Din
ve dinin Marksizmle ilişkisi konusunda asıl mesele, din ve Marksizmin birbirine
boyun eğmesine gerek kalmadan, ikisinin birlikte varolup olamayacağı değildir.
Kurtuluş teolojisi geleneğinin de bizlere ispatladığı üzere, Marksizmle
Hristiyanlığı birbirine teyellemek mümkündür.
Bizce
asıl mesele, dinî külliyatın tedrisatından geçmeden materyalist (veya Marksist)
olmanın mümkün olup olmadığı veya daha doğru bir ifadeyle, dini idealist bir
teşebbüs olarak terk etmek suretiyle materyalist (Marksist) olmanın mümkün olup
olmadığıdır.
Althusser’in
ilk dönem yazılarıyla ilgili olarak, Roland Boer’in Althusser’in eserleri
arasında yaptığı ayrım ve onun Althusser’in teoloji yazılarının Marx’ın şu ünlü
ifadesiyle kıyaslanabileceğine dair tespiti üzerinde biraz durup düşünmek
gerekmektedir:
“Cennetin
eleştirisi dünyanın eleştirisine, din eleştirisi ise hukukun eleştirisine,
teoloji eleştirisi ise politika eleştirisine dönüşmektedir.”[1]
Althusser’in
teoloji yazıları, yukarıdaki tezin maddileştiği yapıyı ifade ediyor gibidir. O
yapı, korkunun eleştirisini, insanî koşulun veya korkunun proleter yönünü,
kilisenin statüsüne ve yapısına yönelik eleştiriyi vs. içermektedir. Bu
başlıkları alan makalelerde Althusser, kendi asarında zaten mevcut olan
materyalist eğilimleri yeniden yapılandırmaktadır. Bu işlem dâhilinde tuhaf ve
beklenmedik karşılaşmalar yaşanmaktadır. Gariptir ki burada yoldaş tutulan isim
Feuerbach’tır, Althusser’in tüm yönleriyle incelemeye tabi tuttuğu ve tercüme
ettiği ise teorik hümanizm meselesidir.
Hristiyanlığın
Özü
isimli eserinde Feuerbach, Hristiyanlığın özünü sorgulamanın en iyi yolunun
Tanrı’nın dünyayı hiçlikten yarattığı fikrini benimsemek olduğunu söyler. Ona
göre bu özcü olmayan tez, Hristiyan bilinci nezdinde budünyanın sahip olduğu
değeri ortaya koyar. Feuerbach’ın ifadesiyle, “eğer yaradılış Tanrı’nın
iradesinin ürünü, aklın değil de hayal gücünün yani öznel İrade’nin ürünü ise o
vakit mevcut hâliyle dünya, bir hiç olmanın değerine sahiptir. Dolayısıyla
dünyanın sahip olduğu hiçlik, iradenin gücünü ifade eder.”[2]
“Her şeyi hiçlikten
yaratmak, her şeye kadir oluşun en yüce ifadesidir: oysa her şeye kadirlik, tüm
nesnel koşul ve sınırlamalardan kendisini muaf tutan öznellikten […] gerçek
olmayan her şeyi gerçek, algılanır olanı mümkün olarak varsayma becerisinden, hayal
gücünün veya hayal gücüyle özdeş olan iradenin iktidarından başka bir şey
değildir.”[3]
Esasında
bu, birçok Hristiyan metninde bulabileceğimiz bir olgudur, en iyi örneği de
Kitap’ta kendisine yer bulan suyun şaraba dönüşmesi ile ilgili meseldir.
Feuerbach’ın tabiriyle, burada dönüşümden çok hiçlikten yaratılma söz
konusudur:
“Hiçlikten yaratma
mucizeye benzer ve Tanrı’nın takdiridir. Zira Takdiri İlahi düşüncesi, özgün
anlamıyla ve sahip olduğu, inanmayanların idraki ile henüz sınırlanmayıp o
idrak eliyle tahrif edilmediği gerçek önemi dâhilinde esasen mucize düşüncesine
denk bir düşüncedir. Takdiri İlahi’nin ispatı, mucizedir.”[4]
Bu,
dindarların ateistlere verdiği cevaptır. Onlar, dünyada faal olan nedensel
olaylar ağının yol açtığı musibetlerle veya talihsizliklerle henüz tanışmamış,
Althusser’in ifadesiyle, yüzleşmemişlerdir. Burada Feuerbach, yüzme bilmeyen,
nedensellik üzerine kurulu sistemin işlemesini isteyen, suda boğulmak üzere
olan insandan bahseder. Bu insan hiçliğe dönüşecektir:
“Hristiyan Tanrı’nın
insanı olarak zambakların üzerini örten, kuzgunları besleyen, başka bir
insandır. Doğanın tanrısı, yüzme öğrenmemişse kişinin suya batmasını sağlar.
Dinin tanrısı ise o kişiyi Rabbin eliyle suyun üzerinde sağ salim yürümesini
mümkün kılar.”[5]
Feuerbach
sözlerine şu şekilde devam eder:
“Tanrı, doğa kanunlarını
yürürlükten kaldırır; zorunluluğun hâkim olduğu, sonuçları sebeplere bağlayan
demir ağla örülü sürece müdahale eder; özetle o, dünyayı hiçlikten var eden
aynı sınırsız, her şeye gücü yetendir. Mucize yoktan var etmektir [creatio
ex nihilo].”[6]
Buradan
şunu söyleyebiliriz: Bir kişinin ateist olabilmesi için sembolik düzende faal
olan yapısal nedenselliğin bir hiç olmadığı konusunda belirli bir konum alması
gerekir:
“Dolayısıyla maddenin veya
dünyanın ebediliği konusunda kâfir felsefecilerin en fazla yalanlanmış olan
öğretisine bakılacak olursa doğa, onlara göre esasen teorik bir
gerçekliktir.”[7]
Burada
Althusser ve onun nesnenin anlamının öznel indirgemeciliğe tabi tutulmasına
karşı çıkan teorik konuma yönelik savunusu yankılanmaktadır. Feuerbach şunu
söylemektedir: “Dünyanın üretildiği hiçlik hâlen daha yapısı gereği hiçliktir,
yani “siz dünyanın hiçlikten yapıldığını, imal edildiğini söylediğinizde
dünyayı esasında hiçlik olarak idrak ediyorsunuz demektir.”[8] Diğer yandan
Althusser de tarihin geçmişe doğru inşasını bugün açısından ele alır. Bu
noktada Materyalist Diyalektik isimli çalışmasında şunları yazmaktadır:
“Kökenlerin felsefesi ve
bu felsefeye ait organik kavramlarla ilgili ideolojik bir mit oluşturmak yerine
Marksizm, temelde her türden somut ‘nesne’nin karmaşık yapısının verili oluşunu
kabul eder. Bu karmaşık yapı, nesneyle ilgili bilgiyi üreten, teorik pratiğin
gelişimine ve nesnenin gelişimine hükmeden yapıdır. Artık yığınla bilgi kendi
geçmişini didikleyip dursa da artık ortada herhangi bir asıl, ilk öz yoktur,
sadece her daim önceden verili oluş söz konusudur.”[9]
Bu
bağlamda arşınlanacak en güvenli yol, boşluk, rastlaşma gibi kavramları
kullanmak suretiyle Althusser’in “rastlantısal materyalist” dönemine ait bakış
açısı üzerinden bu yaklaşımı analiz etmektir. Köken Üzerine isimli
çalışmasında Althusser şunu söylüyor: “İdeolojik (dinî) köken kategorisinin
yerinden edilmesi anlamına gelen ‘karşılaşma teorisi’ veya ‘bağlanım (conjunction)
teorisi planında, doğrusal soykütükleri olarak ifade edebileceğimiz bir yer
vardır.”[10]
Başka
bir ifadeyle Althusser’e göre yapı, sadece “bağlanım”a ait bir etki olarak
düşünülebilir ve (verili bir) yapıya (örneğin suya, yüzmeye, boğulmaya) ait
bağlanımda bir araya gelen her bir unsur, kendi içinde bir ürün veya bir
etkidir. Yani burada Althusser, esasında sebebi olmayan bir yapıdan söz
etmektedir ki bu, onun tüm felsefî ve politik projesindeki asli sorun olarak
varlığını sürdürmüş olan bir konudur. Sonuçta mesele şudur: tarihsel (hatta
politik, Hristiyan vs.) bir olayı yapı içerisinde mi düşüneceğiz yoksa
toplumsal, politik, ideolojik yapının dönüşümü içerisinde mi düşüneceğiz ve bu,
düşünme pratiği ne kadar mümkün?
Burada
Althusser, kendisini bilhassa anlatımsal nedensellik kavramıyla Hegel’in
karşısında konumlandırır.[11] Tam da bu noktada şu önemli notu aktarmak
gerekmektedir: Althusser, yeni bir materyalizm anlayışı inşa etme seçeneğine
başvurmuştur. Burada amaç, Stalin’in Marx’ın materyalizmini ve ekonomik
determinizmini kabalaştırmasına karşı çıkmaktır.
Badiou’nün
ifadesiyle formüle edecek olursak şunu söyleyebiliriz: her türden gerçek mânâda
çağdaş felsefe işe, materyalizmi Althusser’in aşılması (Hegelci ifadeyle
olumsuzlanması) gereken “eski materyalizm”e ait bir açmaz veya bir zemin olarak
kurduğu felsefî tekillik temelinde yeniden düşünmekle başlamalıdır.
Althusser’in
ilk dönemde sahip olduğu materyalizm anlayışı, Marx İçin ve Kapital’i
Okumak’ta geliştirdiği materyalizm anlayışından, bilhassa “rastlantısal
materyalizm”inden farklıdır ve felsefî düzlemde materyalizm anlayışını iki
felsefe karşıtı gelenek koşullamaktadır: Marksizm ve Hristiyanlık.
Agon Hamza
[Kaynak:
Althusser and Pasolini: Philosophy, Marxism, and Film, Palgrave
Macmillan, 2016, s. 59-62.]
Dipnotlar:
[1] Karl Marx, Selected Essays , Çev. H.J. Stenning, (Serenity
Publishers, Maryland, 2008, s. 10.
[2]
Ludwig Feuerbach, The Essence of Christianity, Dover, New York, 2008, s.
85.
[3]
A.g.e.
[4]
A.g.e., s. 86.
[5]
A.g.e., s. 87/d1.
[6]
A.g.e., s. 86.
[7]
A.g.e., s. 97.
[8]
A.g.e., s. 92.
[9]
Louis Althusser, For Marx, Verso, Londra, 2005, s. 198–199.
[10]
L. Althusser, On Genesis, Décalages, 1(1) (2012). Türkçesi: Komünizmin Güncelliği.
[11]
Althusser’in Hegel eleştirisine dair bir eleştiri için bkz. S. Žižek, Mapping
Ideology (Verso, Londra/New York, 1994, s. 136–140.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder