“Tüm dünyayı gezerim
Doğru yolu sezerim.”
[Ayhan Sicimoğlu]
Bugün
Kadıköy’de solun kültür sanat faaliyetleri; kâğıt toplayıcısı bir adamın kızına
sarkıntılık etmek, buna tepki gösteren adamı linç etmek, Bağdat Caddesi’nde bir
apartmanda kadına tecavüz etmek, sonra eski belediye başkanı ağzından “bir
tecavüzle bir semti kirletmemek lazım” demek, sevgilisi olan bir kadının
sevgilisi olmayan biriyle geceyi geçirmesi, cinsel ilişki sonrası o kişiyi
internet âleminde “tecavüzcü” diye deşifre etmeye kalması, Ermeni Kilisesi’nin
yetim duvarlarına örgütünün yazılamasını yapmak, ama başkasına “vandal” demek
gibi biçimler altında devam ediyor. Kadıköy, özellikle son birkaç yıldır,
budur. Başka da ürettiği bir şey yoktur.
Bu
yoğunlukta belediye başkan adayı Alper Taş’a, “burası çok kalabalık oldu, alın
bu müşterilerin bir kısmını” diyor. Solun eski TİP üzerinden çıkarttığı Bilim-Sanat
dergisini bile bara dönüştürdüğü düşünülürse, kültür sanattan anladıkları,
bira içip kusmaktan ibarettir. Az buçuk bir kültür sanat pratiği varsa o da
maalesef kusmak olarak icra edilmektedir.
Bir
kısmı da TV’lere çalışır. Dizilerdeki tacizlere sessiz kalırlar, sömürüye kulak
tıkarlar, gecenin kör bir saatinde eve dönen set işçilerinin geçirdiği kaza
unutulur gider. Markalara süsler iliştirilir, reklâmlara metinler yazılır.
Artık Kadıköy, ticarete, kapitalin pençesine teslim olmuş, özgür bir mekândır.
Doğru yol, sezilmiştir. Yol devrimci olduğu değil, barlar sokağına çıktığı için
doğrudur.
Mehmet
Ağar, darbe girişimi sonrası kurulan bir meclis komisyonunda “bu solculara para
verin” demektedir. TRT 2’nin açılışını bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.
Sola yeni ekmek kapıları açılmıştır.
Denk
gelinen tüm programlarda esas olarak Sovyetler’e ve sosyalizme küfrediliyor.
Liberal sanat çevrelerine işmar eden kanal, sosyalizme küfretme ölçütünü galiba
kapının üzerine astığı tabelada dile getiriyor. Özetle, kanal yöneticileri,
“ekmek yemek, aç kalmamak istiyorsanız, liberalizme biat, sosyalizme küfredin”
diyorlar. Bugün feminist hareket de bu kurala uymak zorunda. Çünkü sosyalizme
küfretmeden Ağar’ın verdiği para alınamaz.
Alper
Taş, tam da bu sebeple, tam da bu bağlam dâhilinde, Beyoğlu konusunda ancak
kültür sanat imajı üzerinden ilerleyebiliyor. O, kendisinin ne için aday
gösterildiğinin gayet farkındadır. Bu yolun yolcusudur, ama o yol, devrimci
değildir. O, yeni AKM’nin, betonla düzlenmiş bir ilçenin süs çiçeği olmaya
adaydır. Tüm renklerden biridir artık. Beyoğlu’nun arka sokaklarının, arka
semtlerindeki yoksulların talebi böylesi bir süs çiçeği midir, soru budur.
Renksiz, rahatsız edici bulunandan arındırılmış/soylulaştırılmış bir mekân,
başkanını aramaktadır.
Mephisto
kimindir mesela? Arkasında kim ve hangi örgüt vardır? Kadıköy-Beyoğlu
bağlantısında suyun başını tutanların kimlerle ilişki kurduğu meçhuldür.
Yayınevlerinin sahibi kimlerdir? KDV indirimini kitaplarına neden yansıtmazlar?
Dağıtım şirketleri, herkesin parasını cukka edip sıvışan şirketler,
kimlerindir? 12 Eylül öncesi kurulan dükkân, büro ve şirketlerin üzerine
çöreklenmiş isimler, neden hâlâ söz sahibidirler? Bir hareketi neden yoksullar,
emekçiler yönlendirmez, ona neden öncü olamaz? Örgütlerin asli dinamosunun,
öncüsünün orta sınıf mensupları olmasını devlet ve burjuvazi istiyor olabilir
mi?
110
hattı, solun sermaye ve devletle kurduğu bağdır. Sol, o bağdan vazgeçemez.
Bazen burjuvazi ve devlet, “burası fazla şekilsiz, çirkin, gel şurayı düzelt,
renklendir” diye sola el eder. Bunu devrimci bir kazanım olarak yutturmak,
gerçekten başarılı bir dolandırıcılık pratiğidir.
“Özne”,
“fail” ve “aktör” sözcükleri işitildiğinde koşar adım uzaklaşmak gerekir. Bu
sözcükler, devlet ve burjuvazi adına, onların salahiyeti için sarf
edilmektedir. Özne, fail ve aktör olmanın devletin disiplininden; burjuvazinin
terbiyesinden geçtiğini herkes iyi bilmektedir. Onların zamanına ve mekânına
göre tanımlanmış bir hâl, ezilenlere ve emekçilere bir şey sunmadı, sunmuyor,
sunmayacaktır.
Sol,
kültür-sanat olarak belirlenmiş kum havuzundan kurtulamaz. Varlığını oradaki
çukurda debelenmekte bulur. İslamcıyı, gericiyi ancak oradan eleştirebilir,
çünkü sadece buna izin verilmiştir. O cevaz, o icazet, mahkûmiyettir. Özne,
fail ve aktör olmayı kültür ve sanat üzerinden tanımlayanların ezilenlere,
emekçilere verecekleri allı pullu ambalajlardan başka bir şey değildir. TRT 2
varsa Alper Taş da vardır. Her ikisi de sosyalizme küfredip liberalizmi
yücelttikleri ölçüde varlık imkânı bulacaktır. Çünkü sol, aşağıdaki tweet'te
görülen türden cümleler yazabilen, o cümlelerin sınıfsal-politik niteliğini
sorgulamayandır. Kendisine verilen koltuktan memnundur. Verenlere tek laf
edemez. Liberalizmden gayrısına bağlanamaz.
İsmail
Cem ve Cem Duna’yı kesen TRT tarihi, bugün Erdoğan ve devlet için çekilen özel
dizilere, yapılan programlara bağlanmıştır. Darbe sonrası Yenikapı’nın ön
provası olan Taksim’e koşan Alper Taş, Haziran’ın cismini ve adını örgütsel
düzeyde tasfiye ettikten sonra, başkanlığa layık görülmüştür. “Devrimci” ona
kapalı, “yol” ona açıktır.
ÖDP’nin
doksanlarını gören ve Taş’ı tanıyanlar, biraz da fıkralaşmış bir hikâye
anlatırlar: Gençler açtır, Alper Taş’ı pide almaya gönderirler, “pideler
karışık olsun” derler. Pideler bir süre sonra gelir, masaya gazeteler serilir,
pidelerin üzeri açıldığında görülür ki bir bütün pidenin bir kısmı kıymalı, bir
kısmı yumurtalı, bir kısmı kaşarlıdır. Taş, karışık meselesini yanlış anlamış,
pide ustasından malzemelerin birbirine karışmamasını istemiştir. Karadeniz
fıkrası olarak anlatılan bu hikâyedeki kişi gene aynı kişiyse bugün de İyi
Parti ziyareti gibi işleri sosyalist pratiğiyle karıştırmayacak, “herkes canı
neyi istiyorsa onu yesin” diye karışmayan pide yaptıran Taş, her eğilimi memnun
etmeyi bilecektir. Bu birey merkezli siyaset, âlemi gezecek, doğru yolu illaki
sezecektir. O, bu yüzden adaydır.
Eren Balkır
13 Mart 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder