Pages

06 Nisan 2018

Huriye Butelca

Huriye Butelca, Cumhuriyetin Yerlileri Partisi [CYP] sözcüsü ve kurucu üyesi. Partinin amacı, Butelca’nın “yerli” olarak adlandırdığı göçmen çocuklarının seslerinin duyulmasını sağlamak. Huriye, altmışlarda Fransa’ya gelmiş olan Cezayirli bir aileye mensup. Fransa’da doğmuş ve burada yetişmiş. Dolayısıyla Yerli Yasası’nın son versiyonunun ne demek olduğunu gayet iyi bilen bir isim.

1881 tarihli ilk Yerli Kanunu, tüm sömürgelere dayatılmıştı. Bu kanun uyarınca sömürgelerdeki yerli halk ve emekçi göçmenler, ayrımcılığı öngören tedbirlere maruz kalıyorlardı. CYP’ye göre, bu kanunun ilga edilmiş olmasına karşın göçmenlerin çocukları hâlen daha, bugüne dek ayrımcı uygulamalarla karşılaşıyorlar ve bu türden uygulamalar Fransız toplumunun derinlerine kök salmış durumda.

Fransa’da Butelca ismini duyan herkes bir miktar geriliyor. Aşırı sağdan sola geniş bir yelpazede birçok siyasetçi ve gazeteci ona karşı. 2016’da Beyazlar, Yahudiler ve Biz: Devrimci Sevgi Siyasetine Doğru adında bir kitap çıkarttı. 

Eleştirmenler ilk başta kitabı görmezden geldiler, sonra en ağır eleştirilerle saldırıya geçtiler ve kitapla yazarını antisemitik, kadın düşmanı ve homofobik olarak nitelendirdiler. Buna rağmen Butelca, ülke içinden ve dışından birçok Yahudi aydından, gey aktivistinden, felsefeciden ve yazardan destek gördü. Bir insan bu kadar çok şeyle nasıl suçlanabiliyor peki? İngilizceye, İspanyolcaya ve İtalyancaya çevrilmiş olan kitabı Fransa’da nasıl oluyor da hep gündemde kalıyor?

Butelca kırklı yaşlarında. Dost canlısı bir isim ve cevaplamadan önce soruları dikkatle dinliyor. Atlanta’dan yeni gelmiş. İtalya, Oslo ve Londra’ya gidecek. “Peki Fransa? Burada nasıl karşılanıyorsun?” diye soruyorum, o da şu cevabı veriyor:

“Konferanslara davet edildiğim vakit genelde pek bir sorunla karşılaşmıyorum. Fransa’daki asıl sorun, ülke genelinde gerçek bir muhabbete tanık olunmaması. Ayrıca entelektüel tartışmaların kalitesi de düştü, korkular yayıldıkça muhafazakârlık da artıyor. Fransız halkı, genel anlamda çöküşten korkuyor, bu nedenle giderek şovenistleşiyor, daha çok kimliklerden dem vuruyor ve başkalarını daha çok redde tabi tutuyor.”

Butelca’nın fikrî inşasında asıl dönüm noktası, okullarda Müslümanlara has tesettürün yasaklanması ile ilgili tartışma teşkil ediyor. Ona göre bu yasak, “yeni bir Dreyfus vakası”. Yasak yüzünden tüm ülke ikiye bölündü. Solcular bile ayrıştılar. Meselenin özü ise bu yeni yabancı bedenle nasıl başa çıkılacağı ile ilgili. Eskiden mesele Yahudilerdi, şimdi Müslümanlar. Dert, kesinlikle çarşaf veya başörtüsü değil, “Fransa’da Arapları gerçekten isteyip istemediğimiz.”

Butelca, ırk, beyazlık ve yapısal ırkçılık türünden Fransa’nın başını döndürecek kelimelere başvuruyor. Cumhuriyet esasen “renk körüymüş” gibi davranıyor ama ırk, beyaz ve ırkçılık gibi kelimeler uygun kelimeler kabul edilmiyor. Beyazlık, Huriye’ye göre, çoğunlukla yanlış anlaşılan bir kavram. Ona göre beyazlık, “güç dengesi” ile alakalı. Güç, ait olduğunuz toplumsal kategoriye, cinsiyetinize ve ırkınıza göre dağıtılıyor.

“İşler hep beyazlara veriliyor. İkinci sırada beyaz kadınlar var. Sonra beyaz kabul edilmeyen Yahudiler geliyor. Bunlar imtiyazsız ama beyazlar tarafından korunuyorlar ve yerlilerin üzerinde konumlanıyorlar. Gene de hâlen daha kırılgan ve risk altında olan bir kategori bu. Yerliler arasında da belirgin bir hiyerarşi söz konusu. Örneğin en altta Romanları buluyorsunuz.”

Butelca’ya göre, beyazlık tümüyle Avrupalı ve beyaz olmakla ilişkili değil.

“Ben de beyazım. Mülteciler, göçmenler ve tüm yeryüzünün lanetlileriyle kıyaslandığımda, ben beyazım. Irk piramidinin en altında olmama rağmen hâlen daha imtiyazlara sahip, pasaportum var, politik haklardan istifade edebiliyorum. Bunlar olmasaydı, göçmenlerin çocukları olarak bizler uzun zaman önce vatanımıza geri dönerdik. Burada kalmamızın sebebi o imtiyazlar. İşte o imtiyazlar da bizi beyaz yapıyor.”

Bunlar, salt politik ve tarihsel değil, biyolojik kategoriler.

“Bunlar, icat edilmiş ama bizim iptal edemeyeceğimiz kategoriler. Irkçılıkla mücadele edilmesinin, ırk veya dine başvurmadan bizi birleştiren şeyi aramamızın sebebi burada.”

Butelca’ya göre, “Fransa’da gözle görünen, bizatihi kurumlarca icat edilmiş bir tür ayrımcılık söz konusu. Eski başbakan Manuel Valls bile Fransa’da ırk ayrımcılığının yürürlükte olduğunu söylemişti.” Butelca’ya göre, Facebook’ta İsrail karşıtı sözler sarfettikten sonra Müslüman aşırı sağının üyesi olmakla suçlanan şarkıcı Mennel Ibtissem vakası, ayrımcılığın altını çizen, Fransız toplumunun bir kriz döneminden geçtiğini kanıtlayan bir gelişme.

“Mennel yerli, mesele tam da bu. Beyaz kabul edilebilmeniz için sizin Hristiyan olmanız gerek ama Mennel Müslüman. Ayrıca o, başörtüsüyle şarkı söyleyen bir kadın. Evinde oturan örtülü kadın klişesiyle çelişiyor. Ona ‘antisemitist’ diyorlar ama Leonard Cohen şarkıları söylüyor. Böylelikle tüm dengeyi bozuyor.”

Butelca, Fransa’da solun mücadele içerisinde olduğundan bahsediyor.

“Burada eski Avrupa Parlamentosu başkanı Jean-Luc Mélenchon gibi sadece evrenselciliğe inanan insanlara rastlıyorsunuz. Ama öte yandan insanların eşit olduğuna inanan ve ırkçılıkla mücadele eden insanlara da denk geliyorsunuz.”

Butelca, yazar Jean Genet’yi yere göğe sığdıramıyor. Ona göre Genet, Albert Camus ve Jean-Paul Sartre’dan farklı. Bu üç yazar, solun ırkla ilgili görüşlerini yansıtıyor esasında: “Camus yerleşimci, sömürgecilikle pek bir sorunu yok. Sartre sömürgeciliğe karşı ama İsrail devletinin kuruluşunu destekliyor. Genet ise sömürgecilikle mücadele ediyor. Bu üç yazarda Fransız solunun üç yüzünü görüyoruz: sömürgeci sol, mütereddit sol ve sömürgecilik karşıtı sol.”

Butelca’ya yöneltilen suçlamalardan birisi de antisemizm, oysa o esasen sıkı bir antisiyonist.

Ona göre, partisinin savunduğu görüşlerin yüzleştiği en önemli tehdit, Batı medeniyetinin çöküşte olduğu iddiası.

“Beyazların hâkimiyeti 1492’de başladı. Doğdu ve nihayetinde ortadan kayboldu. Bugün birinin siyah olduğunu söylemek bile sömürgecilik tarihinin bir ürünü. Politik düzlemde ortaya konulan ırkçılık karşıtlığı, Batı’nın yürüttüğü dış politikaları ıskartaya çıkarttığı için tehlikeli görülüyor. Bu politikaların en önemli örneği ise Ortadoğu’daki savaşlar.”

Butelca’nın dile getirdiği aykırı görüşlerden birisi de “Fransız tarihinin ırksızlaştırılması gerektiği ile ilgili görüşü”. Ona göre, Vietnam’da gerçekleşen Dien Bien Phu Savaşı, tıpkı Cezayir’in bağımsızlığı gibi, herkes adına elde edilmiş bir zafer olarak görülmeli.

“Bağımsızlığın felâket olduğuna hâlen daha inananların karşına birleşik cephe önerisini nasıl çıkartabiliriz ki? Benim özgürlüğüm onlar için ziyan… Fransa artık sadece ‘ecdadımız Gallilerin ecdadıyla aynı’ ifadesi üzerinden özetlenmiyor.

Kendisi de Fransız halkının atası olan Toussaint Louverture, Haiti’yi özgürleştirmek için mücadele ettiğinde o, aynı zamanda Fransa’nın kendi halkına uyguladığı zulme karşı kavga veriyordu. Sartre’ın dediği gibi: ‘Fransa Cezayir’den kurtarılmalıydı.’ Bu söylem Fransa’da yankı bulmadı, çünkü orada hâlâ sömürgeciliğin faydalarından dem vuran, sömürgeciliğin suç olduğunu söyleyen görüşü sapkınlık kabul eden insanlar var.”

Butelca’nın iddiasına göre, savaş ancak “sol ve yerliler ortak görüşlere sahip olduğunda kazanılacak.”

“Sol, ırk ve dekolonizasyon meselelerini gündeme getirmiyor. Daha işin başında bölünmesinin sebebi burada aranmalı.”

Peki Fransa’da karşı çıkılan bir siyaset olarak ırkçılık karşıtlığı, halkla nasıl buluşacak? Butelca’ya göre çözüm şurada:

“İlkin yerliler arasında sinerjilerin oluşmasını mümkün kılacak bir güç dengesine ihtiyaç var. Bu, bizim kendi sesimize sahip olmamızı, kendi araçlarımızla görüşlerimizi yaymamızı sağlayacak.”

Bu imkânı ise kitabına adını veren olguda buluyor: “Devrimci Sevgi”. Burada bir ütopyadan mı bahsediliyor? Pek değil:

“Utanç verici olsa da söyleyeyim: ben ırkçı değilim. Bu sevgiye kefilim ben. Kimseden nefret etmek istemiyorum ama anlaşılan o ki bu sistem, bizim birbirimizden nefret etmemize neden oluyor. Bu nefretin toplumsal ilişkilerin bir sonucu olduğuna inanıyorum ve o ilişkilerle mücadele ediyorum. İçimizde bir güzellik olduğunu düşünmüyorum, Baldwin gibi ‘ne oldu o güzelliğe’ diyorum.”

Hassina Mechaï
19 Mart 2018
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder