Giriş
Bugüne
dek akademisyenler ve siyaset yorumcuları, Cezayir mücadelesini Fanon’un da
atıfta bulunduğu, sömürgeci ve sömürge arasındaki güç ilişkilerine dair bir
analiz üzerinden kavramsallaştırdılar. Sömürge tarihinin ırksal ve psiko-sosyal
boyutunu kavrama noktasında hayli önemli olan bu yaklaşım ilgili mücadeleyi
çoğunlukla ülkeye yerleşen sömürgeciliğe karşı verilen toprak mücadelesine
indirger veya farklı “kültürel” geleneklere sahip iki karşıt ve belirli bir
ırka dayanan toplumlar arasındaki çelişkiyi öne çıkartır (Césaire 1950; Fanon
1963; Memmi 1965). Fanon’u buradan okuyup Cezayirlilerin politik mücadelelerini
onların ahlâka yaslanan hayat pratiklerinden ayrı tutanlar, Fransa’nın
sömürgesi olduğu dönemde, Cezayir’de İslam’a inanan insanı onun kavgasından
ayrıştıranlar, Fransız işgalinin sadece basit manada bir politik hâkimiyet
pratiği olmadığını, onun aynı zamanda Cezayirlinin dinine ait temel pratikleri
de kesintiye uğrattığını görmemektedirler. Dolayısıyla Michel-Rolph
Trouillot’nun da dile getirdiği biçimiyle antropologlar, “yerli halkın
epistemolojik ahvalini yeniden değerlendirmeli, böylelikle yerli halkı tam
olmasa da etnografi çalışmasında bir ‘muhatap’ hâline getirmek için ondaki
yeteneği ve ehliyeti tanımalıdır.”[1] Cezayirli militanların ve işkencelerden
geçmiş kişilerin hatıralarından ve tanıklıklarından istifade eden bu çalışmanın
tespitine göre Fransız yerleşimcilerin ve askerî personelin uyguladığı şiddet,
sadece ırksal ve ekonomik zemini olan bir gücün değil, ayrıca tesettür, abdest
ve diğer ibadet biçimlerini çatışma mekânları olarak yeniden kalıba döken
seküler doktrinlerin bir sonucudur.
The
Republic Unsettled: Muslim French and the Contradictions of Secularism [“İstikrarsız
Cumhuriyet: Müslüman Fransız ve Sekülerizmin Çelişkileri”] isimli çalışmasında
Mayanthi Fernando’nun gösterdiği biçimiyle, 1974 sonrasında Fransa’da kamusal
söylemde “Müslüman” sözcüğünün yerini “Arap” sözcüğü aldı. Bu, özünde “Fransa
ile Cezayir’in karşı karşıya geldiği verili bağlam dâhilinde, ırk ve dinin her
daim belirli bir bağ oluşturduğunun bir kanıtıdır.[2] Bu makale, İslamî ahlakî
hassasiyetlere yönelik devlet şiddetinin özgüllüğüne odaklanıyor. Burada amaç,
sömürgeciliğin sömürgedeki halkın ahlakî-dinî imkânlarını ırksallaştırmakla
kalmadığını, aynı zamanda o imkânların altını oyduğunu ortaya koymak. Makale,
ordunun ve Müslümanlara yönelik toplumsal şiddetin bedende ve ruhta
çelişkilere, kesintilere ve parçalanmalara yol açtığı süreçlere işaret
ediyor.[3]
Devletin
Baskı Aygıtları
Fanon’un
Yeryüzünün Lanetlileri’nde dile getirdiği biçimiyle “Fransız
sömürgeciliği, Cezayirli bireyin hayatının merkezine yerleşti, nefsi tasfiye
etti, söküp attı, akli bir zemin üzerinden, onu dikkatli bir çalışmayla kötürüm
bıraktı.”[4] Bu yıkım süreci, Althusser’in devletin baskı aygıtları (veya sert
güç) olarak ifade ettiği şey üzerinden gerçekleşti. İlgili süreç, polis, ordu
ve hapishane gibi ıslah kurumları aracılığıyla işledi.[5]. Bu güç, rızaya
dayanan ve çoğunlukla okul, kilise, medya gibi devleti yeniden üreten
bürokratik kurumlar eliyle iletilen devletin ideolojik aygıtlarından (veya
yumuşak güçten) farklı.[6]
Sömürge
Cezayir bağlamında devletin baskı aygıtları ev baskınları ve işkence üzerinden
işliyordu. Fransızlar, devletin ve bireyin gücünü artırıp korudular, bunu da bu
baskı aygıtları eliyle gerçekleştirdiler. Lâkin aynı süreç dâhilinde
Cezayirlilerin bedenleri yapısal süreç üzerinden disipline edilip yeni bir
kalıba sokuldular. Bu süreç, özünde Fransız sekülerizmi bağlamında işledi.
İlgili bağlam dâhilinde insanların İslam’ı ahlâk yasalarına göre yaşama
imkânları daraltıldı. Bu süreçte Cezayir, İslam’dan arındırılmaya çalışıldı ve
bu bağlamda sömürgeciler, peçenin, çarşafın çıkartılması yönünde propaganda
faaliyeti yürüttüler. (Bu konuda alttaki afişe bakılabilir).[7]. Afiş,
muhtemelen 1957-1960 arası dönemde üretilmiş ve Fransız Ordusu Beşinci
Psikolojik Eylem Bürosu tarafından kullanılmış. Üzerinde “Güzel değil misin? O
zaman çıkartsana peçeni!” yazıyor. Beşinci Büro’nun söylediğine göre,
propaganda amaçlı bildirilerinin amacı, “insanları yaftalamak, zehirlemek,
demoralize etmek ve destek toplamak”.[8] Bu noktada İslamî ahlakî
hassasiyetlere saldırılıyor ve onlar hayatın merkezinden çıkartılıyorlar.
Dolayısıyla sömürge Cezayir’i sadece ırk ve sınıf temelinde almak yeterli
değil.
Kutsal
Mekânlara Baskınlar
Baskınlar,
Cezayirlilerin gündelik pratiklerini ve duygusal durumlarını yönetme noktasında
önemli bir rol oynadılar. Hapisten ve gözaltından kaçınmak adına Cezayirliler,
baskınların yapıldığı bilinen yerlerden veya toplantılardan uzak durdular.
Bunun üzerine işgal güçleri, ev baskınlarının yanında mescidleri de hedef
aldılar. Hamu Emiruşi, mescid baskınlarının sömürge Cezayir’de ne tür sonuçlara
yol açtığını Memoirs of a Mujahed: Algeria’s Struggle for Freedom, 1945-1962
[“Bir Mücahidin Hatıratı: Cezayir’in 1945-1962 Arası Dönemde Verdiği Özgürlük
Mücadelesi”] isimli çalışmasında şu şekilde anlatıyor:
“Etnik kimliğim konusunda
kimsenin kafasında şüphe kalmasın diye kırmızı bir fes taktığım günden itibaren
sokağa çıkmaya nadiren cüret edebiliyordum. Sürekli durduruluyor, ‘Fransız
Müslüman’ olduğumu gösteren hüviyetimi göstermek zorunda kalıyordum. Saldırı
düzenlemek için köye sızmış, aranmakta olan bir militanı, irtibat subayını veya
silâhlı teröristi yakalamak umuduyla zaman zaman Fransız askerlerinin
düzenledikleri baskınlara denk gelmek istemiyordum.
Son baskında cemaatle
birlikte silâh zoruyla camiden çıkartıldım. Hepimizi haftada bir kurulan hayvan
pazarına götürdüler ve gübreyle kaplı yere oturttular. Sonra üstümüzü aradılar,
kimliklerimize baktılar, bu işlem yaklaşık iki saat sürdü.”[9]
Cezayirlilere
boyun eğdirmek için kullanılan baskınların yanında, bu türden cami baskınları
da Müslümanların kutsal mekânlarına yönelik saldırılar bağlamında devreye
sokuluyordu. İbadet için kullanılan temiz bir mekân olarak cami, Müslümanların
alınıp götürüldükleri, her yanı gübreyle kaplı yerden çok farklı bir yer.
İslam’a göre, temizlik bir tür ibadet.[10] Muslim Becoming: Aspiration and
Skepticism in Pakistan [“Müslüman Olmak: Pakistan’da Arzu ve Şüphecilik”]
isimli çalışmasında Nevide Han’ın belirttiği biçimiyle camiler, öznelleştirme
pratiğinin sergilendiği, Müslümanların İslam içi farklı yollara (mesalik)
bağlılık göstererek sembolik bir değer inşa ettikleri yerler.[11] Dolayısıyla
cami cemaatinin kutsal bir mekândan ve camiden çıkartılması özünde, her ikisi
de ibadet biçimleri aracılığıyla inşa edilen İslamî kimliklerin ve ahlakî
pratiklerin oluşumu ve gelişimini sekteye uğratan bir pratik.
Camiler
yanında sömürgeciler ayrıca aileye de saldırırlar. Aile, sömürgecinin müdahale
ettiği bir alandır ve seküler bir gücü temsil etmektedir. Dekolonizasyon yani
sömürge olmaktan kurtulma sürecinde yaşanan içsel dönüşümü izah eden Fanon’a
göre “Müslüman aile, burjuva ailenin İslamî bir dil dâhilinde salt kültürel
düzeyde uyarlanmış bir biçimidir. Kapitalist tarihin küreselleştirdiği burjuva
ekonomisinin yapısal birimi olan aileyi İslam’ın bu modern kategoriye yönelik
söylemsel tepkisinden ayırmak, hem kıymetli bir iştir hem de analiz düzeyinde
netlik sağlayacaktır. Dolayısıyla birçok yönden Müslüman ‘aile’, aile denilen
olgunun bizatihi kendisinin, daha net bir ifadeyle, Yahudi-Hristiyan
soybiliminden kök alan modern ve özel ailenin eleştirisidir.”[12]
Günümüzde
özel-kamu ayrımı yapılıyor ve aile, bu noktada hanenin özel alanına sürgün
ediliyor. Bir yandan da mahrem aile mekânı istikrarsızlaştırılıyor. Fanon, işte
bu “kutsal mekân”ın istila edilişinden bahsediyor ve bu amaçla, hastalarından
birinin yaşadıklarını örnek olarak veriyor. Bu kişi, taksisinde propaganda
bildirilerini ve politik liderleri taşıyan Cezayirli bir militan. Bir Fransız
asker, evlerinde eşine tecavüz etmiş. Tecavüz sonrası bu asker kadına şunu
söylemiş: “O şerefsiz kocanı gördüğünde ona sana yaptığımı anlatmayı
unutma.”[13] Eşini geri alan militan, eşine kendisini ararken tecavüz
edildiğini haftalar sonra öğreniyor.[14] Sömürgenin kamusal alanında Cezayirli
kadınların örtülerini çıkartmak gibi örnekler, özünde sekülerizmin bütünleştirici
özelliklerini ortaya koyuyorlar. Sekülerizm, süreç içerisinde sadece “kamusal
alan”a değil, evin o özel mekânına da nüfuz ediyor.
Fanon’un
Fransız ve Cezayir mahalleleri arasındaki uzamsal ayrıma dair değerlendirmesini
şu tespitle derinleştirmek gerekiyor: Cezayir mahallesinde sömürgecilere bağlı
askerler, kutsal ve dünyevi mekânlar arasında ayrım yapıyorlar ve özel olarak
kutsal mekânları hedef alıyorlar.[15]
Bedene
Yönelik Şiddet ve Devletin İşkence Pratiği
Savaş
sırasında Cezayir’de bulunan Frantz Fanon, Henri Alleg, Allistair Horne, Simone
de Beauvoir gibi isimlerin yaptığı vak’a çalışmaları ve anlattıkları işkence
hikâyeleri, sömürge Cezayir’de Müslümanların ahlâkî hayatını ihlal eden
mekanizmaları ortaya koyuyor.[16] Fanon’un anlattığı kadarıyla, işkence öncesi
yapılan sorgular esnasında “tutsağı birçok polis aynı anda dövüyor, biri
vuruyor, diğerine fırlatıyor, ardından bir başkası göğsüne sigara basıyor, bir
diğeri de tutsağı falakaya çekiyor, ayak tabanlarına sopayla vuruyor.”[17] Algeria:
France’s Undeclared War [“Cezayir: Fransa’nın İlân Edilmemiş Savaşı”]
isimli çalışmasında Martin Evans da benzer bir değerlendirmede bulunuyor:
“Kullanılan diğer bir
teknik de şu: ‘yüzme havuzu’ denilen yere dört asker ve bir tutsak giriyor.
Tutsağa zorla buzdolabında eksi on derece soğukta tutulmuş olan su içiriliyor. ‘Arazi
telefonu’ denilen diğer bir teknik dâhilinde tutsaklara elektrot bağlanıyor ve
ona elektrik veriliyor. Bir başka teknik ise tutsağın ayağındaki yaralara
vurmak, ardından da o ayakları soğuk suya sokmak.”[18]
En
yaygın işkence tekniği, taşınabilir elektrik jeneratörü ve elektrik kelepçeleri
ile tutsağa elektrik verme. Bu kelepçeler, vücudun farklı bölümlerine
(çoğunlukla penise) takılıyorlar. Sömürge Cezayir’de siyasetçi Robert Lacoste’a
göre bu teknik [gégène] çok da ciddi bir mesele değil. Küçük elektrotlar
bağlanarak, Avrupalı Yahudi Henri Alleg’e 1957 yazında bir ay boyunca işkence
edildi. Alleg, yaşadıklarını The Question [“Soru”] isimli kitabında
anlatıyor. Alleg, ilk elektrik verildiğinde kulağının yanında “şimşek
çaktığını” söylüyor: “Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hissettim. Kayışlar
etimi kesene dek mücadele ettim, bağırdım ve kaskatı kesildim.” Uzlaşmayı
reddettiği için Alleg, paraşütçülerin işkencesine maruz kaldı, bu sefer
elektrikli kelepçeler penisine bağlandı ve daha büyük bir manyeto kullanıldı:
“Vücudumu ikiye bölen o hızlı ve ani spazmlar yerine bu sefer o büyük acı tüm
kaslarımı ele geçiriyor, kaslarım daha uzun spazmlar dâhilinde sertleşiyordu.”
Kelepçeler ağza takılıyor, “çenem akım geçince elektroda yapışıyor, ne yaparsam
yapayım ağzımı açamıyorum. Gözlerim kapakların ardında ağrı içerisinde, önünden
ateş görüntüleri geçip duruyor, geometrik, ışık saçan şekiller yanıp
sönüyor.”[19]
Elektrik
işkencesi dışında tecavüz de bilhassa kadınlara yönelik uygulanan cinsel şiddet
aracı. 1962 tarihinde Le Monde gazetesinde yayınlanan makalesinden
itibaren Fransız feminist Simone de Beauvoir, bize Cemile Bupaşa’nın uğradığı
tecavüzün detaylarını anlatıyor.[20] 22 yaşında olan Cemile, Bair
hapishanesinde tutuluyor. Aldığı cezanın sebebi, Cezayir Üniversitesi yakınındaki
Brasserie des Facultés isimli kafenin bombalanması. Hapishaneden çıktıktan
sonra Bupaşa, başına gelenleri anlatıyor. Anlattığına göre, işkenceciler
vajinasına bira şişesi sokmuşlar ve kan gölünde ölmesini beklemişler.[21]
Bupaşa hayatının mahvolduğunu söylüyor. İki Cezayirli adama odaklanan bir başka
vak’a çalışmasında Fransız aydın Pierre-Henri Simon, Cezayir Savaşı öncesi bir
Fransız askerin yazdığı mektuptan bahsediyor. Mektup işkenceyi şu şekilde
anlatıyor:
“İlk işkencede iki adam
çıplak ayaklarından askıya bağlanıyor, elleri arkadan bağlı olan bu adamların
başları içi su dolu kovaya sokuluyor. İkinci işkencede elleri ayakları arkadan
bağlı olmadan adamların başları bu sefer yukarı kaldırılıyor. Altlarına bir
kazık ayak yerleştiriliyor, yumruklanan adamların cinsel organlarının kazık
ayağın keskin yerlerine sürtmesi için uğraşılıyor. Adamlar askerlere sadece
şunu söylüyorlar: Karşınızda çırılçıplak olmak beni utandırıyor.”[22]
Bu
işkence yöntemleri, Cezayir’in sömürgelik döneminde çok yaygındı. Bunlar
genelde Müslümanları hedefe koyuyorlardı. Dolayısıyla sömürge döneminin seküler
tarihini de sorgulamak şart. Fevzi Slisi’nin tespitine göre Fanon’un sunduğu
açıklamalar ve Fransız sömürgeciliğine dair analizi, İslam’ın ulusal
bağımsızlık hareketinin fitilini nasıl ateşlediğini örtbas ediyor:
“Yeryüzünün Lanetlileri’nde
görmezden gelinen ama aslında çok önemli bir şey var. Bu, İslam ve O’nun
Cezayir’de yarattığı sömürgecilik karşıtı gelenek. Fanon, bu geleneğe sürekli
atıfta bulunuyor ve onu yüceltiyor. […] Lâkin söz konusu geleneğe her yerde
işaret eden Fanon, çalışmalarının hiçbir yerinde onu ağzına almıyor.”[23]
Slisi,
sömürge olmaktan çıkma sürecine biçim veren ve gerekli bilgiyi temin eden
İslamî kurallara odaklanıyor. Bizim makalemiz ise esas olarak özel işkence ve
baskı tekniklerinin sömürge Cezayir’de müminlerin bedensel izzetini ayaklar
altına alma tarzlarına bakıyor.
Sonuç
Bu
makale, Müslümanların toplumsal ve ahlâkî endişelerini merkeze alıp seküler
olanı çıkış noktası alarak, sömürge Cezayir’de uygulanan şiddetin geleneksel
analizini genişletmeye çalışıyor. Buradaki analiz, Kuzey Afrika ve
Ortadoğu’daki seküler milliyetçilik dönemi boyunca toplanmış tanıklıklarla
sınırlı olsa da Cezayirliler ve Fransızlar arasındaki ahlâkî ve toplumsal
farklılıklara vurgu yapan Emiruşi gibi Müslümanların endişelerine vurguda
bulunuyor.[24]
Alexis Chavez
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Michel-Rolph Trouillot, Global Transformations: Anthropology and the
Modern World, (Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2003), s. 136.
[2]
Mayanthi Fernando, The Republic Unsettled: Muslim French and the
Contradictions of Secularism, (Durham: Duke University Press, 2014), s. 18.
[3]
Bedensel ve ruhsal beceriler, kutsal ile alakalı deneyimlerin seküler analizine
yol açacak şekilde kavramsallaştırılıyorlar. Sömürge Cezayir ile alakalı
amaçlar doğrultusunda İslam’ın özgüllüğü dâhilinde çekilen çilenin ele alınması
veya en azından Cezayirlilerin sömürge toplumunda kutsal ve dünyevî zamanda
yaşanan iniş çıkışları anlamak önemli bir meseledir.
[4]
Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, (New York: Grove Press, 1963),
s. 65.
[5]
Ian Buchanan, A Dictionary of Critical Theory, (Oxford: Oxford
University Press, 2010), Louis Althusser, Lenin and Philosophy and Other
Essays, (New York: Monthly Review Press, 2001), s. 137.
[6]
A.g.e., s. 143.
[7]
Sömürge Cezayir’de süren psikolojik savaş bu makalenin ana konusu olmasa da söz
konusu örneğin Cezayir savaşının sadece bir toprak mücadelesi olduğuna dair
tespite karşı bir argüman sunma noktasında işe yarayacak bir örnek olduğunu
belirtmek gerek. Bir önceki dipnotta da belirtildiği üzere bu bakış açısı,
ibadetle ve ahiretle alakalı endişeleri dışarıda bırakıyor ve çoğunlukla
budünyaya dair meselelere odaklanıyor.
[8]
Nacéra Aggoun, The Algerian War and the French Army, 1954-62: Experiences,
Images, Testimonies, (Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2002), s. 193.
[9]
Hamou Amirouche, Memoirs of a Mujahed: Algeria’s Struggle for Freedom,
1945-1962, (San Diego: Amirouche Publishing, 2014), s. 91.
[10]
Gusül ve abdest gibi iki temel biçimi olan temizlik her türlü ibadetten önce
uyulması gereken bir şart. Kur’an okumadan, namaz kılmadan hatta uyumadan önce
temizlik öneriliyor. Temizliğin önemli görülmesinin bir nedeni de İmam Müslim
olarak da bilinen Müslim ibn Haccac’ın aktardığı bir hadis. “Temizlik imanın
yarısıdır.”
[11]
Naveeda Khan, Muslim Becoming: Aspiration and Skepticism in Pakistan,
(Durham: Duke University Press, 2012).
[12]
Muneeza Rizvi, “Provincializing Materialist-Feminism,” (Conference Presentation
at the Sixth Annual Islamophobia Conference, Berkeley, California, 23-25 Nisan
2015).
[13]
Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, (New York: Grove Press, 1963),
s. 186.
[14]
A.g.e., s. 188.
[15]
Gujarat’taki köprüleri inceleyen çalışmasında Perviz Gassem Faşandi’nin
kullandığı terminolojiye atıfla bir lokal bedensel mülkiyet ilişkisi [hexis]
söz konusu. “Mülkiyetin nerede başlayıp nerede bittiğine dair, içselleştirilmiş
bir coğrafî bilgi söz konusudur. […] İnsan ya eski şehrin içindedir ya da
dışındadır.”
[16]
Charles Hirschkind, bu meseleyi “ahlakî duyu merkezi” üzerinden ele alıyor. Ona
göre bu duyu merkezi, “kişilerin dindar Müslümanlar olarak yaşamalarını mümkün
kılan, zorunlu hassasiyetleri ifade ediyor.” Daha fazlası için bkz. Charles
Hirshkind, The Ethical Soundscape: Cassette Sermons and Islamic
Counterpublics, (New York: Columbia University Press, 2006), s. 10.
[17]
Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, (New York: Grove Press, 1963),
s. 208.
[18]
Martin Evans, Algeria: France’s Undeclared War, (Oxford: Oxford
University Press, 2013), s. 169.
[19]
Henri Alleg, The Question, (Nebraska: University of Nebraska Press,
1958).
[20]
Raphaelle Branche, “Sexual Violence in the Algerian War” Brutality and
Desire: War and Sexuality in Europe's Twentieth Century içinde, (Berlin:
Springer Publishing, 2008).
[21]
Simone de Beauvoir, Djamila Boupacha: The Story of the Torture of a Young
Algerian Girl Which Shocked Liberal French Opinion, (New York: Macmillan
Publishers, 1962), s. 35.
[22]
Alistair Horne, A Savage War of Peace, (New York: New York Review of
Books, 2011), s. 197.
[23]
Fouzi Slisli, “Islam: The Elephant in Fanon’s Wretched of the Earth,” Critical
Middle Eastern Studies Yıl 17 Sayı 1 (2008), s. 97. Türkçesi: İştirakî.
[24]
Esad’a göre sekülerizm “aşkın bir arabuluculuk” biçimidir: “Modern ulus-devlet,
yurttaşlığı asli kimlik ilkesi hâline getirmeye mecburdur. Başka bir ifadeyle
yurttaşlık, çelişkili bakış açılarının yerine birleştiricilik deneyimini
koyarak, sınıf, cinsiyet ve din üzerine kurulu olan farklı kimlikleri aşmak
zorunda olan” bir kimlik işaretleyicisi hâline gelir. Daha fazlası için bkz.
Talal Asad, Formations of the Secular: Christianity, Islam, and Modernity,
(Stanford: Stanford University Press, 2003).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder