Pages

12 Eylül 2019

Devletin İdeolojik Aygıtı Olarak Kilise



Althusser’e göre kilise, devletin ideolojik aygıtlarından biridir. Teoloji yazıları yanı sıra Althusser, kilisedeki materyalizm konusunda Fransa’da uzun zamandır devam eden tartışma süreci dâhilinde belirli bir “ayrım çizgisi” çekme girişimi olarak görülebilecek, esasen o şekilde görülmesi gereken iki makale kaleme almıştır. Althusser, kapitalist toplumda varlığını sürdüren Ortaçağ’a ve feodaliteye ait bir kalıntı olarak kilisenin sahip olduğu gerici niteliğin gayet net farkında olan bir isimdir. Bu tespit üzerinden hareket eden Althusser daha da ileri giderek, kiliseyi hasta bir insanla kıyaslar[1] ve onun sözlerinin günümüz insanınca işitilmediğinden bahseder:

“Modern kilise, zamanımızda artık yerinden yurdundan edilmiş durumdadır, ona sadakat gösterenlerin ekseriyeti, esasen gerçekte kiliseyle alakası bulunmayan sebeplerle kiliseye gitmektedir.”[2]

Bu bağlamda Althusser’e açısından mevcut konjonktürle kilisenin statüsü, yapısı ve ideolojisi arasında belirli bir ayrışma söz konusudur. Başka bir ifadeyle, dinî kurumlar dünyanın mevcut hâli bakımından çağdışıdır, anakroniktir, dinin fiilî niteliği ise ancak ona ait kurumlarla günümüz dünyası arasındaki çatlak analiz edildiği takdirde kavranabilir. Bu noktada Althusser, “insanların kiliseye sadık olduklarını varsaysak bile onların bu sadakati hâlen daha dinî midir, din içre midir?” gibi yerinde bir soru sorar.[3] Bu soru sadece teolojik değil, politik ve ideolojik kimi soruları gündeme getirir.

Althusser’e göre, “temelde devletin tek bir hâkim ideolojik aygıtı vardır: Kilise. Bu aygıt sadece din değil eğitim, ayrıca iletişim ve kültürün önemli bir kısmıyla alakalı işlevleri kendi bünyesinde toplamıştır.”[4] Sonuçta “Fransız Devrimi’nin de en önemli hedefi ve başarısı, devlet iktidarını başka ellere devretmesinin yanı sıra[5] devletin bir numaralı ideolojik aygıtı olan kiliseye saldırmış olmasıdır.”[6] Aile ile birlikte kilise devletin en önemli ideolojik aygıtıdır. Burjuva toplumlarda kilisenin yerini okul almıştır.[7]

Burada Aziz Augustine’de görülen akıl-iman karşıtlığına veya ikisinin birliğine dair izler bulmak mümkünse de aslında Althusser bu ikiliğin ötesine geçer. Althusser’in kilise ile ilgili yazıları iki önerme dâhilinde özetlenebilir:

1. Kilise, günümüz koşullarına denk düşmeyen bir kurumdur. İdeolojik planda kilise arkaik bir niteliğe sahiptir ve “on üçüncü yüzyılda teşkil edilmiş kavramlar dünyası içinde varlığını sürdürür.”[8] Her ne kadar ilahiyatçılar eski kavramlara yeni anlamlar verdiklerini söyleseler de bu kavramların muhtevası gerçek âlemde can bulur, yani bu kavramlar, kendilerini üreten dünyaların eskide kalmış özellikleriyle yoğrulmuş durumdadır.”[9] Başka bir ifadeyle, yapısı ve temeli bağlamında, kilisenin günümüze ait meseleler uyarınca güncellenmesi imkânsızdır. Kilise ve tüm diğer dinî kurumlar, dünyanın mevcut hâli bakımından çağdışıdır, anakroniktir, dinin fiilî niteliği ancak ona ait kurumlarla günümüz dünyası arasındaki çatlak analiz edildiği takdirde kavranabilir.

2. Kilise, ruhani bir deneyimden ziyade toplumsal ilişkilere ve kolektif pratiğe ait bir kurum olarak algılanmalıdır. Öte yandan Althusser, kilisenin politikalarının gerici olduğunu, papalığın aldığı birçok cüretkâr konumun “basit birer reformist uzlaşma girişimi” olduğunu söyler. Kilisenin toplumla ilgili öğretisi, liberal reformizmle Ortaçağ’a has korporatizmi uzlaştıran bir öğreti olmasına rağmen o öğreti esasen kapitalizmi takdir edip onaylamaktadır. Başka bir ifadeyle, “kilisenin en ileri önerileri bile gerici reformizmden başka bir şeyi ifade etmezler.”[10] Dolayısıyla budünyada sahip olduğu gerici ideolojik, toplumsal ve politik niteliği yapılandırıp belirleyen arkaik kurumlar yok olmaya mahkûmdurlar.[11] Sonuçta kilise, insanların anladığı bir dil konuşmaktadır. Bu anlamda “artık kilise insanların anlamadığı bir dilde konuştuğu için günümüz insanına müjdeli haberler verememektedir.”[12] Öte yandan Althusser’e göre dil, sadece kelime dağarcığına indirgenemez.

Dil, her gün hayat ve jestler dâhilinde kavranan ve tecrübe edilen, konuşulan dilin anıştırmalarla hissettirdiği gerçek anlamlar bütünlüğüdür. Bu somut anlamlar (toplumsal gerçekler, yapılar, ekonomik ve politik kanunlar, gündelik hayat, davranış kalıpları, jestler) konuşulan dilin gerçek muhtevasını verir, bu somut anlamlar olmadan insanların ağızlarından gürültüden gayrı bir şey dökülmez.[13]

Günümüzde insanlar, kendilerine hitap ederken kullanılan dili artık anlamamaktadırlar çünkü bu dil artık varolmayan bir dünyadan bildirmektedir. Bu bağlamda Althusser, sadece bir kurum olarak kiliseye atıfta bulunmakla kalmayıp dinin kendisini karşıya atan bir soru sorar:

Gerçekte feodal ve kapitalist yapılar dâhilinde kendisine yer bulan bir toplumsal form olma vasfıyla, insanları boyun eğdirip belirli kişilere yönelik bu teslimiyeti Tanrı’nın iradesi, muradı olarak ifa etmeye zorladığında ve kendi söylemi, sükûtu veya dikkatleri başka yöne çekme amaçlı taktikleri dâhilinde din, feodal ve kapitalist yapılara destek olur ve onlara gerekli teorik kılıfı örer. O yapıları destekleyip gerektiğinde onların yerini aldığı, kiliseye bağlı müminler onu gerçekte içinde yaşadıkları toplumsal âlemin teorisi ve meşrulaştırılmış hâli olarak tecrübe ettiğinde o müminler şu soruyu sormaktan imtina edemezler: Din temelli hayat hâlen daha dinî bir hayat mıdır, kilise dünyasında müjdeli haberler verilmesi hâlen daha mümkün müdür?[14]

Peki dinin felsefî ve politik veçheleri nelerdir? Kilisenin özgürleştirilmesinden, onu hem kurtulmuş hem de kurtarma becerisine sahip bir kuruma dönüştürmekten söz edilebilir mi? Althusser’e göre, hakiki dinî hayatı yeniden sahiplenmek ve kiliseyi özgürleştirmek mümkündür. Althusser açısından asıl mesele, kilisenin feodal ve kapitalist yapılar dâhilinde ne ölçüde yabancılaştırıldığı[15] ve kilisenin sahip olduğu niteliktir. Genç Marx’ın aksine Althusser, dinin önsel bir toplumsal yabancılaşma[16] biçimi olmadığı, bu yabancılaşma biçiminin esasen kilisenin teorik planda belirli bir tasarıma indirgenmesinin sonucu olduğu kanaatindedir. “Kiliseyi mevcut koşullara bağlayan eski yapılara örgütlü proletaryanın öncülük ettiği güçler eliyle karşı konulabilir ve bu yapılar böylelikle sökülüp atılabilir.”[17] Fakat öte yandan Althusser, “kilisenin toplumsal düzlemde özgürleştirilmesi için verilecek mücadelenin proletaryanın fiiliyatta sürdürdüğü insanları özgürleştirme mücadelesinden ayrıştırılamayacağını” söyleyerek önemli bir tespitte bulunur.[18] Özetle, kilise ancak işçi sınıfının politik, ekonomik ve ideolojik mücadelesinin parçası olduğunda özgürleşebilir. İnananlar, kendilerine dayatılan yabancılaşmayla tabi oldukları tüm yapıları ve biçimleri eleştiriye tabi tutup yıkıma uğratmak suretiyle mücadele etmelidirler. Bir mümin, hakiki dinî hayatı ancak bunu yaptığı takdirde tecrübe edebilir. Bu noktada kilise ile ilgili değerlendirmelerinde Althusser’in iki temel içerip aşma (Aufhebung) düzeyi üzerinde durduğunu söylemek gerekmektedir: (1) Son dönem felsefî çalışmalarına da sızan, kiliseye yönelik reddiye ve (2) kilisenin hâkim yapıların yıkılmasıyla özgürleştirilmesi. Başka bir ifadeyle, Althusser’e göre kilisenin geleceği sadece halkın kurtuluşu adı altında yürütülen sınıf mücadelesinin yol açacağı sonuca bağlıdır:

Her ne kadar kilisenin proleter mücadeleyle toplumsal mânâda özgürleştirilmesi için gerekli nesnel koşullar mevcutsa da dinî hayatın hep birlikte, müştereken yeniden fethi için gerekli koşullar henüz oluşmamıştır.[19]

Kilise’nin kurtuluşu meselesi, yeni ve önemli bir başka soruya kapı aralar: kurtuluş temelli politika bağlamında kilise, yeni bir politik parti türü için gerekli model olarak iş görebilir mi?

Agon Hamza

[Kaynak: Althusser and Pasolini: Philosophy, Marxism, and Film, Palgrave Macmillan, 2016, s. 97-101.]

Dipnotlar:
[1] Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, Verso, 2014, Londra, s. 191.

[2] A.g.e., s. 193.

[3] A.g.e., s. 192.

[4] A.g.e.

[5] Burada Althusser’in üretim ilişkilerinin ve tüm toplumsal yapıların devrimci dönüşümü ile ilgili olarak “devlet iktidarının başka ellere devredilmesi” ifadesini kullanmış olması gerçekten ilginç.

[6] Louis Althusser, “Ideology and Ideological State Apparatuses”, Lenin and Philosophy and Other Essays içinde, Monthly Review Press, 2001, New York, s. 102.

[7] A.g.e., s. 104.

[8] Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, s. 194.

[9] A.g.e., s. 195.

[10] A.g.e., s. 201.

[11] A.g.e., s. 199.

[12] A.g.e.

[13] A.g.e., s. 199-200.

[14] A.g.e., s. 201.

[15] Althusser’in “yabancılaşma” kelimesini kullanması gerçekten garip.

[16] Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, s. 203.

[17] A.g.e., s. 202.

[18] A.g.e., s. 203.

[19] A.g.e., s. 204.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder