Pages

17 Ekim 2018

Rodney’nin Üretken Tutkusu



Walter Rodney, 1980’de suikast sonucu katledildiğinde 38 yaşındaydı ve daha uzun bir kariyere sahip olan akademisyenler kadar ürün ortaya koymayı bilmişti.

Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli çalışmasının yayınlandığı günden beri Afrika tarihi denilen saha, benzer ağırlıkta bir esere tanıklık etmedi. Aynı zamanda Avrupa sömürgeciliğinin Afrika’da yol açtığı kalıcı etkilere dair, özenle yürütülmüş bir araştırmaya dayanan bu analiz, dünya genelinde süren ırkçılık karşıtı eylemliliğe yönelik yaklaşımları alabildiğine radikalleştirdi.

Esasında “eylemci-akademisyen” terimi, Rodney’nin gezegeni sömürgeciliğin ve köleliğin tüm doğal sonuçlarından kurtarmaya dair kararlılığını kendi araştırmalarına bağlayan o üretken tutkusu devreye sokulduğunda en güçlü anlamına kavuşacaktır. Ölümünü müteakip yaklaşık kırk yıl sonra bugün bizler, en nihayetinde bilginin öneminin kendi toplumsal dünyamızı dönüştürme becerimizde yattığını kabul eden kararlı bir entelektüel olmanın ne demek olduğuna dair bu türden parlak örneklere muhtacız.

Biz, hem Rodney’den hem de ondan önce ve sonra Marksizmle ilişkili olup sömürgeciliğin ve köleliğin tarihsel analizini gerçekleştiren isimlerden, kapitalizmin insan doğası ve ilerleme ile ilgili olarak ortaya attığı, zihinlerde kalıcı köklere sahip önermelerine karşı koymanın, ırkçılık üzerine kurulu ideolojileri ve yapıları ortadan kaldırmak için yola çıkan eylemcilerin ve teorisyenlerin en önemli görevlerinden biri olduğunu öğrendik.

Afrika’nın Avrupa’ya tabi oluşunun durgunluk eğiliminden kaynaklandığına dair argümanı çürütürken Rodney, aynı zamanda dış müdahalenin tek başına kıtanın ilerleyişini tetikleyebileceğine dair o ideolojik önermeyi de redde tabi tuttu. Rodney’nin de ifade ettiği biçimiyle, her ne kadar “resmi planda” sadece yetmiş küsur yıl sürmüş olan sömürgecilik kısa bir döneme yayılmış olsa da bu dönemde hem kapitalist dünyada (yani Avrupa ve ABD’de) hem de yeni ortaya çıkmış olan sosyalist dünyada (bilhassa Rusya ve Çin’de) devasa değişimler yaşandı.

Rodney’nin ifadesiyle, “yerinde saymak, hatta diğerleri öne doğru sıçrarken yavaş hareket etmek, gerçekte geri gitmeye denktir.” Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli çalışmasında Rodney, emperyalizmin ve sömürgeciliği besleyen muhtelif süreçlerin Afrika’daki ekonomik, dolayısıyla politik ve toplumsal ilerlemenin önüne yapısal, aşılması zor engeller çıkarttığını söylemektedir.

Ama bu sözleri Afrikalıları “kalkınma konusunda sahip oldukları o nihai sorumluluk”tan kurtarmadığını belirtmek gerekmektedir.

1973’te yaptığım ilk Afrika gezisinde Walter Rodney’yle tanışma şerefine nail olduğum için kendimi ayrıcalıklı sayıyorum. Tanzanya’da bulunan Darüsselam kentine gittiğimde, Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli çalışmanın yayınlanmasının üzerinden pek zaman geçmemişti. O ziyaret esnasında Rodney’nin de içinde bulunduğu akademi ve eylemci mahfillerinde devrimin acil ihtiyaç olduğuna ilişkin kanaatin güçlendiği o döneme ilk elden tanıklık etmiştim.

Darüsselam Üniversitesi’nde Afrika’nın kurtuluşu ve dünya genelinde kapitalizme yöneltilen itirazlar arasındaki ilişkiye dair dersler ve tartışmalar organize eden Rodney’nin bu türden çalışmalarına iştirak etme fırsatı bulmakla kalmadım, ayrıca Portekiz Ordusu’yla savaşan savaşçılarla ve Agostinho Neto ile tanıştığım Angola Halk Kurtuluş Hareketi’ne ait eğitim kamplarını da ziyaret ettim.

Walter Rodney’nin analizlerinde, Marksist kategorilerin ve eleştirilerin biçimlendirdiği, akla yatkın, sağlam gerekçelere dayanan tarihsel soruşturma pratiği, aynı zamanda bilhassa o dönemde Afrika’daki kurtuluş mücadelelerinin genel de dünya genelinde patlak veren devrimci ayaklanmaların tanımladığı tarihsel konjonktüre dair köklü bir idrak çıkıyordu karşımıza.

Çünkü Rodney, belirli bir yönteme ve sisteme sahip bir akademisyendi. O, toplumsal cinsiyet meselelerini görmezden gelmezdi, hatta sonraki süreçte geliştirilecek, feministlere ait sözcükler ve analiz çerçevesinden yoksun olmasına karşın, bu alana dönük yazılar yazardı. Bazı isimler, “sonraki süreçte yaşasaydı, bu tür meselelere daha fazla eğileceğini” söylemektedirler. Gene de Rodney, tüm yazdıkları içerisinde önem arz eden stratejik durumlarla ilgili olarak cinsiyetin rolüne işaret etmeyi bilmiş, sömürgecilik koşullarında, ekonomik sömürünün varlığını sürdürdüğü, yoğunlaştığı dönemde, Afrikalı kadınların “toplumsal, dinî, kurucu, politik imtiyazlarının ve haklarının ortadan kalktığını” söylemiştir.

Rodney’nin üzerinde durduğu ana husus, sömürgeciliğin Afrika’da emek süreçleri üzerindeki etkisiydi. Sömürgecilik, insanların yaptıkları işleri yeniden tanımlayıp “modern” olarak nitelemiş, bir yandan da kadınların yaptıkları işleri “geleneksel” veya “geri” olarak tanımlamıştı. Bu nedenle kadınların yaptıkları işlerin statüsünde yaşanan bu kötüleşme sonucu, hangi işlerin değerli, hangilerinin değersiz olduğuna dair ölçütleri belirleme hakkı, kadınların elinden alındı.

Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı isimli kitabın yayınlandığı dönemde siyah aktivizmi, en azından ABD’de, sadece kadınların doğaları gereği aşağı ve ikincil olduğuna dair, yanlışlıkla Afrikalılara has kültürel pratiklere atfedilen kültürel milliyetçi anlayışların değil, aynı zamanda anaerkilliğe ait, resmi planda desteklenen özelliklerin, başka bir ifadeyle, ABD’deki siyah topluluklarındaki kusurlu aile yapısının (örneğin 1965 tarihli Moynihan Raporu’nun) etkisi altında idi.

Bu kitap, o dönemde radikal siyah hareketleri bünyesinde cinsiyete dair bu türden özcü anlayışlara itiraz etme niyeti olan bizler için önemli bir silâh işlevi gördü. Rodney’nin akademik düzlemde ve eylemcilik açısından yaptığı katkılar, bahsi geçen özel tarihsel momentte en fazla talep edilen şeylere dairdi. Belki de Rodney, kendi memleketi olan Guyana gibi yerlerde gerçek bir devrimci politik değişim imkânına inandığı için öldürüldü. Onun geliştirdiği fikirler, kapitalizmin kendisinin baki kalacağına dair fikri zorla dayattığı, sadece sosyalist ülkeler değil, bağımsızlar hareketi mensubu ülkeleri, yani kapitalizme karşı çıkan tüm mevcut örgütlü güçleri tasfiye ettiği günümüzde çok daha kıymetli hâle gelmiştir.

Dünya kapitalizminin gezegen için en hayırlı geleceği temsil ettiğini ve Afrika ile eski üçüncü dünyanın “azgelişmişlik” kaynaklı sefalet koşullarında sonsuza dek yaşamaya mahkûm olduğunu kabule yanaşmayan bizler, şu can alıcı soruyla uğraşmak zorundayız: Irkçılık temelli yapılara dokunulmadığı sürece kapitalizmin ortadan kalktığı bir dünyayı tahayyül edemeyeceğimizi kabul ettiğimize göre, kapitalizme yönelik devrimci eleştirilerin ırkçılık karşıtı mücadelelerin ayrılmaz birer parçası hâline getirmeleri konusunda eylemcileri ve teorisyenleri nasıl cesaretlendirebiliriz?

Bu anlamda bizlere, Walter Rodney’nin geride bıraktığı mirasın kapsamını genişletip derinleştirmek ve o mirasa uygun hareket etmek düşmektedir.

Angela Y. Davis
12 Ekim 2018
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder