Pages

10 Kasım 2019

Bill Gates ve Aşırı Nüfus Efsanesi

Gebelikten Korunma ve Nüfus Kontrolü

Doğum kontrolü ideolojisi, iki farklı geleneğe yaslanıyor. Feministler, genelde gebelikten korunma pratiklerini ve kürtajı, kadınları sağlıklı kılma ve özgürleştirme yolu olarak desteklerken kapitalist elitler, bilhassa dünyanın güneyinde, nüfus eğilimlerini yönetmek amacıyla doğum kontrolü pratiklerine abanıyorlar. Marksist feministlerin yetmişlerde yaptıkları uyarıda dile getirdikleri biçimiyle;

“Uzmanların doğum kontrolü hareketinin dayandığı davaya daha fazla bağlanmaları, doğum kontrolü hareketinin hedeflerini değiştirdi. Hareket, zamanla işçilerin ve kadınların kendi kaderlerini tayin etme imkânlarını artırmaya dönük bir kampanya olmaktan çıktı ve elitist bir tarz benimseyip kampanyaya elitist değerleri yedirdi. Bu uzmanlar, esas olarak iki gruptan oluşuyordu: doktorlar ve insan ırkını ıslah etmek için uğraştıklarını söyleyen öjenistler” (Gordon 1977: s. 10).

Öte yandan, Batılı vakıflar ve hükümetler, bu dönüşüme büyük bir coşkuyla destek verdiler. Rockefeller Vakfı, 1920’lerden itibaren öjenik (soy ıslahı) araştırmalarına yatırım yapmaya başladı ve Nazilerin ırk teorilerine destek sunacak Alman öjenik programının kuruluşuna katkı sundu (Black 2003). Yeni muhafazakâr Richard Posner’ın biraz da yakınarak dile getirdiği üzere, Nazi zulmünün yol açtığı dehşete tanık olan kısa bir dönemin ardından Hitler, öjeniğe “o kötü şöhretini kazandırdı” (Posner 1992: s. 430) ama gene de John D. Rockefeller gibi bir dizi güçlü beyaz adam, “ayrıksı doğurganlık” meselesine kafayı taktı. Yoksul ülkelerdeki yüksek doğum oranına dikkate kesilen bu isimler, dünyanın ileride açlığın ve asi esmer kitlelerin istilasına uğrayacağını düşünüyorlardı. Bu güçlü adamlar, yoksulların gıda ve adalet talep edecekleri ve kendi isteklerini sahip oldukları sayısal ağırlıkla birlikte dayatacakları üzerinde duruyorlardı. Gelişmekte olan ülkelerde açığa çıkacak “Malthusçu kriz”e işaret eden Rockefeller, 1953’te Nüfus Konseyi’ni kurdu ve nüfus kontrolü alanında kapsamlı deneylerin yapılması gerektiğini, bu deneylerin finanse edilmesinin zaruri olduğunu söyledi. Bu türden müdahalelere süreç içerisinde ABD devletine hizmet eden siyasetçiler de destek vermeye başladılar. Bu siyasetçilere göre, “gelişmekte olan ülkelerde, bilhassa Batılı olmayan kültürün hüküm sürdüğü bölgelerde yüzleşilen demografik sorunların bu ülkelerin yüzlerini komünizme dönmelerine sebep olmaktaydı” (Critchlow 1995: s. 85).

Batı eliyle yürütülen nüfus deneylerinde tercih edilen bir laboratuvar olarak Hindistan’da Ford Vakfı, USAID [ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı] ile birlikte çalışıp gebelik önleme yöntemlerini kabul edenlere kalkınma yardımı sundu. Ford Vakfı’nın akıttığı para, Nüfus Konseyi ve USAID kaynaklı baskılarla birlikte daha da yoğunlaştı ve sonuçta devlet destekli aile planlaması sahasında yoğun bir çalışma yürütüldü. Yetmişli yıllarda sürdürülen bu çalışmalarda 6,2 milyon erkek zorla kısırlaştırıldı, bunların en az 1.774’ü öldü (Biswas 2014). Sonrasında Hindistan, yüzünü kadınlara döndü, zorla dayatılan uygulamalar sonucu binlerce kadın öldü, çok sayıda kadın, toplu kısırlaştırma amacıyla kurulmuş kamplara kapatıldı.

Bu politikaların yol açtığı korku, 1994 yılında Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nın (ICPD) toplanmasına neden oldu. Konferans, “Kahire Mutabakatı” olarak bilinen eylem programını yayınladı. ICPD, insanlara yönelik baskıları ağır bir dille eleştirdi ve kısırlaştırma kotalarına itiraz etti. Buna karşılık, ICPD programının büyük bir kısmı, piyasa kapitalizminin değerleri ve zorunlulukları temelinde inşa edilmişti. Program, her şeyden önce bireysel tercihe ve sorumlu karar alma pratiklerine imkân veren bireysel haklar üzerinde durmaktaydı. Aynı zamanda konferansın devlet aktörlerine yönelik eleştirisi, esasen emperyalistlerin ajandasında yer alan özel teşebbüsleri dışlamayan, Batılı sivil toplum aktörlerinin müdahalesinin artırılmasını öngören girişimlerin dayandığı fikriyatla uyuşmaktaydı. Nüfus Başvuru Bürosu, memnuniyetini beyan ettiği tespitinde, “STK’ların, dinî liderlerin ve cemaat önderlerinin, ayrıca (BM’nin ‘sivil toplum’ olarak adlandırdığı) özel sektörün artık yeni politikalar ve programlar ile ilgili olarak hükümetlerle yürütülen müzakerelerin aktif birer ortağı olduğunu” söyledi (Population Reference Bureau 2004).

2012’de Londra’da düzenlenen Aile Planlaması Zirvesi için gerekli sahneyi Kahire Mutabakatı kurdu. Zirveye katılan yetmişten fazla hükümetin temsilcileri, STK’lar ve özel şirketler nüfus kontrolü programına mali planda bağlı kalacaklarını ilân ettiler. En azından dünyanın güneyindeki ülkelerde faal olan feministleri kucaklayan ICPD’den farklı olarak, bu zirvede her iş tepeden inmeci bir tarzda icra edildi ve temelde yönetici sınıfın işleri görüldü. Tüm faaliyetlerse Gates Vakfı eliyle organize edilip yönetildi. Dünyanın gebeliği önleme yöntemlerine erişim konusunda her yerde çıkıp konuşan isimlerden olan Melinda Gates, Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın [BMGF] 120 milyon kadına doğum kontrolü imkânı sunmak için bir milyar dolar bağışlamak istediğini, burada amacın 2020 yılı itibarıyla 110 milyon istenmeyen gebeliğe mani olmak olduğunu söyledi (Goldberg 2012); ayrıca, Planlı Ebeveynlik gibi örgütlerden Michael Bloomberg ile Hewlett-Packard’ın bağışta bulunduğu vakıflara kadar birçok organizasyon, 3,6 milyar dolar yardım sunmayı vaat etti. Yorumcular, BMGF’in gebelik kontrolünü dünya kamu sağlığı gündeminin ilk sırasına taşıdığını söyleyerek vakfı göklere çıkarttılar.

Acilen yürürlüğe konulması gerektiği söylenen proje konusunda söylenenler fazlasıyla eksik. Zira dünyadaki nüfus artış oranı, son kırk yıllık dönemde büyük ölçüde düştü. 1971’de zirveye ulaşıp yüzde 2,1’i gören bu oran, Londra Zirvesi’nin gerçekleştiği yıl içerisinde savaş sonrası dönemin en düşük değerine ulaşarak yüzde 1,17’ye geriledi (World Bank 2017). Üçüncü dünyada yaşayan kadınları hedef alan gebeliği önleme amaçlı programlara daha fazla destek bulabilmek adına BMGF ve müttefikleri, bir kriz havası yaratma ihtiyacı duydular. Bu noktada aile planlamasını savunan ilk kuşağı epey sıkıntıya sokmuş olan “ayrıksı doğurganlık” meselesini albenili bir ambalaja sardılar. Dünyadaki en yoksul ülkeler, büyük ölçüde Afrika’da bulunanlar, hâlen daha yüksek doğurganlık oranlarına sahipler (bu bağlamda en yüksek oran Nijer’e ait. Bu ülkede her bir kadının doğurduğu ortalama çocuk sayısı 6,76; bu oran, Burundi’de 6,09; Mali’de ise 6,06 (CIA 2015). BMGF ve vakfın yandaşı olan gazeteciler, aşırı nüfus ile alakalı ateşi körüklemek için koordineli bir çalışma içerisine girdiler ve bu verilen rakamları her fırsatta gözlere soktular. Oysa güya Kahire Mutabakatı, ırkçılık ve öjeni meselesinden uzak durulmasını emrediyordu. Londra Zirvesi ise kopardığı onca yaygara ile birlikte, aşırı nüfusun yoksulluğun, iklim değişikliğinin ve her türden toplumsal marazın sonucu değil sebebi olduğuna dair, uzun zamandır itibar edilmeyen önermeyi tekrar gündeme getirdi. Melinda Gates, argümanını desteklemek adına şu tarz laflar etmekteydi:

“Kadınlar ve eşleri gebelik önleyicilere erişirlerse bu, herkesin faydasına olacak. Böylelikle gebelikte anne ölümü oranları düşecek, çocuklar sağlıklı olacak, daha iyi bir eğitim alacak ve ailenin geliri artacak.” (Gates 2015).

Oysa doğurganlık oranları sınıfa, zamana ve bölgeye göre farklılık arz eder ve hâkim toplumsal koşullara tabidir (Rao 2004: 3. Bölüm). Sanayi Devrimi’nin ardından Batılı ülkelerin nüfus yapısı dönüştü, büyük aile, yerini küçük çekirdek aileye bıraktı. Bu dönüşüm, yaşam standardının gelişimiyle bağlantılıydı, gebelik önleyicilere erişim imkânı bu dönüşümde pek fazla söz sahibi değildi. Yaşam standartlarındaki artış ise zenginliğin çevreden merkeze aktarılması ile alakalıydı. Batı’da refah düzeyi yükselirken çevreye dayatılan emperyalist üretim formları, yoksul ülkeler açısından kapsamlı toplumsal ve ekonomik sonuçlara yol açtı. “Emperyalizm, modern teknoloji ile ölüm oranlarını düşürdü ama doğum oranlarını düşüremedi, çünkü emperyalizm, bir yandan da kitlelerin kendi yağlarında kavrulma, kendine yetme imkânlarını sunan koşulları ortadan kaldırdı ve toplumsal eşitsizliği artırdı” (Bandarage 1994: s. 43).

Tuhaf olan şu ki Batı, nüfus dönüşümünü ancak dünyanın güneyinde, yani yoksul ülkelerde benzer bir dönüşüm sürecinin yaşanmasına mani olmayı gerekli kılan bir sömürü sistemi eliyle gerçekleştirebilmişti. Mahmud Mamdani’nin araştırmasının da ortaya koyduğu biçimiyle, Üçüncü Dünya’da tarım emekçileri ve orta düzey köylüler, hayatta kalmak ve refah düzeyini muhafaza edebilmek için geniş aileye ihtiyaç duymaktaydı. Çocuklar, hem tarlada çalışmak hem de yaşlanınca anne babalarına destek sunmak zorundalardı (Mamdani 1972). Bu noktada meseleyi basitleştirme riskine rağmen, şunu söyleyelim: yoksulluğa sebep olan aşırı nüfus değil, aşırı nüfusa yol açan yoksulluğun ta kendisi.

Gebelikten korunma endüstrisi ve destekçileri, ısrarla nüfus kontrolü girişimlerinin çığırtkanlığını yapıp duruyorlar ve bu girişimlerin yoksulluk düzeyinin düşürülmesinin en önemli yolu olduğunu söylüyorlar. Bu efsane, süreç içerisinde feministmiş gibi görünen, “üreme sağlığı” ve “kadınları güçlendirme” ile alakalı söylemin ardına gizlenip dolaşıma giriyor. Melinda Gates’e göre kadınlar, uzun etkili geri dönüşümlü gebelik önleyicilerin [LARC’ler], en temelde kötü bir şöhrete sahip olan Depo-Provera türünden iğnelerin (Goodman 1985, Sarojini 2005) ve Norplant gibi deri altı implantların yaygın bir biçimde dağıtılması suretiyle güçlendirilebilirler. 2012’de Newsweek’te kendisi ile ilgili bir yazıda, Melinda Gates, Sahra-altı Afrikası’ndaki kliniklere gidildiğinde kadınların kendilerine Depo-Provera iğnesi yapılması için yalvardıklarını söylüyor. Gates’in iddiasına göre bu iğne, kadınların gebelik önleyiciyi “korumasız eşler”den gizli kullanma noktasında en uygun yöntem (Goldberg 2012). Gates, yazıda Üçüncü Dünya ülkeleri için bu tür iğnelerin gayet uygun olduğunu söylüyor, bu iğnelerin kadınlara “kocalarının sırtlarına iğne yapma imkânı sunduğunu” iddia ediyor (aktaran: Posel 2015). Sonuçta emperyalist feminizm, bu sosyetik formu dâhilinde yoksul kadınlara sözde destek sunarken bir yandan da yoksul erkekleri aşağılıyor.

Bill ve Melinda Gates Vakfı, her yerde LARC’lerin reklâmını yapıyor ve bunu, kadınları sorumlu tercihlerde bulunmaları için özgürleştirmek amacıyla yaptığını söylüyor. Oysa Batılı aile planlamacılarının bu tür yöntemleri tercih etmelerinin sebebi, yoksul ülkelerdeki kadınlara kısırlaştırmadan gayrı bir seçenek sunmuyor oluşu. LARC’lerde kontrol, prezervatiflerde, kontraseptiflerde veya geleneksel yöntemlerdeki kontrole kıyasla daha fazla tedarikçilerin elinde. Kadınlar, bu noktada kontrole daha az sahipler. Örneğin Norplant gibi yöntemlerin kadınların çocuk doğurmamalarını sağladığı süre beş yılı buluyor (Morrow 1999).

Hindistan’da son dönemde yaşanan olayların da gösterdiği üzere LARC’ler, sorunsuz bir kısırlaştırma yöntemi olarak takdim ediliyorlar. Kahire Mutabakatı sonrasında bile yürürlükte kalmaya devam eden kısırlaştırma programları, 2014’te baştan savma biçimde yapılan tüp bağlama işlemleri sonucu 15 kadının ölmesi ardından gündemden düştü. Hindistan başbakanı Modi, Bay ve Bayan Gates’le bir araya geldi, sonrasında da kısırlaştırma yöntemi yerine enjekte edilen gebelik önleyicilerini ülke çapında yürürlüğe konulacak aile planlama programına dâhil etti (Barry & Dugger 2016). Önde gelen yetmiş Hintli feminist, akademisyen ve sağlık emekçisi, bu kararı protesto eden bir metin kaleme aldı ama hiçbir sonuç alınamadı (Nigam 2015).

Enjekte edilen gebelik önleyicilerinin kullanılması ile ilgili fikre bir destek de EngenderHealth şirketinden geldi. Gates Vakfı, bu şirketle ilişki kurdu ve şirket vakfın internet sitesinde aile planlama ortağı olarak anılmaya başlandı. 1937’de İnsanlığın Islahı İçin Kısırlaştırma Birliği adıyla kurulan organizasyon, açıktan öjeni temelli projeler yürüttü ve bu projelerin amacının “insan ırkının biyolojik soyunu iyileştirmek, ıslah etmek için gerekli olan, güvenilir ve bilimsel araçları oluşturmak” olduğunu söyledi. Sonrasında Hugh Moore’dan para almaya başlayan kurum, Birthright ismini aldı ve yetmişlerde USAID’nin Hindistan ile tüm Üçüncü Dünya’da yürüttüğü kapsamlı kısırlaştırma kampanyalarında öncü bir rol üstlendi (Dowbiggin 2016).

Kahire Mutabakatı sonrası organizasyonun ismi yeniden değiştirildi. Kısırlaştırma meselesini geri plana atan kurum, süreç içerisinde rahim içi cihazlar (IUD’ler), iğneler, implantlar ayrıca tüp bağlama ve vazektomi türünden, uzun etkili ve kalıcı gebelik kontrolü yöntemlerine (LAPM’ler) odaklandı. Bu amaç doğrultusunda EngenderHealth, Gates ailesinin vakfından 36 milyon dolar civarında para aldı. Vakıfla ilgili kurum arasındaki bu ortaklıkta asıl amaç, Dünya’nın güneyindeki yoksul ülkelerde kadınları kısırlaştırmaktı. Kahire Mutabakatı sonrası dönemde kısırlaştırmayı uygunsuz gören ideolojik iklime rağmen vakıf ve ortakları, uzun ömürlü, kontrolün ve yetkinin tedarikçide olduğu gebelik kontrolü yöntemlerini geçici kısırlaştırmanın etkili biçimi olarak değerlendirdiler ve bu yöntemlerin doğurganlığı tepeden aşağıya kontrol altına alacak, politik açıdan kabul edilebilir araçlar olduğunu söylediler.

Hindistan’da ve diğer istila edilmiş ülkelerde uzun etkili geri dönüşümlü gebelik önleyicilerin [LARC’ler] dayatılması, esasen geleneksel nüfus kontrolü gündemini o yaldızlı “üreme tercihi” bayrağı altında sessiz sedasız uygulamanın bir aracıydı. Dolayısıyla, ilgili ilâç endüstrisi için yeni büyük pazarlar oluşturulması asla tesadüf değildi. Emperyalizmin nüfus kontrolü meselesini sürekli gündemde tutmasının birçok sebebi var ve bu sebepleri şu şekilde özetlemek mümkün:

İdeoloji: Aşırı nüfus efsanesi, gezegendeki zenginliği ve emeği daha büyük oranlarda mülk edindiği koşullarda yönetici sınıf için saklanacağı gerekli perdeyi temin ediyor. Örneğin son dönemde emperyalizmin ideologları, iklim değişikliğinin sebebinin yoksul ülkelerdeki nüfus artışı olduğu iddiasını dillendirmenin avantajını keşfettiler. Hindistan Ekonomisinin Özellikleri isimli çalışmada dile getirildiği biçimiyle “Malthus’un mirasçıları, bugünlerde insanların yüzleştikleri sefaletin bizatihi sorumlusunun gene insanlar olduğuna inanmamızı istiyorlar, insanlara yetecek çok fazla şeyin bulunmadığını söylüyorlar ve bu biçarelik, yoksulluk hâlinden kurtulmak için bizim toplumsal servet üzerindeki mülkiyeti değiştirmeye ve toplumsal ürünü yeniden dağıtmaya çalışmamamız, bunun yerine insanların sayısını azaltmamız gerektiğini iddia ediyorlar.” (Chakrabarti 2014).

Dünyanın “Güvenliği”: Batı’daki yönetici sınıf, Mao’nun da alaya aldığı, Dean Acheson’a ait o ünlü görüşü paylaşıyor: “Nüfus artışı, ülke üzerinde tahammül edilmesi mümkün olmayan bir baskıya yol açarak devrimlere neden olurlar” (Mao 1949). Soğuk Savaş döneminde, bilhassa Çin Devrimi’nin hemen ardından ABD’li planlamacılar, doyurulması gereken birçok Üçüncü Dünya ülkesinin kaçınılmaz olarak komünizm için elverişli koşulları meydana getireceğini düşünmüşlerdi. Sovyetler’in çöküşü sonrası bu türden korkular azalmak şöyle dursun, yeni düşmanlara yöneldi. Ortadoğu’daki halk temelli direniş örgütleri, bu bağlamda, hep birlikte “terörist” torbasına atıldılar. 1986 tarihli ABD Başkan Yardımcısı’nın hazırladığı Terörizmle Mücadele Görev Gücü raporunda şu uyarıda bulunulmaktaydı:

“Nüfus kaynaklı baskılar, geniş bir potansiyel terörist havuzunun oluşmasına katkı sunan ekonomik ve politik hayal kırıklıkları ile artan, yeni ve istikrarsız isteklerin dillendirilmesine neden oluyor” (Public Report 1986: s. 1).

Yedek İşsiz Ordusu: Nüfus kontrolü, dünya genelinde yedek işsiz ordusunun büyüklüğünü artırıp dağılım alanını genişletmenin en uygun yolu olarak görülebilir. Bu sayede nüfus kontrolü, Batı’nın direnişleri kontrol altına alırken bir yandan da gerekli dengeyi sağlayarak yeterli işçi sayısına sahip olmayı mümkün kılıyor. Yönetici sınıf artık emeği yönetirken esasen dünya nüfusunun azaltılmasına ille de ihtiyaç duymuyor, daha çok bu sınıf, Avrupa’daki düşünce kuruluşlarının önerdikleri küresel “demografik tahkim” sistemi dâhilinde belirli bölgeleri ve sınıfları hedef alıyor (European University Institute 2008).

Hegemonya: En geniş mânâda nüfus kontrolü bir toplumsal kontrol aracıdır. Yönetici sınıfın yargılama yetkisini doğrudan kişisel alana doğru genişletir ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde tam hâkimiyetin tesis edilmesini sağlar. Evliliği ve cinselliği düzene sokan kanunlar gibi işgücünün yeniden üretilmesine yönelik bu türden müdahaleler de kapitalistler için çok önemlidir. Ayrıca kapitalistler nüfus kontrolünü, işçilerin hayatının tüm yönleri üzerinde sınıfsal hegemonyayı tesis etmenin bir aracı olarak kullanıyorlar. Bu hâliyle nüfus kontrolü, yoksulun bedenini ve onurunu hedef alıyor, ayrıca kapitalistler, yoksulları hayatlarını doğrudan ilgilendiren kararların onların yetkileri ve kontrolleri dışında alınması gerektiğine inandırıyorlar.

Her zaman olduğu gibi bugün de burjuva ideolojisi ile emperyalist uygulamalar arasındaki ilişki, dinamik bir nitelik arz ediyor, her iki taraf birbirine gerekli desteği sunuyor. David Harvey’nin de dile getirdiği gibi, “ne vakit aşırı nüfus teorisi elitlerin hâkim olduğu bir toplumda ciddi bir destek bulsa, ayrımsız tüm elit olmayan insanlar, belirli bir politik, ekonomik ve toplumsal baskıya maruz kalıyorlar.” (Harvey 2012: s. 63).

Jacob Levich
12 Nisan 2019
Kaynak

Kaynakça:
Bandarage, Asoka (1994). “Population and Development: Toward a Social Justice Agenda.” Monthly Review, 46(4).

Barry, Ellen & Celia Dugger (2016). “India to Change Its Decades-Old Reliance on Female Sterilization.” NYT, 20 Şubat.

Biswas, Soutik (2014). “India’s Dark History of Sterilization.” BBC. 14 Kasım.

Black, Edwin (2003). “Eugenics and the Nazis — the California connection.” San Francisco Chronicle, 9 Kasım.

Central Intelligence Agency (2015). “Country Comparison: Total Fertility Rate.” CIA World Factbook.

Chakrabarti, Manali (2014). “Are There Just Too Many of Us?” Aspects of India’s Economy 55. Mart 2014.

Yayına Hz.: Critchlow, Donald T., (1995). The Politics of Abortion and Birth Control in Historical Perspective, University Park, Penn.: Pennsylvania State University Press.

Dowbiggin, Ian (2006). “Reproductive Imperialism: Sterilization and Foreign Aid in the Cold War,” Conference on Globalization, Empire, and Imperialism in Historical Perspective.” University of North Carolina, 1 Haziran.

European University Institute (2008). “Europe, North Africa, Middle East: Diverging Trends, Overlapping Interests and Possible Arbitrage through Migration,” 12–15 Mart.

Gates, Melinda (2015). “Melinda Gates’ advice to girls: ‘Use your voice and you can affect change’.” CNN, 24 Mart.

Goldberg, Michelle (2012). “Melinda Gates’ New Crusade: Investing Billions in Women’s Health,” Newsweek, 7 Mayıs.

Goodman, Amy (1985). “The Case Against Depo Provera: Problems in the U.S.,” Multinational Monitor, Şubat/Mart.

US Food & Drug Administration, “Black Box Warning Added Concerning Long-Term Use of the Depo-Provera Contraceptive Injection,” FDA Talk Paper, 17 Kasım 2004.

Gordon, Linda (1977). “Birth Control: An Historical Study (Part 1 of 2).” Science for the People, 9(2), s. 10–16.

Harvey, David (2012). Spaces of Capital: Towards a Critical Geography. New York: Routledge.

Mamdani, Mahmood (1972). The Myth of Population Control, New York: Monthly Review Press.

Mao Zedong (1949). “The Bankruptcy of the Idealist Conception of History”.

Morrow, David J. (1999). “Maker of Norplant Offers a Settlement In Suit Over Effects.” NYT, 17 Ağustos.

Nigam, Aditya (2015). “A Statement Protesting Approval to Introduce Injectable Contraceptives in the National Family Planning Programme.” Kafila, 24 Eylül.

Population Reference Bureau (2004). What Was Cairo? The Promise and Reality of ICPD. Washington, DC: Population Reference Bureau. 14 Eylül.

Posel, Susanne (2015). “Melinda Gates: Reinvesting in Family Planning with Depo-Provera.” Occupy Corporatism, 22 Mayıs.

Posner, Richard A. (1992). Sex and Reason. Cambridge: Harvard University Press, 1992.

Public Report of the Vice President’s Task Force on Combatting Terrorism (1986). Şubat 1986, s. 1.

Rao, Mohan (2004). From Population Control To Reproductive Health: Malthusian Arithmetic. Yeni Delhi: Sage.

Sarojini, N.B. & Laxmi Murthy (2005). “Why women’s groups oppose injectable contraceptives,” Indian Journal of Medical Ethics, Cilt. 2, Sayı. 1.

World Bank (2017). “Population growth.” World Bank Open Data.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder