1999’da
İlerici Ulusal Vaftiz Kongresi, gençliğimizi hapishanelerden ve ölümden
kurtarmak adına bir ulusal strateji ilân etti ve bu amaçla eyaletlerdeki
hükümetlerin hapishane inşaatı siyasetine karşı çıktı [bu haber, 22.09.1999
tarihli San Francisco Bay View’de şu cümleyle veriliyordu: “Vaftiz
Kongresi, siyah gençlerin hapse atılmasına ve öldürülmesine artık bir son
verilmesini istedi.”] Sahip olduğumuz dinî inançlara hiç bakmaksızın bizim, bu
hedefleri yüksek sesle haykırmamız ve bu türden girişimlere destek vermemiz
gerekiyor. Bu ülkede herkes, şu gerçeğin gayet net farkında: ABD hükümeti ile
Yeni Afrikalıların ilişkisi, her daim sömürü temelli olagelmiştir. Hapishaneler
üzerine kurulu endüstriyel kompleks, siyah gençlerden aşırı kâr elde etme
girişimi dâhilinde atılmış son adımdır, zira bu gençler ırkçı, boğazına kadar
suça batmış adalet sisteminin sürekli karşısına çıkartılıyorlar. Bugün İlerici
Ulusal Vaftiz Kongresi, 2,5 milyon üyesi ve iki bin kilisesi ile bu meselede
gayet ilerici bir politik konum almış. Dolayısıyla tüm dinî cemaatlerin de
eyaletlerdeki hükümetlere ve özel bir iş sahasına dönüşmüş hapishane inşaatı
meselesine sert bir dille, politik düzlemde karşı çıkması gerekiyor.
Ne var ki
tüm dinî cemaatlerin hapishane inşaatına karşı çıkabilmelerini sağlamak için
temelde ABD hükümeti ile Yeni Afrikalıların arasındaki ilişkinin bir sömürü
ilişkisi olduğunun idrak edilmesi gerekiyor. Bu gerçek idrak edildiği vakit,
vaizler ve papazlar cemaatlerinin karşısına çıkacak ve kurtuluş teolojisini
vaaz etmeye başlayacaklar. Kurtuluş teolojisinin vaaz edilmesi noktasında Yeni
Afrikalıların manevi gelişiminin muhtelif inanç sistemleri/dinler eliyle
desteklendiğini görmek gerekli. Yeni Afrikalı Cemaati, Hristiyanlardan,
Müslümanlardan, Yahudilerden, Budistlerden, animistlerden ve ateistlerden
oluşuyor. Bunların hepsi de sadece inanç sistemleri değil, ırkları ve sınıfsal
aidiyetleri yüzünden de zulüm görüyor. Bu bireylerin büyük bir kısmı politik
bilince sahip, gençlerimizin ve insanlarımızın sömürülmesine son verme amacı
doğrultusunda çalışmaya, taş üstüne taş koymaya ve örgütlenmeye hazır ve
istekli. Kişisel manevi inanç sistemine bakılmaksızın bu kişilerin birleşik bir
mücadele cephesi dâhilinde örgütlenmeleri gerekiyor. Belirlediğimiz siyaset
gereği, üyelerinin sömürü ve zulme son verecek mücadeleye katılmalarına izin
vermeyen her türden din veya inanç sistemi çöpe atılmalı. Dolayısıyla burada
belirtmek gerekir ki kurtuluş teolojisi, esasen mazlum halkları ırkçılık ve
kapitalist sömürüden kurtarılmasına dönük faaliyetleri destekleyen bir
teolojidir.
Genelde
anlaşıldığı biçimiyle, devrim, insanın belirli bir toplumsal-politik bilinç
seviyesinden daha üst bir bilinç ve eylem düzeyine geçmesini sağlayan
sosyo-ekonomik ve politik evrim sürecidir. Devrim ve evrim süreci, zalimlerin
hâkim kültürüne, yani kültürel emperyalizme karşı çıkan, devrimci bir kültürün
oluşmasını sağlayan ahlâkî öğeleri meydana getirir. Bu nedenle, mücadelenin
gelişimi dâhilinde yeni bir değerler sistemi ve ahlâk ortaya çıkar, böylelikle
yeni insan, devrimci insan oluşur. Hacı Malik Şabazz’ın ifadesiyle:
“İçinde yaşadığımız
zamanda, ezilen, zalime yüzünü dönüp ondan bir mantık ve akıl ya da belirli bir
sistem vermesini talep etmemektedir. Zira ezene mantıklı gelen, ezilene
mantıklı gelmez, ezen için makul olan, ezilen için makul değildir. Bu ülkede
siyahlar (Yeni Afrikalılar) bizi sömürenlere makul gelenin bize makul
gelmediğini anlamaya başladılar. Dolayısıyla, ‘Zenci Devrimi’ adı verilen bu
mücadelede bazı sonuçlara ulaşmak istiyorsak, dipte olan bizlerin oluşturduğu
yeni bir akıl ve mantık sistemine sahip olmamız gerektiği artık kabul görüyor.”
Bu
(d)evrim süreci sayesinde kendi mantığımızı ve aklımızı geliştiriyoruz,
devrimci kültürümüzü oluşturuyoruz, ayrıca kendi mücadelelerimizi ve
hareketlerimizi tümüyle kucaklayan kendimize ait bir kurtuluş teolojisini ve
inanç sistemlerini inşa ediyoruz. Bunun yanında, bizdeki maneviyat, sömürüye ve
ırkçılığa karşı verdiğimiz mücadelenin maddî gerçekliği dâhilinde ifade ediyor
kendisini. Kendi varoluşumuzun maddî dünyasında kendisini ortaya koymayan,
ifade etmeyen hiçbir inanç sistemi veya maneviyat, mücadelemizin sürmesi için
gerekli her türlü temelden yoksundur.
Bu
anlayışla kuşanmış olan bizler, kurtuluş teolojisinin amacının düşünce ve
eyleme dönük taze bir teolojik yaklaşım üretmesi veya doğrudan mücadeleye
iştirak etmesi gerektiğini söylüyoruz. Zira bugüne dek kurtuluş teolojisinin
fıtratı, zamanla zulümden kurtulmak isteyen, yaşadıkları zulme Tanrı’nın veya
ilahın müdahale etmesini isteyip ona yakaran insanların çabaları sonucu
değişmiştir. Bu nedenle Hz. Musa, İbranileri Mısır hâkimiyetinden kurtardığında
kurtuluş teolojisine başvurmuştur. Aynı şey Hz. Muhammed (sav) için de
söylenebilir. O da Mekke’yi Arap aşiretlerin putlarından kurtarmıştır.
Dolayısıyla teoloji, potansiyel bir kurtarıcı güç olarak tekrar keşfedilebilir
ve başka bir safhaya taşınabilir. Bilhassa Hz. İsa’nın zalim Roma’nın O’nun
yaşadığı topraklara hükmettiği koşullarda tefecileri, fahişeleri, hilekâr
hahamları ve paragöz toprak sahiplerini azarladığı dikkate alınacak olursa, bu
tespitin ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Bu
nedenle ilgili bağlam dâhilinde ibadet, temelde kurtuluşa ihtiyaç duyulduğu
tespitiyle icra edilmelidir. Allah’ın nurunun hüküm sürmesine izin verecek,
hayat kalitesinin oluşmasına mani olan, ruhanî gelişme ve inkişafı engelleyen
koşullardan kurtulmak gerekmektedir. Böylelikle Allah kurtarıcı hâline gelir,
nuru ortaya çıkar, din kurtarıcı olan Allah’ın nurunun açığa çıkmasını
sağlayacak araçlar ve yöntemi geliştirir. O nurun kendisini ifşa ettiği yolu
kimse açmaz. Bilâkis kurtulmak için mücadele eden insanlar Allah’a yakarmalı,
bu yakarış, yaptıkları ibadetin biçimi ve maruz kaldıkları sömürü ve zulüm
koşulları ile uyumlu ve bağlantılı olmalıdır.
Bu
teolojik pratik, sömürü ve zulme son verecek gerçek hareketi oluşturmak için
gerekli sosyo-ekonomik ve politik öğeleri meydana getirecek bir faaliyet hâlini
almalıdır. Fakat belirtmek gerekir ki söz konusu teolojik pratik, zulmün ortaya
çıkmasına sebep olan maddi, tarihsel-diyalektik zemine karşı hassas
olabilmelidir. Allah’ın kelâmını işitmek, vahyi devrime dönüştürmelidir: bu
anlamda kurtuluş teolojisi, devrimin manevi vahyidir.
Paulo
Freire’nin Eğitim Siyaseti isimli çalışmasında izah ettiği biçimiyle
kurtuluş teolojisi, “takipçilerinden sosyo-politik bilimi bilmelerini talep
eder, bilim tarafsız olamayacağından, insanlar belirli bir ideolojik tercihte
bulunurlar.” Freire, devamında kilisenin gelecekten bahsetmesini ve onun
kurtuluşun Tanrı’sı veya kurtuluşun ruhunu bir bedene kavuşturmak adına
Mısır’dan çıkış hikâyesini bugüne tatbik etmesini ister. Sosyo-politik bilim
bağlamında yapılacak ideolojik tercih, teolojik pratiği görev üstlenmeye iter,
uygulamacılarının manevi inançlarının ve eğilimlerinin maddî düzlemde en iyi
nasıl açığa vurabileceklerini düşünmelerini sağlar. Kuran-ı Kerim’de ifade
edildiği biçimiyle, “zulüm ve kargaşa, kıyımdan beterdir. […] Karşınıza çıktığı
yerde zulümle mücadele edin.” Yeni Afrikalı teolog James H. Cone’un dile getirdiği biçimiyle,
“Adil bir toplum, özgürlük
mücadelelerinde Tanrı ile yüzleştiklerinde yoksullar nezdinde açığa çıkan
umutları temel almalıdır. Bu nedenle yoksulun düşünceye dayalı, politik
mücadeleler üzerinden tarif edilen, dinî hayatları dâhilinde yüceltilen
vizyonları ciddiye alınmak zorundadır. […] Bence adil bir toplumsal düzen, tek
değil birçok farklı dinî vizyona hesap verebilmelidir. Eğer tüm insanları
kucaklayan bir toplum inşa edeceksek o vakit bizim bugün tek bir dinî inancı
mutlak olarak görmememiz gerekmektedir. […] Her türden adil toplumsal düzen
inşası, Tanrı’nın birçok farklı yoldan bilindiğini ve tecrübe edildiğini
dikkate almak zorundadır. Tanrısal gerçekliği kusursuz bir şekilde
kavrayabildiğimizden, bizim sınırlı vizyonumuzu mutlak kabul etmememiz gerekir.
Bugün böylesi bir görüş kesinlikle reddedilmelidir.”
Dolayısıyla
her türden teolojik pratik,
(1)
zulmün ezdiği, cemaatlere ait öz kimlikleri dönüştürmeli, o cemaatlerin
varlığını kabul etmelidir;
(2)
belirli cemaatler arasında kurulacak dayanışma için gerekli vizyonu temin
etmelidir;
(3) ve
insanların kendileriyle ilgili değerlendirmelerini zenginleştirmeli,
dayanışmayı güçlendirmeli, onlara güç ve yetki vermeli, tüm bu dayanışma
pratiği, siyaset ve sosyo-ekonomik ilişkiler temelinde yürütülecek birleşik
eylemler için gerekli hedefleri belirleyebilmelidir.
İlerici
Ulusal Vaftiz Kongresi’ni alkışlamalı, gençlerimizin sömürülmesine son
verilmesine dönük çağrısını desteklemeliyiz ama aynı zamanda bu mücadelenin
başvuracağı yöntem ve yürüyeceği yol üzerine kafa patlatmaya devam etmeliyiz.
Hacı Malik Şabazz, o ünlü Oy Sandığı mı Yoksa Mermi Sandığı mı? başlıklı
konuşmasında şu tavsiyeyi dile getiriyor: “Yurttaşlık hakları mücadelesini daha
üst bir seviyeye, insan hakları seviyesine taşımalıyız. İster farkında olun
isterse olmayın, yurttaşlık hakları mücadelesi dâhilinde, Sam Amca’nın yasaları
eliniz kolunuzu bağlar. Yurttaşlık hakları mücadelesi verdiğiniz sürece, dış
dünyadan kimse sizin adınıza tek laf etmez.” Bu nedenle asıl talep edilmesi
gereken, insan haklarıdır ve o, İlerici Ulusal Vaftiz Kongresi’nin yürütmesi
gereken kurtuluş teolojisinin temelini teşkil eder. Bu pratiğin başka dinî
cemaatler tarafından da ortaya konulması gerekmektedir. Eğer Kongre, ABD’deki
tüm politik tutsaklara af ve hapishane inşaatlarının durdurulması talebi
doğrultusunda, bütün dinî cemaatleri içeren bir birleşik cephe kurulması
çağrısında bulunursa, o iki bin kilisesiyle Kongre, tüm Yeni Afrikalılara büyük
bir hizmette bulunmuş olur.
Celil
Abdul Müntekim
[Asıl
adı Anthony Bottom olan Müntekim, 1951’de doğdu. Martin Luther King’in
öldürülmesi sonrası Kara Panter Partisi’ne üye oldu. 1974’te iki polisi öldürme
suçuyla, yirmi beş yıl hapse çarptırıldı. Kaynak: Jalil, A. Muntaqim, We Are
Our Own Liberators, Arissa Media Group, İkinci Baskı, 2010, s. 259-263.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder