Pages

04 Ekim 2019

Yeni Çin’in 70 Yılını Kutlamak



Bugünlerde Çin’de yaygın olarak kullanılan bir söz var: “Misyonu aklından hiç çıkartma, baştaki emeli asla unutma.”

Bu sözle başlamamın sebebi, onun Yeni Çin’in kuruluşunun yetmişinci yıldönümüne yönelik kutlamaların önemli bir parçası olması. Şuan Çin’deyim, hazırlıklara, beklentilere ve kutlamaların yapıldığı güne ilk elden tanıklık ediyorum.

Yazıyı 1 Ekim günü kaleme alıyorum, yani Mao Zedung’un Tiananmen olarak bilinen kapıda durup Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilân ettiği günden yetmiş yıl sonra. Bugün aynı yerde Xi Jinping vardı, Mao ve onu takip eden liderlere teşekkür etti. Tüm oturumları bilgisayarımda canlı izledim, Çin’in geleceğini ellerinde tutan gençlere yapılan vurguya, ayrıca ülkenin tüm eyaletlerine ve özerk bölgelerine verilen takdire ve milliyetler açısından sahip olunan çeşitliliğine yönelik övgülere tanıklık ettim.

Beni etkileyen bir husus da kısa süren askerî geçit töreniydi. Sosyalist bir ülke, kendisini yıkmak isteyenlere karşı varlığını koruyabilmeli. Birçok ülkeden temsilci gelmiş. Çin gibi gelişme kaydeden ülkeler, özel katılım göstermişler. Bu ülkeler, Çin’in paradigmasını benimsiyorlar, buna bağlı olarak da “Washington Konsensüsü” olarak bilinen neoliberal projeye sırtlarını dönüyorlar.

Fakat burada bir süre durup bir adım geri çekilerek “Çin’e az çok aşina olan bir yabancı neler gördü?” sorusunu soralım. Sıradan insanlar, yetmişinci yıldönümü kutlamaları konusunda neler söylüyorlar? Bir ay süreyle insanlarla bu konuda sohbet ettim ve hislerini, düşüncelerini anlamaya çalıştım.

İlk elden gözlemlenecek en önemli gerçek, insanların yetmiş yılda çok çalışıldığını görüyor olmaları. Herkes, “çok çalışıldığını, artık biraz da başarıların keyfini çıkartıp kutlama yapabileceklerini” söylüyorlar. Başarılar çok net ortada: herkes, “sosyo-ekonomik açıdan refah içinde yaşama” denilen temel insan hakkına sahip. 800 milyondan fazla insan, yoksulluk koşullarından kurtarılmış. Güçlü ve müreffeh bir Çin inşa edilmiş.

Bu sebeple bizzat tanıdığım insanlar, Çin’in mutlu mesut yaşamasını açıklama ve bu hususta söz etme noktasında kendinden gayet emin cümleler kuruyorlar. Çin’in yapıp ettiği her şeyin özünde, artık daha fazla Marksizm var. Çin Komünist Partisi ve tarihi, bugünlerde seyrettiğim Pekin’deki geçit töreninin asli bileşeni idi.

“Çalışmak” denilirken ne kastediliyor peki? Burada insanlar çok çalışıyorlar. Ama gene de çoğu vakit yeterince çalışmadıklarını söylüyorlar. Çalışmaya bir de mücadele eşlik ediyor. Son yetmiş yılda uluslararası planda yoğun bir itiraza ve muhalefete maruz kalmış olan Çinliler, ciddi zorluklara karşı mücadele vermeyi bildiler. Onlar, bugün kazanılmış ve elde edilmiş olan her şeyin çalışmak kadar mücadelenin eseri olduğunu gayet iyi biliyorlar. Başka bir ifadeyle, kendi deneyimleri üzerinden Çinliler, çalışmanın bizatihi kendisinin bir tür mücadele olduğunun bilincindeler ve asla mücadeleden korkmuyorlar.

Her şeyin ötesinde Çinliler, daha yapılacak çok şeyin olduğunun farkındalar. Çevre sorunlarının çözümü konusunda epey yol alınsa da Çinliler, daha yapılacak çok işin bulunduğunu biliyorlar. Hâlen daha birkaç milyon insanın yoksulluk koşullarında yaşadığını görüyorlar ve mütevazı ölçülerde müreffeh ve varlıklı olan bir toplumda (xiaokang shehui) bunun asla kabul edilir olmadığını da biliyorlar.

Çinliler, bir yandan da, Çin’i kuşatma altına almak ve ona ne yapması gerektiğini dikte etmek konusunda, kendi içinde çatlaklar barındıran bir avuç eski sömürgecinin ümitsiz girişimleriyle boğuşuyorlar. Oysa Çinliler, yollarından dönmeyecek ve başkalarının şartlarını kendilerine zorla dayatmasına asla izin vermeyecekler.

Peki bu, bir tür milliyetçilik midir, “önce Amerika, gerisini salla!” anlayışının Çin versiyonu mudur? Asla böyle değil.

Eskiden ilkin Sovyetler’de, ardından ulusal kurtuluş kavgası veren birçok sömürge ülkede olumlu bir milliyetçilik anlayışının varlığını anlamaya çalışırdık. Bu anlamda milliyetçilik, sömürgecilik karşıtı bir emel, bir irade hâlini almış, egemenlik meselesi tüm ağırlığı ile merkeze yerleşmişti. Bu, tabii ki başkalarının da egemenliğine saygı duymayı gerekli kılıyordu.

Aynı şekilde, kendi ülkenize başka bir ülkenin hükmetmesini istemiyorsanız, aynı şeyi başkalarına da yapmamanız gerekir. Zhou Enlai ve Mao Zedung’un “Barış İçerisinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi” bu konumu net bir biçimde ortaya koyuyor.

İnsanlarla konuştuğumda başka bir his daha oluştu bende. Öncelikle şunu belirtmeliyim: Çincedeki “ai guo” terimi, kötü bir tercüme sonucu “milliyetçilik” olarak tercüme ediliyor. Düz manada “ai guo”, esasında “memleket sevdası” anlamına geliyor ve ulus-devletle veya onunla alakalı herhangi bir izm’le zerre ilişkisi bulunmuyor.

“Memleket sevdası”, ülkenin kimliğinin ayrılmaz parçası. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Çinliler, bu duyguyu illaki paylaşıyorlar. “Memleket sevdası”, beş bin yıllık bir kültürü, tarihi, geleneği, felsefeyi ve siyasi formları kapsıyor.

Benim açıdan en önemli husus ise memleket sevdasının “ben kazanayım sen kaybet” zihniyetini veya (“Önce Amerika” anlayışında görüldüğü üzere) bir tarafın kazancının diğerinin kaybı ile sonuçlanacağı kurguyu esas almıyor olması. Bilâkis memleket sevdası, aslında kendi ülkeni, kendi kültürel kimliğini sevmeyi ifade ediyor. Bu anlayış, başkalarının kimliğine destek olma ve onlarla ilişki kurma, o kimliklere saygı duymanın zemini olarak iş görüyor. Bu sebeple Çin halkı, memleket sevdasını dünyaya faydalı bir olgu olarak görüyor, çünkü bu halk, başkalarının da kendi memleketlerini sevdiğini, bu sevginin müşterek projeler geliştirmeyi mümkün kılacağını iyi biliyor.

Bazıları, insanların Çin’de bayrak sallamanın Marksizmi geri plana attığını söylüyorlar. Oysa bu tespit bir cehaletin ürünü. Bu türden sözler sarf edenler, Xi Jinping’in Marksizmi merkeze yerleştirdiğini, Çin’in yürüdüğü yolun kılavuzu olarak değerlendirdiğini görmüyor, doksan milyonluk ÇKP’nin komünist parti olarak net ve açık bir misyona sahip olduğunu anlamıyor.

Bu insanlardaki şüphe, bir yanıyla, onlardaki Çin bayrağı ile ilgili gerçeği de görmezden gelmelerine neden oluyor. Çin’de bayrağa “beş yıldızlı kızıl bayrak” [wuxinghongqi] deniliyor. Bu kızıl bayrak, tabii ki yıldız gibi önemli bir komünist sembol. Dolayısıyla ne vakit biri beş yıldızlı kızıl bayrağı dalgalandırsa, orada salınan aslında komünist bir bayrak, bu bilinmeli.

Buradan, yazının en başında aktardığımız, “Misyonu aklından hiç çıkartma, baştaki emeli asla unutma” (laoji shiming, bu wang chuxin) sözüne geri dönelim. Çin’in her köşesinde bu söze rastlıyorsunuz. Herkesin ağzında bu cümle var. Peki ama “baştaki emel” neydi? Marksizm. Misyon neydi? Komünizm. Komünizmin gerçekleşmesi için neye ihtiyaç var? Daha fazla çalışmaya ve daha fazla mücadeleye.

Roland Boer
2 Ekim 2019
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder