Pages

10 Kasım 2017

Balfour Deklarasyonu: Ortadoğu’ya Ekilmiş Terör

Joseph Chamberlain ve Arthur James Balfour

İnanıyorum ki tarih boyunca Balfour Deklarasyonu kadar yıkıcı etkisi olmuş başka bir politik deklarasyon yoktur. Balfour Deklarasyonu, 100 yıl boyunca savaşları körükledi üstelik tüm dünya için ortaya ciddi bir sorun attı. Delili şudur: 1973 Arap-İsrail savaşı boyunca ABD ve Sovyetler Birliği nükleer silahlarını alarma geçirdi. Ayrıca 1967 yılında Araplarla Haziran savaşında İsrail’in, Mısır’ın üstün gelmesi hâlinde ilk uyarı olarak Sina çölünde nükleer bomba patlatmayı planladığı yakın zamanda ortaya çıkarıldı. Dahası, İsrailli yetkililerin sahayı Taş Devrine döndürebileceklerini birçok kez tekrarladıklarını duymaktayız.

Bu bağlamda, önemli bir sorun aydınlatılmalı.

Öncelikle, Balfour ölümcül sözünü verdiğinde Avrupa’da Yahudilere yönelik, bu sözün 1917’de verilmesine neden olacak, bir zulüm yoktu.

İkincisi, etnik veya dini bir gruba karşı zulüm varsa, haksızlıktan kaçmak için iltica edildiğine tanıklık etmek doğaldır. Fakat Siyonist hareket, Yahudilerin Filistin’e mülteciler olarak değil istilacılar olarak gelmesi gerektiğine karar vermişti. Bu, süregelen ve şimdiye kadar çözüm umudu taşımayan çatışmaların ana nedenidir.

Balfour Deklarasyonu’nun vaadindeki sorun şudur: Balfour, Filistin’i Avrupa Yahudilerine vermeyi vaat etti, diplomatik girişimlere rağmen vaadini ahlaki bir zarfa soktu; bu da gerçekte Filistin’in yerlilerinin kovulması anlamına geldi. Bu anlamda, Balfour Deklarasyonu’nun kovulma emri olduğu söylenebilir.

Eğer Yahudi örneği uluslararası düzlemde takip edilecek olursa, her mazlum ve boynu bükük grubun diğerlerini yaşadıkları yerden kovma hakları olduğu anlamına gelecektir.

Britanya, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olduktan sonra Filistin’i devraldı ve Milletler Cemiyeti Britanya’ya Filistin’i manda altına alma yetkisi verdi. Manda, hukukî olarak ülke halkının gözetilmesi/muhafaza edilmesi anlamına geliyordu, böylelikle kendi kendilerini yönetebileceklerdi. Balfour’un Deklarasyonu, Milletler Cemiyeti’nin kararına tamamen aykırıydı.

Balfour’un vaadi, mültecilere adaletsizlikten Filistin’e kaçmaları için artık bir şey söylemiyor. Söylediğine göre vaat, Siyonist harekete Avrupa ile Berberi uygarlığı arasında köprü olacak bir devleti kurma gücünü, nüfuzunu ve hırsını bahşetti. Britanya tarafından getirilen göçmenlerin, sadece bir ülke kurmayı, yerli nüfusu kovmayı değil, aynı zamanda kuruluşundan itibaren 15 yıl içinde nükleer silah elde etmeyi başarmaları tarihte bir ilkti.

1917’de vaatte bulunulduğu sırada ABD Başkanı Wilson, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı olarak bilinen bildirisini yayımladı. Ne var ki bu bildiri, Filistin için hiçbir değere sahip değildi. ABD değersiz kalan bu bildiri hakkında çok da ciddi değildi. ABD, Wilson’un deklarasyonuyla çelişik biçimde Balfour Deklarasyonu’nu destekledi. Bu nedenle vaat, sömürge ikliminde tutuldu. Bu iklimde, yerli nüfusun kendi geleceği ile ilgili fikrine saygı yoktu, o fikre asla değer verilmiyordu. İlk ve son söz, İngiliz yetkililerin ve onların müttefiki Siyonist hareketindi.

İngiltere’nin Siyonistlere Filistin vaadinde bulunmalarının, Yahudilerin Amerika’yı savaşta İngiltere’ye katılmaya ikna etmeleri karşılığında olduğu, bunun vaadin ortaya konmasında doğrudan etken olmuş olabileceği, sıklıkla dillendirilen bir hikâyedir. Fakat 1916 yılında mağlup Osmanlı İmparatorluğu’nun elindeki Arap bölgelerinin İngiltere ile Fransa arasında bölüşen, gizli Sykes-Picot anlaşması bu vaatten önce imzalanmıştı.

Balfour’un devleti İsrail, demir ve ateş ile elde edildi. Sonuç, anavatanlarını kaybeden Filistin’in asıl sakinleri için korkunç, İsrail tohumu bölgeye zorla ekildikten beri bitmez bir savaş içine giren Arap bölgesi için felâket oldu.

İngiliz Dışişleri Bakanı’nın Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıldönümünü gururla kutlama kararı, politik bilgelikten yoksun, yaraya tuz basan bir karardır. Bu Filistinlilerin maruz kaldığı tüm baskıların 100 yıl sonra da değişmediğini gösteriyor. İngiltere, şüphesiz Ortadoğu ve ötesine terör kültürünü eken zalim devlet rolünü oynamaya devam ediyor.

Dr. Salim Nazzal
28 Ekim 2017
Kaynak

[Dr. Salim Nazzal, Filistinli-Norveçli Ortadoğu tarihçisi; büyük ölçüde bölgenin sosyal ve politik sorunları üzerine yazılar yazmaktadır.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder