Cezayir’de Bağımsızlık Savaşı öncesi Fransız
sömürgeciliği, Cezayirli kadınlara “güzel değil misin? O zaman çıkartsana
peçeni” diyen afişlerle sesleniyordu.[1]
Bugün de iç ve dış sömürgecilik, İslam’ı fakirlik,
gerilik, zavallılık, acizlik, biçarelik imgesi olarak yeniden kuruyor. Batı’da
zenginlerin sosyal medyada paylaştıkları, araçlarından, uçaklarından düşme
pozları, AKP’li zenginlerde bu sebeple yankı buluyor. Bir yanıyla İslam
düşürülüyor, bir başka imaj ve imge yeniden örgütlenmek durumunda kalınıyor.
Kimi Müslümanlar, fakirlik imgesi olarak İslam’ı sevmiyorlar, bu nedenle o
pozları, görgüsüzlükleri paylaşıyorlar.
Bir erkek solcunun sosyal medyada paylaştığı resimlere
hızla göz attığımızdaysa, karşımıza sadece kadın ve şarap çıkıyor. Bu cenneti
burada yaşama iradesi, Müslüman âlemde karşılığını Adnan Oktar’da buluyor.
Adnan Hoca, aşağı çekilen, düşürülen, imgesel açıdan değersizleştirilen
Müslümanlığı kıymetli ve meymenetli göstermek için görevlendiriliyor. Devletin
değerli kılma çabasına ise sol itiraz eşlik ediyor. Ona biçilen yeni rol ve
görev bu. Mesele, solun bu yeni rolden ve görevden razı olması.
* * *
Merhum Yaşar Nuri Öztürk, “İkiz Kuleler’e saldırıldığı
gün, İslam’a saldırılacağını anladım, o yüzden siyasete girdim” diyor. Bunu,
perde gerisinden verilen bir emir gereği atılmış bir adım olarak görmek de
mümkün. Devlet, bir tür İslam’ı aşağı çekmeye, bir başka tür İslam’ı da yukarı
çekmeye mecbur. Elemanlarını bu minvalde devreye sokuyor, bir süre sonra da onları
itibarsızlaştırabiliyor.
Buradaki saldırının tek başına İslam’la sınırlı
olmadığını görmek lazım. Genel olarak ideolojik âlem, zengine ve zenginliğe
yakışır olmak üzerinden, yeniden organize ediliyor. Neoliberal toplum, belirli
imaj ve imgelerle işliyor.
Maalesef, Yaşar Nuri ve İhsan Eliaçık gibi isimler, bu
imaj çalışmasına bir biçimde eklemleniyorlar. İslam’ın zengin-kentli dünyanın
üzerine yakıştırabileceği bir şal olmasına katkı sunuyorlar. Yoksulla
rabıtasını ısrarla ve inatla kesiyorlar. Zenginin acıyarak baktığı yoksul, bu
âlimlerin dünyasında, politik ağırlığını ve önemini yitiriyor. Sadece İslam’ın
zengin-kentliye hoş görünecek bir imgeye dönüştürülmesi noktasında o yoksul
istismar ediliyor.
* * *
Rejim, haber spikerliğinden yarışma programlarına
kadar belirli bir eşcinsel imajını pazarlıyor bugünlerde. LGBT’ler, zenginlik
imgesi olabildikleri ölçüde meşru kabul ediliyorlar. Cihangir’de çırılçıplak
soyunup dans eden translar, bir zenginlik emaresi olarak alkışlanıyorlar
aslında. Solculara ise geleneksel değerlerin yok olmasına alkış tutmak düşüyor.
Kadın imajı da bu zenginlik emaresi olarak
değerlendiriliyor. Sömürü ve zulmün düzeyine bakılmaksızın, soyut bir Kadın
imajı üzerinde duruluyor. Burjuva basın da bu imajı satıyor. Bir mekân veya
durum, Kadın ve LGBT sayesinde değer ve anlam kazanabiliyor, öyle diyorlar!
Sol örgütlerde bir yoksulun örgüt sorumlusu,
yöneticisi olması elbette ki mümkün değil. Aynı durum trans örgütü içinde
geçerliymiş demek: Pınar Ege röportajından okuduğumuz kadarıyla, zengin ve
asker bir ailenin çocuğu olarak yetişen kişi, hareketin başına geçiyor ve trans
kardeşlerine siyasi bilinç aşılıyor.[2] Ve tabii ki “dine saldırıyorum, öyleyse
varım” anlayışı gereği, trans cinayetlerini sünnete ve dine dayandırıyor.
Çünkü o, egemenlerin yücelttiği, pazara çıkarttığı bir
imaj üzerinden düşünüyor. Gerçek trans olmak üzerinden düşünenlerse, “Mesela
biz, polis şiddeti gördüğümüzde ne yapabileceğimizi artık biliyoruz, ama
bilmesek daha iyi. Bunun hakkımız olduğunu bile bile yapamamak çok daha büyük
acı verecek” diyor. Hareket liderinin gerçek translarla hiçbir rabıtası yok,
dertleri de umurunda değil, satmak dışında.
* * *
Trans imajı ve imgesi üzerinden bakıldığında,
egemenlerin görmemizi istediği şeyi görüyoruz. Buradan da cinayetlerin neden
cinsel ilişki sonrası işlendiği anlaşılmıyor.
Bugün basit bir yemek yapma meselesi veya acı biber
yeme veya hayatta kalma bile yarışma konusu ediliyor. Böylelikle en alttaki
yoksulların tabi olduğu hiyerarşi silikleştiriliyor. Yoksullar, egemenlerle,
zenginlerle aynı sofraya oturdukları hissine kapılıyorlar. Ellerindeki en basit
vasıf ve niteliklerle yukarı tırmanabileceklerini düşünüyorlar. Ama egemenler,
yükselme derdine düşenin tepesine elindeki sopayla vurmak için bekliyorlar.
Sol, burada da rol ve görev üstleniyor, tuhaf değil mi?
Egemenler, en basit duyguları, dürtüleri, vasıfları
hem aşağılamak, disipline etmek, kontrol altına almak zorunda hem de bunları
kimi zaman yüceltmeye mecburlar.
Erkeklik, kriz aşamalarında yüceltiliyor, ama bir
yandan da ayaklar altına alınıp eziliyor. Kadın ve trans cinayetlerini
toplumsal ve ekonomik krizin tezahürleri olarak görmek mümkün. Ama bunları
egemenlerin çizdikleri Trans ve Kadın imajı ile ele almamak gerekiyor. Erkek,
biraz da yoksulluk gereği kaybettiği değerini, değersizliğini görüyor transla
kurulan ilişkide ve kendisini öldüremediğinden, o anı ve transı öldürüyor.
Dolayısıyla, hep birlikte yoksulluğa ve yoksulluk koşullarına saldırmak
gerekiyor.
* * *
Sol, elli yıldır sadece varolma kavgası verebildi.
Sermayeden ve devletten esen rüzgârlarla yelkenini şişirmeye çalıştı. Oyuna hep
mağlup başladı. Her dönemde revize etti kendisini, ama döne dolaşa, devlet ve
sermayeyle bağ kuran kadrolarını değiştirebildi. Bu kadrolar, solun siyaset
alanına zenginlik imajları ve imgeleriyle girebileceğini öğretti, öğretiyor. Bu
nedenle X örgütünün bir üyesi, “tek mücadelemiz Y örgütünün siyaset tarzını
ortadan kaldırmaktır” diyebiliyor. Çünkü o tarz, geri, gerici, ilkel ve arkaik.
Doksanları sol örgütler, burjuvaziye yaranma çabaları
ile, bu gerilikten ve arkaiklikten çıkmak için çabalayarak geçirdiler.
Toplumsal dönüşüm gereği, eskiyen yanlarını atmak ve zenginliğe dair bir imge
olarak örgütlenmek için uğraşıldı.
Bugün kültür, sinema, şiir gibi alanlarda solun
varlığını ve iktidarını AKP’li sağcılar fazla önemsiyorlar, çünkü onlar da
benzer bir zenginlere yaranma çabası içerisindeler. Yoksullarla ilişkisini
kesen herkes, kültür-sanat âlemine dörtnala koşuyor.
Zenginliğe dair bir imge olarak örgütlenme çabası,
solun salt varolma kavgasının bir çıktısı. Bu varolma kavgasının devrim ve
sosyalizm için taktik-strateji geliştirmesi ve o taktiğe-stratejiye
örgütlenmesi mümkün değil. Sadece varolmayı yeterli gören bir sol, LGBT ve
Kadın başlıklarını, dolayım dâhilinde istismar edebiliyor. Onlarla birlikte ve
onlar gibi, birer zenginlik imgesi olarak örgütlenmek istiyor. Ve zannediyor ki
kitleler, zenginleşme meyline girdiğinde, zenginliğin tadına vardığında solcu
olacaklar. Sol da biliyor, kimse o gün solcu olmayacak, olanlar kalmayacak!
Solun mevcut kriz döneminde yoksullarla nasıl ilişki kuracağını bilememesinin
sebeplerini buralarda aramalı.
* * *
Yukarıdaki resim, Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un,
geçen sene kasırga sonucu yıkıma uğramış Karayip adası Saint Martin’i
ziyaretine ait. Sağcılar, “bu poz bizim devletimize yakışır mı?” diye tepki
gösterdiler. Tıpkı Tayyip’e yönelik CHP ve CHP’ye iltisaklı sosyalistlerin
sosyal medya tepkilerinde olduğu gibi. (“Bu Tayyip devletimize, cumhuriyetimize
veya burjuva devrimimize yakışmıyor!”)
Oysa aslında önemli olan, Macron’un verdiği cevap:
“Cumhuriyetimizin bütün çocukları kıymetlidir” dedi Macron. Kıymet ise aynı
bölgenin çocuğu Fanon gibi değil, orada başkana sarılan ve eşcinselliği
çağrıştıran pozlar veren, bu pozla efendilere uşaklık edeceğine dair söz veren
gençler gibi olmakta. (Yandaki fotoğraf da birkaç ay önce saraya davet edilen
dansçılarla çekilmiş.)
Yani yetmiş yıl önce “güzel değil misin, kıymetli
olmak istemiyor musun, o zaman çıkar şu peçeni” diyen Fransız sömürgeciliği,
hem kendi içine hem de sömürgelerine bu gençler üzerinden bir mesaj veriyor.
LGBT STK’ları ve tüccarları gibi düşünsek, bu resmi
gördüğümüzde, liberal yüreklerimizin yağları bir anda erirdi. O gençlerin,
devletin bekası ve sürekliliği açısından, zenginliğe ait bir imge olarak takdim
edildiklerine hiç şüphe yok.
Lut kavmi, eşcinsellikten helâk olmadı, zenginliğin,
biriken malların hadleri aşırması sonucu yok oldu.
Eren Balkır
2 Ekim 2018
Dipnotlar:
[1] Alexis Chavez, “Cezayir’de Sekülerleştirme Girişimleri”, 4 Şubat 2018, İştiraki.
[2] Filiz Gazi, Pınar Ege Söyleşisi, 8 Eylül 2018, Duvar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder