New
York Times’ın 4 Aralık 1948 tarihli nüshasında Albert Einstein ve Hannah
Arendt gibi Yahudi aydınların bir mektubu yayınlandı. Mektup, İsrail’in
bağımsızlığını ilân edişinin üzerinden birkaç ay geçtikten, yüzlerce Filistinli
köyü, köylüler topraklarından kovulması ardından, imha edildikten sonra
yayınlanmıştı.
Mektup,
esas olarak İsrail’de yeni kurulmuş olan Herut [Özgürlük] Partisi’ni ve genç
lideri Menachem Begin’i eleştirmekteydi.
Herut
denilen parti, İrgun isimli terörist çetenin içinden çıktı. Bu çete, Araplara
yönelik birçok katliam gerçekleştirdi. Söz konusu katliamlar, 1947-48 arası
dönemde Filistinlilere yönelik uygulanan etnik temizliği ifade eden Nekbe’nin
zeminini meydana getirdi.
Mektupta
Einstein ve diğer isimler, Herut’u “Nazilere ve faşist partilere örgüt, yöntem,
siyaset felsefesi ve toplumsal çekicilik açısından çok benzeyen bir politik
parti” olarak tarif etmekteydiler.
İkinci
Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, holokostun yol açtığı yıkımın capcanlı olduğu
bir dönemde kaleme alınmış olan bu mektup, esasen o dönemde Yahudi aydınlar
arasında varolan bir yarığın nişanesi olarak görülmelidir: Özünde bu, İsrail’e
ve onun kanlı doğum sürecine destek çıkan Siyonistlerle ahlâkî bir duruş
sergileyip İsrail’e karşı çıkanlar arasında oluşmuş bir yarıktı.
Üzülerek
belirtmem gerekir ki İsrail’e karşı çıkan grup, bugün hâlâ varlık gösterse de
mücadeleyi kaybetmiştir.
Sonrasında
bu Herut denilen parti, başka örgütlerle birleşerek Likud [İttihat] partisini
meydana getirdi. Begin, Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Bugün İsrail’in tanıklık
ettiği en sağcı koalisyonun başında Likud var. Herut’un Nazilerin ve
faşistlerin felsefesine benzeyen felsefesi galip geldi. Tüm İsrail toplumunu
ele geçirdi ve onu tanımlamaya başladı.
Bugün
gençler arasında söz konusu sağcı eğilime eskiye nazaran daha fazla
rastlanılıyor.
Başbakan
Benjamin Netanyahu, Begin’in partisinin, yani Likud’un lideri. Başını çektiği
koalisyonda Rusya doğumlu savunma bakanı Avigdor Lieberman da var. Lieberman,
aşırı milliyetçi parti Yisrael Beiteinu’nun [İsrail Vatanımız] kurucusu.
Gazze’de
kuşatma altındaki Filistinlilerin gerçekleştirdiği ve hâlen devam eden
gösterilere cevap olarak ve İsrail ordusunun silâhsız göstericileri öldürmesini
veya yaralamasını meşrulaştırma gayretiyle Lieberman şunu söylemişti: “Gazze’de
masum insan yok.”
Bir
savunma bakanı bu türden bir laf ettiğinde, İsrailli keskin nişancıların genç
Filistinlileri vurduktan sonra kameralara sevinç pozları vermelerine şaşırmamak
gerekiyor.
Bu,
faşizme has bir söz ve İsrail toplumunda hâkim olan dilin bir ürünü.
Netanyahu’nun
başını çektiği koalisyon hükümeti, bu türden, ahlâken itiraz edilmesi gereken
kişilerle dolu.
Örneğin
Ayelet Şakid isimli İsrailli siyasetçi, birçok kez Filistinlilere soykırım
uygulanması çağrısında bulundu.
Şakid,
2015’te Facebook duvarına şunu yazıyordu: “Filistinlilerin hepsi düşman güce
mensup birer savaşçı, dolayısıyla başlarından aşağıya kan akmalı. Bu
savaşçılara bugün bir de o şehitlerin anneleri de eklendi. Yılanların besleyip
büyütüldüğü birer yuva olduğu için onlar da ölmeli. Aksi takdirde oralarda çok
daha fazla küçük yılan yetişecek.”
Bu
cümlelerin kaleme alınmasından birkaç ay sonra, Aralık 2015’te Netanyahu
Şakid’i adalet bakanı yaptı.
Şakid,
Yahudi Yurdu Partisi üyesi. Partinin başında Naftali Bennett var. Bennett,
benzer türde cümleler sarf eden bir isim, aynı zamanda eğitim bakanı. Gazze
sınırında insan hakları ihlali ile suçlanan İsrail askerlerini savunmak için
ilkin Bennett öne atılmış, diğer siyasetçiler de onun peşinden gitmişti.
19
Nisan’da İsrail bağımsızlığını kutladı. 1948’de Herut’u tanımlayan Nazi ve
faşist zihniyet, bugün ülkedeki en güçlü yönetici sınıfı tanımlıyor. İsrailli
liderler açıktan kıyımdan ve soykırımdan bahsediyorlar ama öte yandan da
İsrail’i uygarlığa, demokrasiye ve insan haklarına dair bir ikona olarak takdim
edip göklere çıkartıyorlar.
Eskinin
kültürel Siyonistleri bile yetmiş yıl sonra o sevgili İsrail’lerinin ne kadar
korkunç bir varlık hâline geldiğini görüp dehşete kapılıyorlar.
Ama
her şeye rağmen şurası kesin: Filistin halkı, bugün hâlâ toprak, kimlik,
haysiyet ve hürriyet için mücadele ediyor. Şunu da söylemek lazım ama:
İsrail’in en büyük düşmanı, İsrail’in bizatihi kendisi. Ülke, son yıllarda
tatbik edilen şiddet politikası ve ideoloji sebebiyle bölünmüş durumda. Buna
karşın İsrail’de sürmekte olan ideolojik tartışmalarda şiddetin kesintisiz
sürmesi, ırkçılık ve ırk ayrımcılığı lehine görüşler dile getiriliyor.
“Ortadoğu’daki
yegâne demokrasi” olduğu söylense de bu ülkede eleştiri alanı gayet dar.
Bugün
İsrail’i Netanyahu, Lieberman, Bennett ve Şakid gibiler temsil ediyor. Onların
arkasında da sağcı dindar ve aşırı milliyetçi kitleler var ve bu insanlar,
Filistinlilere, insan haklarına, barış ve adalet gibi beş para etmez değerlere
zerre önem vermiyorlar.
1938’de
Einstein, İsrail’in kurulmasına dönük girişimlerin ardındaki fikirle mücadele
içerisindeydi ve bu bağlamda İsrail’in kuruluşunun “Yahudiliğin özüne aykırı”
olduğunu söylüyordu.
Birkaç
yıl sonra, 1946’da Einstein, Filistin meselesini ele alan İngiliz-Amerikan
Soruşturma Komitesi’nin huzurunda yaptığı konuşmada şunu söylemekteydi:
“İsrail’e ne gerek var, hâlâ daha anlamış değilim. […] Kuruluşunun kötü olacağı
kanaatindeyim.”
Einstein
bugün yaşasaydı, onun İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı şiddet ve
yasadışı uygulamalar konusunda hesap vermesi için çalışan BDS hareketine
iştirak edeceğine hiç şüphe yok.
Aynı
şekilde Einstein bugün yaşasaydı, büyük olasılıkla İsrailli liderler ve
destekçileri onu “antisemit” veya “kendinden nefret eden bir Yahudi” olarak
damgalayacaktı. Günümüzün Siyonistlerinin fazla sıkıntısız olduğunu belirtmek
lazım.
Gelgelelim
bu insana acı veren bakış açısının terse çevrilmesi şart. Filistinli çocuklar
terörist değiller, dolayısıyla onlara terörist olarak muamele edilemezler.
Onlar “küçük birer yılan” da değildir. Filistinli anneler öldürülemez. Filistin
halkı, kökü kurutulması gereken, “düşman güce mensup birer savaşçı” olarak
görülemez. Soykırım kesinlikle normalleştirilemez.
İsrail’in
bağımsız olduğu günden ve Einstein’ın mektubundan yetmiş yıl sonra ülke kan ve
şiddet yüklü bir miras bıraktı geriye. Bugün Tel Aviv’de sürmekte olan partiye
rağmen kutlama yapmak için bir sebep yok, asıl yas tutmak için yığınla sebep
var.
Gene
de umut hâlâ capcanlı, çünkü Filistin halkı direnmeye devam ediyor. Tek ihtiyaç
duydukları şey, dünyanın kendileriyle dayanışma içerisine girmesi. Herut’un
hayaletinden bizi ancak bu dayanışma kurtarır, Nazilerin ve faşistlerin
felsefesi ancak bu sayede mağlup edilip toprağa gömülür.
Remzi Barud
24 Nisan 2018
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder