Althusser’e
göre kilise, devletin ideolojik aygıtlarından biridir. Teoloji yazıları yanı
sıra Althusser, kilisedeki materyalizm konusunda Fransa’da uzun zamandır devam
eden tartışma süreci dâhilinde belirli bir “ayrım çizgisi” çekme girişimi
olarak görülebilecek, esasen o şekilde görülmesi gereken iki makale kaleme
almıştır. Althusser, kapitalist toplumda varlığını sürdüren Ortaçağ’a ve
feodaliteye ait bir kalıntı olarak kilisenin sahip olduğu gerici niteliğin
gayet net farkında olan bir isimdir. Bu tespit üzerinden hareket eden Althusser
daha da ileri giderek, kiliseyi hasta bir insanla kıyaslar[1] ve onun
sözlerinin günümüz insanınca işitilmediğinden bahseder:
“Modern
kilise, zamanımızda artık yerinden yurdundan edilmiş durumdadır, ona sadakat
gösterenlerin ekseriyeti, esasen gerçekte kiliseyle alakası bulunmayan
sebeplerle kiliseye gitmektedir.”[2]
Bu
bağlamda Althusser’e açısından mevcut konjonktürle kilisenin statüsü, yapısı ve
ideolojisi arasında belirli bir ayrışma söz konusudur. Başka bir ifadeyle, dinî
kurumlar dünyanın mevcut hâli bakımından çağdışıdır, anakroniktir, dinin fiilî
niteliği ise ancak ona ait kurumlarla günümüz dünyası arasındaki çatlak analiz
edildiği takdirde kavranabilir. Bu noktada Althusser, “insanların kiliseye
sadık olduklarını varsaysak bile onların bu sadakati hâlen daha dinî midir, din
içre midir?” gibi yerinde bir soru sorar.[3] Bu soru sadece teolojik değil,
politik ve ideolojik kimi soruları gündeme getirir.
Althusser’e
göre, “temelde devletin tek bir hâkim ideolojik aygıtı vardır: Kilise. Bu
aygıt sadece din değil eğitim, ayrıca iletişim ve kültürün önemli bir kısmıyla
alakalı işlevleri kendi bünyesinde toplamıştır.”[4] Sonuçta “Fransız
Devrimi’nin de en önemli hedefi ve başarısı, devlet iktidarını başka ellere
devretmesinin yanı sıra[5] devletin bir numaralı ideolojik aygıtı olan kiliseye
saldırmış olmasıdır.”[6] Aile ile birlikte kilise devletin en önemli ideolojik
aygıtıdır. Burjuva toplumlarda kilisenin yerini okul almıştır.[7]
Burada
Aziz Augustine’de görülen akıl-iman karşıtlığına veya ikisinin birliğine dair
izler bulmak mümkünse de aslında Althusser bu ikiliğin ötesine geçer.
Althusser’in kilise ile ilgili yazıları iki önerme dâhilinde özetlenebilir:
1.
Kilise, günümüz koşullarına denk düşmeyen bir kurumdur. İdeolojik planda kilise
arkaik bir niteliğe sahiptir ve “on üçüncü yüzyılda teşkil edilmiş kavramlar
dünyası içinde varlığını sürdürür.”[8] Her ne kadar ilahiyatçılar eski
kavramlara yeni anlamlar verdiklerini söyleseler de bu kavramların muhtevası
gerçek âlemde can bulur, yani bu kavramlar, kendilerini üreten dünyaların
eskide kalmış özellikleriyle yoğrulmuş durumdadır.”[9] Başka bir ifadeyle,
yapısı ve temeli bağlamında, kilisenin günümüze ait meseleler uyarınca
güncellenmesi imkânsızdır. Kilise ve tüm diğer dinî kurumlar, dünyanın mevcut
hâli bakımından çağdışıdır, anakroniktir, dinin fiilî niteliği ancak ona ait
kurumlarla günümüz dünyası arasındaki çatlak analiz edildiği takdirde
kavranabilir.
2.
Kilise, ruhani bir deneyimden ziyade toplumsal ilişkilere ve kolektif pratiğe
ait bir kurum olarak algılanmalıdır. Öte yandan Althusser, kilisenin
politikalarının gerici olduğunu, papalığın aldığı birçok cüretkâr konumun
“basit birer reformist uzlaşma girişimi” olduğunu söyler. Kilisenin toplumla
ilgili öğretisi, liberal reformizmle Ortaçağ’a has korporatizmi uzlaştıran bir
öğreti olmasına rağmen o öğreti esasen kapitalizmi takdir edip onaylamaktadır.
Başka bir ifadeyle, “kilisenin en ileri önerileri bile gerici reformizmden
başka bir şeyi ifade etmezler.”[10] Dolayısıyla budünyada sahip olduğu gerici
ideolojik, toplumsal ve politik niteliği yapılandırıp belirleyen arkaik
kurumlar yok olmaya mahkûmdurlar.[11] Sonuçta kilise, insanların anladığı bir
dil konuşmaktadır. Bu anlamda “artık kilise insanların anlamadığı bir dilde
konuştuğu için günümüz insanına müjdeli haberler verememektedir.”[12] Öte
yandan Althusser’e göre dil, sadece kelime dağarcığına indirgenemez.
Dil,
her gün hayat ve jestler dâhilinde kavranan ve tecrübe edilen, konuşulan dilin
anıştırmalarla hissettirdiği gerçek anlamlar bütünlüğüdür. Bu somut anlamlar
(toplumsal gerçekler, yapılar, ekonomik ve politik kanunlar, gündelik hayat,
davranış kalıpları, jestler) konuşulan dilin gerçek muhtevasını verir, bu somut
anlamlar olmadan insanların ağızlarından gürültüden gayrı bir şey dökülmez.[13]
Günümüzde
insanlar, kendilerine hitap ederken kullanılan dili artık anlamamaktadırlar
çünkü bu dil artık varolmayan bir dünyadan bildirmektedir. Bu bağlamda
Althusser, sadece bir kurum olarak kiliseye atıfta bulunmakla kalmayıp dinin
kendisini karşıya atan bir soru sorar:
Gerçekte
feodal ve kapitalist yapılar dâhilinde kendisine yer bulan bir toplumsal form
olma vasfıyla, insanları boyun eğdirip belirli kişilere yönelik bu teslimiyeti
Tanrı’nın iradesi, muradı olarak ifa etmeye zorladığında ve kendi söylemi,
sükûtu veya dikkatleri başka yöne çekme amaçlı taktikleri dâhilinde din, feodal
ve kapitalist yapılara destek olur ve onlara gerekli teorik kılıfı örer. O
yapıları destekleyip gerektiğinde onların yerini aldığı, kiliseye bağlı
müminler onu gerçekte içinde yaşadıkları toplumsal âlemin teorisi ve
meşrulaştırılmış hâli olarak tecrübe ettiğinde o müminler şu soruyu sormaktan
imtina edemezler: Din temelli hayat hâlen daha dinî bir hayat mıdır, kilise
dünyasında müjdeli haberler verilmesi hâlen daha mümkün müdür?[14]
Peki
dinin felsefî ve politik veçheleri nelerdir? Kilisenin özgürleştirilmesinden,
onu hem kurtulmuş hem de kurtarma becerisine sahip bir kuruma dönüştürmekten
söz edilebilir mi? Althusser’e göre, hakiki dinî hayatı yeniden sahiplenmek ve
kiliseyi özgürleştirmek mümkündür. Althusser açısından asıl mesele, kilisenin
feodal ve kapitalist yapılar dâhilinde ne ölçüde yabancılaştırıldığı[15] ve
kilisenin sahip olduğu niteliktir. Genç Marx’ın aksine Althusser, dinin önsel
bir toplumsal yabancılaşma[16] biçimi olmadığı, bu yabancılaşma biçiminin
esasen kilisenin teorik planda belirli bir tasarıma indirgenmesinin sonucu
olduğu kanaatindedir. “Kiliseyi mevcut koşullara bağlayan eski yapılara örgütlü
proletaryanın öncülük ettiği güçler eliyle karşı konulabilir ve bu yapılar
böylelikle sökülüp atılabilir.”[17] Fakat öte yandan Althusser, “kilisenin
toplumsal düzlemde özgürleştirilmesi için verilecek mücadelenin proletaryanın
fiiliyatta sürdürdüğü insanları özgürleştirme mücadelesinden
ayrıştırılamayacağını” söyleyerek önemli bir tespitte bulunur.[18] Özetle,
kilise ancak işçi sınıfının politik, ekonomik ve ideolojik mücadelesinin
parçası olduğunda özgürleşebilir. İnananlar, kendilerine dayatılan
yabancılaşmayla tabi oldukları tüm yapıları ve biçimleri eleştiriye tabi tutup
yıkıma uğratmak suretiyle mücadele etmelidirler. Bir mümin, hakiki dinî hayatı
ancak bunu yaptığı takdirde tecrübe edebilir. Bu noktada kilise ile ilgili
değerlendirmelerinde Althusser’in iki temel içerip aşma (Aufhebung)
düzeyi üzerinde durduğunu söylemek gerekmektedir: (1) Son dönem felsefî
çalışmalarına da sızan, kiliseye yönelik reddiye ve (2) kilisenin hâkim
yapıların yıkılmasıyla özgürleştirilmesi. Başka bir ifadeyle, Althusser’e göre
kilisenin geleceği sadece halkın kurtuluşu adı altında yürütülen sınıf
mücadelesinin yol açacağı sonuca bağlıdır:
Her
ne kadar kilisenin proleter mücadeleyle toplumsal mânâda özgürleştirilmesi için
gerekli nesnel koşullar mevcutsa da dinî hayatın hep birlikte, müştereken
yeniden fethi için gerekli koşullar henüz oluşmamıştır.[19]
Kilise’nin
kurtuluşu meselesi, yeni ve önemli bir başka soruya kapı aralar: kurtuluş
temelli politika bağlamında kilise, yeni bir politik parti türü için gerekli
model olarak iş görebilir mi?
Agon Hamza
[Kaynak:
Althusser and Pasolini: Philosophy, Marxism, and Film, Palgrave
Macmillan, 2016, s. 97-101.]
Dipnotlar:
[1] Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, Verso, 2014,
Londra, s. 191.
[2]
A.g.e., s. 193.
[3]
A.g.e., s. 192.
[4]
A.g.e.
[5]
Burada Althusser’in üretim ilişkilerinin ve tüm toplumsal yapıların devrimci
dönüşümü ile ilgili olarak “devlet iktidarının başka ellere devredilmesi”
ifadesini kullanmış olması gerçekten ilginç.
[6]
Louis Althusser, “Ideology and Ideological State Apparatuses”, Lenin and
Philosophy and Other Essays içinde, Monthly Review Press, 2001, New York,
s. 102.
[7]
A.g.e., s. 104.
[8]
Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, s. 194.
[9]
A.g.e., s. 195.
[10]
A.g.e., s. 201.
[11]
A.g.e., s. 199.
[12]
A.g.e.
[13]
A.g.e., s. 199-200.
[14]
A.g.e., s. 201.
[15]
Althusser’in “yabancılaşma” kelimesini kullanması gerçekten garip.
[16]
Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, s. 203.
[17]
A.g.e., s. 202.
[18]
A.g.e., s. 203.
[19]
A.g.e., s. 204.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder