İblis talip olmaz imiş duyduk sonradan
Yezid yola gelmez imiş duyduk sonradan
[Erzurumlu Noksani]
Belki bir 12 Eylül projesidir, belki de doksanların
krizine toplumsal alanda verilen bir cevap biçimidir: doksanlı yıllarda büyük
futbol kulüpleri, kombine bilet satışına başlıyorlar. Bu adıma uygun olarak,
rakip takım taraftarına ayrılan kısım iyice ufaltılıyor ve taraftarlık, özünde
kendi takımını sevmek değil, karşı takıma küfretmek ve öfkelenmek üzerinden
tanımlı hâle geliyor. Özetle, bugün Fenerbahçeli, Beşiktaşlı veya Galatasaraylı
olma hâli, yüz küsur yıllık bir hikâye değil. Bu hikâye, en fazla yirmi
beş-otuz yıllık.
* * *
Tanımları belirli bir bağlamda yapmak şart.
Sonuçta Aleviliği yüz, beş yüz veya beş bin yıllık bir
hikâye olarak tanımlamaya çalışanların birer tüccar olduğunu görmek gerekiyor.
Tüccarın bilincinin esnaf-zanaatkâr bilinciyle kurduğu bağ, önemli.
Tanıl Bora’nın "sebat"[1] dediği de bu
esnaf-zanaatkâr bilinciyle alakalı. O bağların tüccarlara, oradan büyük
sermayeye nasıl kenetli olduğunu tarih bize öğretiyor. Bora, bir kez daha,
kendi mülkü ve pratiğini yüceltmek suretiyle, büyük sermayeye bağlanma
yollarını arıyor.
* * *
Alevilikle kurulan ilişkiyi Aleviliğin kurduğu
ilişkiler belirliyor.
Özünde Alevilik de “Hacı Bektaş” ve “Pir Sultan”
adıyla dernek kurulmasına ilişkin devlet emriyle tanımlı. Uğur Mumcu’nun
öldürülmesi, Gazi Olayları, Sivas Katliamı ve 28 Şubat süreci, bu Aleviliğin
inşa sürecinde, o tanımın oluşturulmasında önemli sütunlar olarak iş
görüyorlar. Alevi, kim ve ne olduğunu devletin ve sermayenin bu tanımlama
gayreti içinde öğreniyor. Hiçbir kavram uzay boşluğunda salınmıyor. Yani
Sünni-muhafazakâr kesimle kurulan ilişkilerde devleti görmek nasıl mümkünse,
aynı devleti Alevilikle kurulan ilişkilerde de aramak gerekiyor. Aramayanlar,
devletin laik kurgusuna yedeklenmeyi devrimcilik zannediyorlar.
* * *
Sonuçta HDP veya sosyalist sol, özcü bir yaklaşımla,
Aleviliği tek çıkış kapısı olarak görüyor. Kürd kitlesi, yeterli görülmüyor.
Sol, toplumsal zeminini Alevilik üzerine kuruyor.
Sınıfsal ayrımlar, politik ayrışmalar hükmünü yitiriyor. 7 Haziran seçimleri
öncesi Ayhan Bilgen’in dile getirdiği tasnif, böylesi bir ayrım yapılsa bile,
coğrafyaya göre yapılabildiğini ortaya koyuyor. Bilgen o konuşmasında, HDP’nin
Sivas’ın doğusundaki Kürt-Alevilere odaklanmasını salık veriyor. Batı’daki
Alevilerse devlet partilerine teslim ediliyorlar. Bu tasnif ve pazarlık
karşı-devrimci.
* * *
Solun CHP limanına yanaşması da temelde Alevilik bağı
ile gerçekleşiyor. O Alevileri safa çekmek için bir süre CHP postuna
bürünülüyor. Bu şekilde Alevilerin avlanabileceği düşünülüyor. Bu yaklaşım,
solun teorik, ideolojik ve politik kavgasını düzen içi dinamiklere teslim
ediyor. Ali’yi bilmeyen, Hüseyin’i tanımayan bir kültür, bugünün maymun oynatan,
gün boyu şarap içen Yezid’lerine uygun siyaset değirmenine su taşıyor. Herkes
yezitleşiyor.
Bugünü yaşamak, eğlenmek, tüketmek üzerine kurulu
insan tipi, solu da ele geçiriyor. O, kendi içinden, kendi içinde yürüyen
sınıflar mücadelesini örtbas edecek aktivistler buluyor. Altı ok bu bağlama
yerleştirildiğinde, “önemli bir değişimin altına imza attık” diyorlar, ama altı
okun nüfuz alanını genişlettiklerini görmüyorlar. Çünkü sol, CHP’nin içinden
çıkışını önemli ve kutsal görmekten vazgeçmiyor, onun ezdiği, sindirdiği
kitlelere asla bağlanamıyor. O ana rahminden ve oradaki sıcaklıktan memnun.
* * *
Aslında verili içeriği ve tanımı itibarıyla bu Alevilikle
ilişki kurmak, devletle ilişki kurmak. Bu açıdan Veysi Sarısözen gibi
solcuların Cumhuriyet gazetesindeki son operasyon üzerinden, “Alevilere
saldırı başlatılacak, ey Aleviler bize gelin” demesinin politik bir anlamı yok.
Sarısözen, yıllar önce bağlandığı devlet ve yüksek siyasetin koltuğundan
Alevilere ahkâm kesebileceğini düşünüyor. Yanılıyor. Esasen bu tür yazılar,
yerel seçimler bağlamında, CHP-HDP ittifakına yönelik pazarlıklar dâhilinde
kaleme alınıyorlar ve bir anlam ifade etmiyorlar.
Cumhuriyet gazetesindeki
içerik ve biçimi bir dernek toplantısıyla değiştirmek madem mümkündü, bugüne
dek neden yapılmadı, soru bu çünkü. İstenilen, medet umulan şey başka, demek
ki. O vakit, “Cumhuriyet’e darbe” yapanlarla oradaki gelişmeyi “darbe” olarak
niteleyip gazeteye dair umut besleyenler, aynı güce bağlı. Alevileri korkutup
“bize gelsinler” diyenlerle, “Cumhuriyet Atatürkçü özüne dönmüştür”
diyenler, aynı odağa hizmet ediyorlar.
* * *
Sarısözen yazısında[2] Eski Sovyetçi yoldaşlarını
Rusçu, eski Aydınlıkçı hasımlarını Çinci olarak görüp eleştiriyor ki buradan
Sarısözen’in kendisini Amerikancı sol olarak gördüğü anlaşılıyor.
Ergenekoncu-Avrasyacı ile Batı hattı-ABD-AB arasında ayrım yapanlar, ezilenlere
ve emekçilere yalan söylüyorlar.
Yazı dolayımıyla Sarısözen, özellikle Alevilere,
“gelin aradığınız CHP bizde, biz CHP’den daha fazla CHP olabiliriz” buyuruyor.
Bu zokayı yutabileceğini düşündüğü Alevilerse, kendilerini Koç gibi aileler ve
paşalarla tanımlıyorlar ağırlıklı olarak. İnşa edilen tanım, bunu gerektiriyor.
Batı’daki düşünce kuruluşlarından, parlamentolardan
gelen fonlara kaşık sallamayı yazarlık veya aktivizm zannedenlerde bir hikmet
bulunuyor; devlet, Ankara’daki bir-iki bina zannediliyor, onun menzili ve erimi
çeşitli hilelerle gizlenmeye çalışılıyor, sonuçta o menzil ve erimin o fonları
ve kaşıkları da içerdiğini görmek gerekiyor.
Eren Balkır
9 Eylül 2018
Dipnotlar:
[1] Tanıl Bora, “Sebat”, 29 Ağustos 2018, Birikim.
[2] Veysi Sarısözen, “Vatandaş Simit Yiyemezken”, 7
Eylül 2018, YÖP.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder