Meral Akşener, “Türkiye’nin iyi ve cesur insanları,
teröre ve dış cepheye karşı, elbette devletinin ve ordusunun yanında
duracaktır. Bu birlik görüntüsü, bizim varlık sebebimizdir” diyor.[1]
Ataol Behramoğlu, niye varolduğunu İYİ bilen Akşener
için, “Sahnede pırıl pırıl, apaydınlık bir kadın konuşuyor… Samimi, bilgili,
açık sözlü, zarif. Slogandan uzak, cesur, esprili” tespitinde bulunuyor. Sonra
tuhaf bir akılla, bizzat Meral Akşener’e sesleniyor ve “Ülkenin sağıyla,
soluyla, ortasıyla normalleşmesinde çok önemli bir işlev üstlendiğinizi,
işinizin çok güç olduğunu görüyorum ve biliyorum” diyor.[2] Behramoğlu, bir
hafta sonra, bazı yoldaşlarının eleştirisi üzerine, bu yazısını sahiplenip, “Ben,
herhangi bir ülkeyi, devleti değil, bütünüyle Batı’yı, aydınlanma düşüncesini
savunuyorum” dedikten sonra, Meral Akşener’in ABD projesi olmadığını
düşündüğünü söylüyor. Oysa herkes, o Batı ve Aydınlanma düzleminde yan yana
geliyor.
Aslında Akşener, Behramoğlu gibilerle birlikte birçok
ismin ve yapının varlık sebebini doğru tespit ediyor. Devlet ve ordu, Batı’yı
ve Aydınlanma’yı anlatıyor. Onların kurduğu insan, kendisi dışındaki kurgulara
saldırıyor. Normalleşme dedikleri bu. Herkes, bu normal kurguda yer alabilmek
için çırpınıyor. Normal olan, teoriyi ve pratiği tayin ediyor. Normları
burjuvazi ve devlet belirliyor.
Sonuçta herkes, içtimaya alınıyor, nereye
saldıracağına, neler söyleyeceğine dair emirleri alıp görev yerlerine
dağılıyor. AKP, onu eleştirenlerle aynı yerde duruyor, Ortadoğu’ya, buranın
pazarına, ilişkiler ağına, gerilimli sahasına girmesi gereken devlet adına
hareket ediyor, kendisinin kirleneceğini gören devlet, kendi sol muhalefetini
örgütlüyor. Kendisini orada temize çekiyor.
“Hayatla ölüm,
özgürlük talebiyle zulüm ve baskı, insanca yaşama özlemiyle daha çok sömürme
hırsı” sol örgütler şahsında uzlaşıyor. Dev-Yol ve türevleri, gerekli
talimatlar uyarınca bu uzlaşının resmini çiziyorlar. Sayfayı çevirince
karşımıza, uzlaşma siyaseti çıkıyor. TİSK ve DİSK, bu düzlemde yan yana
geliyor. “Arzusu, ‘sosyalist bir rejimden ziyade ılımlı bir koalisyon
hükümeti”[4] olan sosyal demokrat Friedrich Ebert’in adına hareket eden vakıf,
bu düzlemde Marksizm seminerleri düzenliyor.[5] Akşener gibi bu sosyalistler de
varlık sebeplerini iyi biliyorlar.
* * *
Neticede artık
bu ülkede Osman Kavala’yı idam edecek bir devrim mümkün değil, çünkü o, artık
iş insanı, herkesin yoldaşı! İş de insan da kutsal. Birleşilen yer de burası. Neticede
Ataol Behramoğlu’nun ve Meral Akşener’in Batı’sı da insanı da bir. O insan ve o Batı, devrim istemiyor.
Belçika gibi
kimi ülkelerde beş yıl oy kullanmayanların oy hakları ellerinden alınıyor. Beş
yılı aşkın bir süredir yurtdışında olanların sadece oy hakkına hatta
malına-mülküne el koyacak bir devrim de artık mümkün değil Türkiye’de. Herkesin
çocuklarına Batı dillerinde rahatça söylenebilecek isimler verdiği koşullarda,
buna itiraz edecek o kadar çok örgüt var ki!
Bu gerçekte
tuhaf olansa şu: Üç kuruş değerindeki bir kâğıt parçasını bir sandığa attılar
diye CHP’yi yönettiklerini, yönetebileceklerini sananlar var! “Ben oy verdim
CHP’ye, benim dediğimi yapacak, bana yakışacak be bu parti!” diye feveran
edenleri anlamak hiç mümkün değil. Tezkere konusunda CHP’yi eleştirenler, daha
dün CHP’li oluşlarını eleştirmeliler. Yine olsa yine oy verecekler, buna
mecburlar, bağra taş basıldı bir kere!
Bugün mesele, her örgütün CHP türevi hâline
gelmesidir. “TSK’nin, Saray’ın savaşına alet edilmeye çalışılması kabul
edilemez” diyen Erkan Baş[6], temize çekilen devlet adına konuşuyor, çünkü o,
bizzat CHP’nin cümlelerini “sosyalist” sosa daldırmakla görevli. Ona göre TSK,
sınıf dışıdır, sütten çıkmış ak kaşıktır, çünkü Batı’dır, Aydınlanma’dır,
varlık sebebi ise nettir. Kitlelerin, devrimci mücadelenin, devrimci iradenin
olmadığı, ama varmış gibi yapıldığı tuhaf bir kurgu hüküm sürmektedir. Bu
kurguda CHP’ye oy verenler, bir süre daha küçük dünyalarında yüksek ve büyük
siyaset yapma becerilerine sosyal medyalarında övgüler düzeceklerdir. Alçak ve
küçük olan, onların sınıfsal gerçeklerine asla yakışmamaktadır. Asıl sorun
budur.
* * *
“Yanlış Bayrak Altında”[7] başlıklı yazısında Lenin,
burjuvazinin on dokuzuncu yüzyılda “devrimci” sınıf iken artık bu vasfını
yitirdiğini söylüyor, siyaseten ve teorik düzlemde ölçü alınması gerekenin bu
sınıf olmaması gerektiği üzerinde duruyor. Bunları ta yüz küsur yıl önce
söylüyor. Bugün ölçü hâlâ burjuvazi ise demek ki Lenin yok hükmündedir!
O Lenin, solculardaki milliyetçiliği oportünizmle
ilişkilendiriyor, uluslararası ilişkileri yeni sınıf değil de burjuvazinin
bakış açısı üzerinden değerlendirenleri eleştiriyor, Lassalle gibi isimlerin
burjuva devrimlerinin büyüsüne kapılıp gözlerini aşağı değil yukarı çevirdiğini
söylüyor. Bugün Lenin adına konuşan, kendisini Lenin zanneden, Leninci pozu
kesen yalancı solculara işaret ediyor.
Bu anlatılanlar, bugünün sosyalist örgütlerinin
hikâyesidir. DİSK, “12 Eylül’den önce işçiler güldü, şimdi sıra bizde” diyen
TİSK'le bu düzlemde yan yana geliyor. Friedrich Ebert’ten bu sebeple para
alınabiliyor. TSK, bu bağlamda sınıf dışı bir olguymuş gibi yüceltilip
arındırılıyor. İkinci sayfada söz konusu uzlaşma, bu gerçeklikte mümkün
olabiliyor.
Ön sayfaya çekici cümleler yazılıyor, arka sayfaya ise
“ama” diye başlanıyor, varolan koşullarda normal, akıllı, sakin, temkinli vs.
olmanın gerektiği üzerinde durulup, varolanla uzlaşmanın yolları aranıyor,
okura bu yollar öneriliyor. O yolsa teslimiyetten başka bir yere çıkmıyor.
Eren Balkır
16 Ekim 2019
Dipnotlar:
[1] Akşener Haberi, 15 Ekim 2019, Türkiyem.
[2] Ataol Behramoğlu, “Meral Akşener Gerçeği”, 30
Eylül 2017, Cumhuriyet.
[3] Ataol Behramoğlu, “Meral Akşener’i Desteklemek”, 7
Ekim 2017, Cumhuriyet.
[4] Eren Balkır, “Mustafa Sönmez Bu Şafaklarda”, 16
Nisan 2019, İştirakî.
[5] Marksizm
Seminerleri.
[6] Erkan Baş, “Meclis’te Basın Açıklaması”, 15 Ekim
2019, İleri.
[7] V. I. Lenin, “Yanlış Bayrak Altında”, 12 Ekim
2019, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder