Pages

06 Mayıs 2017

İran Solunun Trajedisi

Sola Yönelik Eleştiriler

Halkın Mücahidleri’nin, komünistlerin ve liberallerin yenilgisi sonrası İslam devleti kendisini iyice güçlendirdi, karşılıklı ithamlar ve suçlamalar iyice çoğaldı. Sol, özellikle nahiflik, deneyimsizlik, işbirliği, oportünizm, cinsiyetçilik, sosyalist ideallere ihanet, aşırı işçicilik, Üçüncü Dünyacılık, popülizm, İran kültürü ve dilinden kopuk olma, ateistlik ve yeterince dindar olmama üzerinden eleştirildi.

Şah yanlıları ve diğer muhafazakârlar, solu politik İslam’ın ortaya çıkışından ve hâkim hâle gelişinden sorumlu tuttu. Onlara göre, Humeyni’nin iktidara gelmesini kolaylaştıran soldu ve devrim sonrasında sol, İslamcılarla işbirliğine gitmişti.[1]

Muhafazakârlar, aynı zamanda solu (Amerika’dan ödünç alınan bir ifadeyle) en net ve hâlihazırda varolan bir tehlike olarak gördüler. Konuşmalarında ve (Londra’da çıkartılan Keyhan ve Sahand gibi gazetelerde karşımıza çıkan) yazılarında ilgili kesim, “sol denilen tehdidi” ifşa etmeyi sürdürdü ve İran’da orduyla bürokrasiye solun sızdığından bahsetti. Muhafazakârlar, solu halktan kopuk, toplumsal köklerden azade bir yapı olarak takdim ediyordu. Onlara göre, sol, halkın gözünde muteber olmayan bir oluşumdu. Çelişki de tam olarak burada çıkıyordu karşımıza: Sol, hem halktan kopuk bir yapı olarak takdim ediliyor, hem de onun İran’daki tüm politik gelişmelerde varolduğu üzerinde duruluyordu. Sola dair bu tanımlamanın kaynağı, sağda kökleşmiş olan komplocu zihniyetti. Bu zihniyet, sahiplerini İslam Cumhuriyeti’nin önemli isimlerinden olan Başsavcı Hoynihe’nin Sovyet yanlısı bir komünist olduğunu iddia etmelerine neden oluyordu. Sağcı aydınlar, kafayı sola takmışlardı ve şahın yıkılışı ile İslamcıların başarısını solcu örgütlere bağlıyorlardı. Süreçte bu insanlar, solun şah karşıtı hareketteki rolünü abarttılar, ayrıca İslam Cumhuriyeti’nde komünistlerin belirli bir nüfuza sahip olduğuna dair komplo teorisini geliştirdiler.

Liberaller ve milliyetçiler için soldaki ana sorun, onun İran kültürüne ve siyasetine yabancı olmasıydı. Genelde bu kesimler, solu İran sahnesi için fazla radikal ve etkili olma noktasında çok genç ve deneyimsiz görüyorlardı. Onlar, ayrıca İslamî rejimi solcu söylemleri, devrimci bir yolu ve İslam dışı, İran dışı politikalar benimsemekle suçluyorlardı. Dolayısıyla liberallerin ve milliyetçilerin eleştirilerinde sol ve İslamcılar yabancı unsurlar olarak görülüyor, onların yabancı, tuhaf ve uygunsuz bir dili, fikri ve kurumları dayattıkları söyleniyordu.

Liberallerin ve milliyetçilerin değerlendirmelerinde sola yönelik ana suçlama, devrim sonrasında karışıklık yaratma ve çatışmaya neden olma ile alakalıydı. Bu eleştirilerin sebebi, solun köklü bir değişim ve devrimci bir dönüşüm talep etmesi, ayrıca liberallerin tedrici programını çökertip İslamcıları bu dönüşüm yönünde teşvik etmesiydi. Solun eleştiriye tabi tutulduğu diğer bir konu da 1979’da İslamcılardan yana saf tutup liberallere saldırması, demokrasiye dönük ihtiyaca yeterince hassasiyet geliştirmemesiydi. Onlara göre, 1981-83 döneminde rejim karşısında yaşanan yenilginin ve yapılan onca hatanın bir sonucu olarak solun İran’da bir geleceği olamazdı.[2] Dolayısıyla liberallerin ve milliyetçilerin sola yönelik eleştirileri, esas olarak şu hususlara odaklıydı:

(i) Sol, İran kültürüne yabancıdır;

(ii) Sol, ağır bir yenilgiye maruz kalmıştır, çok zayıftır, parçalıdır ve demoralizedir, bu sebeple bir geleceği olamaz;

(iii) Solun programı, İran toplumuna ait gerçekler karşısında fazla radikaldir, milliyetçilik ve din her türden sosyalist hareketin önünde engeldir;

(iv) Sol, anti-demokratik ve otoriterdir, 1981 sonrası liberaller, siyaset sahnesinden silindikten sonra o, rejimle işbirliğine gitmiştir. Bu anlamda liberaller ve milliyetçiler özellikle Tude partisine düşmandır, zira bu parti, 1983’teki çöküşüne dek rejime desteğini sürdürmüştür.

İslamcıların sola yönelik eleştirileri, sağcıların, yani liberallerin ve milliyetçilerin eleştirilerine benzer. Sol fazla batılıdır, gelenek dışıdır ve ekonomiyi fazla temel alır. Devrim öncesinde, devrim esnasında ve devrim sonrasında sol, sıradan Müslüman halkın hayatından ve isteklerinden kopmuştur. İslamcılar, solu geleneksel hayata ait siyasete ve kültüre sızmış bir unsur olarak görmüşlerdir. Onlara göre, solcuların faaliyeti, Batı’nın İslamî değerlere ve uygulamalara karşı yürüttüğü komplonun bir parçasıdır. Ayrıca İslamcılar, solcuları ahlaksızlıkla suçlamakta, programlarındaki cinsiyet eşitliğini uygunsuz bulmaktadır. İslamcıların eleştirileri, Marksizme ve materyalizme karşıt felsefî argümanları da içermektedir ve temelde hayatın manevi boyutuna vurgu yapmaktadır.

Eleştirilere Cevap

Muhafazakârların sola yönelik eleştirisi, politikanın ve ideolojinin belirlenimi altındadır. İran solunun devrimden sorumlu olduğunu veya politik İslam’ın hegemonyasına katkı sunduğunu iddia etmek mantıksız bir yaklaşımın ürünüdür. Şahın devrilmesine yönelik uluslararası ve entelektüel komploya dair efsanenin de bir gerçekliği bulunmamaktadır. Gerçek şudur:

(a) devrim döneminde güçlü tek bir solcu örgüt bile yoktur;

(b) İran devrimi tüm sınıfların ve toplum katmanlarının dâhil olduğu, gerçek mânâda bir kitle hareketidir. Solun İslamcı rejimi desteklediğini ve onun iktidara gelmesinden sorumlu olduğunu iddia etmek tarihi çarpıtmaktan başka bir şey değildir.

1 Nisan 1979 tarihinde yapılan referandumda İslam Cumhuriyeti seçmenlerin yüzden doksanından fazlasının oyunu almıştır; dahası (Tude hariç) sol “İslam Cumhuriyeti’nden yana mısın değil misin?” sorusuna karşı çıktığından, referandumu boykot etmiştir. İran solu birçok yanlış yapmış olabilir, ama onun politik İslam’ın yükselişinden sorumlu olduğu iddiası saçma bir iddiadır.

Mevcut İslam rejiminin solcu olduğu iddiasına da bakmak gerekmektedir. Politik İslam’ın ideolojisi (velayet-i fakih) ve İslam Cumhuriyeti’nin son on yıl içerisinde ortaya koyduğu uygulamaları, solun politik-kültürel projesiyle yakınlaşma içinde olunduğuna dair efsaneye artık bir son vermiş olmalıdır. Sadece millileştirme gibi ekonomi sahasında atılan kimi adımlarda belirli bir yakınlaşma söz konusudur. Sola yönelik liberal eleştiri, çifte standartçı bir yaklaşıma yaslanmaktadır. Örneğin liberallerin solun İran halkına yabancı olduğu, İslamî rejimle işbirliği yaptığı, dağınık olduğu, demokratik haklara yeterince ilgi göstermediği, İslamcılar karşısında ağır bir yenilgi yaşadığı, artık İranlıların ona güvenmediği ile alakalı tespitleri, bizzat liberaller için de dile getirmek mümkündür. İlk olarak şu söylenmelidir: yeni devlet yapısının parçası olan sol değil, liberallerdir. Ana liberal ve milliyetçi grupların üyeleri, Milli Cephe ve Özgürlük Hareketi bakanlar kurulunda yer almış, 1979’da kurulan gölge devrim konseyinde ve resmî hükümet kurumlarında çalışmıştır. İslam Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı, kendisi bir liberal olan Ebulhasan Beni-Sadr’dır. Liberaller ilk başta muhalif değildir. Muhalefet hareketine sonradan dâhil olmuşlardır. İkinci olarak liberaller de garbzadegi, yani Batı ile ağulanmış olmakla eleştirilmişlerdir. Üçüncü olarak rejime karşı koyan ve kanlı bir çatışma sonrası mağlup olan solcu örgütlerin aksine tüm liberal gruplar ve bireyler, durum zora girince hemen dağılmışlardır. Bugün İran’da aktif olan tek liberal veya milliyetçi örgüt, başını eski başbakan Mehdi Bezirgan’ın çektiği Özgürlük Hareketi’dir (Nehzat-e Azadi).

Sola daha derinlikli, dolayısıyla ciddiyetle ele alınması gereken bir başka eleştiri daha yöneltilmektedir. Sürgünde bulunan, Avrupa ve Amerika’daki üniversitelerde hocalık yapan birçok İranlı aydının ifadesine göre, bilhassa solun temsil ettiği modernist vizyon ülkeye yabancı bir vizyondur, her türden Müslüman ve molla “halka daha yakındır” ve “hakiki” İran kültürünü ve kimliğini temsil etmektedir. Burada esas olarak solun fazla batılı olduğu, “halkın dilini konuşmadığı”, kültür ve halkın hassasiyetleri konusunda cahil olduğu iddia edilmektedir. Bu eleştirinin dayandığı “hakikilik” iddiası şüphelidir. İran’ın kültürel bağlamına ait gerçeklerinden çok nostalji ve romantizmin katkı sunduğu bir görüşün tezahürüdür. İdeoloji gibi kültür de ilksel ve sabit olarak görülmemelidir. O koşullara tabidir ve değişir. Karmaşık, gelişmekte olan, heterojen bir toplumda tek bir kültür yoktur, hepsi de “meşru” ve “hakiki” olan birçok kültür mevcuttur. Dahası İran’ın “hakiki kültür”ü ifadesi, alttan alta başka bir şey söylemektedir: sol, esasen solcu olduğu için, yani sosyal demokrat, sosyalist veya komünist geleneklerle ilişkili fikirlere, hedeflere ve kurumlara bağlı olduğundan saldırıya uğramaktadır.[3]

Solu politik İslam’ın “hakiki” olduğu anlayışı üzerinden eleştirip, Ali Şeriati ve Celâl Ali Ahmed’i mükemmel İranlılar olarak görenler karşısında bizim devrim sonrası İran’ı tayin eden çelişkilere bakmamız ve heterojen, karmaşık yapıdaki toplumlarda “hakikilik” ile alakalı anlayışın ne işe yaradığını sorgulamamız gerekmektedir. Şurası açık ki “İran kimliği” konusunda net bir uzlaşma söz konusu değildir. “Kimliği” ve “kültür”ü kim tanımlamaktadır, bir toplumda farklı kültürel pratikler ve söylem gelenekleri birlikte nasıl varolabilmektedir gibi sorulara herkesin uzlaşacağı bir cevap bulmak mümkün değildir. Devrim sonrasında İran’da mücadele neyle ilgilidir? Elimizde İslam Cumhuriyeti’nin nasıl ele alınacağı ile ilgili tek bir fikir yoktur, dolayısıyla ona birçok farklı tepki gelişebilir. “İslam’a dönüş”, tüm o muğlaklığı ve içerdiği farklı anlamlarla ve mutlakiyetçi dayanaklarıyla ülkedeki politik ve kültürel krize çözüm sunması pek mümkün değildir.

İran’da asıl ihtiyaç duyulan şey, politik ve kültürel açıklıktır, İslamcıların dayatmaya çalıştığı tek tip ve bütünleştirici politik-kültürel model değil. Bu model, tek bir biçime sahip “Müslüman kültürü”ne ilişkin yanlış bir varsayıma ve halkın mollaların doğrudan idaresine, ideolojik tavsiye, seferberlik ve yönlendirme çabalarına hazır ve açık olduğuna dair iddiaya dayanmaktadır.

Ali Mirsepassi

[Kaynak: Reformers and Revolutionaries in Modern Iran, Yayına Hz.: Stephanie Cronin, Routledge Curzon, 2004, s. 244-249.]

Dipnotlar:
[1] G. Afkhami, The Iranian Revolution: Thanatos on a National Scale (Washington DC: Middle East Institute, 1985); Arjomand, The Turban For the Crown, 1988; Sepehr Zabih, The Left in Contemporary Iran (Londra: Croom Helm, 1986).

[2] Katouzian, Political Economy; Mehdi Bazargan, Enghelab-e Iran dar do Harakat [“İki Aşamada İran Devrimi”] (Tahran: Naraghi Publisher, 1984).

[3] Burada belirtmek gerekir ki Bolşevikler de kendi döneminde “ülkeye yabancı” olan bir Avrupa ideolojisini ithal etmiş olmakla eleştirilmişlerdir. The Unfinished Revolution (“Bitmemiş Devrim” -Boulder, CO: Westview Press, 1979) isimli çalışmanın yazarı Adam Ulam’e göre, Bolşevikler toplumdan kopuk olan, sırf aydınlardan müteşekkil bir parti olarak görülmektedir. Bu aydınlar, sürgündeyken edindikleri bir Avrupa ideolojisini, yani Marksizmi ülkeye ithal etmiş, endüstriyel hayat tarafından zihinleri bulanmış, köyden kopmuş, yeni yeni şehirleşmiş proleterlerin desteği ile iktidara gelmişlerdir. Dolayısıyla Ulam’in bu tezi gerçekte solculardan çok İslamcılara uygundur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder