Ayşe
Çavdar da Cem Küçük gibi konuşuyor.[1] İkisi de olmayan sınırlarda, olan
sınıflar adına hareket ediyor.
Bir
ideolojik alan tarif ediliyor. Bu alan, memleket olarak kodlanıyor. Tıpkı
zamanında “Mustafa Suphi buraya yabancıydı, ölmesi doğal” diyenler gibi, bir
şeyler yabancı damgası yiyor, üzerine damga vuruluyor. Bu isimler, vurdukça
yola getirilenler, “gocuklu celebin sopası daha kalkmadan” hizaya gelenler.
AKP,
o hizadan bakılarak eleştiriliyor. “AKP’nin 2002’de bir özü vardı da oraya
dönülecek” zannedenler fena yanılıyorlar; aynı yanılgı, “İslamcı, kara bir öz
var, o hiç değişmedi” diyenlerde de mevcut. Doğan Çetinkaya’da da bu var. İki
kesim de aynı kalıpta düşünüyor. O kalıbı devlet belirliyor.
AKP’nin
İslam’la, İslamî siyasetle, İslamî direnişle hiçbir alakası yok. O, bir devlet
projesi, refleksi, kurgusu, en az CHP kadar…
Doksanlarda
Deniz Baykal “Anadolu İslamı” diyordu. Bu ayar 28 Şubat’la aynı frekanstan.
Ayşe Çavdar’ın ayarı da öyle. İçe sinmiş bir Şubat soğuğu bu, ısınmak için
solcu-liberal gevezelikler de yetmiyor. Hep hedef, akademide bir koltuk, bir de
çek defteri…
Aynı
frekansta Baykal bugün, “Halep Sünni şehri” tespitinde bulunuyor. Şimdilerde de
referandumu tasdikleyerek “2019’da görüşürüz” diyor. Bugün solun akademiden ve
çek defterinden hayata bakan kesimi, Baykal’a örgütleniyor, Cem Küçük gibi
konuşuyor. Özetimiz, hülâsamız bu.
Bu
açıdan İsmail Kılıçarslan’ın “evet manyağız” demesinin bir anlamı yok. Çünkü o,
aylar önce Cem Küçük’ün sözüne benzer sözler sarfetmiş, aynı telden birilerine
“marjinal” demişti.[3] Devlet bekası bakiyeyi de sıfırladı. Biraz “aykırı”
laflar ediyormuş gibi görünenler, yürütülen pazarlık sonucu hizaya
getirildiler.
Burada
İslam ve İslamcılık bulmak, kolaycılık. “Hazır düşmüş, bir tekme de biz
vuralım, yolumuzu bulalım” kolaycılığı, kaz getireceklere teslim olmayı
beraberinde getiriyor. Hesaba, zımni anlaşmaya da dikkat etmek lazım: devlet
içre düşünme imkânı, onun ayak işlerini yapmak, kısa vadede cazip geliyor.
HSBC’den aranan kişinin tutuklanmasına sevinenler, üzülsünler, kendilerine
düşen işi artık devletin kendisi yapıyor. Onlar başka iş aramalı.
Cem
Küçük, işsizliğin başka bir tezahürü. Sol gibi konuşuyor Küçük. Yalçın hocası
gibi laflar diziyor. Sadece atın sahibi adına sufle veriyor. Eski
siyasetnamelerde “aslan” mecazı kullanılıyor. Anlaşılan Erdoğan “at” mecazına
başvuruyor. Liberal zihniyette devlet “çekilmesi gereken kötülük”. O devlet
mülkün sınırlarını çiziyor, ilişkileri tarif ediyor, orada kuruluyor.
Birliktelik ve onun geleceği ondan soruluyor. “Bugün İslam, yarın da sosyalizm
olur” diyenlerin bir geleceği bulunmuyor. Dolayısıyla, ideolojik bir yarışın
mânâsı yok. Varsın, ezilenin-yoksulun fiilî mücadelesi olacaksa bugünün İslamî
hareketi ve/veya sosyalizmi olsun! Ama bu mümkün değil. Çünkü herkes, İslam’ı
da sosyalizmi de gerçeğin kendisinden daha fazla biliyor.
Cem
Küçük’ün dilinde “İsrail”, “insan” ve “kadın” kelimeleri yan yana diziliyor.
Alıştığımız bir sentaks, bilindik bir gramer bu. Arkadaşı Barlas Jr. O Mavi
Marmara’dakilere “siyasi” diyor. Erdoğan da çeşitli muhtar sohbetlerinde
“ideoloji düşmanlığı” yapıyor. “Tek ideoloji, tek teori ve tek politika
devletindir, gerisi batıldır” diyor.
Fukara
Müslümanlar, o hakk hanesine kendilerine ait kelimelerin girmesiyle
avunuyorlar. O kelimenin mânâsı umurlarında değil. İçi geçmiş, dişi çekilmiş
olan girebiliyor içeri. Devletle mücadele yürütülmediği için ideolojik, teorik
ve politik mücadele de verilemiyor. Demek ki o limandan Mavi Marmara nükleer
atık gemisi olarak ayrılmış, siyasileşmiş ve zararlı hâle gelmiş İslam’ı alıp
gitmiş. Bu istenmiş. Kişiyle Allah arasında, budünyayla alakası olmayan işe
başkalarını bulaştırmış olan dışarlıklı ve zehirli mahlûkat böylece
temizlenmiş. Çok modernist ve çok tarihselci değil mi bu, daha ne istiyorsunuz?
Bu
nedenle saf kardeşlerin, küçük derneklerine çağırmayı İslamcılık zannedenler
türüyor bugünlerde. Bunlar da iktidar pratiğine eklemleniyorlar. Çünkü onlar da
meseleyi özel ve kendilerine has bir pratiğe indirgiyorlar. Müslüman’ın
müşterek çilesiyle hemhal olmak, zûl kabul ediliyor. Devlet, ya kendisine
benzeterek ya da kendisinin belirlediği ölçülere bölerek ilerliyor. Devlet,
halka hükmetmediğini, her daim hükmedemeyeceğini ilikleriyle, genleriyle
biliyor. Her fırsatta onu kendisiyle birlikte kurmak, kodlamak zorunda.
Cem
Küçük’e düne kadar “İslamcı” diye küfredenler, bugün nedense susuyorlar. Charlie
Hebdo bilincinin cumhuriyet yürüyüşüne örgütlendiğini görmeyenler, bugün
mızmızlanıyorlar, “CHP meclisten çekilsin” diyorlar. Bunlar son pazarlıklar,
son sızlanmalar. “Hadi hepimiz CHP’ye, meclise” demenin öncesindeki adım bu.
Liberal ve sosyal demokrat ağlara yakalananlar, küçük burjuva şımarıklıkla
hareket ediyorlar. Meclis CHP’nin hâlbuki, bunlar tarih de bilmiyorlar.
Cem
Küçük’ün “savaşa hazırlanın” dediği kesimin “manyak” dediği kesimle alakası yok
demek ki. O zaman IŞİD denilen, bölgedeki manyakları temizleyen “sinek
tuzağı”nı askerî bir işlem, operasyon olarak görmek gerek. Azamî ölçeği
anlamak için asgarî ölçüye dikkat kesilmek lazım.
Ayşe
Çavdar’ın sınırından dışarı çıkan, “dışarlıklı olan” bu elektrikli tellerle
örülü sınırlarda yok ediliyor.
Asgarî
program-azamî programı devletle ve devletten okumak şart. Bu tür isimler bu
yüzden sınır çalışıyorlar. Kimin yurttaş olduğunu kimin olmadığını tayin
ediyorlar, etmek istiyorlar. Ellerinde görünmeyen silâhlar var. Bir de açık
olanı gizlemek, gizli olanı ifşa etmek için şu tür cümleler kuruyorlar: “Ya
bizim bu konferanslarımıza neden Amerikalılar katılıyorlar ki?” Onlar başımıza
inen demokrasi, özgürlük ve ilerleme bombaları. Bunların bir kısmı AKP’li oldu
geçmişte, Cem Küçük gibilerin ileride CHP’li olmasına kimse şaşırmasın.
Herkes
her şeyi gayet iyi biliyor. Akademinin çek defteri, o konuşuyor. Ata, at binene
yönelik rahatsızlığa aldanmamak, mazrufla şaşırmamak lazım bu açıdan. Bütün
kolektif pratiğin iğdiş edilmesi görevi onlara verilmiş. Devlet, asla
tekboyutlu işlemiyor zira.
Bu
cihette, Gezi’de tüm imkânları tüketmiş iradenin referandum havasıyla hız
alacağını sanmak, büyük yanılgı. 1 Mayıs’a üç kişi daha getirmek dışında,
kimsenin bir ufku yok. Bu yanıyla örgütçülükten başka bir çıkış mümkün değil.
Aslında
aslolan, örgütlülük. Örgütçülük, olmayan örgütlülüğü gizlemek, olan “örgüt”ü
göze sokmak için var. Buraya odaklanmak gerekiyor. Benzer bir örgütçülük,
ağababaları CHP’de de söz konusu, zaten her şey oradan öğreniliyor. Kadrolar
öncesinde, şefler sonrasında CHP’yi siyaset okulu olarak görüyorlar.
O
da bu tufanda, ilerleyen süreç için(de) kendisini koruyor, kendisini merkeze
alarak yürüyor, kendisiyle düşünüyor. O şahdamarı, AKP kadar CHP’yi de kesiyor.
Aynı kandan besleniyor. O damara kan vermenin kimseye hayrı bulunmuyor.
Kimse,
“burası bizim, bizden olmayan gebersin” diyerek yükseleceğini sanmasın.
Kaldıysa bir çift göz, alttakilere baksın.
Eren Balkır
22
Nisan 2017
Dipnotlar:
[1] Ayşe Çavdar, “İslamcı Haset, İntikamcı Devlet”, 22 Nisan 2017, Not Defteri.
[2]
Y. Doğan Çetinkaya, “Cem Küçük’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği ve
İslamcılık”, 20 Nisan 2017, Başlangıç.
[3]
Bir eleştiri için bkz.: Eren Balkır, “İsmail Küçükarslan Sen Busun”, 27 Şubat
2017, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder