Perinçek, “AKP bizim çizgimize geldi” diyor. Bugün
görülüyor ki tüm sol, Perinçek çizgisine gelmiş. Tencere yuvarlanmış kapağını
bulmuş. Alper Taş, Aydın Çubukçu, çulha ve kayanın çocukları, tüm metinler,
sendika orgu, eğitimsen… cümle sol, Kemalist olduğunu deklare etti. Hayırlara
vesile kılsın!
AKP, basit bir yöntem olarak, İnönü’yü parantez dışına atıp Atatürk’ü kucakladı. Bir dönem Stalin’i çöpe atıp Sovyet’i ve Lenin’i sahiplenenler, Ekim’in yüzüncü yılını kutladılar. Ekim ve Kasım kucaklaştı.
Erdoğan’ın bir vakitler, DSİP şahsında alkışladığı sol, tek parmak
şıklatmasıyla, yeni yerine geçti. Devletin bölge ve dünya şartlarında
reorganize edildiği süreç, sol içerisinde de makes buldu. Halkla aradaki makas,
tabiatıyla açıldı.
Aydın Çubukçu[1], “Kafkasya’da Sovyet etkisinin
güçlenmesinde, Kâzım Karabekir kuvvetlerinin önemli payı vardır” buyurdu.
Böylece Çubukçu, aynı Karabekir’in Suphilerin kovulması ve katlinde oynadığı
öncü rolü, bugünden sahiplendiğini ortaya koydu. Sendika ağalarının peşinde sürüklenen
bir siyaset, ipini kemalizmin iskelesine demirledi. Gayet tabii bir süreç bu.
“Verili hâliyle cumhuriyete sahip çıkmak gerek, onu
sosyalist yapacağız” masalını uydurdular sonra. Elli yıldır tek bir mevzi elde
edememiş olan örgüt şefleri, kendilerini bir anda Paşa’yla özdeşleştirdiler,
cumhuriyeti kendilerine mevki kıldılar. Yaşanan süreçte haylazlıklarını,
aşırılıklarını, fazlalıklarını törpülediler ve 9:05’te hazırola geçtiler.
Doksan yılı kendilerinde akladılar, “sömürüsüz ve zulümsüz cumhuriyet”i
sahiplendiler, köksüzlüklerini meşrulaştırdılar, burjuva birikimi sosyalizme,
pürüzsüz bir yüzeyde kayarak, taşıyacaklarını söylediler. Artık verilecek
görevlere hazırlar.
Dolayısıyla, bugün ÖDP ve cümle birleşik Hazirun’u
CHP’li olmuş, kendilerini feshetmişlerdir. Birgün’ün Paşa’nın 1937
tarihli konuşmasını sahiplenerek yayınlaması, bunun basit bir delilidir.[2]
Orada denildiği biçimiyle, “gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla
bir tutulmayacak” CHP programı, tüm solun programıdır artık. Hayırlı olsun!
Melih Pekdemir’in[3] Ekim’in suyunu sıkıp sadece
devyolvari, direnmeyen “gazeteci” komitelerini avucuna alması, bu bağlamda
gerçekleşiyor. Geri, köylü, çaresiz Rusya’dan model alamayacak kadar ileri ve
zengin olan Melih’ler, doğalında CHP’yi sosyalist yapma çabası içerisinde,
“Atatürkçüleri apolitik olmak”la eleştiriyorlar. Oysa kendileri Cehepelileşiyorlar,
daha doğrusu, özdeki Cehepelilik açığa çıkma imkânı buluyor.
Fatih Yaşlı da aynı lafları sıralıyor. Ekim yazıları
yazanlar, bu yöntemi, muhtemelen Lenin’in Kadet üyelerine, “ya kardeşim, bu çar
Rusya’ya hiç yakışmıyor, gerici, yobaz, bunu indirelim” diyen, onları ikna
etmeye dönük bildirilerinden ödünç alıyorlar herhâlde!
Bu cumhuriyet sevdası, HDP’de de karşılık buluyor.
Ayhan Bilgen, “Ortadoğu’da halkların sorunu cumhuriyetle değil” diyor.[4]
“Halklar” ve “Ortadoğu” denilince Kemalist soldan ayrışılmış gibi oluyor. Oysa
burada, sadece cumhuriyetin tefsir edilmesi yönünde bir talepte bulunuluyor.
“Kürt” diyecek bir cumhuriyet isteniyor. Yukarıda bahsi edilenler de “sol, emek
falan filan” diyecek bir cumhuriyetin peşindeler.
Bunlar, ezilenin-sömürülenin iktidarına karşı
mücadelenin basit tezahürleri. Halka ve davaya inanmıyorlar, Hz. Ali’nin
buyurduğu gibi, “doğru sözler yanlış ağızlarda” dolanıyor. Cumhuriyeti
sabitleştirip onu zımpara olarak kullanıp, Kürd’e ve sola uygun bir şekil ve kıvam
veriyorlar.
Aslında Erdoğan da biliyor Marksistlerin önemli bir
güç olmadığını, ama “Atatürk’ü onlara yedirmeyeceğini” söylüyor bugün. Ona
sahip çıkan sosyalistler, Marksistler, bu konuşma sayesinde “gördünüz mü,
sahiplenmemiz ne kadar da haklı!” deme fırsatı buldular. Ama tersten,
Erdoğan’ın işinin bu olduğunu hiç düşünmediler. Bu cümlede sermayeye
gönderilmiş bir mesajın saklı olabileceğini hiç akıllarına getirmediler. Onlar,
patronlara “Erdoğan’a desteğinizi çekin” diye yalvarmakla meşguller.[5] Zımpara
taşı döndükçe dönüyor.
“Ne mutlu Türküm diyene” diyen bir programa
örgütlenenlerin, “kaynaşmış kitle”yi sosyalizme ikna etme girişimleri, dostlar
alışverişte görsün solculuğundan başka bir şey değil. “Ne mutlu Türküm diyene”
sözünün Türk olmayanların başına kâbus gibi çöküleceğini ifade ettiği açık. Bu
açıdan solculuğunu, teorisini, birikimini “Türk” teknesine katmaya ve
karıştırmaya çalışanların, “Türk” olamayanlara mutluluk getirmeleri mümkün
değil.
Erdoğan’ın işi, solu pratikte devlete örgütlemek. Bunu
başarmış görünüyor. Kimsenin yerin dibindeki madencinin kara suratına bakmaya
yüzü kalmadı. Açları görünce gözlerini kaçırmak zorundalar. Bu, basit bir
ittihatçılık tezahürü de değil. Öyle olmadıklarını söyleyenler de itilafçılıkta
birleşiyorlar, ittihatçılarla aynı kavşakta buluşuyorlar. Ekim’i buna ve bugüne
göre, yağ niyetine ekmeklerine sürüyorlar. Lenin, Bolşevikler, yağdaki birer
çöp…
O Lenin, güçler ilişkisi içerisinde Almanya ile
kurduğu temas sonucu ittihatçıları içeri alıyor. Enver Paşa’nın çalışma
yürütmesine izin veriyor. Ankara ile ilişkiler, bu dolayımla yürütülüyor. Ama
aynı Lenin, Enver Paşa gibileri, Bolşevik devrime, korktukları için,
inanmayarak bağlananları ifade eden bir tabirle, “kızıl turp” olarak niteliyor.
Bugün 9:05’te hazırola geçen sosyalistler, bu turp familyasından.
Kur’an’da “Kalplerinizin içine iman girmedi”
buyruluyor. Korktukları için teslim olan ama iman etmeyen kesimi ifade ediyor
bu ayet. İşte bugün, burada süren tartışma, kızıl turplarla yeşil turplar
arasında cereyan ediyor. O cereyana kapılmamak gerekiyor.
Sendika orgu, akortsuz, aynı nağmeyi çalıp duruyor.
Lenin’in diplomasi düzleminde sarfettiği cümleleri politik programının başına
yazıyor.[6] Bu da arada derede, bir başka turp cinsi: turuncu turp.
Yoksul halkın, mazlumların bu acı turpları
yiyeceklerini sanıyorlar, ne büyük gaflet!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder