olduğunu” söylüyordu.[5]
Cezayir’deki
direnişten birçok kez bahseden isimlerden biri de Malcolm X. Cezayir’e yaptığı
ziyaretleri ve Ben Bella ile yaptığı toplantıları aktaran Malcolm X, ünlü
“Halka Mesaj” başlıklı konuşmasında Cezayir’den bahsetti. En etkili konuşmayı
ise muhtemelen 1964’te New York’ta düzenlenen Militan Emek Forumu’nda yapmıştı:
Burada Malcolm, Cezayir, Harlem ve ABD’deki diğer siyah gettoları arasında
bağlar kuruyordu.
“Cezayir bir polis
devletidir. İşgal altındaki her bir toprakta esas hâkim olan, polis devletidir.
Bu, Harlem için de geçerlidir. Harlem polis devletidir. Harlem’de polis işgal
gücüdür, işgal ordusudur. […] Cezayir’de halkı, Cezayir’in o asil halkını sırtlarındaki
sülüklerden kurtulmak için gerekli olan terörist taktiklere başvurmaya iten
koşulların aynısı, her bir siyah mahallesinde mevcuttur.”[6]
ABD’de
hüküm süren siyahların kurtuluşu mücadelelerinin ötesinde Cezayir’e ilhamını
esas olarak Fidel Castro’nun devrimi verdi. Castro ile Che devrimi dünya
geneline yayma çabası içine girdikçe Küba da anti-emperyalist mücadelenin
sıçrama tahtası hâline geldi. Küba Haiti’ye, Dominik Cumhuriyeti’ne,
Guatemala’ya, Panama’ya sonrasında Mozambik’e, Etiyopya’ya ve Angola’ya
savaşçılar gönderdi. Fransa’ya karşı verdiği kurtuluş savaşı esnasında Cezayir
kendisini “Afrika’nın Küba’sı” olarak gördü, dönem için sembolik anlama sahip
olan enternasyonalizm ruhu dâhilinde kıta genelinde süren milliyetçi
mücadelelere destek verdi. Cezayirlilerin diplomatik ilişkiler kurduğu Gana ve
Gine ile işbirliği içerisinde olan FLN bağımsızlıklarına kavuşmasalar da bazı
Afrikalı hareketlere yardım etti. Cezayir’in Gana’ya gönderdiği heyetin içinde
yer alan Fanon orada şunları söyledi:
“Afrika sömürgecilikle
savaşıyor ve zafer için sabırsızlanıyor! […] Özgürlük mücadelemiz dâhilinde
biz, emperyalistlerin sinirini eylem hatta şiddet yoluyla zıplatacak planları
yürürlüğe koymalıyız.”[7]
Üçüncü
Dünya ile dayanışma ilişkileri kuran Fanon, o dönemde bir yandan da FLN’nin
yayın organı Mücahid gazetesinde yazılar yazdı. O yazılardan birinde
Cezayir’in Sahra’ya Kara Afrika ile Kuzey Afrika arasındaki bağı kurmakla
ilgili o tarihsel rolü üstlenerek geri dönmesi gerektiğini” söylüyordu.[8] 1960
yılında kurtuluş savaşının ivmelendiği dönemde Cezayir Kamerun, Kongo, Senegal,
Fildişi Sahilleri, Mali, Fas, Tunus ve Nijer gibi Afrika genelinde ulusal
kurtuluş mücadelesi veren ülkelere maddi, diplomatik ve politik destek sunuyor,
öte yandan Kenya, Rodezya (bugünün Zimbabwe’si), Angola ve ırk ayrımcılığının
hüküm sürdüğü Güney Afrika’daki isyancı örgütlerle ittifaklar kuruyordu.
Bir
yıl içerisinde Cezayir, Nkrumah ve Touré gibi isimlerle birlikte panafrikacı
radikalizmin somutluk kazanması için çaba sarf ettikçe Fas’ta, Tunus’ta ve
Mali’de bulunan Cezayirlilere ait eğitim kampları, sömürgeciliğe karşı mücadele
veren gerilla örgütlerinin ve devrimcilerin buluştuğu yerler hâline geldiler.
Bu panafrikacı proje, 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını kazanması sonrası
biçimlenmeye devam etti.[9]
Hapse
atılmazdan önce Nelson Mandela, Güney Afrika’daki ırk ayrımcı rejime karşı
mücadelede şiddet dışı sivil itaatsizlik temelli çalışmaları eleştirdikten
sonra, gerilla savaşı üzerine çalışmalar yürüttü ve Cezayirli FLN
savaşçılarının eğitimlerine katıldı.
Che,
Cezayir’de düzenlenen bir toplantıda konuşma yaptı ve orada, “özgürlüğün en
güçlü başkentlerinden biri olan Cezayir’den başka çok az yerde yapılabilirdi bu
açıklamalar. Bağımsızlık için çekilen çilelerin eğittiği o muhteşem Cezayir
halkı bugün, yoldaş Ahmed Ben Bella’nın başını çektiği partisinin kararlı
liderliğinde, dünya emperyalizmine karşı mücadele eden bizlere ilham kaynağı
olarak hizmet veriyor” dedi.[10]
Sonrasında
liderliğini Kwame Nkrumah’ın yaptığı Afrika Birliği Teşkilâtı, 1969 yılında
düzenlenecek ilk Panafrikan Kültürü Festivali’ne Cezayir’in ev sahipliği
yapacağını açıkladı. William Klein’ın çektiği muhteşem belgesel Cezayir
Panafrikan Festivali (1969) filminde aktarıldığı biçimiyle festivale yeni
bağımsız olmuş otuz Afrika ülkesinden, ayrıca Angola Halkının Kurtuluş
Hareketi, Gine ve Yeşil Burun’un Bağımsızlığı İçin Afrika Partisi, Namibya’yı
temsilen Güneybatı Afrika Halkı Örgütü, Mozambik Kurtuluş Cephesi, Güney Afrika
Ulusal Kongresi ve ABD’den Kara Panter Partisi gibi kurtuluş mücadelelerine
mensup yüzlerce delege ve temsilci katıldı. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde
geliştirdiği fikirler, festivalin ideolojik zeminini teşkil etmekteydi.
Özellikle Fanon’un Avrupa’dan ayrı bir öznelliğin oluşturulmasında kültürün
rolüne dair yürüttüğü tartışmanın önemli ölçüde karşılık bulduğu festival,
“Afrika kültürü ya devrimci olacak ya da hiç olmayacak!” sözünü temel alıyordu.
Festivale
ABD’den şair Haki Madhubuti (Don Lee), caz müzisyeni Archie Shepp, şarkıcı Nina
Simone, Kara Panter kültür bakanı Emory Douglas ve yurtdışından birçok yazar,
sanatçı, ressam ve müzisyen katıldı. Kara Panter Partisi’nin sürgündeki
liderlerinden Stokely Carmichael ve eşi şarkıcı Miriam Makeba, sürgün hayatı
yaşadıkları Güney Afrika’dan gelip festivalde yerlerini aldı. Burada Eldridge
Cleaver, ABD’deki baskılar sonucu sürgün hayatını tercih edeceğini, bu noktada
Cezayir’e yerleşeceğini söyledi. William Klein’ın etkileyici belgeseli Kara
Panter Eldridge Cleaver’da (1970) Cleaver’ın Cezayir’deki gezilerini,
ayrıca dünya genelinde birçok devrimciyle yaptığı görüşmeleri aktarıyor,
buradan Filistin, Vietnam, Brezilya, ABD, Kanada ve çeşitli Afrika kurtuluş
hareketlerinden devrimcilerin ve isyancıların bir araya geldiği kavşak noktası
olarak Cezayir’e dair bir bakış sunuyordu.
Cezayir,
Kara Panter Partisi’nin ilk Uluslararası Seksiyon’nun faaliyet sahası hâline
geldi ve ABD’deki siyahların kurtuluş mücadelesini dünya genelinde Üçüncü
Dünya’da kurtuluş mücadelesi veren ülkelere bağlayan bir zemin olarak
kullanıldı. Kathleen Cleaver’ın “Amerikan Devrimi’nin Büyükelçiliği” olarak
nitelenen bu Uluslararası Seksiyon, varlığını dört yıl sürdürdü. 1973’te bu
seksiyon, Cezayir’de istikrarsızlığın iyice derinleşmesiyle kapatıldı.
Varolduğu süre boyunca seksiyon, tıpkı Malcolm’ın birkaç yıl önce Kahire’de
Afrika Birliği Teşkilâtı’nda yaptığı gibi, Kara Panter Partisi’nin diğer Üçüncü
Dünya devrimcilerine ve siyahların devrim hareketine uluslararası destek
sağlaması için gerekli alanı açtı.[11]
Dünya
genelinde farklı içerik ve biçimlerde yürütülen mücadelelere damgasını vuran
anti-emperyalist militanlık, ilhamını esas olarak Cezayir kurtuluş savaşından
ve onun devrimci teorisyeni Frantz Fanon’dan aldı. İlgili dönem, dünyanın
yoksul ülkelerinin boyunlarına geçirdiği boyundurukları daha da sıkmak isteyen
ABD ve Avrupa’daki intikamcı yaklaşıma karşı bir kale işlevi gören yeni
ulusötesi ittifakların kurulmasını talep etti. Bu dönemde siyaset alanı gibi,
sanat, kültür, bilhassa sinema alanı da isyancı değerlerin tahakkümü altına
girdi.
Süheyl Devletzai
[Kaynak:
Fifty Years of The Battle of Algiers: Past as Prologue,
University of Minnesota Press, 2016.]
Dipnotlar:
[1] Sohail Daulatzai, Black Star, Crescent Moon: The Muslim
International and Black Freedom beyond America, University of Minnesota
Press, 2012, s. 51.
[2]
Olivier Hadouchi, “‘African Culture Will Be Revolutionary or Will Not Be’:
William Klein’s Film of the First Pan-African Festival of Algiers (1969),” Third
Text, Yıl 25, Sayı. 1 (2011): s. 117.
[3]
A.g.e. Ayrıca bkz. Cynthia A. Young, Soul Power: Culture, Radicalism,
and the Making of a U.S. Third World Left (Durham, N.C.: Duke University
Press, 2006).
[4]
James Baldwin, No Name in the Street (1972; repr., New York: Vintage
Books, 2007), s. 44.
[5]
Martin Luther King Jr., aktaran: Daulatzai, Black Star, Crescent Moon,
s. 55.
[6]
Malcolm X, akt.: A.g.e.
[7]
Frantz Fanon, akt.: Jeffrey James Byrne, Mecca of Revolution: Algeria,
Decolonization, and the Third World Order (New York: Oxford University
Press, 2016), s. 70.
[8]
A.g.e.
[9]
A.g.e.
[10]
Daulatzai, Black Star, Crescent Moon, s. 52.
[11]
A.g.e., s. 53.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder