Gebelikten
Korunma ve Nüfus Kontrolü
Doğum
kontrolü ideolojisi, iki farklı geleneğe yaslanıyor. Feministler, genelde
gebelikten korunma pratiklerini ve kürtajı, kadınları sağlıklı kılma ve
özgürleştirme yolu olarak desteklerken kapitalist elitler, bilhassa dünyanın
güneyinde, nüfus eğilimlerini yönetmek amacıyla doğum kontrolü pratiklerine
abanıyorlar. Marksist feministlerin yetmişlerde yaptıkları uyarıda dile
getirdikleri biçimiyle;
“Uzmanların
doğum kontrolü hareketinin dayandığı davaya daha fazla bağlanmaları, doğum
kontrolü hareketinin hedeflerini değiştirdi. Hareket, zamanla işçilerin ve
kadınların kendi kaderlerini tayin etme imkânlarını artırmaya dönük bir
kampanya olmaktan çıktı ve elitist bir tarz benimseyip kampanyaya elitist
değerleri yedirdi. Bu uzmanlar, esas olarak iki gruptan oluşuyordu: doktorlar
ve insan ırkını ıslah etmek için uğraştıklarını söyleyen öjenistler” (Gordon
1977: s. 10).
Öte
yandan, Batılı vakıflar ve hükümetler, bu dönüşüme büyük bir coşkuyla destek
verdiler. Rockefeller Vakfı, 1920’lerden itibaren öjenik (soy ıslahı)
araştırmalarına yatırım yapmaya başladı ve Nazilerin ırk teorilerine destek
sunacak Alman öjenik programının kuruluşuna katkı sundu (Black 2003). Yeni
muhafazakâr Richard Posner’ın biraz da yakınarak dile getirdiği üzere, Nazi
zulmünün yol açtığı dehşete tanık olan kısa bir dönemin ardından Hitler,
öjeniğe “o kötü şöhretini kazandırdı” (Posner 1992: s. 430) ama gene de John D.
Rockefeller gibi bir dizi güçlü beyaz adam, “ayrıksı doğurganlık” meselesine
kafayı taktı. Yoksul ülkelerdeki yüksek doğum oranına dikkate kesilen bu
isimler, dünyanın ileride açlığın ve asi esmer kitlelerin istilasına
uğrayacağını düşünüyorlardı. Bu güçlü adamlar, yoksulların gıda ve adalet talep
edecekleri ve kendi isteklerini sahip oldukları sayısal ağırlıkla birlikte
dayatacakları üzerinde duruyorlardı. Gelişmekte olan ülkelerde açığa çıkacak
“Malthusçu kriz”e işaret eden Rockefeller, 1953’te Nüfus Konseyi’ni kurdu ve
nüfus kontrolü alanında kapsamlı deneylerin yapılması gerektiğini, bu
deneylerin finanse edilmesinin zaruri olduğunu söyledi. Bu türden müdahalelere
süreç içerisinde ABD devletine hizmet eden siyasetçiler de destek vermeye
başladılar. Bu siyasetçilere göre, “gelişmekte olan ülkelerde, bilhassa Batılı
olmayan kültürün hüküm sürdüğü bölgelerde yüzleşilen demografik sorunların bu
ülkelerin yüzlerini komünizme dönmelerine sebep olmaktaydı” (Critchlow 1995: s.
85).
Batı
eliyle yürütülen nüfus deneylerinde tercih edilen bir laboratuvar olarak
Hindistan’da Ford Vakfı, USAID [ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı] ile birlikte
çalışıp gebelik önleme yöntemlerini kabul edenlere kalkınma yardımı sundu. Ford
Vakfı’nın akıttığı para, Nüfus Konseyi ve USAID kaynaklı baskılarla birlikte
daha da yoğunlaştı ve sonuçta devlet destekli aile planlaması sahasında yoğun
bir çalışma yürütüldü. Yetmişli yıllarda sürdürülen bu çalışmalarda 6,2 milyon
erkek zorla kısırlaştırıldı, bunların en az 1.774’ü öldü (Biswas 2014).
Sonrasında Hindistan, yüzünü kadınlara döndü, zorla dayatılan uygulamalar
sonucu binlerce kadın öldü, çok sayıda kadın, toplu kısırlaştırma amacıyla
kurulmuş kamplara kapatıldı.
Bu
politikaların yol açtığı korku, 1994 yılında Uluslararası Nüfus ve Kalkınma
Konferansı’nın (ICPD) toplanmasına neden oldu. Konferans, “Kahire Mutabakatı”
olarak bilinen eylem programını yayınladı. ICPD, insanlara yönelik baskıları
ağır bir dille eleştirdi ve kısırlaştırma kotalarına itiraz etti. Buna
karşılık, ICPD programının büyük bir kısmı, piyasa kapitalizminin değerleri ve
zorunlulukları temelinde inşa edilmişti. Program, her şeyden önce bireysel
tercihe ve sorumlu karar alma pratiklerine imkân veren bireysel haklar üzerinde
durmaktaydı. Aynı zamanda konferansın devlet aktörlerine yönelik eleştirisi,
esasen emperyalistlerin ajandasında yer alan özel teşebbüsleri dışlamayan,
Batılı sivil toplum aktörlerinin müdahalesinin artırılmasını öngören girişimlerin
dayandığı fikriyatla uyuşmaktaydı. Nüfus Başvuru Bürosu, memnuniyetini beyan
ettiği tespitinde, “STK’ların, dinî liderlerin ve cemaat önderlerinin, ayrıca
(BM’nin ‘sivil toplum’ olarak adlandırdığı) özel sektörün artık yeni
politikalar ve programlar ile ilgili olarak hükümetlerle yürütülen
müzakerelerin aktif birer ortağı olduğunu” söyledi (Population Reference Bureau
2004).
2012’de
Londra’da düzenlenen Aile Planlaması Zirvesi için gerekli sahneyi Kahire
Mutabakatı kurdu. Zirveye katılan yetmişten fazla hükümetin temsilcileri,
STK’lar ve özel şirketler nüfus kontrolü programına mali planda bağlı
kalacaklarını ilân ettiler. En azından dünyanın güneyindeki ülkelerde faal olan
feministleri kucaklayan ICPD’den farklı olarak, bu zirvede her iş tepeden
inmeci bir tarzda icra edildi ve temelde yönetici sınıfın işleri görüldü. Tüm
faaliyetlerse Gates Vakfı eliyle organize edilip yönetildi. Dünyanın gebeliği
önleme yöntemlerine erişim konusunda her yerde çıkıp konuşan isimlerden olan
Melinda Gates, Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın [BMGF] 120 milyon kadına doğum
kontrolü imkânı sunmak için bir milyar dolar bağışlamak istediğini, burada amacın
2020 yılı itibarıyla 110 milyon istenmeyen gebeliğe mani olmak olduğunu söyledi
(Goldberg 2012); ayrıca, Planlı Ebeveynlik gibi örgütlerden Michael Bloomberg
ile Hewlett-Packard’ın bağışta bulunduğu vakıflara kadar birçok organizasyon,
3,6 milyar dolar yardım sunmayı vaat etti. Yorumcular, BMGF’in gebelik
kontrolünü dünya kamu sağlığı gündeminin ilk sırasına taşıdığını söyleyerek
vakfı göklere çıkarttılar.
Acilen
yürürlüğe konulması gerektiği söylenen proje konusunda söylenenler fazlasıyla
eksik. Zira dünyadaki nüfus artış oranı, son kırk yıllık dönemde büyük ölçüde
düştü. 1971’de zirveye ulaşıp yüzde 2,1’i gören bu oran, Londra Zirvesi’nin
gerçekleştiği yıl içerisinde savaş sonrası dönemin en düşük değerine ulaşarak
yüzde 1,17’ye geriledi (World Bank 2017). Üçüncü dünyada yaşayan kadınları
hedef alan gebeliği önleme amaçlı programlara daha fazla destek bulabilmek
adına BMGF ve müttefikleri, bir kriz havası yaratma ihtiyacı duydular. Bu
noktada aile planlamasını savunan ilk kuşağı epey sıkıntıya sokmuş olan
“ayrıksı doğurganlık” meselesini albenili bir ambalaja sardılar. Dünyadaki en
yoksul ülkeler, büyük ölçüde Afrika’da bulunanlar, hâlen daha yüksek doğurganlık
oranlarına sahipler (bu bağlamda en yüksek oran Nijer’e ait. Bu ülkede her bir
kadının doğurduğu ortalama çocuk sayısı 6,76; bu oran, Burundi’de 6,09; Mali’de
ise 6,06 (CIA 2015). BMGF ve vakfın yandaşı olan gazeteciler, aşırı nüfus ile
alakalı ateşi körüklemek için koordineli bir çalışma içerisine girdiler ve bu
verilen rakamları her fırsatta gözlere soktular. Oysa güya Kahire Mutabakatı,
ırkçılık ve öjeni meselesinden uzak durulmasını emrediyordu. Londra Zirvesi ise
kopardığı onca yaygara ile birlikte, aşırı nüfusun yoksulluğun, iklim
değişikliğinin ve her türden toplumsal marazın sonucu değil sebebi olduğuna
dair, uzun zamandır itibar edilmeyen önermeyi tekrar gündeme getirdi. Melinda
Gates, argümanını desteklemek adına şu tarz laflar etmekteydi:
“Kadınlar ve eşleri
gebelik önleyicilere erişirlerse bu, herkesin faydasına olacak. Böylelikle
gebelikte anne ölümü oranları düşecek, çocuklar sağlıklı olacak, daha iyi bir
eğitim alacak ve ailenin geliri artacak.” (Gates 2015).
Oysa
doğurganlık oranları sınıfa, zamana ve bölgeye göre farklılık arz eder ve hâkim
toplumsal koşullara tabidir (Rao 2004: 3. Bölüm). Sanayi Devrimi’nin ardından
Batılı ülkelerin nüfus yapısı dönüştü, büyük aile, yerini küçük çekirdek aileye
bıraktı. Bu dönüşüm, yaşam standardının gelişimiyle bağlantılıydı, gebelik
önleyicilere erişim imkânı bu dönüşümde pek fazla söz sahibi değildi. Yaşam
standartlarındaki artış ise zenginliğin çevreden merkeze aktarılması ile
alakalıydı. Batı’da refah düzeyi yükselirken çevreye dayatılan emperyalist
üretim formları, yoksul ülkeler açısından kapsamlı toplumsal ve ekonomik
sonuçlara yol açtı. “Emperyalizm, modern teknoloji ile ölüm oranlarını düşürdü
ama doğum oranlarını düşüremedi, çünkü emperyalizm, bir yandan da kitlelerin
kendi yağlarında kavrulma, kendine yetme imkânlarını sunan koşulları ortadan
kaldırdı ve toplumsal eşitsizliği artırdı” (Bandarage 1994: s. 43).
Tuhaf
olan şu ki Batı, nüfus dönüşümünü ancak dünyanın güneyinde, yani yoksul
ülkelerde benzer bir dönüşüm sürecinin yaşanmasına mani olmayı gerekli kılan
bir sömürü sistemi eliyle gerçekleştirebilmişti. Mahmud Mamdani’nin
araştırmasının da ortaya koyduğu biçimiyle, Üçüncü Dünya’da tarım emekçileri ve
orta düzey köylüler, hayatta kalmak ve refah düzeyini muhafaza edebilmek için
geniş aileye ihtiyaç duymaktaydı. Çocuklar, hem tarlada çalışmak hem de
yaşlanınca anne babalarına destek sunmak zorundalardı (Mamdani 1972). Bu
noktada meseleyi basitleştirme riskine rağmen, şunu söyleyelim: yoksulluğa
sebep olan aşırı nüfus değil, aşırı nüfusa yol açan yoksulluğun ta kendisi.
Gebelikten
korunma endüstrisi ve destekçileri, ısrarla nüfus kontrolü girişimlerinin
çığırtkanlığını yapıp duruyorlar ve bu girişimlerin yoksulluk düzeyinin
düşürülmesinin en önemli yolu olduğunu söylüyorlar. Bu efsane, süreç içerisinde
feministmiş gibi görünen, “üreme sağlığı” ve “kadınları güçlendirme” ile
alakalı söylemin ardına gizlenip dolaşıma giriyor. Melinda Gates’e göre
kadınlar, uzun etkili geri dönüşümlü gebelik önleyicilerin [LARC’ler], en
temelde kötü bir şöhrete sahip olan Depo-Provera türünden iğnelerin (Goodman
1985, Sarojini 2005) ve Norplant gibi deri altı implantların yaygın bir biçimde
dağıtılması suretiyle güçlendirilebilirler. 2012’de Newsweek’te
kendisi ile ilgili bir yazıda, Melinda Gates, Sahra-altı Afrikası’ndaki
kliniklere gidildiğinde kadınların kendilerine Depo-Provera iğnesi yapılması
için yalvardıklarını söylüyor. Gates’in iddiasına göre bu iğne, kadınların
gebelik önleyiciyi “korumasız eşler”den gizli kullanma noktasında en uygun
yöntem (Goldberg 2012). Gates, yazıda Üçüncü Dünya ülkeleri için bu tür
iğnelerin gayet uygun olduğunu söylüyor, bu iğnelerin kadınlara “kocalarının
sırtlarına iğne yapma imkânı sunduğunu” iddia ediyor (aktaran: Posel 2015).
Sonuçta emperyalist feminizm, bu sosyetik formu dâhilinde yoksul kadınlara
sözde destek sunarken bir yandan da yoksul erkekleri aşağılıyor.
Bill
ve Melinda Gates Vakfı, her yerde LARC’lerin reklâmını yapıyor ve bunu,
kadınları sorumlu tercihlerde bulunmaları için özgürleştirmek amacıyla
yaptığını söylüyor. Oysa Batılı aile planlamacılarının bu tür yöntemleri tercih
etmelerinin sebebi, yoksul ülkelerdeki kadınlara kısırlaştırmadan gayrı bir
seçenek sunmuyor oluşu. LARC’lerde kontrol, prezervatiflerde, kontraseptiflerde
veya geleneksel yöntemlerdeki kontrole kıyasla daha fazla tedarikçilerin
elinde. Kadınlar, bu noktada kontrole daha az sahipler. Örneğin Norplant gibi
yöntemlerin kadınların çocuk doğurmamalarını sağladığı süre beş yılı buluyor
(Morrow 1999).
Hindistan’da
son dönemde yaşanan olayların da gösterdiği üzere LARC’ler, sorunsuz bir
kısırlaştırma yöntemi olarak takdim ediliyorlar. Kahire Mutabakatı sonrasında
bile yürürlükte kalmaya devam eden kısırlaştırma programları, 2014’te baştan
savma biçimde yapılan tüp bağlama işlemleri sonucu 15 kadının ölmesi ardından
gündemden düştü. Hindistan başbakanı Modi, Bay ve Bayan Gates’le bir araya
geldi, sonrasında da kısırlaştırma yöntemi yerine enjekte edilen gebelik
önleyicilerini ülke çapında yürürlüğe konulacak aile planlama programına dâhil
etti (Barry & Dugger 2016). Önde gelen yetmiş Hintli feminist, akademisyen
ve sağlık emekçisi, bu kararı protesto eden bir metin kaleme aldı ama hiçbir
sonuç alınamadı (Nigam 2015).
Enjekte
edilen gebelik önleyicilerinin kullanılması ile ilgili fikre bir destek de
EngenderHealth şirketinden geldi. Gates Vakfı, bu şirketle ilişki kurdu ve
şirket vakfın internet sitesinde aile planlama ortağı olarak anılmaya başlandı.
1937’de İnsanlığın Islahı İçin Kısırlaştırma Birliği adıyla kurulan
organizasyon, açıktan öjeni temelli projeler yürüttü ve bu projelerin amacının
“insan ırkının biyolojik soyunu iyileştirmek, ıslah etmek için gerekli olan,
güvenilir ve bilimsel araçları oluşturmak” olduğunu söyledi. Sonrasında Hugh
Moore’dan para almaya başlayan kurum, Birthright ismini aldı ve yetmişlerde
USAID’nin Hindistan ile tüm Üçüncü Dünya’da yürüttüğü kapsamlı kısırlaştırma
kampanyalarında öncü bir rol üstlendi (Dowbiggin 2016).
Kahire
Mutabakatı sonrası organizasyonun ismi yeniden değiştirildi. Kısırlaştırma
meselesini geri plana atan kurum, süreç içerisinde rahim içi cihazlar
(IUD’ler), iğneler, implantlar ayrıca tüp bağlama ve vazektomi türünden, uzun
etkili ve kalıcı gebelik kontrolü yöntemlerine (LAPM’ler) odaklandı. Bu amaç
doğrultusunda EngenderHealth, Gates ailesinin vakfından 36 milyon dolar
civarında para aldı. Vakıfla ilgili kurum arasındaki bu ortaklıkta asıl amaç,
Dünya’nın güneyindeki yoksul ülkelerde kadınları kısırlaştırmaktı. Kahire
Mutabakatı sonrası dönemde kısırlaştırmayı uygunsuz gören ideolojik iklime
rağmen vakıf ve ortakları, uzun ömürlü, kontrolün ve yetkinin tedarikçide
olduğu gebelik kontrolü yöntemlerini geçici kısırlaştırmanın etkili biçimi
olarak değerlendirdiler ve bu yöntemlerin doğurganlığı tepeden aşağıya kontrol
altına alacak, politik açıdan kabul edilebilir araçlar olduğunu söylediler.
Hindistan’da
ve diğer istila edilmiş ülkelerde uzun etkili geri dönüşümlü gebelik
önleyicilerin [LARC’ler] dayatılması, esasen geleneksel nüfus kontrolü
gündemini o yaldızlı “üreme tercihi” bayrağı altında sessiz sedasız uygulamanın
bir aracıydı. Dolayısıyla, ilgili ilâç endüstrisi için yeni büyük pazarlar
oluşturulması asla tesadüf değildi. Emperyalizmin nüfus kontrolü meselesini
sürekli gündemde tutmasının birçok sebebi var ve bu sebepleri şu şekilde
özetlemek mümkün:
İdeoloji: Aşırı
nüfus efsanesi, gezegendeki zenginliği ve emeği daha büyük oranlarda mülk
edindiği koşullarda yönetici sınıf için saklanacağı gerekli perdeyi temin
ediyor. Örneğin son dönemde emperyalizmin ideologları, iklim değişikliğinin
sebebinin yoksul ülkelerdeki nüfus artışı olduğu iddiasını dillendirmenin
avantajını keşfettiler. Hindistan Ekonomisinin Özellikleri isimli
çalışmada dile getirildiği biçimiyle “Malthus’un mirasçıları, bugünlerde
insanların yüzleştikleri sefaletin bizatihi sorumlusunun gene insanlar olduğuna
inanmamızı istiyorlar, insanlara yetecek çok fazla şeyin bulunmadığını
söylüyorlar ve bu biçarelik, yoksulluk hâlinden kurtulmak için bizim toplumsal
servet üzerindeki mülkiyeti değiştirmeye ve toplumsal ürünü yeniden dağıtmaya
çalışmamamız, bunun yerine insanların sayısını azaltmamız gerektiğini iddia
ediyorlar.” (Chakrabarti 2014).
Dünyanın
“Güvenliği”: Batı’daki yönetici sınıf, Mao’nun da alaya
aldığı, Dean Acheson’a ait o ünlü görüşü paylaşıyor: “Nüfus artışı, ülke
üzerinde tahammül edilmesi mümkün olmayan bir baskıya yol açarak devrimlere
neden olurlar” (Mao 1949). Soğuk Savaş döneminde, bilhassa Çin Devrimi’nin
hemen ardından ABD’li planlamacılar, doyurulması gereken birçok Üçüncü Dünya
ülkesinin kaçınılmaz olarak komünizm için elverişli koşulları meydana
getireceğini düşünmüşlerdi. Sovyetler’in çöküşü sonrası bu türden korkular
azalmak şöyle dursun, yeni düşmanlara yöneldi. Ortadoğu’daki halk temelli
direniş örgütleri, bu bağlamda, hep birlikte “terörist” torbasına atıldılar.
1986 tarihli ABD Başkan Yardımcısı’nın hazırladığı Terörizmle Mücadele Görev
Gücü raporunda şu uyarıda bulunulmaktaydı:
“Nüfus kaynaklı baskılar,
geniş bir potansiyel terörist havuzunun oluşmasına katkı sunan ekonomik ve
politik hayal kırıklıkları ile artan, yeni ve istikrarsız isteklerin
dillendirilmesine neden oluyor” (Public Report 1986: s. 1).
Yedek
İşsiz Ordusu: Nüfus kontrolü, dünya genelinde yedek işsiz
ordusunun büyüklüğünü artırıp dağılım alanını genişletmenin en uygun yolu
olarak görülebilir. Bu sayede nüfus kontrolü, Batı’nın direnişleri kontrol
altına alırken bir yandan da gerekli dengeyi sağlayarak yeterli işçi sayısına
sahip olmayı mümkün kılıyor. Yönetici sınıf artık emeği yönetirken esasen dünya
nüfusunun azaltılmasına ille de ihtiyaç duymuyor, daha çok bu sınıf,
Avrupa’daki düşünce kuruluşlarının önerdikleri küresel “demografik tahkim”
sistemi dâhilinde belirli bölgeleri ve sınıfları hedef alıyor (European
University Institute 2008).
Hegemonya: En
geniş mânâda nüfus kontrolü bir toplumsal kontrol aracıdır. Yönetici sınıfın
yargılama yetkisini doğrudan kişisel alana doğru genişletir ve gelişmekte olan
ülkeler üzerinde tam hâkimiyetin tesis edilmesini sağlar. Evliliği ve
cinselliği düzene sokan kanunlar gibi işgücünün yeniden üretilmesine yönelik bu
türden müdahaleler de kapitalistler için çok önemlidir. Ayrıca kapitalistler
nüfus kontrolünü, işçilerin hayatının tüm yönleri üzerinde sınıfsal hegemonyayı
tesis etmenin bir aracı olarak kullanıyorlar. Bu hâliyle nüfus kontrolü,
yoksulun bedenini ve onurunu hedef alıyor, ayrıca kapitalistler, yoksulları
hayatlarını doğrudan ilgilendiren kararların onların yetkileri ve kontrolleri
dışında alınması gerektiğine inandırıyorlar.
Her
zaman olduğu gibi bugün de burjuva ideolojisi ile emperyalist uygulamalar
arasındaki ilişki, dinamik bir nitelik arz ediyor, her iki taraf birbirine
gerekli desteği sunuyor. David Harvey’nin de dile getirdiği gibi, “ne vakit
aşırı nüfus teorisi elitlerin hâkim olduğu bir toplumda ciddi bir destek bulsa,
ayrımsız tüm elit olmayan insanlar, belirli bir politik, ekonomik ve toplumsal
baskıya maruz kalıyorlar.” (Harvey 2012: s. 63).
Jacob Levich
12 Nisan 2019
Kaynak
Kaynakça:
Bandarage, Asoka (1994). “Population and Development: Toward a Social Justice
Agenda.” Monthly Review, 46(4).
Barry,
Ellen & Celia Dugger (2016). “India to Change Its Decades-Old Reliance on
Female Sterilization.” NYT, 20 Şubat.
Biswas,
Soutik (2014). “India’s Dark History of Sterilization.” BBC. 14 Kasım.
Black,
Edwin (2003). “Eugenics and the Nazis — the California connection.” San Francisco Chronicle, 9 Kasım.
Central
Intelligence Agency (2015). “Country Comparison: Total Fertility Rate.” CIA World Factbook.
Chakrabarti,
Manali (2014). “Are There Just Too Many of Us?” Aspects
of India’s Economy 55. Mart 2014.
Yayına
Hz.: Critchlow, Donald T., (1995). The Politics of Abortion and Birth
Control in Historical Perspective, University Park, Penn.: Pennsylvania
State University Press.
Dowbiggin,
Ian (2006). “Reproductive Imperialism: Sterilization and Foreign Aid in the
Cold War,” Conference on Globalization, Empire, and Imperialism in Historical
Perspective.” University of North
Carolina, 1 Haziran.
European
University Institute (2008). “Europe, North Africa,
Middle East: Diverging Trends, Overlapping Interests and Possible Arbitrage
through Migration,” 12–15 Mart.
Gates,
Melinda (2015). “Melinda Gates’ advice to girls: ‘Use your voice and you can
affect change’.” CNN, 24 Mart.
Goldberg,
Michelle (2012). “Melinda Gates’ New Crusade: Investing Billions in Women’s
Health,” Newsweek, 7 Mayıs.
Goodman,
Amy (1985). “The Case Against Depo Provera: Problems in the U.S.,” Multinational Monitor, Şubat/Mart.
US
Food & Drug Administration, “Black Box Warning Added Concerning Long-Term
Use of the Depo-Provera Contraceptive Injection,” FDA Talk Paper, 17 Kasım 2004.
Gordon,
Linda (1977). “Birth Control: An Historical Study (Part 1 of 2).” Science
for the People, 9(2), s. 10–16.
Harvey,
David (2012). Spaces of Capital: Towards a Critical Geography. New York:
Routledge.
Mamdani,
Mahmood (1972). The Myth of Population Control, New York: Monthly Review
Press.
Mao Zedong (1949). “The Bankruptcy of the
Idealist Conception of History”.
Morrow,
David J. (1999). “Maker of Norplant Offers a Settlement In Suit Over Effects.” NYT, 17 Ağustos.
Nigam,
Aditya (2015). “A Statement Protesting Approval to Introduce Injectable
Contraceptives in the National Family Planning Programme.” Kafila, 24 Eylül.
Population
Reference Bureau (2004). What Was Cairo? The Promise and Reality of ICPD.
Washington, DC: Population Reference Bureau. 14 Eylül.
Posel,
Susanne (2015). “Melinda Gates: Reinvesting in Family Planning with
Depo-Provera.” Occupy Corporatism,
22 Mayıs.
Posner,
Richard A. (1992). Sex and Reason. Cambridge: Harvard University Press,
1992.
Public
Report of the Vice President’s Task Force on Combatting Terrorism (1986). Şubat 1986, s.
1.
Rao,
Mohan (2004). From Population Control To Reproductive Health: Malthusian
Arithmetic. Yeni Delhi: Sage.
Sarojini,
N.B. & Laxmi Murthy (2005). “Why women’s groups oppose injectable
contraceptives,” Indian Journal of Medical Ethics, Cilt. 2, Sayı. 1.
World
Bank (2017). “Population growth.” World
Bank Open Data.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder