14 Ekim 2019
Bu
kitabı size yazdıran neydi?
Tüm
kitaplarım birbirleriyle bağlantılıdır ve belirli bir bütünlüğe sahiptir. Hepsi
de aynı aklın ürünüdür ama bu aklın farklı tonlarını ifade ederler. Bir kitabı
bana yazdıran, yazmaya “mecbur eden” belirli bir şeyden söz edemem. Bu tür bir
mesele, belki de sadece El-Cezire için yazdığım makaleler için geçerlidir; ne
mutlu ki dünya üzerinde, zor meseleler konusunda benim ne düşündüğümü merak
eden muhteşem bir okur kitlesi var da bu konularda bir şeyler yazabiliyorum.
Kitaplarımda ise tümüyle farklı, dipten derinden işleyen, akıntıyı karşısına alan bir düşünce pratiği hâkim. Yazdığım kitaplar fiziğe, makalelerimse mühendisliğe benzetilebilir.
Son kitabım Europe and its Shadows: Coloniality after Empire
[“Avrupa ve Gölgeleri: İmparatorluk Sonrası Sömürgelik”] ise bugüne dek her
türlü adaletten ve eşitlikten mahrum edilmiş olan eski sömürgeler ve
hâlihazırda sömürgecilik sonrası koşullarda yaşayan ülkeler için belirli bir
hareket alanı oluşturma imkânı üzerinde yürüttüğüm muhakeme sürecinin bir
parçasıdır.
Bu
kitapta “Avrupa” denilen gerçeğin veya olgunun değil, gerçek bir şeyin, ondaki
mecazî gücün peşine düştüm. “Bu gücün oluştuğu başlangıç noktası neydi? Nasıl
işliyor? O güç hepimizi aynı anda hem büyüleyip hem de kendisinden
tiksindirmeyi nasıl başarabiliyor?” gibi soruların cevaplarını aradım. Kitabım,
ne Avrupa sevdalısı ne de Avrupa’dan nefret eden bir çalışma. Daha çok cerrahi
bir işlem gerçekleştiriyor. Ben esas olarak, imparatorlukların yıkılması
sonrasında bile sömürgelik koşullarının nasıl ve neden varlığını sürdürdüğünü
öğrenme çabasındayım. Kitabın başlığında “gölge” kelimesinin yer almasının
sebebi de bu. Kitabın dünya genelinde varolan gölgelere dair bir fenomenoloji
çalışması olduğunu söylemek mümkün.
Bu
kitabınız önceki kitaplarınızdan ne yönden farklı, onun İntifada Üçlemesi olarak
adlandırdığınız kitap dizisiyle bir bağlantısı var mı?
Kitap,
İntifada dizisiyle bağlantılı. Filistin İntifadası, Mısır Devrimi veya
Arap Baharı gibi olaylar, gerçekleşme noktasında mekanik ve organik bir boyuta
sahipler. El-Cezire’de yazdığım ve alelacele işletilmiş muhakeme sürecinin
ürünü olan makalelerde ben, daha çok mekanik yönler üzerinde duruyorum. Ama
kitaplarımı ciddiyetle okumuş insanların bildiği üzere ben temelde ele aldığım
konuları düşünce sürecimdeki köklü meselelerle ilişkilendirmeye gayret
ediyorum. Bunu da ne mutlu ki yazı yazarken iki elimi kullanabilme becerisi ile
birlikte yapıyorum. Kalemi hangi elime alırsam alayım, yazılarıma aynı
eleştirel düşünce kaynaklık ediyor. Onları da esasen üç ayrı platformda
aktarıyorum: Facebook, El-Cezire ve kitaplarım. Buralar top oynadığım,
birbirinden çok az farklı olan oyun sahaları.
Yeni
kitabınızı tanımlarken söze şu cümleyle başlıyorsunuz: “Avrupa, kendisini uzun
zaman kâinatın merkezi olarak tahayyül etmiştir.” Meselenin hâlen daha bu
olduğunu düşünüyor musunuz?
“Avrupa”,
bırakalım kâinatı, esasen hiçbir şeyin merkezi değil artık. Avrupa, sistem
bağlamında, geriye dönüşsüz olarak, merkez olmaktan çıktı. O bir şeyin merkezi
olmak şöyle dursun, güçbelâ bir arada durabiliyor. Ama öte yandan düşüncedeki
varlığı, hayaletimsi bir hissiyat olarak varlığını hâlen daha muhafaza ediyor.
İşte ben bu son kitabımda bu hayaletimsi hissiyatı inceliyorum. Kitapta da dile
getirdiğim gibi, eskiden Avrupa bir şeyler yazarken arkamızda durup omzumuzdan
aşağıya yazdıklarımıza bakıyordu, bu sefer bu kitapta kendisini yazan
“Avrupa”ya ben bakıyorum. Fakat bunu Avrupa’da dolaşan bir seyyah olarak
yapıyorum, bir yabancı ya da oraya yerleşmiş, içeriden biri olarak değil.
Avrupa’da hiç yaşamamış biri olarak ben, Avrupa’nın bir ucundan diğerine
seyahat etme imkânı buldum. Avrupa’ya karşı öfkeli değilim, onun beni
büyülediğinden de söz edilemez ki bence her iki duygu da hakikati tahrif
ediyor.
Almanya’da
ve tüm Avrupa’da aşırı sağcı popülistlerin yükselişiyle birlikte bir dizi
gerilim açığa çıktı. Son Avrupa seçimlerinde aşırı sağcı parti AfD [Almanya
İçin Alternatif] Jean Léon Gérôme’un “Köle Pazarı” resmini kampanya için
hazırlanmış afişlerde kullandı, sizce bu gelişme kısa bir süre sonra yoğunlaşır
mı veya değişir mi? Şarkiyatçılık sonrası dünya bağlamında bu olayı
nasıl konumlandırıyorsunuz?
Daha
önce de ifade ettiğim üzere Şarkiyatçılık, esasen bitmemiş, gelişme
hâlinde olan, gerçekle alakası bulunmayan yanlarını zamanla dışavurmuş bir
çalışmadır. Kitap, temelde güç ilişkileri ve bilgi üretimi üzerinde durur. Güç
ilişkileri belirli bir şekilden mahrum olduğu, etnik merkezli veya istikrarlı
olmadığı için güç ilişkileriyle bağlantılı bilgi üretimi de belirli bir şekle
kavuşamıyor. Jean Léon Gérôme, resmini belirli bir güç ve güvenle çizmiş.
Bugünse Avrupalı faşistler ve ırkçılar, bu resmi korku ve nefret temelinde
kullanıyorlar. Bunlar, iki farklı momenti ifade ediyorlar.
Edward
Said’i özellikle Post-Orientalism [“Şarkiyatçılık Sonrası”] isimli
kitabınızda epey inceleme imkânı bulmuş bir isimsiniz, sizce Said, siyaset
alanında yaşanan son gelişmelere nasıl tepki geliştirirdi?
Elbette
ki dehşete kapılırdı. Öte yandan Edward Said, akademisyenlere ve eleştirmenlere
kendisinin çizdiği hat boyunca düşünme imkânı sunan muazzam bir külliyat
bıraktı. Mevlânâ, o muhteşem şiirinin sonunda müzisyenlere laf anlatmaktan
bıkmış hâlde, şunu söylüyor: “Meselemi anladınız, benim çaldığım gibi çalmaya
devam edin.” Aynı durum Said için de geçerli. Said de yeni bir bilme yöntemi,
epistem keşfetmiş, bize düşense o yöntemi tamama erdirmek, hatta mümkünse yeni
dünyaya dair bir görüşe vakıf olmak. Said’in ABD Eğitim Bakanlığı’ndaki politik
düşmanlarının onun hatırasını nafile bir uğraş dâhilinde silmeye çalışmalarının
sebebini burada aramak gerekiyor. O, eleştirel düşünce pratiğimizin DNA’sını
değiştirmiş bir isim. Tel Aviv’den Washington’a kadar birçok yerde ipe sapa
gelmez kişiler, muazzam ve çok güçlü bir akıntıya karşı ümitsizce yüzdüklerini
esasen gayet iyi biliyorlar.
2011’de
başlayan devrimlerin başladığı güne geri dönüp baktığınızda ve bugün aldığı
hâli dikkate aldığınızda Arab Spring ["Arap Baharı"] isimli
kitabı veya konuyla ilgili makaleleri bugün farklı şekilde kaleme alırdım”
diyor musunuz?
Hayır.
Arab Spring isimli kitabımın başlarında dediğim gibi, tüm kitap esasen
Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda ve tüm dünya genelinde “halk rejimin yıkılmasını
istiyor” diye bağıran milyonlara katılma yöntemimdi. Kitap, dün olduğu gibi
bugün de benim Komünist Manifesto’m (1848) ve Abdulfettah Sisi’nin
Charles-Louis Napoléon Bonaparte olduğu koşullarda ben artık kendi Louis
Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i’mi yazmam gerektiğini düşünüyorum.
Makaleleriniz
El-Cezire’de düzenli olarak yayınlanıyor. Makalelerinizin konu başlıklarını
nasıl seçiyorsunuz ve bu başlıkları kitap hâline getirilecek yeni düşüncelerin
çıkış noktaları olarak görebilir miyiz?
Konu
başlıklarını sabah erken saatte yatakta uzanmış hâlde, cep telefonumda
haberleri okurken seçiyorum. Bir yandan okuyorum bir yandan notlar alıyorum,
düşünüyorum, öfkeleniyorum, gülüyorum, hatta bazen yataktan daha çıkmadan
makalenin tamamını yazmış oluyorum. Sonra yazıyı biraz süsleyip yayın
yönetmenlerine gönderiyorum. Evet bazen bu yazılar bir süre demleniyor ve derin
düşünceler hâlinde kitaplarıma giriyor. Dediğim gibi, aralarında çok az fark
olan oyun sahalarında aynı eleştirel düşünce pratiği top koşturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder