Pek
bilinmeyen bir isim olan Alphonse Louis Constant (doğum tarihi: 1820), bir işçi
ailesinin içine doğmuştur. Kiliseden ayrılmadan önce, Paris Piskoposluğu’nda
yardımcı papaz olarak hizmet vermiştir. Tanrı’ya vecd, sezgi ve bireysel
ilişkiler üzerinden ulaşılabileceğine inanan teosofi görüşüne bağlı olan
Constant, Eliaphas Levi adıyla teosofi ile ilgili birçok eser kaleme alıp
yayınlamıştır. Özgürlük İncili [“La Bible de la liberte”-1841],
onun dinî bakış açısıyla uzlaşan komünist görüşlere gençlik yıllarında nasıl
meylettiğini ortaya koymaktadır. Açlığın Sesi (1846) isimli çalışması,
krala karşı nefreti ve güvensizliği teşvik ettiği gerekçesiyle, onun mahkemeye
çıkartılmasına sebep olmuş, kitabın bir sınıfa karşı nefreti körüklediği,
toplumdaki farklı sınıflar arasına nefret tohumları ektiği, bu suretle huzuru
bozduğu iddia edilmiştir. Özgürlük İncili’nin son bölümünde romantik bir
dile ve Gallilere has düşünce tarzına başvurulmuştur: “Fransa artık bir millet
değil, büyük bir millet fikridir. O artık bir halk değil, nurdur. Cumhuriyet
değil, dünyanın kavuştuğu özgürlüktür. Bir kara parçası değil, tüm kâinatın
geleceğidir. […] Fransa’dan söz etmek özgürlükten söz etmektir, bir gün
bu isim tüm insanlığın ismi olacaktır.”
* * *
Mülkiyet
Bir
zengin bana şu soruyu sordu: “Senin vaaz edip durduğun şu ruh dini, eşkıyaların
ve hırsızların suçlarını bağışlıyor mu?” Ben de şu cevabı verdim: “Hayır, asıl
seni suçluyor. Bu yüzden senden, bu din adına, senin ve ecdadının o
yoksullardan çaldığınız ekmeği gerisin geri onlara vermenizi istiyorum. Bu
dünyada hiçbir şey, şu veya bu adama ait değildir. Her şey Tanrı’ya, yani
hepimize aittir. İlk cinayetin sebebi, işte bu gasptır. Gasp edenin ruhu ile
insan öldürenin ruhu aynıdır.”
Taşrada
taş yığıp durdun diye tüm meyveyi sen toplayacaksın, ben de senin diktiğin
duvarın dibinde açlıktan öleceğim öyle mi? Peki ya ben senin malikânen etrafına
daha fazla taş toplayıp “burası benim” dersem, beni kim koruyacak? Senin gibi
hırsızların ve katillerin elindeki kılıç huzuru sağlıyor ama öte yandan senin
başkalarını yağmalana katkı sunuyor. Ben senden güçsüzüm, bu sebeple kendimi
sana karşı savunmaya çalıştığımda da sen bana hırsız ve katil diyorsun!
Güçlüler yeryüzünü parselliyorlar, güçsüzler de evsizliğin çilesini çekip
açlıktan ölüyorlar. Peki ya o güçsüzler birleşip büyük bir cesaretle mücadeleye
girişirlerse, bil ki onlar da o vakit güçlü olacaklardır.
Mesih,
manevi bir güçle karşı çıktı mülkiyete. Başına yastık yapacağı bir taşı bile
yoktu O’nun. İki hırsız arasında çektiği çile yüzünden öldü. Ama o son ahı
dünyayı sarstı. Mesih’in müritleri, gönüllü olarak el etek çektiler her şeyden,
mülkiyete karşı koydular, mahzun, sade ve süssüz hayatları ulvi bir çığlıktı ve
Rabbimizden adalet talep ediyordu. Dolayısıyla Tanrı’yı ve insanı sevenler,
hayatın tüm gerekliliklerinden bile vazgeçmelidirler. Bu insanları,
kardeşlerinin kanını içe içe yağ bağlamış kimseler nasıl yargılar?
Mesih’in
getirdiği kanunları idrak etmiş olan herkes, onun tek bir fikrini
gerçekleştirmeye gayret etmiştir: Cemaat. Gasıplarsa bu çaba karşısında
kahkahalar atıp işret sofralarında yiyip içmişlerdir. Tanrı iğrenerek onlardan
uzaklaşmıştır. Bu nedenle sevgi gösterilerini öfkeli itirazlar takip etmelidir.
Onlar, barış meleklerine sırt çevirdiler, şimdi ise ölüm melekleri önünde tir
tir titriyorlar! Siz yoksullar, açlıktan inim inim inleyen halk, bakın ne kadar
büyüksünüz, sayın kaç kişi var sizden? Hayatınız aheste ilerliyor ve rezil bir
ölüme mahkûmsunuz. Ölecekseniz hızlı ve şerefli bir şekilde ölün ya da zafer
sizin olsun. İşte budur yıkım meleğinin şiarı.
Bana
gelince, ben ağlayıp başımı küllerle örtüyorum, Tanrı’ya ve insanlara
“merhamet” diye bağırıyorum. Onlar da bana “kimseye merhamet edilmeyecek artık”
diyorlar.
Durun
ey dürüst insanlar, yağmayla yağ bağlayınca faziletli kimseler olacağınızı
düşünüyorsunuz. Durun ey riyakârlar, bir yandan ganimeti aranızda
bölüşüyorsunuz bir yandan da yağmaladığınız insanlara tevekkülü vaaz
ediyorsunuz. İzin verin de Tanrı’nın adaleti girsin içeri. Size dediğim gibi:
hakikatte öldürdüğünüz kişiler katil değil, yüce adaletin tecelli etmesini
sağlayan kimseler… Siz artık insan değilsiniz, bu sebeple sizi yırtıcı
hayvanlar gibi kovalayacağız. Belki ecdadımızı yok etmeyi bildiniz ama evlatlarımızı
öldürmenize izin vermeyeceğiz. Halkın çığlığındaki kasırgayı işittiniz mi, işte
budur dedikleri. Şimdi saklıyorum yüzümü lime lime olmuş bir örtüyle, sonra da
ateşin ve kanın kokusuyla bir ürperti kaplıyor içimi.
1841
[Kaynak:
Before Marx: Socialism and Communism in France, 1830-48, Yayına Hz.:
Paul E. Corcoran, Macmillan Press, s. 222-223.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder