Sınıf
Bilinci
Burjuvazinin
sınıf bilinci, solculardaki sınıf bilincinden daha güçlü. Buna güveniyorlar. Bu
açıdan, Economist dergisinin “sosyalizm geliyor” haberini bir ikaz
olarak okumak gerek.[1]
Ama
bir kısım sosyalist, geçmişte aynı mahfillerden çıkan “21. yüzyıl sosyalizmi”
lafına mal bulmuş mağribi misali atladıkları gibi, gene burada dile getirilen
“binyıl sosyalizmi” tabirine balıklama atlayacak, bazı örgütler, “en iyi binyıl
sosyalisti benim” yarışı içerisine girecekler, bu isimle dernekler kuracaklar,
dergiler çıkartacaklar. Bu da esasen, sınıf bilinci konusunda burjuva
ideologlarının sosyalistleri her dönemde sollaması ile ilgili bir mesele.
Varoluş
için sosyalistler, gerekli kudrete kavuşamadıkları için yelkenlerini
burjuvadan, emperyalistten yana esen rüzgârlarla şişirmeye mahkûmlar. Bu amaç
doğrultusunda hepsi, belirli bir kıvama getirilmek zorunda. Cinsiyete, sınıfa,
ulusa dair birey eksenli modellerin boca edilmesi, bu kıvamla alakalı.
Kapitalizm, emperyalizm, sömürgecilik yürümekte, gittiği yerlere kendi
aktörlerini, faillerini, öznelerini götürüyor. Sol, kendisini “aktör, fail,
özne” kılana tek laf edilemez.
Binyıl
sosyalizmiyse gene piyasa dostu, kapitalist ilerlemeye meftun, bireyi gözeten
bir ideolojik sızlanma biçimi olarak formüle edilecektir. İstisnasız tüm sol
örgütler, bu formüle teşnedirler. Piyasa varolsun ki seçme hürriyeti olsun,
özgür seçim hükmetsin[2], sol da bir mal olarak seçilebilsin, rekabet
dünyasında yaşayabilsin. Sonuçta sol, rekabetin özgürlük getireceğine dair
gizli imanın, ama o özgürlüğün ne getireceğine dair cehaletin adıdır.
“Kapitalizmin ‘sosyalizmin bireye saygısı yok’ lafını çürütmenin, bu amaçla
bireycileşmenin, kapitalizme yaranmanın” anlamı bulunmamaktadır.[3]
Marx’a
Saldırı
Son
günlerde Marx’ın mezarına saldırıyorlar.[4] “Yahudi soykırımı”ndan, “nefret”ten
ve “açlıktan ölmenin ideolojisi”nden bahsediyorlar. Economist ve
arkasındaki ideolojidir bu saldırının müsebbibi. Meriç Aytekin ve Siyonist Şalom’u
onlara ortaktır, mezarın üzerine yazılan yazıları, sanki onlar yazmış
gibidir![5] Bugün o anıtın üzerinde, bilcümle liberalin “sosyalizm açlıktan
başka bir şey getirmez” teranesi yazılıdır. Dertleri, son dönemde yaşanan
krizin kitleleri Marksizme “itmesinin” önüne geçmektir.
Çünkü
Marksizm, tarih ve toplum bağlamında, bir sınıfın sömüren-ezen sınıfa karşı
kudretli ve muktedir olması ile ilgilidir. Asıl rahatsızlık veren yanı, budur.
Marksizmin akademide bir yöntem olarak kalması için çok uğraşmalarına rağmen o,
hâlâ kudretli ve muktedir olma fikriyle vardır. Temelde o fikre ve varlığa
saldırmakta, onu “çıktığı deliğe tıkmaya” çalışmaktadırlar. Dolayısıyla
rekabete iman, sol örgütleri hızla Marksizmden uzaklaştırmaktadır. Heykele o
örgütler saldırmaktadır. Onlar, Batı’nın dişlerine uygun bir Marksizm ve
sosyalizm peşindedirler.
Eksik
Marksizm
Dolayısıyla,
“Marksizmde şu veya bu eksikti” diye lafa başlayanlar, “onu ben bütünleyeceğim”
deyip kendisini satanlar da o saldırıya ortaktırlar. Eksikliği belirlemek ve
eksikliği bir kusur olarak takdim etmek, hileli bir savaşın tezahürüdür.
“Marksizmde kadın yoktu, dolayısıyla kadın düşmanıydı” lafına çok inanan
olmuştur ve hepsi de Economist’e, bugün Marx heykeline saldıranlara
yoldaştır. Marx ve Marksizm, komasızlığa, arızaya, parçalığa dair bir im ve
imgedir.
Marksizmi
zaten politik ve devrimci kılan, o “eksikliği”dir. O, her şeyi kucaklayan,
küçük burjuva hezeyanının fikrî karşılığı olan bir tür felsefe olarak kalsın
diye çok dua etmişlerdir ama Marksizm, yere eğilip taş alan her öfkeyle
buluşmayı bilmiştir. Tam da dert ettikleri, budur. Dişleri sökülsün diye
uğraştıkları Marksizm, gene ezilenle, sömürülenle hemhal olmayı bilmektedir.
Tam
olanın, eksikliğini giderme derdi ve niyeti olamaz. Onu tamlamaya çalışanların
eksik gördükleri ise burjuvazinin yetkelendirdiği, aktör, fail, özne kıldığı,
ne idüğü belirsiz “birey” kategorisidir. Bütünlük hikâyeleri, o “tam bireyler”
için anlatılmaktadır. Marksizmin o bireylere satılacak bir tarafı
bulunmamaktadır.
Burjuva
Kardeşliği
Fransız
Devrimi’den sonra Spinoza, Kant ya da Hegel üzerinden felsefe, teoloji ve
politika alanında süren tartışmalarda, dağınıklığın, parçalanmanın,
çatışmaların giderilmesine dönük gayretler hâkimdir. Liberalizm, 1789 sonrası,
esas olarak köylülerin bir talebine sırtını yaslar: şehirde işçiler fiyatların
sabitlenmesini isterlerken, köylüler fiyatların serbest bırakılmasını talep
etmektedirler.
Devrimin
bayrağındaki “beyaz” köylülerin rengidir ve bu renk “kardeşlik” şiarına denk
düşer. “İnsanların kardeşliği” ise Marx-Engels’in “insanlar kardeş değildir,
insanlık proletarya-burjuvazi olarak ikiye bölünmüştür” tespitiyle kılıçlanır.
Dolayısıyla, her türlü eleştiriden, çatışmadan, ayrışmadan ve sınırdan muaf
tutulan bir “kardeşlik” talebi, liberalizme kapaklanmak zorundadır. Bu talep,
burjuvayla bütünlenme muradına dair bir iz, bir işarettir.
Koma
Uzun
yıllar, ortaokuldan beri müzik eğitimi almış, yirmi küsur yaşlarında bir
arkadaşı bir halk türküsüne ve bağlamaya maruz bırakmıştım. Genç, daha türkünün
başında yerinden fırladı, “koma var, koma var!” diye bağırdı. “Yani?” deyince,
cevabı şu oldu: “bozuk, arızalı işte, yanlış nota basıyor, hatalı!” dedi. Halk
müziğinin komalı bir müzik olduğunu, o basılanın da kendince bir müzik inşa
ettiğini yıllar sonra öğrenebildi. Halk müziğini gerici gören kurgunun eğittiği
zihin ancak bu tür tepkiler verebiliyordu. Bu tepki, solun halkla ilişkisine
dair çok şey söylüyor.
O
eğitim, müzikle değil, bir tür insan yetiştirme projesi kapsamında veriliyor
çünkü. Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi kurumlar, belirli bir insan modeli inşa
etmek için varlar. Burjuvazi, bütüne hâkim olmayı satıyor, “bütün benden
sorulur” diyor, her türlü dış unsuru, parça kalanı, “hastalıklı, düşman,
zararlı” kabul ediyor. Sol, ancak böyle görünmeme, böyle “olmama” imkânını
satabiliyor.
Kimi
yoksul insanlar, o eğitimden geçip burjuva gibi komasız ve bütün olmak
istiyorlar. “Cumhuriyet yetiştirdi bizi” deyip belirli bir tarih ve toplum
bütünü tasavvur etmek için yarışmalarının sebebi burada. Varolanı, varolan
bütünü mutlak kabul ediyorlar. Çatlakları, parçalanmaları örtmek, yok etmek
için görüyorlar sadece. Bütünsellik, her daim burjuvazinin bireyi ölçüsünde
anlam kazanıyor. Marksizmi burjuva bireye uydurmaya çalışıyorlar. Komalardan
arınık, bir saray müziğine çevirmek istiyorlar onu. Otuzların resmî balolarında
dans edenlere layık bir Marksizm ve sosyalizm inşa etmek derdindeler.
Ezilenlerin, emekçilerin eksikli, komalı, arızalı pratiğini değersiz
görüyorlar.
Sol
Komasızlık
12
Eylül ve 1989’daki Sovyetler’in dağılışı gibi momentlerin ardından sol, bu
komasızlığa, bütünlük edebiyatına sarılıyor. “Yeni İnsan’ı bugünde yaratacağız”
demeye başlıyor. Yeni insandan kastettikleri, vicdanlı ve ahlaklı burjuva. O
balolar, sofralar, resmî geçit törenleri!..
Sonuçta
tüm teori, burjuvaların bütünü bozduğu tespiti üzerinden inşa ediliyor.
Kapitalist ilerlemeye şükrediliyor, burjuvalar eleştiriliyor. Burjuva
bireylere, kapitalist ilerlemeyi karşılayacak öznel bütünlüğe sahip olmadıkları
için kızılıyor.
Burjuvaziye
yönelik bu koma ve parçalılık eleştirisi, postmodern teoriler eliyle başka bir
kulvarda işletiliyor. Gerilimler, çelişkiler, başka bir kozmosta hükmünü
yitirdiği için, bütünlük meselesi soyut bir âlemde sağlanmış oluyor.
Yeni
insan yaratmaya bugünden başladıklarından, zamanla devrim ve sosyalizm de
hükmünü yitiriyor. Onların gerçeği parçaladığı, komalı ve arızalı kıldığı
görülüyor, dolayısıyla devrime ve sosyalizme doğalında mesafe alınıyor. İster
istemez bugünde devrim ve sosyalizm kırıntıları bulunuyor, hemen bunlar
bütünleniyor. Komaya ve parçaya tahammül edemeyenler, burada ne müzik ne de
siyaset yapabiliyorlar.
Komayı
söküp atmak için türkülerin beslendiği toprağın kimyasının değiştirilmesi
gerek. Emperyalizme gizliden bu sebeple alkış tutuyorlar. O komalı, arızalı
hâle uyum sağlayamadıkları için egemenlerin ilerleyişine uyum sağlıyorlar.
Yaya
Geçidi
8
Mart’ta solcu bir grup, Leyla Güven için yol kesme eylemi gerçekleştiriyor. Ama
bu eylem, nedense yaya geçidinde yapılıyor. Oysa kısa süre önce devlet, AB’nin
talimatıyla, yaya geçidinde yayalara öncelik verilmesini öngören bir yasa
çıkartmış, yaya varsa trafiğin durmasını emretmişti. Yani o eylem, zaten AB
eliyle kesilmiş bir yolda yapılabiliyor ancak, yolun rastgele bir yerinde,
günün herhangi bir vaktinde değil. Demek ki o eylem, AB kararının reklâm ve
tanıtımı için yapılıyor.
Bu
olay, tüm solun eylem mantığını gayet iyi özetliyor. AB veya ABD, dış devlet
üzerinden talimat veriyor, sol, o açılan kapıdan içeri giriyor, bir şeyler
yapıyormuş gibi yapıyor. Simülasyona, burjuva temsile dâhil oluyor. Üstelik
herkes bundan memnun. Üstelik herkes, bu temsilde yer almak için birbiriyle
yarışıyor, birbirinin gözünü oyuyor. “Birazcık hatırım varsa bağrınıza taş
basın, CHP ve İyi Parti’ye oy verin!” deniliyor. Yol, kendi yürüyüşünü
öğretiyor.
Tüm
siyaseti Erdoğan düşmanlığına kilitlemek de yaya geçidi eylemi gibi.
Beklenmedik yerden vuramıyorlar. Uyum sağlıyorlar. Yol kesiliyor, uygun zemin
hazırlanınca “muhalefet” ediyorlar. Ambulans arkasından giden taksi gibiler,
birileri yol açıyor, öyle kaldırıyorlar başlarını, sonra küfür ve hakarete
büyük bir umutla sarılıyorlar. Erdoğan’ı ülkenin, tarihin, toplumun bütünlüğünü
bozduğu için sevmiyorlar, dolayısıyla birilerine “mevcut bütüne saygılıyız”
mesajı veriyorlar. Doğal olarak Erdoğan ve partisinin o bütünün parçası
olduğunu hiç kabul etmek istemiyorlar.
Arızaya
ve komaya tahammül edemeyenler yönetiyor solu. O, burjuvada imlenmiş,
işaretlenmiş, tecessüm etmiş bütünlüğe iman ediyor, kendisini oradan inşa
ediyor. Kitleye, halka, sınıfa, ezilenlere asla tahammül edemiyor, varsa yoksa
birey. Ama o bireyin ne ve kim, neyin ve kimin olduğunu sorgulayana hiç
rastlanmıyor. Herkesin içinde bir Trump dolaşıyor.
Sosyal
medyada eski TRT videolarını paylaşıp kendi ilerlemiş yanlarını birbirlerine
gösterip zevkleniyorlar. Angara’ya gelenlere, gelmiş olanlara bile, düşman
kesiliyorlar. Trump gibi Meksika sınırına duvarlar örüyorlar. Mülteci
düşmanlığını daha da ileri çekerek kendi ülkesindeki yoksullara kin
besliyorlar. Onların bütünü parçalama imkânından nefret ediyorlar. Bugün de
“Kadıköy’e gelmeyin!” diyorlar.[6] Bu lafı, 1996 1 Mayıs’ında Kadıköy’ü yangın
yerine çeviren örgütler söylüyor. Gezi’de “Mustafa Keser’in askerleriyiz”
diyenler tek tek ve toplu hâlde Mustafa Kemal’in askeri oluveriyor.
Arızasız
Burjuvazi,
komalı, arızalı ve parçalı kalmamak isteyen bireyleri çağırıyor, onları kendi
suretinde yeniden inşa ediyor. Marx’ın heykeline bu bireyler saldırıyor,
feminist yürüyüşünde sosyalistlere bunlar küfrediyor. Aynı bireyler, devrimci
ve komünist de olabiliyorlar, öyle görünebiliyorlar. Sınıf, millet, cinsiyet
meselelerine bu zaviyeden bakıyorlar.
Burjuvazinin
inşa ettiği komasız, arızasız, parçasız yekpare bütüne “komünistlik”[7] veya
“devrimcilik” diyorlar. Bunlar, tüm gerçeği yalan, kendilerini mutlak kabul
ediyorlar. Bulaşıksız, kirsiz, çamursuz bir kurguyla bakıyorlar hayata. Bir
sorunla karşılaştıklarında ise yeniden arınmak için uğraşıyorlar. Komünistlik
ve devrimcilik bile burjuva birey suretinde, donunda imal ediliyor, yoksullar,
ezilenler her daim dışarıda tutuluyorlar. “İnceltilmiş eril dil” dedikleri,
“Kadın” olarak adlandırdıkları ama gerçek kadınlarla alakası olmayan Birey’in
bütünlüğünü tehdit eden her şey. Artık Marksist-Leninistler, erkek öldürmek
için silâhlanıyorlar, bu çağrıyı Yeni Zelanda’daki katliamla ilgili
bildirilerinde bile yapabiliyorlar.
Temelde
çelişkiler, o bütüne halel getirdiği, burjuva kurguya zarar verdiği için mesele
ediliyor. Sonuçta proletaryanın iktidarına, onun muktedir ve kudretli olmasına
düşman kesilmelerinin sebebini burada aramak gerekiyor. Tek çare, onların
kulağını tırmalayan türkülere örgütlenmekte.
Eren Balkır
23
Mart 2019
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Economist”, 1 Mayıs 1915, İştirakî.
[2]
Eren Balkır, “Özgür Seçim”, 1 Mart 2019, İştirakî.
[3]
Derviş Okan, “Sosyalizm İçin Devrim Ocakları”, 5 Şubat 2009, İştirakî.
[4]
“Karl Marx’ın Mezarına Saldırı”, 17 Şubat 2019, Duvar.
[5]
Eren Balkır, “Solun Antisemitizmi ve Şalom”, 16 Kasım 2018, İştirakî.
[6]
Barış Özkul, “Kadıköy’e Gelmeyin!”, 19 Mart 2019, Birikim.
[7]
Sema Duru Baran, “Kadın Devrimi”, 1 Eylül 2017, ESP.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder