Yoksul mazlum halkların milli mücadeleleri, ezilen
halkların kurtuluş mücadeleleri, sömürülen sınıfın eşitlik ve adalet
mücadelesi, bugün liberal birey suyuna yatırılıyor ve hepsi birey önünde diz
çöktürülüyor. Millet, halk ve sınıf kavramları, birey karşısında
değersizleştiriliyor. İlk aşamada insanları, kurtuluşun bireyle ve bireyde
olduğuna, mücadelenin ancak onun eliyle yürütülebileceğine inandırıyorlar.
Geçmişin tüm kiri bu suda yıkanıyor. Bir süreliğine hokkalarındaki kırmızı
boyaya daldırıyorlar liberalizmlerini. Ama özünde solun münferitleştirilmesi,
nezihleştirilmesi ve soylulaştırılması bu şahıslar eliyle gerçekleştiriliyor.
Bu temelde söylemek lazım: Veli Saçılık’ın
ulusalcılık, liberalizm ve cumhuriyet üzerine söylediklerinin tamamı yanlış.[1]
Veli, tuhaf bir sosyalizmcilik savunusu yapıyor, kendinden menkul bir sosyalizm
tanımına yaslanıyor ve onun başka alanlarda olmasına, işlemesine izin vermiyor.
Birey ölçüsüne vurulduğunda her şey, sosyalizm eskiye ait bir hikâye, boş bir
hayal hâlini alıyor. Özünde Veli, sadece kendisine işaret ediyor. Asıl
meziyetin bu olduğunu düşünüyor. Bu liberal bireycilik, tüm sınıf, halk ve
millet temelli geçmişi ve birikimi çöpe atmak için var.
Söyledikleri yanlış, çünkü Saçılık, yıllar önce bir
gençlik kampında Rasim Ozan Kütahyalı’dan öğrendiği, “Deniz Gezmiş
milliyetçidir, darbecidir” tezini yazısında yinelemekten başka bir şey yapmıyor.
Ayrıca “1921, 1927 ve 1947’de komünistlerin ulusalcılığa yanaştığı” tezi de
kendi örgütünü sütten çıkmış ak kaşık kılma çabasının ürünü. Belli bir mekânda,
coğrafyada, belirli bir dinamikle, halk kitleleriyle ilişki kurularak yürütülen
mücadeleyi, bir boşluğa fırlatıyor, değersizleştirmeye, tarihten silmeye
çalışıyor. Devletin liberal kanadına yanaşmayı yaldızlamak için, milliyetçi
kanada yanaşanlara vuruyor. Kendince bir sol tarih okuması sunan Saçılık,
özünde “Milliyetçilere yanaşmak sizi öldürüyor, gelin liberallere yanaşın,
onlar sizi öldürmez” diyor. Onca yanaşma pratiğinde ölenleri insandan saymıyor!
Yanaşma eleştirisi üzerinden solu milliyetçilikle
suçlayan Saçılık, Cumhuriyet gazetesindeki gelişmeyi fırsat bilerek
salvolarda bulunuyor. Nedense bu noktada Adalet yürüyüşünde kendi kolunu
kopartanların eski yoldaşıyla verdiği pozu unutuyor.[2] CHP’deki
milliyetçi-liberal yarılmasını ellerini ovuşturarak izlemeyi siyaset zannediyor.
Duruma bakıp genele dair bir tespitte bulunabiliyorsak
eğer; aynı mantıkla, bir Dersimliyi öldürüp bir yıl sonra “yanlışlık oldu, ölen
kişi bizim safımızdaki yoksul bir köylüdür” diyeni de “yoksul köylülerin
düşmanı” olarak nitelemek pekâlâ mümkün.
Veya ölüm orucu direnişinde olan insanların eylemine
meyhanede diktiği rakı kadehleriyle gelen kişi, “direnişi sulandırıyor” diye de
eleştirilebilir.
Veya bir vakitler HDP’ye başkan olan kişiye, TÜSİAD
başkanı ile fotoğraf çektirdiğinde “nereye yanaşıyor bu tekne” diye de
sorulabilir!
Öyle, kendi bireyliğiyle tanımlı bir sosyalizm alanı
tarif edip her şeyi çöpe atmak bir çıkış sunmuyor. Suphi dönemini, kuruluşu ve
kurtuluşu birlikte anlamak gerekiyor. Doğu Halkları Kurultayı ile ilgili
cahilce sözler eden, “neden 10 Eylül’ü kuruluş tarihi bellediniz?” sorusunu hak
ediyor sonuçta.
Kimse, ulusalcılığa yanaşmıyor. Taraf gazetesine
yazılar yazdıklarında, Yıldıray Oğur’ları gençlik kamplarına çağırdıklarında
kimse liberalizme yanaşmıyorsa, Anadolu’ya Kızıl Alay’la gelip devrim yolunu
açmak isteyenleri sığ bir ulusalcılık eleştirisiyle çöpe atmak da mümkün
olmuyor. Özünde Saçılık, birey dışı kolektif dinamiklere tahammül edemiyor, o
dinamikler karşısında tüyleri diken diken oluyor. Efendilerini koruyor.
Müşfik bir insan olarak Saçılık’a göre, liberallere
acımak gerekiyor, çünkü ülkedeki “en etkisiz grup ve çevre onlar”. “Liberal”
deyince “Liberal Demokrat Parti” üyelerini anlayan bu “sosyolog” liberallerin
sandığı kadar zavallı olmadığını görmüyor. Zira birçok sol sosyalist örgüt, o
liberallerin boşluğunu bilfiil dolduruyor. Saçılık da liberalizm heyulası
üzerinden, kendi liberalizmini savunma gereği duyuyor ve her zaman olduğu gibi
o da bir milliyetçilik eleştirisi kaleme alıyor.
Milliyetçilik var ve bu ideoloji, sığ bir ABD
karşıtlığı yapıyor ona göre. Saçılık, insanları Almanya’da “Erdoğan’a ve
hainlere karşı sokağa” çağıranları aklamaya çalışıyor bir yanıyla. “Hainler”den
kasıt, Merkel ve Erdoğan’la ilişki kuran Alman devleti. Bu noktada akla hemen
şu soru takılıyor: “enternasyonalist sosyalistler”, ne vakit Alman devletine
yaren ve dost oldu da ihanete uğradı?
Sonuçta antiemperyalizmi ve anti-liberalizmi karşıya
alan Saçılık, ne yana düştüğünün farkında değil. Kavramlarla oynamanın,
tanımlarla oyalanmanın anlamı yok. “Öz örgütlerimizi etkisizleştiren bir birlik
yeni ayrılıkların kapısını aralar” diyor sosyolog arkadaşımız ve fırsatı bulup
Demirtaş’a ayar veriyor bir başka yazısında.[3] Sumen altı edilmiş, Kürt
hareketine yönelik “küçük burjuva milliyetçi hareket” eleştirisi yeniden baş
veriyor bu tür yazılarda. Küçücük cüssesiyle “ittifak” oluşturduğunu
zannediyor. Kelimeleri kendince tarifliyor/tanımlıyor. Akademi kaynaklı,
sınırları net tanımlarla politik mücadele verilebileceğini düşünüyor. Oysa işler,
hiç de onun sandığı gibi ilerlemiyor. Saçılık, HDP bileşenlerine propaganda
izni talep ediyor başkandan. Sanki vermezse, ileride ona da “faşist” diyecekmiş
gibi!..
Birine “küçük burjuvasın” denildiğinde, diyene bordro
soruluyor, niyeyse. Bu itham, özünde ideolojik-politik alanla alakalı aslında.
Bir işçi de pekâlâ küçük burjuva bir tavır sergileyebiliyor. Yoksa neden
hareket ve parti içerisinde “Liberalizmle Mücadele” etme ihtiyacı duyulsun.[4]
Dolayısıyla Saçılık’ın “milliyetçi” dediği, ezilen halkların emperyalizme karşı
direnişleri, proleter bir anlam ve değer kazanabiliyorlar. Aynı şekilde
savunduğu liberalizm ise salt kapitalizmi, serbest piyasayı savunmak üzerinden
tezahür etmiyor. Bir liberal olarak Elon Musk da “sosyalist” olduğunu iddia
edebiliyor.
Liberalizm, kitlesel dinamikleri değil, bireyin hak ve
özgürlük alanını kutsamasıyla sosyalist cenah içerisinde geziniyor.
Sanıldığının aksine, Doğu Halkları Kurultayı’nın
altını o liberalizm oyuyor, onun kalıcı bir devrimci hat örmesine izin vermiyor.
Çünkü o günlerde İngilizlerle zımni bir anlaşma imza ediliyor: Türkiye,
Saçılık’ın özgürlükler dünyasına; Kafkasya ve Doğu da Sovyet aydınlanmacılığına
kalıyor. Sovyetler’deki özünde ilerlemeci, liberal kimi isimler, perde
gerisinde İngilizlere “buraları biz kalkındırır, dönüştürürüz” diyorlar. Bugün
birçok solcu, o isimlerin devamcısı.
Çünkü aydın ve işçi tartışmasında Lenin, işçilerin
fabrika disiplinine sahip olmasını önemli buluyor ve onların aydınlardan daha
iyi partili olduklarını söylüyor, ama Troçki ve Luxemburg, bu disiplini
tehlikeli ve zararlı addediyor.[5] Saçılık gibiler, ikinci geleneği
güncellediler ve hâlâ bu işe devam ediyorlar. Birey dışı, bireye düşman bir
işçiliğe de düşman onlar.
Egemen siyaset alanında belirleyiciymiş gibi görünen
liberalizm-milliyetçilik geriliminin aşağıda bir karşılığı bulunmuyor.
Sosyalistler, bu gerilimin aşağıya, ezilen kitlelere geçişinde aracılık
ediyorlar sadece, o kadar. Bu gerilim üzerinden süren tartışmalar, konum
alışlar, ezilenler, yoksullar nezdinde bir anlam ve değer taşımıyor.
Liberalizm-milliyetçilik tartışması, kitleleri küçümseyenlerin işi, yüksek
siyaset meraklılarının kullandığı basamak. Karşı tarafa vuracaksın ki birileri
seni vitrine koysun. Böylelikle dünyalığını biriktirebilesin.
Özünde, Saçılık gibi birçok HDP’li, AKP’nin nötr bir
varlık olduğunu söylüyor. Eskiden AKP’nin kendilerinin, liberallerin yanında
olduğunu, bugün milliyetçilerin, kim olduğu belli olmayan Enveristlerin yanına
geçtiğini iddia ediyorlar. Doğu Halkları Kurultayı’nda Enver’i görüp,
Envercilik ve milliyetçilik eleştirisi çıkınına başvuruyorlar. Onun arkasındaki
Moskova ve devrim iradesine küfrediyorlar.
Bu “nötr AKP” kurgusu, temelde HDP’nin varlık zeminine
dair bir kılıf dâhilinde anlam kazanıyor. Her çekildiği yere gelen AKP tasviri,
ondaki gerilimleri ve politik yükü anlamamaya sebep oluyor.
Barış sürecinin çıktısı olan HDP ve Saçılık gibi
üyeleri, devranın döneceği, AKP’nin yeniden liberal olup yanlarına ilişeceği
günü bekliyorlar. İşleri güçleri masa yeniden kurulsun diye bilmedikleri
duaları etmek… Ezilen kitleleri de bu şekilde oyalıyorlar.
Egemenlerin dünyasına meftun olanlar, veli, hakikate
dost olamıyorlar. Acı ama gerçek bu!
Eren Balkır
6 Ekim 2018
Dipnotlar:
[1] Veli Saçılık, “Ulusalcılık, Liberalizm, Cumhuriyet”, 3 Ekim 2018, Fersude.
[2] Eren Balkır, “Celebin Sopası”, 16 Haziran 2017, İştirakî.
[3] Veli Saçılık, “Açık Mektup”, 20 Ağustos 2018, Y. Atılım.
[4] Mao Zedung, “Liberalizmle Mücadele”, 7 Eylül 1937,
İştirakî.
[5] Lars Lih, “Workers and Intellectuals”, 24 Şubat
2017, John Riddell.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder