1920’nin sonunda, Suphilerin Anadolu’ya gelmek
istediği dönem Çerkes Ethem’in tasfiyesine tanık olmaktadır. Suphi, “bizim
onlarla alakamız yok” deyip Ethem’i eleştirmek durumunda kalmıştır. Eylül ile
Ocak arası dönem, yeni devletin kurulduğu momenttir.
Doksan küsur sene sonra Çerkes’in soyundan gelen bir
isim, hem Kürd’e hem Müslüman’a vurarak, “sol” siyasetini, daha doğrusu, sol
yerine ikame ettiği, Batı emperyalizmine peşkeş çektiği bireyliğini
yaldızlayabileceğini zannetmektedir. Adı Emrah Cilasun’dur, ismi önemli
değildir, genel ismi sol’dur. Çünkü o sol, her türlü sorumluluktan azade
olmanın, Batılı bireyliğin önkoşuludur. Öyle zannedilmektedir. İnsanların
kolektif direşkenliği, mücadelesi, onda tarumar edilmelidir. Avrupa’nın emri
budur. Avrupa, tanrıyı birey denilen muğlâk varlıkla ikame etmiştir.
Bugün gelinen noktada solcular, sosyalistler, “bizim
alakamız yok, biz laikiz, ilericiyiz, huzur bizden sorulur” türküsünü
mırıldanıyorlar. Solcular, “II. Mahmud’un gerisine düşemeyiz, bu ülkede ikinci
bir vakay-ı hayriye mecburiyeti var” diyorlar. Ya da en fazla, “demokrat olmak
Kürd’ün yanında olmaktır. Tayyip Kürd’le anlaşsaydı, bunlar olmazdı” diye sitem
ediyorlar.
Bu “Kürd” sözcüğünün gerçek Kürd’le alakası yoktur.
Liberal bir kurgudan ibarettir. O kurgu, “MHP’yle değil, bizimle hazırla şu
anayasayı”dan fazlasını söyleyemez. Devlet, kendi yarını için herkesi belirli
bir tava, kıvama getirmeye mecburdur.
Bütün sosyal âlem, Rus büyükelçisine yönelik
saldırıyla birlikte, “huzur nağmesi” tutturmuştur. Bu, güçsüzlüğün,
çaresizliğin alametidir. Huzur bezirgânları, “faşist” dedikleri İslamcıların
tırnağı bile olamadıklarını görüp düşünme zahmetinde bile bulunmuyorlar.
İdeoloji, basit bir kılıf ve örtüden ibarettir. Özünde
birilerine, bir yerlere, “huzur istiyorsanız, bizi seçin” denilmektedir. Çünkü
sınıflar mücadelesi, eskinin çürümüşlüğüne aittir.
* * *
Procrust, yakaladığı insanları yatağına yatırır,
bacakları uzun gelirse keser, kısaysa çekip uzatır.
Teorik, ideolojik, politik düzeylerde yapılan, bundan
farklı değildir. O halktan insanlar kaçırılmakta, bir yatağa yatırılmakta,
fazla kısımlar kesilmekte, az olanlar uzatılmaya çalışılmaktadır. Buna da
örgüt, sosyalistlik vs. denilmektedir.
Oyalanma, bir anlamda yarını mülk edinmeyle
alakalıdır. Sosyalistler, geçmişi milliyetçi-muhafazakârlara, bugünü
liberallere teslim etmişlerdir. Dolayısıyla bugün, ağzına çalınan “yarın”
balıyla yetinmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Herkesin o yatağa
yatırılmasının sebebi buradadır.
Sol, özel kimi insanlara layık olanlar kulübüdür. O
kulüpte sınıf ve devrim, öznel bireylikle tanımlı kılındığından, her şey, o
bireyin procrust yatağına yatırıldığından, geçmişte ve bugünde işleyen mücadele
de ezilmek zorundadır. Geçmişin milliyetçi-muhafazakârlara, bugünün liberallere
teslim edilmesinin sebebi buradadır. Bu, basit bir rol paylaşımıdır. Emir, hem
devletten hem de burjuvazidendir. Onlar, güçleri bölmeye, etkisiz, küçük
alanlara hapsetmeye mecburdurlar.
Bu anlamda, solun AKP’ye “kaptırdığı” yoksul halkı
kazanma muradı, derdi ve niyeti yoktur. Sol, yarın masalına inanmaktan başka
bir şey yapamaz. Ya “AKP burjuva devrimidir, savunalım” der ya da “AKP, burjuva
devriminin bile gerisinde, o zaman burjuva siyaseti yapalım” tespitinde
bulunur. Onca yarın edebiyatı, geçmişe döndüğünde en sığ sağcılığa, bugüne
daldığında en rezil liberalizme duçar olmaktadır.
Yaşanan toz dumanda kitlelere merhem olacak, mevzi
oluşturacak, devrimci bir hat açacak irade çoktan teslim edilmiştir. Suphi’nin
“bizim Ethem’le alakamız yok, o maceracı serseri” demiş olması, bir şeyi
değiştirmez. Keser dönmüş sap dönmüş, kendisi de “maceracı” diye katledilmiş,
hatta sonrasında kendi yoldaşları bile onu bu şekilde tarihe kaydetmişlerdir.
Batı’dan gelen emirler, açıldığı zannedilen yol
dâhilinde, “bu İslamcılar faşist, hatta İslam’ın kendisi faşizm” denildiğinde
ölüm fermanı da imzalanmış demektir. İktidar ve devlet için, sanılanın aksine,
bu türden ideolojik ayrımlar söz konusu değildir. Devletsiz demokrasicilik,
demokrasisiz devletçilik aynı madalyonun iki yüzüdür.
* * *
Procrust yatağı, iktidara aittir. Ölçü, onun varlığı,
bekasıdır. Bu açıdan, AKP’ye İslamcı olduğu için değil, en fazla, olamadığı
için laf edilebilir. Her olayda “bakan istifası” bekleyenlerin Avrupalı olma
hayallerinden, yarına yönelik vesveselerinden kurtulmaları, boş burjuva
vicdanını çöpe atmaları gerekir.
Sosyalizmin en geniş anlamda Batı’ya indirgenmesi,
temel sorundur. “AKP burjuva hukukunun bile gerisinde” demek, “ben burjuvazinin
uşağıyım” demektir.
AKP, burjuvazi ve devlet neyi emrediyorsa onu yapmaya
mecburdur. Ne uzaydan ne Ortaçağ karanlığından ne de Ortadoğu bataklığından
çıkıp gelmiştir. Bugüne ve buraya aittir. Efendileri karşısında kuzu
kesilenlerin Şeyh Said’e ettikleri küfür, “rejim tartışmaları 1923 ile sona
ermiştir” lafının devamıdır.
Yani onca “yarın” edebiyatı, bugünde en sığ, en
liberal temrinleri koşullamaktadır. Solculara, bağlarından ve bağlamlarından
kurtulmanın “özgürlük” olduğu öğretilmekte; yan yana gelmek, eşitlik, ancak bu
sayede mümkün olabilmektedir. Tüm hesaplar, analizler, teorik-ideolojik
çözümlemeler, birey ölçüsüne göre yapılabilmektedir.
“Suikastçı Nusracı, Fetöcü, hepsi İslamcı faşist”
diyen solcu, liberalizmin serin sularına dalmış demektir. Çünkü o, hayata,
olana, burjuva hukuku ölçüsünde bakıyordur. Kendi korkuları ve yalnızlığını bu
şekilde meşrulaştıracağını düşünmektedir.
Mesele, “ne mozaiği ulan mermer” diyene, ebruyu,
mozaiği göstermek değildir. Toplumsal-tarihsel çatışmaların, gerilimlerin
kontrol altında tutulması için üste bir katman atmaya mecbur olanların mermer
mi yoksa mozaik mi diye bir tartışması yoktur. Aslolan, sınıfsal politik
ayrımların üzerine serilen katmanı parçalayacak iradeye bağlanmaktır.
* * *
AKP’yi yatağa yatırdıkları, onun uzun bacağını kesip
kısa bacağını uzattıkları açıktır. Tayyip, ona düşman olanlara kıyasla daha
dürüsttür. “15 Temmuz’da darbe yapmaya kalktılar, millet buna karşılık kendi
darbesini yaptı” demektedir. Son suikastı bile “katil, anadolu liseli”
cümlesinin üstüne bastırarak değerlendirmektedir. O, politik bir güç
olmadığının, ideolojik bir perde olarak iş gördüğünün bilincindedir. Asıl,
düşmanlarının kim değil, ne olduğuna karar vermesi gerekmektedir.
Bu da o yataktan kurtulmakla mümkündür. Bu momentte
kişiyi solcu yapan gerçeğin dahi sorgulanması şarttır. O sorgulama dâhilinde,
bugün tek tek insanları “yarın”a dair kurguya ikna etme gayretinin ne kadar boş
olduğu görülecektir.
Dolayısıyla, eskiden lunaparklarda Süpermen
resimlerinde kafa kısmındaki boşluğa yüzünü yerleştirip fotoğraf çektirenler
gibi, bir tür eylem örgütlendiği yanılsamasından kurtulmak şarttır. Sol, ne ise
o olmalıdır. Burjuvazinin veya devletin maskesini indirmeli, kendi yüzünü o
resimlerin kafa kısmına yerleştirmeye çalışmamalıdır.
Ama o sol, “NATO’dan çıkılsın” deme noktasından, “NATO
Türkiye’ye müdahale etsin” noktasına gelmiştir. Öte yandan sol, “ne AB ne ABD”
sözünü terk etmiş, “AB de ABD de yoldaşımız” demeye başlamıştır. AKP ise
Rusya-ABD-AB arası ilişkilerde kitle manipülasyonu için elzemdir. AKP’ye edilen
küfür, o manipülasyonun parçasıdır.
Procrust yatağı, herkes içindir. Zira Procrust da
hikâyenin sonunda Theseus eliyle aynı yatağa yatırılmıştır.
Eren Balkır
19 Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder