“[…]
‘Kendine sahip çık’ düsturu, ateistlerin kurtuluş için önerdikleri
yöntem olarak, mevcut bağlamda yasaklanmıştır.”[1]
Frantz
Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri isimli çalışmasında çiğneyip
yutulması güç olan bir
demir leblebi çıkar karşımıza. Bu, İslam ve Cezayir’deki sömürgecilik
karşıtı gelenektir. Fanon, çalışma boyunca bu geleneği dolaylı da olsa
sürekli anar ve metheder. Hatta
Fanon’un sömürgecilik
sistemleri konusunda verdiği ölüm fermanı, esasında onun bu sömürgecilik
karşıtı gelenekle kurduğu temasın bir ürünüdür. Ama öte yandan Fanon söz konusu geleneği anar, yalnız geleneğin kaynağını
belirtmez. Direniş
eylemlerini izah eden Fanon, Cezayirli köylülerin kültüründen övgüyle söz
eder ama o kültürün taşıdığı ismi hiç anmaz ve sömürgecilik
karşıtı İslamî direniş geleneğinden hiç bahsetmez. Bunun yerine Fanon,
direnişin başarıyla sürdürülmesini örgütlenme ve
kendiliğindenlikle ilişkilendirir.
Örgütlenme
bağlamında
Marksist devrim teorisi üzerinde
durulur ve Cezayirli köylülerin sömürgecilik
karşıtı dürtüsel tepkilerinin kendiliğinden sergilendiğinden bahsedilir. Kendiliğindenlikle örgütlenme pratiğinin oluşturduğu bu bileşke, Fanon’daki devrim teorisinin ana niteliğini teşkil eder.
Bu teori, sömürgecilik sistemlerinin omurgasının tam da
bu bileşke sayesinde kırılabildiğini söyler.
Bu
makalede ise Fanon’un devrim teorisini dayandırdığı kendiliğindenliğin o
kadar kendiliğinden olmadığı üzerinde
durulmaktadır.
Kitaptaki “Kendiliğindenlik: Sahip Olduğu Güçlü ve Zayıf Yanları” isimli bölümü dikkatle okuduğumuzda Fanon’un köylülerin
kendiliğindenliği
konusunda verdiği örneklerin tamamının Fanon’un kitabı yazdığı dönemde ülke genelinde hüküm süren sömürgecilik
karşıtı İslamî geleneğe ait olduğu görülür. Fanon, bu geleneğin İslamî kökenlerini
geri plana atmak suretiyle, sömürgecilik karşıtı geleneği içgüdüsel ve
kendiliğinden patlamalar olarak takdim etme imkânı bulur.
Cezayir
bağlamında
kendiliğindenlik ve örgütlenme kategorileri, İslam’a yönelik tüm atıflar silindiği noktada belirginleşme imkânı bulur. Kendiliğindenlik ve örgütlenmeden ziyade Yeryüzünün Lanetlileri, biri
Marksist diğeri İslamî olan iki
örgütlenme
sisteminin oluşturduğu bileşke üzerinde durur.
Cezayirli
Köylüleri Devrimci Yapan Nedir?
Cezayir
devrimi ile ilgili Marksist çalışmalar, köylü sınıfının
devrimin merkezî bileşeni hâline nasıl geldiği sorusunu ele almış, cevabı bulma noktasında epey zorluk çekmişlerdir. Proletaryanın yok sayılıp bunun
yerine köylülerin
harekete geçirildiği Cezayir devrimi, kitabî Marksizmden ve devrim
teorisinden bir kopuşu temsil
eder.
Karl
Marx, bir sınıf olarak köylülüğe devrim
davasında çok az önem atfeder. Esasında Marx, köylülerin
muhafazakâr ve
devrimci bilinç
konusunda eksik olduklarını düşünür. Birçok antropolog ve sosyal bilimci
ise köylülüğü toplumsal değişimin ve
devrimin önündeki bir engel olarak görür.
Bilimsel sosyalizm de köylülüğü
muhafazakâr bir sınıf olarak
tanımlar.
Örneğin Marie Perinbam’a göre köylülerin
toprağa ve köy kültürüne bağlı oluşları, onların bırakalım devrimi, herhangi bir toplumsal
değişimi bile
kabullenmesine mani olur.[2] Vietnamlı eleştirmen Nguyen Nghe, köylülerin
devrimci bir bilince asla sahip olamayacağını söyler ve argümanını şu
tespitle destekler: “Yoksul köylülerin içerisinde en yetenekli unsurları şehirlerden
gelen militanlar arayıp
bulurlar, onları eğitip örgütlerler; köylülük, ancak uzun bir politik çalışma sürecinin
ardından harekete geçirilebilir.” Ayrıca Nghe,
Fanon’un köylülerin doğaları gereği devrimci olmadıklarını
anlayamadığını söyler.[3]
Fanon
gibi bir devrimcinin geleneksel devrim teorisinin duygusal, kabilelere has ve
gerici görüp küçümsediği bir sınıfı yüceltmesine
sebep olan nedir?
Fanon’u
savunan eleştirmenler, bu noktada
Cezayir’de işçi sınıfının çok küçük bir azınlığı oluşturduğunu söylemektedir. Bu konuda Fanon ise
işçi sınıfının “nüfusun yüzde birinden azını teşkil eden küçük bir azınlık” olduğundan bahsetmektedir.
Eleştirmenler, bir yandan da sömürge ülkelerde proletaryanın en avantajlı sınıf olduğunu söylerler.
Yerli halkın geri
kalan kısmından
farklı olarak proletarya sömürge
ekonomisinin ayrılmaz parçasıdır.
Fanon,
bu bağlamda “yoldan çıkmış milliyetçiler”e önemli bir
rol atfeder. Bu gençler,
Messali Hacı’nın eski milliyetçi partisinden kopup Ulusal
Kurtuluş Cephesi’ni (FLN)
kurarlar.[4] Sonrasında köylere giderek kurtuluş savaşını başlatıp sürdürmek için gerekli halk desteğini orada bulurlar. Fanon’u savunan eleştirmenlere göre bu
yoldan sapmış gençler,
devrim yolunu planlama, köylüleri eğitme ve onların tüm enerjisini devrim davasına kanalize etme görevini üstlenirler.[5] Bu anlamda FLN
liderlerinin köylülerle birlikte çalışmaktan başka bir seçeneği
bulunmamaktadır.
Cezayirli aydınlar ve
partileri, bağımsızlıkla değil, asimile olmakla ilgilidirler. Komünist Parti, Cezayir’in geleceğinin sosyalist Fransa’nın eyaleti
hâline geldiğinde daha iyi olacağına
inanmaktadır. Tüm bu olguların da ortaya koyduğu biçimiyle, sömürgeciliğe karşı koyma ve onu ülkeden söküp atma
fikrini en fazla köylüler benimsemişlerdir.
Perinbam’ın
ifadesiyle, 1830-1879 arası dönemde Fransızlara itiraz eden kesimlerin büyük
bir bölümü köy kökenlidir.
Peki
bu köylülerin devrim çağrısına seçkinlerden ve politik
partilerinden daha fazla olumlu cevap vermelerini sağlayan nedir?
Fanon
gibi Perinbam da sömürge ülkelerde köylülerin devrimci vasıflara sahip olduğunu düşünmektedir:
“Batı’daki köylülerden
farklı olarak Üçüncü Dünya’nın köylü kitleleri, devrim çağrısına her zaman olumlu cevap vermişlerdir.”[6]
Ama
Perinbam, bu noktada somut bir delil ortaya koymaz. Sadece Cezayirli köylülerin
kendilerine sığınan savaşçıları hiçbir zaman
yüzüstü bırakmadığından söz eder. Köylülerdeki cömertlik ve diğergamlık, onları peşinde silâhlı adamların bulunduğu insanı eve alıp sorgusuz sualsiz korumaya
mecbur etmektedir.
Fanon’un
sözlerini aktaran Perinbam, köylülerin “pratikte sömürge karşıtı olan hayat tarzından hiçbir zaman kopmadığını, gerçek köylünün sömürge karşıtı olduğunu” söyler. Yazar, bu noktada kırklarda ve ellilerde bile yaşamaya devam eden savaşçı kültüründen ve direniş geleneğinden
bahseder.[7] Perinbam’a göre “köylü
kendisini, adını koyamadığı bir his üzerinden, toplumu için harekete geçmeye mecbur hisseder.” Yazar devamında belirli tipte grup
dinamiklerinden bahseder, muhtelif koşulların köylüyü biçimlendirdiğini söyler ve içgüdüler sayesinde Cezayirli köylülerin sömürgecilere
karşı “kurt sürüsü” misali doğal bir tepki geliştirdiği üzerinde durur.[8]
Ama
yazar, bu dinamiğin niteliğini, köylüyü modern dönemin en şiddetli sömürgecilik karşıtı savaşının belkemiği hâline
getiren koşulları sorgulamaz. Perinbam, aynı zamanda on dokuzuncu yüzyıl süresince ayrıca kırklarda ve ellilerde diri kalan
direniş geleneğinin ve
savaşçı kültürünün niteliğini anlamaya da çalışmaz.
Öte
yandan Fanon’un köy denilen “rahme” geri dönen bir yirmi birinci yüzyıl romantiği olduğunu da söyleyemeyiz. Fanon, asil Bedeviler
ve köylü yaşam tarzına hayran
kalmış biri değildir. Cezayirli köylüler ve
buradaki tarımsal
hayat, Avrupa’daki
muadilleriyle karıştırılmamalıdır.
Bu
türden farklılıkların mevcut olmasına karşın Fanon’un destekçileri, Cezayir’deki köylüyü neyin devrimci yaptığını bir türlü
anlayamamıştır. Fanon’u eleştirenlerin de onu destekleyenlerin de aynı yöne işaret etmiş olmaları, gerçekten ilginç bir durumdur.
Bahsi
edilen makalesinin sonuna doğru
Perinbam, cihad kavramına üstünkörü değinir ve Müslüman köylülerin kısa sürede kavradığı bu anlayışla ilgili
olarak “1954-62 arası dönemde
cereyan eden savaş esnasında savaşçıların kutsal savaş verenler anlamında mücahid olarak anıldığından” söz
eder.[9]
Aynı
şekilde Fanon’u ve
Cezayir’i küçümseyici
ifadelerle andığı konuşmasında SSCB
Bilimler Akademisi Uluslararası İşçi
Hareketi Enstitüsü Direktörü T.
Timefeev de Fanon ve Cezayir’in kitabî Marksist yaklaşımdan uzak
durmalarını
onlardaki güçlü İslam
etkisiyle açıklar.[10]
Sömürgecilik,
İslam ve Cezayirliler
Cezayir
kırsalında on dokuzuncu yüzyıl genelinde Fransızlara yönelik olarak sergilenen
itiraz ve kırklarda-ellilerde canlı olan direniş geleneği ve savaşçılık, kültür, örgütlenme
hatta aldığı isim bağlamında tümüyle İslamîdir.
On
sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda Kuzey Afrika’da sömürgecilik karşıtı direnişe tarikatlar öncülük etmişlerdir. Örneğin Darkaviye Tarikatı 1783-1805 arası dönemde
Osmanlı’ya karşı ayaklanmış, bu
ayaklanma sonrasında
1805-1809 arası dönemde de devam etmiştir. Osmanlı’nın ağır saldırıları sonucu yenilen bu hareketin içerisindeki kabileler, Cezayir’in güneyindeki Medea bölgesine çekilmişlerdir. 1822-1827 arası dönemde
Ticaniye tarikatı Osmanlı’ya vergi ödememeye başlamış, Batı Cezayir’de askerî mücadeleye
girişmiştir.
Tarikat bu savaşta
yenilmiş, hareketin lideri Muhammed Kebir, diğer kabileleri ve tarikat üyelerini uyarma maksadıyla halkın gözü önünde kafası kesilerek idam edilmiştir.[11]
Fransızlar
ülkeyi işgal edince Cezayirliler sömürgecilik
karşıtı isyan sürecini iki yıl boyunca sürdürmeyi
bilmişlerdir. Başını Emir
Abdulkadir’in çektiği bu ayaklanma süreci de İslam sancağı altında ilerlemiştir. 1832-1848 arası dönemde
Abdulkadir Fransızları sahil şeridine sıkışıp kalmış, etrafı çevrili üç ayrı şehirde
hapsetmeyi başarmıştır. Ülkenin iç kısmında takipçilerinin saygı gösterdikleri,
şeriata dayalı bir İslam devleti kuran Abdulkadir, işgalcileri ülkeden süpürüp atma noktasında cihad ideolojisine başvurmuştur. İslam inancına ve
ahlakî ilkelere bağlı biri
olması sebebiyle dindarların saygısını kazanmış bir isim
olarak Abdulkadir, fıkıh eğitimi almış ve süreç içerisinde ulemanın desteğini görmüştür.
Abdulkadir,
Kadiriye tarikatı aracılığıyla zaviyeleri örgütler ve
gelişkin bir idare ile Fransızlara ile Osmanlı döneminde
tanık olunmamış, eşitlikçi bir
toplum meydana getirir. 27 Kasım 1832’de göreve geldiğinde yaptığı konuşmada, “İnşallah Müslümanlar
arasında ihtilafların oluşmasına mani
olur, yollarda güvenliği sağlar, ülkeyi istilacılara karşı korur,
adaleti ve hukuku hem güçlü hem de zayıf için tesis
ederim” der. Göreve başlama töreninde
MS. 627’de sahabenin Hz. Muhammed’e bağlılığını beyan
ettiği toplantı bir biçimde canlandırılır.[12]
On
dokuzuncu yüzyılda Afrika’nın kuzeyinde, doğusunda ve
batısında
benzer sömürgecilik
karşıtı ayaklanmalara tanıklık edilir.
Bu ayaklanmaların öncülüğünü genelde
tarikat üyeleri veya tarikat liderleri
yaparlar. Hacı Mukrani,
Şeyh Haddad ve Şeyh
Buamama, Abdulkadir’den sonra
Cezayir’de en fazla bilinen isimlerdir.
Somali’de İngilizlere
ve İtalyanlara karşı gerçekleştirilen ayaklanmaların başında
Abdullah Hasan vardır. Gine,
Senegal ve Mali’de cihada
Hacı Ömer Tall öncülük etmiştir; Libya’da Senusi
hareketinin kurucusu Muhammed Senusi İtalyanlara
karşı gerçekleştirilen direnişin başındaki
isimdir; Nijerya’daki
cihadın liderliğini Osman Fodyo, Fas’taki cihadın liderliğini ise Maal Aynayn üstlenmiştir. Bunlar, sömürgecilik karşıtı hareketlerin en fazla öne çıkan
isimlerinden bazılarıdır. Bu
insanların tamamı tarikat üyesidir ve büyük bir kısmı görüşlerini kaleme almıştır. Fikri açıdan bağımsız birer isim olarak bu insanlar,
cihad konusunda farklı görüşler geliştirmiş, birbirinden ayrı direniş yöntemlerine
başvurmuşlardır.[13]
Martin
Bradford’un da gösterdiği üzere bu hareketler, İslam dininin durağan olmadığının kanıtıdırlar. Bilâkis bu hareketler, İslamî diriliş ve yenilenme konusunda kendilerince bir yol
açmışlardır ve bu
yolda Peygamber’in
uygulamaları esas alınmıştır.
Söz
konusu hareketler yenildikten sonra bile İslamî ideoloji, sömürgecilik
karşıtı direnişte ve isyanlarda rol oynamayı bilmiştir. Bunun sebebi, İslam’ın diğer dinlerden farklı olarak kendisinin kurumsallaştırılmasına izin ve imkân vermemesidir. İktidara yakın oluşu, İslam âlimlerinin bağımsızlığına halel
getirmektedir. Ulema, bağımsızlığını yitirdiğinde kitleler peşine takılacak bağımsız ve hür âlimler
arayıp bulmuşlardır.
Bugün
Suudi Arabistan ve Mısır, İslamî muhalefeti gayrimeşru ilân etmek
amacıyla resmi İslam meydana getirdiğinde de benzer bir gelişmeye tanık
olunmaktadır. Bu türden programlara katılan âlimlerin kararları ve hükümleri
halk tarafından bir
biçimde sorgulanmaktadır. Böylesi bir durumda alt düzeyde bir âlim bile geniş kapsamlı bir
isyana öncülük edebilmektedir.
Fransızlar
ve İngilizler tarikatları pasifleştirmiş, bunları işbirlikçi kurumlar hâline getirmiş, bu tarikatların Avrupa
sömürgeciliğine destek olacak resmi İslam’ı
besleyeceği umuduna kapılmışlardır.
Cezayir’de Fransızlar kendilerinin “idari camiler” dedikleri camileri inşa etmişler, Hac
organizasyonları örgütlemeye
başlamışlardır. Fransızların atadıkları kadılar Fransız hukukunun ve Müslüman şeriatının melezlenmesinden oluşan yeni kanunları uygulamışlardır.[14] 1900 yılında E.
Doutte’nin de aktardığı kadarıyla Fransa, dervişleri kendi lehine kullanabileceğini düşünmüştür:
“İdari meselelerde dervişler bizim hizmetimizdeydi. Görebildiğimiz kadarıyla bu
insanlar, müritlerine
Allah adına farklı kesimlerden oluşan topluluğun
idaresi lehine kurallara uymalarını emretmektedir.”[15]
Tarikatların
pasifize edilmesine dönük adımlar, Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh gibi
isimlerin öncülük ettikleri İslamî reform hareketinin oluşmasını sağlamışlardır. Abduh, tarikatların fikri planda sergiledikleri kayıtsızlığı şiddetle
eleştirmiş, okul
sistemlerini modernize etmiş, sömürgecilik
karşıtı direniş fikrini desteklemiştir.
Otuzlar
itibarıyla her bir Müslüman ülkede reform hareketleri dikkate alınması gereken
bir güç hâline gelmiştir.
Cezayir’de reform hareketinin başını Ulema Birliği çekmektedir.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında
Cezayir’de yaşanan en önemli
politik gelişmenin Ulema Birliği’nin yürüttüğü eğitim ve kültür çalışmaları olduğunu söylersek
abartmış olmayız:
“Birliğin eğitim ve kültür çalışmaları olmasaydı, ellilerde bağımsız Cezayir hareketinin oluşması başka bir bahara kalırdı. Birlik üyelerinin Cezayir milliyetçiliği için gerekli kültürel
zemini oluşturmaya dönük
gayretleri olmasaydı, Cezayir
devrimi asla başarılı olamazdı.”[16]
On
dokuzuncu yüzyılın tarikatları ile yirminci yüzyılın reformcuları İslam tarihinin önemli
bileşenleridir. İdeolojik
muhafazakârlığın, kültürel ve
dinî anlamda yaşanan çürümenin veya yabancı güçlerin gerçekleştirdikleri işgallerin
karşısında İslam tarihi, politik ve kültürel
dirilişi teşvik eden
hareketlerin sahneye çıkışına tanıklık etmiştir.[17] Bu hareketler dinî hareketler değildirler. Bunlar, kriz veya tehdit durumunda İslam’ın
emirlerinin gerekli meşruiyeti
kazandırdıkları politik hareketlerdir.
Tarihçilerin
de teyit ettiği biçimiyle bu hareketlerin liderleri,
genelde öne çıkan
siyasetçiler, diplomatlar, pragmatik
devlet adamları, akıllı askerî stratejistler, hatta şair ve yazarlardır. Danziger, Abdulkadir’in “pragmatik
bir İslamî direniş lideri ve devlet kurucusu” olduğunu söylemektedir.[18]
Onun kurduğu devlet, dinî bir devlet değildir. Bürokraside
eğitimli kişiler
bulunmaktadır. Üstelik Fransızlar, Abdulkadir’i mağlup ettikten sonra o bürokrasiyi olduğu gibi muhafaza etmişlerdir.[19]
Pessah
Shinar ise Abdulkadir’i “devlet adamı, Arap şövalye, âlim, şair, idealist ve romantik bir insan, sofu ve
dindar bir kişilik, karizmatik bir savaşçı, gerektiğinde lider ve idareci” olarak tarif etmektedir.[20]
Politik İslam tarihi bu tür liderlerle doludur. Bu
liderler, zulmün, hoşnutsuzluğun, işgallerin hatta doğal felâketlerin
hüküm sürdüğü koşullarda, doğal olarak
meşruiyet kazanmaktadırlar.
Batı’daki
anlayışın aksine
Cezayirli köylüler, Fransız sömürgeciliğine bir tür kurt sürüsü gibi, içgüdüsel, bilinçaltına ait
reflekslerle isyan etmediler. İslam’ın toplumsal ve politik emirleri,
köylüleri ve şehirdeki kitleleri harekete geçirebilecek ölçüde hakiki
bir sömürgecilik
karşıtı ideolojinin meydana gelmesini sağladı. İslam bu ayaklanmaların geliştiği süreci hızlandırdı, o
ayaklanmaları örgütleyen
kurumlar için
gerekli zemini sağladı, ama ayrıca bu ayaklanmalar da politik ve
somut hedeflere dayanıyordu.
Batı’daki
anlayışın aksine
Cezayirli köylüler, okuma yazma bilmeyen bir
kitle de değildi. Sömürgecilik
dönemini çalışan akademisyenlerin aktardığı kadarıyla Fransızların ülkeye
geldiği 1830’larda
Cezayir’de okuryazar oranı, Fransa’daki düzeyin altındaydı.[21] Abdulkadir’in kurduğu zaviyeler insanlara okuma yazma öğretiyor,
fıkıh, kelam,
matematik, coğrafya ve astronomi eğitimi veriyorlardı. Birer cami olarak hizmet veren
bu kurumlar, bir yandan da tüm Arap dünyasının gelip
ziyaret ettiği ve eğitim aldığı eğitim merkezleri olarak hizmet vermekteydi.
Değişime karşı isteksiz
olmak şöyle
dursun Cezayirli Müslüman köylüler,
varoluşlarının değişime, işgalciyi topraklarından söküp atmalarına bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Fanon’un da ifade ettiği biçimiyle
milliyetçi partilerin Fransız cumhuriyetinde asimilasyon ve
yurttaş hakları peşinde koştuğu dönemde köylüler, işgalcinin bütünüyle
kovulması dışında hiçbir seçeneğin varlıklarını meşru kılmayacağını tüm
kalpleriyle biliyorlardı. Zalim sömürgeciliği içlerinde
barındırmalarını imkânsız hâle getirense onlardaki ilkel
köylü kültürü değil, İslam inancı idi.
Messali
Hacı, 2 Ağustos 1936 günü
Blum-Violette reformlarına destek
vermek için düzenlenen gösteriyi bağımsızlık yanlısı ilk büyük eyleme
dönüştürdüğünde aklında Kur’an ve İslam vardı.[22]
Yeryüzünün
Lanetlileri’nde İslam
Fanon,
Hristiyanlığı mahkûm ederken net ifadelere başvuran bir isimdi. Ona göre sömürgelerde
Hristiyanlık böcek ilâcından
farksızdı:
“Sömürgelerdeki kiliseler
beyazların, yabancıların kiliseleridir. Bu kilise, yerliyi Tanrı’nın yoluna değil zalim beyaz adamın yoluna çağırır. Bildiğimiz gibi bu kilise herkese seslenir ama çok azını seçip kucaklar.” (s. 42)
Ama
öte yandan Fanon’un İslam ile
ilgili tutumu ise o kadar net değildir.
Bir yandan laik bir devrimci olarak Cezayir devrimini sömürgecilik
karşıtı, laik bir köylü isyanı olarak anlar. Ama bir yandan da
FLN’nin yayın organı Mücahid’in yayın
yönetmenliğini yapar. Fanon’un o ayaklanmada destek olduğu insanlar, kendilerini mücahid olarak adlandırmış ve bir cihadın parçası olmuşlardır.
Gelgelelim
Fanon’da Hristiyanlığa yönelik olumsuz tavır İslam için geçerli değildir. Hatta Mücahid gazetesinin yayın
yönetmenliğini üstlenip temelde bir cihada
dayanan bir devrimi savunmakla onun sömürgeciye karşı yürütülen cihada destek verdiği söylenebilir.
Bir yandan da Fanon, İran’daki İslam devriminin ardındaki ana fikrî güç hâline gelecek olan Ali Şeriati’ye dinî ve mezhebi hususların Üçüncü Dünya’nın birliğine mani olacaklarına dair endişelerini iletir. Ama ayrıca Fanon, yeni ve eşitlikçi bir
toplumun oluşturulması ve kitlelerin özgürleştirilmesi noktasında İslam’ın muazzam
toplumsal ve düşünsel
kaynaklarını kullanması konusunda Şeriati’yi teşvik eder. Fanon, Tunus’taki Mücahid bürosundan Şeriati’ye yazdığı mektupta Şeriati’ye “Müslüman Doğu’nun bitap
düşmüş bedenine
bir ruh üflemelerini” söyler.[23]
Ayrıca Yeryüzünün Lanetlileri’nde
Fanon, ateist ideolojilerin Cezayir’deki durumu kavrama konusunda sahip
oldukları sınırların gayet net farkındadır: “Bu bağlamda ateist kurtuluş yöntemi
yasaklanmıştır.” (s. 47).
Gelgelelim
Fanon’un İslam’a yönelik
tutumu çetrefilli bir meseledir. Dikkatli
bir okur, Fanon’un İslam’ı doğrudan anmasa da bu dinle ilgili konulara sürekli atıfta bulunduğunu görür. Örneğin Fanon, “sömürgecilik
karşıtı mücadeleye
dair hafızanın köylerde epey canlı olduğunu” söyler, ama bu geleneğin on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda Müslüman
tarikatlar eliyle, işgale karşı yürütülen cihad adına harekete geçirilip örgütlendiğinden bahsetmez. Fanon, 12-13 yaşındaki köylü çocukların eski ayaklanmalara katılmış yaşlı insanların isimlerini ezbere bildiklerini
söyler. (s. 112). Ama bu noktada o
yaşlı insanların adlarının, Emir
Abdulkadir, Hacı Mukrani,
Şeyh Haddad veya Şeyh Buamama olduğundan bahsetmez.
Fanon,
“taşra insanı, bir bütün olarak
disiplinli ve fedakârdır” der (s.
112). Bir yerde köylülerin pratikte sömürgecilik
karşıtı olmayan bir hayat tarzına asla bağlanmadığından
bahseder (s. 138), bir yerde de köylülerin bireyselliklerini şu veya bu düzeyde sömürgecilerin
dayatmalarından
azade kılabildiklerini söyler. Ama bu hayat tarzının
pratikte nasıl sömürgecilik
karşıtı olabildiği üzerinde
durmaz.
Fanon,
Fransa’nın Cezayir’de talep ettiği
teslimiyeti tüm yönleriyle tarif eder. Esasen bu
teslimiyet, İslam’ı bütün olarak tahkir eden bir olgudur.
Zira İslam’da Allah’tan başka hiçbir güce teslim olunmaz. Aksi takdirde
imanın ilk şartı olan şehadet ihlal edilmiş olur. Medenileştirme
misyonunu üstlendiğini söyleyenler,
İslam’ı ilkel
bir din olarak damgalarlar ve İslam’ın dilini aşağılarlar, onu tarif ederken Şarabiya ifadesi
kullanır.[24] Dolayısıyla Arapça konuşup kendi
dinini eyleme dökmek
suretiyle Cezayirli, esasen medenileştirme
misyonunu ayaklar altına almış olur.
Arapçanın
ve Arap edebiyatının öğretildiği okulların tarikat
ayaklanmalarının merkezi hâline gelmiş olması asla
tesadüf değildir. Dolayısıyla ellilerde Cezayir’de yaşanan ayaklanma, Ulema Birliği’nin
otuzlarda yürüttüğü eğitim çalışması incelenmeden anlaşılamaz.
Fanon’un
sözünü ettiği “sömürgecilik karşıtı yaşam tarzı”, esasında her daim İslamî bir yaşam tarzıdır. Sömürgecilik
karşıtı geleneğe ait kahramanlar ve isimler pratikte ve örgütlenme düzeyinde ilhamlarını İslam’dan almışlardır. Bunlar, Kuzey Afrika kültürlerinde
herkesin bildiği gerçeklerdir. Sömürgecilik
tarihi de bunu söyler.
Fanon ise sömürgecilik karşıtı kültürü ve
geleneği Müslüman değil köylü kültürü olarak
niteler.
Fanon’u
yakından tanıyan Cezayirli militanların aktardığı kadarıyla Fanon, Cezayir direnişinin 1954 öncesinde
hayatın en önemli unsuru olduğunu öğrendiğinde çok şaşırmıştır.[25] Onun bu geleneği geç keşfetmiş olması, ilgili geleneği Yeryüzünün Lanetlileri isimli çalışmasında çok az ele almasına neden olmuştur. Şeriati’ye yazdığı mektupta ise Fanon, yirminci yüzyılın ilk yarısında Ulema
Birliği’nin,
kendi tabiriyle, “kültürel
direniş” temelli
bir çalışma yürüttüğünün farkında olduğunu ortaya koymaktadır. Fanon mektubunda Şeriati’ye, Müslüman âlimlere bütünüyle katılmasa da onların Fransızların kültürel sömürgeciliğine karşı yürütülen mücadeleye sundukları verimli katkıya saygı duyduğunu söyler.[26]
Mektuptan
anlaşıldığı kadarıyla Fanon, Ulema Birliği’nin çalışmalarını biliyorsa da bu malumat Cezayir’le ilgili çalışmalarında
kendisine pek yer bulmaz. Esasen Fanon kitaplarında Ulema
Birliği’nin çalışmalarından
bahseder ama İslamî niteliği üzerinde
durmaz ve çalışmaları doğrudan
Birlik’le ilişkilendirmez. Çarşaf gibi İslamî sembollerin ayaklanma taktikleri
dâhilinde nasıl kullanıldığından
bahsederken bile bu taktiklerin İslamî kaynaklarını anmaz ve
Ulema Birliği’nin bu taktiklerin geliştirilip uygulanmasında oynadığı role hiç değinmez.[27]
Fanon,
sömürgecilik karşıtı geleneğin köylüler arasında epey güçlü olduğunu söyler, ama
o gelenekteki İslamî yönlerin üzerinden atlar. Bu noktada “Fanon, İslamî gelenek
konusunda cahil miydi yoksa o geleneği görmezden gelmeyi mi seçti?” sorusu gündeme gelir.
Cezayirlilerin
dininden bahsederken “ağır bir dinî tören havası”ndan, “sahici ve müşterek bir
esriklik hâli”nden dem vurur ama İslam’ın adını ağzına almaz.
“Kardeşlik derneği” veya “mistik inanç kurumu” gibi başka dinlere ait kavramlara başvurur. Hatta Cezayir’deki köylerde hâkim olan manevi ortamı kilisedeki manevi ortama
benzetir: “Tüm bunlar akla, aynı anda hem kardeşlik derneğini, hem
kiliseyi hem de mistik inanç kurumunu
getirir.” (s. 132–133). Ama Fanon, bu geleneğin İslam gibi
bir ada sahip olduğundan hiç
söz etmez. Hatta bir yerde “köylüler, ayinlerinde eski ailelerin soyundan gelen
dinî liderlere saygılarını sunarlar” der (s. 136) ama bu kültürün,
uygulamaların, insanların ve dinî liderlerin Müslüman olduğundan bahsetmez.
Kitabın
adından başlayarak Fanon’un amacı, “yeryüzünün lanetlileri” hakkında konuşmaktır. Fanon,
yeryüzünün lanetlilerinin davasına ve mücadelelerine tutkuyla bağlı olan bir
isimdir. Ama Fanon, bu insanların sömürgecilik
karşıtı kültürlerinin İslamî,
kendilerinin de Müslüman olduğunu söyleyemez,
dolayısıyla bu sömürgecilik
karşıtı kültürü
kabilecilik ve ilkelcilik üzerinden
anlar. Köylüler sömürgeciliğe itiraz ederler çünkü onlarda “asil bir yabani kültür” bulunmaktadır. Bazen belirgin bir sürrealizm etkisi ile Fanon, Joseph
Conrad’ın Karanlığın Kalbi isimli
çalışmasında görülen türden bir oryantalizm tuzağına düşer ve
Cezayirli köylünün geleneğini inatla savunduğunu söyler (s.
111). “Yeryüzünün lanetlileri” kendi ortamlarına, ormana veya çöle ait ilkel duyguların esiri olmuş, bu duygulara göre hareket eden “fare sürüleri” ile kıyaslanır. (s. 130) Nihayetinde
Cezayirliler, “yiğit işçiler gibi kurtuluş mücadelesine
atılmış ama öncesinde
arkadan itilmesi gereken çakal takımı,
holigan, aylak suçlu
kimselerdir”. (s.
130)
Öte
yandan Fanon’un köylülerle şehirliler
arasında yaptığı ayrım pek doğru değildir.
Bahsini ettiği sömürgecilik
karşıtı kültür sadece taşra ile sınırlı
tutulamaz. Ulema Birliği,
Cezayir, Oran ve Konstantin gibi şehirlerde
daha fazla faaliyet yürütmüştür.
Otuzlarda hareketin kurduğu eğitim ve kültür dernekleri dağlık bölgelere, köylere, Berberîlerin topraklarına yayılmış, tarikat üyelerinde
görülen işbirlikçiliği ve kayıtsızlığı toprağa gömmüştür.[28] 1935’te Fransızların engellemelerine rağmen Birlik yetmiş ilkokul, üç de din
okulu açmıştır. 1947’de ilkokulların sayısı doksana çıkmış, 1955’te ise
Cezayir, Paris ve Kahire’deki şubeleriyle birlikte 181 okul, 50 din okulu ve
441 eğitim merkezi kurmuştur.[29] Birlik, ayrıca Müntekid ve Şihab gibi
dergi ve gazeteler çıkartmıştır. Birliğin ünlü sloganı şu şekildedir: “İslam dinim, Arapça dilim, Cezayir ülkemdir.” Bu, 1954’teki silâhlı
ayaklanmanın ana şiarı hâline gelmiştir. Bu, içgüdüleriyle
hareket eden köylülerin başarabileceği bir iş değildir,
ayrıca bu insanlar kurt sürüsüyle veya fare sürüsüyle kıyaslanamazlar (s. 130). John
Damis gibi yazarların da
kabul ettikleri biçimiyle
Ulema Birliği’nin ortaya koyduğu eğitim ve kültür çalışmaları, “Cezayir devrimi için gerekli psikolojik zemini teşkil etmiştir.” Bu düşünsel isyan “silâhlı ayaklanma için gerekli yolu açmıştır.”[30]
Fanon,
esasen Cezayirlilerdeki sömürgecilik karşıtı
ideolojinin kendiliğinden ve
ilkel olduğunu ancak Arapçaya ve Arap edebiyatına dayanan kültürlerini
ve İslam’ı gözardı ettiği durumda söyleyebilmektedir.
Oysa Fanon’da
kendiliğindenliği ve örgütlülüğü bir
arada ele alan yaklaşımın yerini
okulları, camileri ve münevverleri ile İslamî örgütlenme
ile dili, edebiyatı ve sömürgecilik
karşıtı ideolojiyle Batılı,
Marksist ve devrimci örgütlenmenin oluşturduğu bileşim almalıdır.
Buna
karşın Yeryüzünün Lanetlileri, kendiliğindenlikten ve örgütlülükten oluşan bileşim üzerinde durur. Kendiliğindenlik bahsinde köylülerin
ekseriyetinin cahil olduğu söylenir, örgütlülük noktasında ise küçük bir Batılı seçkin grubunun takdim ettiği Marksist devrimci kültürden
bahsedilir.
Fanon’u
yakından tanıyan, onunla mücadele etmiş
Cezayirliler, Fanon’un İslam konusunda pek bir şey bilmediğini söylerler.[31] Ayrıca bu kişiler, Fanon’un sömürgecilik
karşıtı görüşlerinin
yanı sıra
Cezayir’de başka fikirlerin de bulunduğu gerçeği üzerinde
durmaktadırlar.
Batılı
eleştirmenler, bu Cezayirlileri Fanon’a nankörlük etmekle
veya bağımsızlığın elde
edilmesi sonrası tesis
edilen rejimin gönlünü almaya çalışmakla suçlarlar.[32]
Fanon, Cezayir devrimini Batılı okura onun anladığı dilde ve bildiği terimlerle izah etme noktasında muazzam bir katkı sunmuştur elbette, ama öte yandan o Cezayirlilerin sömürgecilik
karşıtı mücadelenin
temellerini öğretmesi için Fanon’u beklediğini kimse söyleyemez.
Gelgelelim bu, “Fanon
devrim sürecinde önemli bir etkiye yol açmadı” demek de
değildir. Cezayir’de
kurtuluş savaşı Emir Abdulkadir’in mücadele yürüttüğü dönemden
beri akıp gelen isyan ve ayaklanma yolunu
takip edenlerce yürütülmüş, örgütlenmiş ve zafere ulaştırılmıştır.
Yukarıda
aktardığımız üzere, bu
geleneği Fanon da bilmekte, ona atıfta bulunmasa da ilgili geleneği bir biçimde övmektedir. Geleneği adıyla anmamış olması, büyük olasılıkla onun
Cezayir’de İslam’ın yeri konusunda bilgisiz olması ile ilgilidir. Ayrıca Fanon’un Batılı olmayan
bir dinin ulusal kurtuluş savaşlarında oynadığı rolü anlama noktasında gerekli epistemolojik
referans sistemine sahip olmayan Batılı ateist okura seslendiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekmektedir. Fanon,
esasen Batılı okurun aşina olduğu bir
devrimci terminolojiye başvurmakta
ve sözlerini İslam’a yönelik tüm referanslarından arındırmaktadır.
Yeryüzünün
Lanetlileri isimli çalışmanın kendiliğindenlik ve örgütlülükten oluşan bir bileşimi temel
aldığını söylemek gerekir. İslam’ın bu bileşime dâhil
edilmesi durumunda kitabın teorik çerçevesinin
dağılacağı açıktır. Oysa
Fanon, kendiliğindenlik ve örgütlülük temelli
bir bileşim yerine başka bir çerçeveyi
esas alabilir, Müslüman, okuryazar yerli halkın sömürgecilik karşıtı ideolojiyle harekete geçip camiler, okullar ve kendi aydınları aracılığıyla örgütlenmesi
ayrıca Batılı,
Marksist, ateist ve devrimci örgütlenme pratiğini de içermiş olması üzerinde
durabilirdi. Bu durumda Fanon, o dönemde
akademisyenlerin görmedikleri
teorik sorunları ele
almak zorunda kalacaktı.
Bunun
dışında
Fanon, halk savaşının dışında değil içinde olan
bir isimdi. Dolayısıyla Fanon’un kaleme aldığı Yeryüzünün Lanetlileri askerî
faaliyete yönelik bir katkı olarak ele alınmalı. Halk savaşının tam ortasında her şeyi kucaklayan bir teorik temeli ince ince örecek zamana veya imkâna kimse sahip olamazdı.
Fanon,
bir yandan da Cezayir devriminin diğer Üçüncü Dünya ülkelerine, bilhassa kara Afrika’ya tatbik edilebilmesini
istiyordu. Dolayısıyla o, Cezayir’e has yönleri çalışmasından çıkarttı ve diğer Afrika ülkeleriyle
alakalı hususları öne çıkartarak herkesin ders çıkartmasını mümkün kılacak bir dil oluşturdu. Fanon’un kitabı, son dönemecinde Cezayir savaşına katkı sunmayı amaçlıyordu. Bu
koşullarda Fanon, elindeki kaynakları ve bilgi birikimini kullanarak
en iyi işi ortaya koydu.
Kısmî
ve parçalı niteliğine karşın Fanon’un konuyla ilgili sunduğu görüşler ve
bakış açısı, Batı’da Cezayir devrimi ile ilgili süren tartışmalara
ciddi katkılar
sunmaya devam ediyor. Batı’da
Cezayir devriminin ideologu olarak görülen Fanon, Cezayir’deki sömürgecilik
karşıtı kültürü ilkel, içgüdüsel ve okuma yazma bilmeyen
kitlelerin eseri olarak değerlendiriyor
ve Batı’da ona kimse itiraz etmiyor.
Dolayısıyla Batı’da hiç kimse, hareketin yazılı kültürden
beslendiği, belirli metinlere yaslanan bir dini esas
aldığını, etkin bir okul sisteminden
yararlandığını ve bu sistemin coğrafyaya eldeki kısıtlı imkânlarla yayıldığını görmüyor.
Hareket,
gazetelere, dergilere, kültür merkezlerine, Arapçaya düşkün aydınlarına ve değişime dönük
toplumsal eylemi teşvik eden
bir ideolojiye sahip. Bağımsızlık sonrası yaşanan tartışmalara
katılan az sayıda Cezayirli ismin neredeyse
tamamının ateist
değilse bile laik oluşu da bu meseleleri anlamamıza katkı sunmuyor.
Fanon’un
Cezayir’deki isyanların ve ayaklanmaların sömürgecilik karşıtı İslam
geleneğinden beslendiği gerçeği karşısında içine girdiği suskunluk anlaşılır ama bu gerçeğe karşı çıkmanın anlaşılır bir tarafı yok. Bu tavır, Fransa’nın
medenileştirme misyonu gereği İslam’ı arkaik ve premodern bir gelenek
olarak takdim eden ve bu dinin sadece Batı’nın bir işi olarak anlaşılan medeniyet eliyle yok edilmesi
gerektiğini söyleyen
yaklaşımıyla örtüşüyor.
Ama
gerçek şu ki İslam yok
olmuyor. Akademi, dünyayı sadece “ateist kurtuluş yöntemi” üzerinden
incelerken sömürgecilik karşıtı İslamî gelenek, bugün Filistin’de, Lübnan’da, Irak’ta, Afganistan’da ve diğer Müslüman ülkelerinde tekrar geçerli hâle geliyor. Bu gelenek, geçmişte nasıl idrak edilemiyorsa bugün de idrak edilemiyor.
Frantz
Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri isimli çalışması, Cezayir’deki sömürgecilik
karşıtı İslam
geleneğinin bir ürünü. Fanon’un bu gelenekten ne ölçüde
beslendiğini, onun bu gelenekle teması sonucunda sömürgecilik
karşıtlığını örste dövme tarzından anlayabiliyoruz.
Fanon,
“sömürgeciler ülkeden fiziken sökülüp atılmadan karnaval geçidinde yürüyüp
trompetler öttürmekten gayrı bir şey yapılmış olmaz. Yeni döneme
asgari düzeyde alışır, yukarıdan bir iki reform yapılır, üç beş bayrak
sallanır o kadar” diyor (s. 147). Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Fanon’un sömürgecilik
sistemleri konusunda verdiği o ünlü ölüm fermanı (veya “fetva”) Cezayir’deki sömürgecilik
karşıtı İslam
geleneğine ne kadar yaslanıyor?
Fevzi Slisli
[Kaynak:
Critique: Critical Middle Eastern Studies, Yıl 17, Sayı. 1, Bahar 2008,
s. 97–108.]
Dipnotlar:
[1] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth (New York: Grove Press,
1963), s. 47. Makale boyunca kitabın bu baskısına atıfta bulunulacaktır.
[2]
B. Marie Perinbam, ‘Fanon and the revolutionary peasantry—the Algerian case,’ Journal
of Modern African Studies, Sayı 11(3) (1973), s. 429.
[3]
Nguyen Nghe, “Frantz Fanon et les proble`mes de l’inde´pendance,” La Pense´e,
Sayı. 107 (Şubat 1963), s. 29.
[4]
Messali Hacı’nın partisinin adı Cezayir Halk Partisi –Demokratik Özgürlüklerin
Kazanılması için Hareket idi. Buradan kopan bir ekip FLN’yi kurdu ve devrim
yaptı.
[5]
Irene Gendzier, Frantz Fanon: A Critical Study (New York: Pantheon
Books, 1973), s. 209.
[6]
Perinbam, ‘Fanon and the revolutionary peasantry,’ s. 432.
[7]
A.g.e., s. 436.
[8]
A.g.e., s. 433.
[9]
A.g.e., s. 442.
[10]
Bkz. Gendzier, Frantz Fanon, s. 215; ayrıca bkz. Robin Buss, Wary
Partners: The Soviet Union and Arab Socialism, Adelphi Papers, Sayı. 73
(Londra: Institute for Strategic Studies, 1970), s. 22.
[11]
Bkz. Ricardo René Laremont, Islam and the Politics of Resistance in Algeria
1783–1992 (Trenton, NJ: Africa World Press, 2000), s. 27–40.
[12]
Kapsamlı bir çalışma için bkz. Raphael Danziger, Abd
al-Qadir and the Algerians (New York ve Londra: Holmes & Meier, 1977).
[13]
Özellikle bkz. Martin Bradford, Muslim Brotherhoods in Nineteenth Century
Africa, African Studies Series, 18 (New York: Cambridge University Press,
1976).
[14]
A. Le Chatelier, ‘Politique Musulmane,’ Revue du Monde Musulman, XII
(Eylül 1910), s. 80.
[15]
E. Doutté, Les Marabouts (Paris: Leroux, 1900), s. 118, aktaran: Donal
Cruse O’Brien, ‘Towards an “Islamic policy” in French West Africa, 1854–1914,’ Journal
of African History, Yıl 8 Sayı 2 (1967), s. 306–307.
[16]
Laremont, Islam and the Politics of Resistance, s. 80.
[17]
Bu, Bradford’un çalışmasının da ulaştığı ana sonuçlardan biridir: Martin Bradford, Muslim
Brotherhoods in Nineteenth Century Africa.
[18]
Danziger, Abd al-Qadir and the Algerians, s. 218.
[19]
“Abdulkadir’in yönetim sistemine muhtemelen en büyük hürmeti Fransız düşmanları gösterdi. […] Bir iki küçük değişiklikle
Abdulkadir’in kurduğu idari yapı Cezayir’de 1871’deki Mukrani isyanının bastırılması sonrası askerî yönetimin
ortadan kaldırılmasına kadar muhafaza edildi.” Danziger, Abd al-Qadir and
the Algerians, s. 215–216.
[20]
Pessah Shinar, ‘Abd al-Qadir and Abd al-Krim: religious influences on their
thought and action,’ Asian and African Studies, Sayı 1, s. 173.
[21]
Fransa’da 1830’lu yıllarda okuma yazma oranının yüzde kırkın üzerinde olduğu tahmin ediliyor; bkz.: Yayına Hz.: Marcel
Emerit, L’Algérie a l’époque d’abd-El-Kader (Paris: Edition Larose, 1951), s.
199.
[22]
A.g.e.., p. 71. Messali Hacı’nın konuşmasının bir bölümü şu çalışmada aktarılıyor: Robert Aron, Les Origines
de la guerre d’Algérie (Paris: Fayard, 1962), s. 70.
[23]
Aktaran: Sarah Shariati, ‘Le Fanon connu de nous,’ Ghorba, 14 Aralık
2004. Mektubun Türkçesi: İştiraki.
[24]
Fransızların Müslümanların gerici olduğuna dair
geliştirdiği en önemli klişelerden biri de Arapça ile ilgili olanıdır. Şarabiya Fransızcada
anlaşılması mümkün olmayan diller için kullanılan bir kelimedir. Bkz. Emanuel
Sivan, ‘Colonialism and popular culture
in Algeria,’ Journal
of Contemporary History, Yıl 14 Sayı 1 (1979), s. 32.
[25]
Gendzier, Frantz Fanon, s. 247.
[26]
Akt.: Shariati, ‘Le Fanon connu de nous.’
[27]
Frantz Fanon, ‘L’Alge´rie se dévoile,’ Sociologie d’une révolution içinde
(Paris: Maspero, 1982), s. 16–48. Bu makale için incelenen çalışmalar içerisinde
bu gerçeği bir tek
Robert Revere dile getirmektedir. Çalışmasında yer alan bir dipnotta Revere şunu söylemektedir:
“Fanon Ulema Birliği’nin
reform çalışmalarını ve eğitimi sekülerleştirme girişimlerini
görmez, dolayısıyla birliğin otuzlarda ve kırklarda yenicen canlanma imkânı bulup
sonrasında devrime yol açan Cezayir milliyetçiliğinin gelişiminde oynadığı önemli rolü anlamaz.” Bkz. Robert Revere, ‘Revolutionary ideology in
Algeria,’ Polity, Yıl 5 Sayı 4 (1973), s. 483, n. 22.
[28]
John Damis, ‘The free-school phenomenon: the cases of Tunisia and Algeria,’ International
Journal of Middle East Studies, 5(4) (1974), s. 445.
[29]
Laremont, Islam and the Politics of Resistance, s. 84.
[30]
Damis, ‘The free-school phenomenon,’ s. 449.
[31]
Özellikle Muhammed Milli’nin şu üç makalesine bakılabilir: “Fanon and Western thought”, al Thaqafa (Mart 1971),
s. 10–25; “The Algerian revolution and Fanon”, al Thaqafa (Mayıs 1971),
s. 40–54; ve “The Algerian roots of Fanon’s thought”, al Thaqafa (Kasım
1971), s. 22–45.
[32]
Bu suçlamalar şu çalışmada yer almaktadır: Irene Gendzier, Frantz
Fanon, s. 231–260. Esasında Fanon’un söz konusu kitabı, devrimin gerçekleştiği dönemde Cezayir’deki toplumsal, politik ve dinî bağlama atıfta bulunmadan, soyut bir yaklaşım
temelinde incelenmektedir ki bu da Cezayir’in
yerelliğini esas alan bir bakış açısının Batı’da hüküm süren tartışmalarda
hiçbir zaman gündeme gelmediğini ispatlamaktadır.
Kaynakça:
Aron, R. (1962) Les Origines de la guerre d’Alge´rie (Paris: Fayard).
Bradford,
M. (1976) Muslim Brotherhoods in Nineteenth Century Africa (New York:
Cambridge University Press).
Buss,
R. (1970) Wary, Partners: The Soviet Union and Arab Socialism (Londra:
Institute for Strategic Studies).
Cruise
O’Brien, D. (1967) “Towards an ‘Islamic policy’ in French West Africa,
1854–1914” Journal of African History, 8(2), s. 303–316.
Damis,
J. (1974) “The free-school phenomenon: the cases of Tunisia and Algeria”, International
Journal of Middle East Studies, 5(4), s. 434–449.
Danziger,
R. (1977) Abd al-Qadir and the Algerians (New York ve Londra: Holmes
& Meier).
el
Mili, M. (1971) “The Algerian revolution and Fanon”, al Thaqafa,
(Mayıs), s. 40–54.
el
Mili, M. (1971) The Algerian roots of Fanon’s thought”, al Thaqafa,
(Kasım), s. 22–45.
el
Mili, M. (1971) “Fanon and Western thought”, al Thaqafa, (Mart), s.
10–25.
Emerit,
M. (Yayına Hz.) (1951) L’Alge´rie a l’e´poque d’abd-El-Kader (Paris:
Edition Larose).
Fanon,
F. (1982) ‘L’Alge´rie se de´voile,’ Sociologie d’une re´volution içinde,
s. 16–48 (Paris: Maspero).
Fanon,
F. (1963) The Wretched of the Earth (New York: Grove Press).
Gendzier,
I. (1973) Frantz Fanon: A Critical Study (New York: Pantheon Books).
Laremont,
R. R. (2000) Islam and the Politics of Resistance in Algeria 1783–1992 (Trenton,
NJ: Africa World Press).
Le
Chatelier, A. (1910) Politique Musulmane, Revue du Monde Musulman, Sayı
XII (Eylül), s. 1–165.
Nghe,
Nguyen (1963) “Frantz Fanon et les proble`mes de l’inde´pendance”, La
Pense´e, Sayı. 107 (Şubat), s.
29.
Perinbam,
B. M. (1973) “Fanon and the revolutionary peasantry—the Algerian case”, Journal
of Modern African Studies, Sayı 11 (3), s. 427–445.
Revere,
R. (1973) Revolutionary ideology in Algeria, Polity, 5(4), s. 477–488.
Shariati,
Sarah (2004) “Le Fanon connu de nous. Ghorba”, 14 Aralık 2007, Lautre.
Shinar,
P. (1965) “Abd al-Qadir and Abd al-Krim: religious influences on their thought
and action”, Asian and African Studies, 1, s. 139–174.
Sivan,
E. (1979) “Colonialism and popular culture in Algeria”, Journal of
Contemporary History, Sayı 14(1), s. 21–53.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder