Türkiye,
bugünlerde keyifsiz. Bu ruh hâli, Erdoğan’a ve AKP’ye karşı çıkanlar arasında
yaygın. Ülkedeki gelişmeler karşısında Erdoğan’ın kimi destekçilerinin bile
kafası karışık. 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi ardından Erdoğan, on
binlerce devlet memurunu işten attı. İşten çıkartmalara ilişkin rakamlar,
gerçekten ürkütücü. Darbeden bir gün sonra hükümet, 2.745 hâkimin, toplam
hâkimlerin üçte birinin görevine son verdi. Bir süre sonra da yüz binin
üzerinde memur, öğretmen ve gazeteci, işlerini kaybetti. Bugün sayılar iyice
artmış durumda: 138.147 memur, öğretmen ve akademisyen işlerinden kovuldu;
50.987 kişi gözaltına alındı. Trump’ın danışmanı Steve Bannon’ın ifadesine
başvurursak, sanki Türk hükümeti, “devletin idarî yapısını yıkıma uğratıyor.”
Tasfiye
sürecinin insanî maliyeti çok büyük. İşten atılanlar içerisinde 37 kişi intihar
etti. Bu rakamı muhalefet partisi CHP veriyor. Partinin raporunu hazırlayan
isimse, başkan vekili Veli Ağbaba. İntihar edenlerin on yedisi polis memuru,
dördü asker, ikisi gardiyan. Aşağılanma ve korku, ciddi sonuçlara yol açıyor.
Darbeden
saatler sonra Erdoğan, darbenin “Allah’ın bir lütfu” olduğunu söyledi. Darbe,
ona düşman saydığı herkesin peşine düşme fırsatı sundu. Bu kişiler arasında bir
dönem kendisi ile birlikte olup sonrasında muhalefete geçen isimler de var.
Erdoğan’ın gerçekleştirdiği en çarpıcı saldırı, bugün Pensilvanya’da yaşayan
Fethullah Gülen’in başını çektiği harekete yönelikti. Erdoğan ve Gülen, AKP’nin
devlete ve topluma ait kurumlarda görev başı yaptığı günlerde müttefikti. Ağır
ilerleyen tasfiye sürecinde hükümet, seküler isimleri atıp yerine Gülencileri
getirdi. Burada rol oynayan inanca göre, İslamcılar, AKP’nin ajandasını daha
fazla sempatiyle karşılayacaklardı. Bugün Erdoğan, Gülen hareketini pek
kullanmıyor. O, kurumları, en geniş mânâda İslamcı ideolojiye değil, kendisine
sadık isimlerin yönetmesini istiyor. Otoriter bir sistemin alamet-i farikası da
bu zaten.
Erdoğan,
Trump’la buluşmak için Washington’a gelecek. Trump, yaşanan tasfiye sürecine
muhtemelen pek ses etmeyecek. Erdoğan’ın beklentisi ise Gülen’in iade edilmesi
ve ABD’nin Suriye’deki silâhlı Kürd güçlerine ağır silâhların verilmemesi
yönünde. Mevcut tüm göstergelere göre, Trump Gülen’i teslim etmeyecek ve
Kürdlere silâh akışını durdurmayacak. Ancak eğer Trump, en azından Gülen’in
ABD’de sorgulanmasına izin verip Gülen’in destekçilerine yaptığı internet
yayınlarını durdurursa, bu, Erdoğan’ı cesaretlenmiş bir şekilde Ankara’ya
dönmesini sağlayacak.
Zafer
Direnenlerindir
Nuriye
Gülmen üniversitede edebiyat hocası, Semih Özakça ise ilkokul öğretmeni. İkisi
de başını Erdoğan’ın çektiği tasfiye sürecinde işlerinden atıldı. Her gün
Ankara’da bulunan Yüksel Caddesi’nde, insan hakları anıtının önünde
destekçileriyle bir araya geliyorlar. Bu iki aydın, yaklaşık yetmiş gündür
açlık grevinde. Hayatlarına limon ve tuzlu suyla devam ediyorlar. Gülmen
yaklaşık on, Özakça ise yirmi kilo verdi. İkisinin de sağlık durumları
tehlikeli bir aşamaya girdi. Ankara Tabip Odası’ndan Onur Karahanlı’nın
ifadesiyle, “Gülmen ve Özakça çok kritik aşamada, sinir sistemleri ve
kardiyovasküler sistemleri iki aylık açlık sonrası hasar görmüş durumda.”
Türkiye dışında eylemleri hakkında pek haber yapılmıyor.
Çok
şık bir sloganları var: “İşimizi geri istiyoruz.” Binlerce insanın umutlarını
dillendiriyorlar. Türkiye genelinde birçok öğretmen ve akademisyen, destek
amaçlı açlık grevlerine başladı. Mimar Arife Şahin (Düzce), öğretmen Nazife
Onay (İstanbul) ve başka isimler yeni bir direniş ekibi oluşturdu. İstanbul’da
bir grup akademisyen ve ODTÜ’lü öğrencilerle hocalar, 24 saatlik dayanışma
grevi gerçekleştirdiler. Korku içerisinde yaşayan ve susan birçok kişi ise
Gülmen ve Özakça’yı hayranlıkla izliyor.
Bu
esnada Türkiye’deki kamu kurumları, vasıflı insanların bulunmamasının çilesini
çekiyor. Erdoğan’ın gerçekleştirdiği tasfiyelere dönük eleştirileriyle tanınan
felsefeci Halis Yıldırım, “iyi, kendilerini işlerine adamış, deneyimli
öğretmenlerin yerini, hükümetin atadığı, düşük vasıflı insanların aldığını”
söylüyor. Ona göre, bugün temel eğitim sistemi, son on yıldır iş bulamayan
üniversite mezunlarının oluşturduğu büyük “yedek işsizler ordusu” sebebiyle
krizde. Bu insanlar, okullarda çalıştırılmak üzere işe alınıyorlar. Öte yandan
üniversiteler de ciddi bir sorunla karşı karşıya. Bilhassa sosyal bilimler ve
beşeri bilimler alanında seminerler ve dersler iptal ediliyor ki bu, hükümetin
pek ciddiye aldığı bir husus değil. Yıldırım’ın bana söylediği kadarıyla, işten
çıkarmalar “kayıp bir neslin” oluşmasına yol açacak.
Hükümetin
Kürdlere yönelik savaşına itiraz eden imza kampanyasına imza atan bir
profesörün dediğine göre, hükümet, eğitimi devlet okullarından alıp imam
hatiplere teslim etmeye çalışıyor. 2004’te bu dinî okullarda okuyan çocukların
sayısı 65.000’di. bugünse bu rakam bir milyonu aştı. İslam ve Erdoğan,
müfredatta Mustafa Kemal’e kıyasla daha önemli bir yere sahip. Başka bir
akademisyen ise evrim teorisi ortaokul ve lise ders kitaplarından
çıkartıldığını söylüyor.
Kürtlere
Karşı Sokağa Çıkma Yasağı
Dersim’deki
Seyit Rıza Meydanı’nda yetmiş yaşındaki Kemal Gün yaklaşık seksen gündür açlık
grevinde. Kemal Gün, meydanda, çoğu zaman tek başına, yanına uzanmış bir
köpekle oturuyor. Etrafında hükümetten oğlu Murat Gün’ün naaşını iade etmesini
isteyen dövizler bulunuyor. Kemal Gün’ün iki oğlu, Kürdlerin kendi kaderini
tayin hakkına destek veren bir devrimci sol örgütün üyesiydi. Murat DHKC’liydi.
Örgütün aralarında Murat’ın da bulunduğu on bir üyesi, Kasım 2016’da devletin
düzenlediği hava saldırılarında öldürüldü. Aynı yıl Nisan ayı içerisinde
Murat’ın kardeşi Geyiksuyu’nda öldürüldü. Kemal Gün, Murat’ın naaşını almak
için açlık grevinde.
Ülkenin
güneydoğusunda durum berbat. Sokağa çıkma yasakları yüzünden kentler ve
kasabalarda hayat durmuş. Suç işleyen askerlere hiçbir ceza verilemiyor.
Birleşmiş Milletler’in Mart 2017 tarihli raporunda, Türkiye’nin “ciddi
boyutlara ulaşan” ihlallere son vermesi istendi. Devletin operasyonlarından
otuz kadar ilçe etkilendi, beş yüz bin kişi bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Raporda insanın kanını donduran hikâyelere yer veriliyor. Bir adam, ablasının
2016’da Cizre’de öldürülüşünü şu şekilde anlatıyor: “Ailemi savcı çağırdı.
Ablamın bedeni olduğunu iddia ettiği, yakılmış üç parça verdi bize.” Devlet,
onun neden öldürüldüğünü veya kimin öldürdüğünü açıklamadı.
Kürdlere
yönelik baskı süreci, solun ve Kürdlerin politik örgütlerinin oluşturduğu
ittifakın adı olan HDP’yi de içine aldı. Devlet, partinin 11 görevlisini
tutukladı. Bu insanların arasında partinin eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve
Figen Yüksekdağ da var. Hatta Demirtaş’ın hapiste kaleme aldığı “Bulaşıcı
Cesaret” şiirinin yayınlanması bile yasaklandı. Anlaşılan, Erdoğan karşısında
olan örgütlü güçlerin direnci kırılmak isteniyor.
#HayirDahaBitmedi
Erdoğan’ın
az bir oy farkıyla kazandığı referandum sonrası sosyal medyada dolaşıma sokulan
Twitter etiketinde bu yazıyordu: “Hayır Daha Bitmedi”. Bir gazeteci, bana
ülkeyi hiç bu kadar bölünmüş görmediğini söylüyordu. “Bizi bir arada tutan
harcı yitirdik.” Bir akademisyen ise şu tespitini dile getiriyordu: “Kamusal
hayatta insanın politik yönelimine göre ruh hâli de değişiyor.” Seküler sol,
aklın tahrip edilmesi ve yaşanan tasfiyeler karşısında telaşa kapılmış durumda.
Erdoğan yanlıları, “işten çıkarmaları hiç umursamıyor. Hatta bazıları, yıkıcı
unsurların yok edilmesinin faydalı olduğunu düşünüyor.”
Felsefeci
Yıldırım, Erdoğan’ın yakınında bulunan, liyakat sahibi hiçbir insana hoşgörü
göstermeyeceğinden bahsediyor. Türkiye, Erdoğan’a itaatle bağlı kişilerce
yönetiliyor. Eleştirel düşünce yasaklanmış durumda.
Bu
koşullarda ülkede bir yandan da açlık grevleri devam ediyor. Bu eylem, teslim
olmaya itiraz etmenin bir yolu. Teslimiyet, insan ruhunun ölmesi demek.
Demirtaş’ın şiirindeki duygu da bu anlayış üzerine:
Son
dize hükümeti hedef alıyor. Tasfiye süreci insanların tepesini attırıyor.
Toplumu bölüyor. Ama insan ruhu, sonsuz. Açlık grevinin 69. gününde gücünü
yitiren, ama mağlup edilemeyen bir isim olarak Nuriye Gülmen, Filistinli
politik tutsakların açlık greviyle dayanışma içerisinde olduklarını ilân etti.
Bedeni eriyor ama o, asla kendi içine kapanmıyor, gözünü Filistin’e çeviriyor.
Nuriye Gülmen gibi insanlar, insanlık onuruna dair birer simge. İnsanlık onuru
ise Erdoğan hükümetinin yadsıdığı bir vasıf.
Vijay Prashad
17 Mayıs 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder