Şahsen
tanıdığım ve kitaplarını Farsçaya çevirdiğim Franz Fanon, dinin toplumsal
harekete yönelik olumlu katkısı konusunda bir miktar kötümserdi. Onda din
karşıtı bir tavır söz konusuydu ama ben, onu dinin kültür bağlamında önemli bir
rol oynadığı bazı toplumlarda dinin sahip olduğu kaynaklar ve psikolojik
etkileri aracılığıyla aydınların toplumlarını Fanon’un din dışı araçlarla
ulaşmak istediği aynı hedefe yöneltebileceği konusunda ikna ettim. Burada
belirtmek gerekir ki Fanon’daki din karşıtlığı, Ortaçağ’da Avrupa’nın yaşadığı,
kendisine has din tecrübesinden ve devamında, on beşinci ve on altıncı yüzyılda
Avrupa toplumunda açığa çıkan hürriyetten kaynaklanıyor. Lâkin bu tecrübenin
İslam dünyasına teşmil edilmesi mümkün değil, zira İslam'ın hâkim olduğu toplum
ve o topluma biçim veren gelenek, Ortaçağ’da Avrupa’ya hükmeden din adı altında
baskın olan ruh hâlinden çok farklıdır. Dolayısıyla mantıkî açıdan her iki dini
aynı zeminde değerlendiremeyiz ve onları mahkûm edemeyiz. İslam’ın Afrika’da
oynadığı rol ile Hristiyanlığın Latin Amerika’da oynadığı rol kıyaslandığında,
benim tespitim daha iyi idrak edilecektir.
Bu
açıdan İslam’la on altıncı ve on yedinci yüzyılda Avrupa’nın Hristiyanlıkla
mücadele ettiği gibi mücadele edilmesi büyük bir hata olacaktır, zira İran’daki
hissiyat ve dinî kültür, din adı altında Ortaçağ’da mevcut olan hissiyat ve
dinî kültürden tümüyle farklıdır. Hristiyanlıkla İslam’ı kıyasladıktan sonra
benzer sonuçlara ulaşmak hatalıdır. Bir tarihçi veya bir felsefeci, tüm dinleri
aynı şekilde görebilir ama bir aydın bunu yapamaz. O, içinde yaşadığı toplumun
mevcut türünü tanımlamak, halkını anlamak ve tarihsel koşulları bilince
çıkartmak zorundadır. İslam dünyasında bir aydın, bugün Müslüman kitleler
arasında mevcut olan dinî hissiyatı, gerçek tarihsel ve kültürel din olarak
görüp anlarsa ve tüm felâketlerin kaynağı olarak gördüğü o hissiyatla mücadele
ederse, büyük bir hata yapmış olur. Buradan da söz konusu aydın, toplumunun on
dokuzuncu yüzyıl Almanya’sında mevcut olan sanayi toplumuna ait ideolojiyi
kabul etmesini isteyecek, böylelikle kendi toplumuna aykırı düşen bir rol
oynayacaktır. Bu türden bir “entelektüel”, kitleleri eğitimli sınıftan
uzaklaştırıp korkutacak, ardından da din karşıtı eğitimli grubu kurtarmak adına
gerici, sapkın ve sömürgeci güçlerin müşfik kollarına sığınacaktır. İslam
toplumlarında entelektüellerin kitlelere yabancılaşmalarının asıl sebebi budur.
Kat’i surette resmî ve kurallara riayet eden bir entelektüel, kitleler
içerisinde kendisine bir yer bulamaz ve onlarla iletişim kuramaz. Sanki bu
kişiler, halkla müşterek bir dile veya kültüre sahip değil gibidirler.
Ali Şeriati
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder