Bir sol site, sosyal medyada kapanan derneklerle
ilgili flaş haberi paylaşıyor ve “tam liste ekte” diyor ama linke gittiğinizde,
iki-üç dernekle ilgili habere rastlanıyor. Bu dernekler de en dip vicdanî
zemine seslenecek şekilde haberleştiriliyor. Sonuçta kitleye değil, bireye
seslenmek, solun alamet-i farikası.
Batı kaynaklı, yalan ve abartı üzerine kurulu, burjuva
medyacılığı yerine, devrimci propaganda ve ajitasyonu gündeme almak lazım
artık. Ayrıca bu faaliyetin, Gezi ve Gezi sonrası süreçte seçimler meselesine
indirgenmiş hâlinden kurtulmak gerek.
* * *
Batıdan medet umunca, oradan çıkan raporlara ve
analizlere fazla bel bağlanıyor. Oralarda “hibrit savaşlar” ve “kontrollü
kaos”tan dem vuruluyor. Bu gerçeklik, sol siyasete bir tür melezlik ve kaosu
kontrol altında tutma rolü bahşediyor. Sol, kendisini ancak burada(n) var
edebiliyor.
Kontrollü kaos ve hibritlik, HDP’nin ana karakteri
durumunda. Net bir düşman tarifi ve ona karşı mevzilenme diye bir faaliyete
rastlanmıyor. Sadece geç kalmışlık hissi mevcut. Bu his de “barış süreci”nin
ürünü. 15 Temmuz sonrası “hazır olunan işbirliği” hâlâ aynı bağlama dâhil.
Radikalmiş gibi görünen sözler de aynı bağlamın içinde tanımlı.
Süreci biraz hatırlayalım: Suriye iç savaşının
başladığı momentte Hakan Albayrak ve Aslı Aydıntaşbaş TV’de program
yapıyorlardı. Albayrak, bağırarak “TSK’nın cephanelikleri boşaltılsın, Suriye
muhalefetine verilsin” diyordu. Aydıntaşbaş da alkış tutuyordu. ABD’li
gazetecilerin bugün ifşa ettiği biçimiyle, o günlerde ABD’li generaller, CIA
vs. “Soğuk Savaş süresince Türkiye’ye verdiğimiz silâhları Suriye’ye aktaralım”
emrini iletiyor, Libya’daki milislerin ve silâhların Türkiye üzerinden
aktarılmasının en ucuz yol olduğunu” söylüyordu. Öte yandan, “Rojava Türkiye’ye
dâhil olsun” diyen aynı Aydıntaşbaş nasıl olduysa, sonrasında HDP’li oldu.
O silâhlar sayılırken Afyon’da bir patlama yaşandı,
onlarca asker öldü. HDP dâhil kimsenin sesi çıkmadı. Kimse eylem yapmadı.
Gösteri düzenlemedi. Sosyal medyalarını ateşe vermedi. Aradan zaman geçti.
Reyhanlı’da bomba patladı, onlarca insan öldü, bu sefer HDP’den ses çıktı: “Bu
bombayla AKP’ye zarar verilmesin!” Kısa süre sonra Gezi patlak verdi. Gene aynı
ses, “Darbe niyeti gördük, çekildik” dedi. Ardından da Erdoğan, ayakta
alkışlandı. Süreç bu şekilde işledi.
Sonra kimsenin sebebini bilmediği bir moment yaşandı,
masa dağıldı, “Seni başkan yaptırmayacağız” denildi. Bu, özünde “Başkanlığa
varız” demekti. Genel mânâda Tayyip sopasıyla nizama çekidüzen verilmesi
sürecinin parçası olunacaktı. Bu geç kalmışlıkla CHP’nin yürüttüğü
“anti-Tayyip” siyasetine el konuldu. Tayyip işaretlendikçe, perde arkasındaki
düzenlemeler ve ona yönelik muhalefet karartıldı. Bir de buna IŞİD üzerinden
Batı’nın aynasındaki akse hayran ve âşık olmak eklendi. Kürtlüğünden kurtulmaya
çalışanlar, ondan nefret edenler, o aynadaki akisle düşünmeye başladılar.
Aynanın neden varolduğunu kimse sorgulamadı.
HDP’nin ana sıkıntısı, halkın özgücü ve iradesi değil,
İmralı masasında kurulması idi. Tutuklamalar sonrası genel moralsizliğin
temelinde bir miktar bu gerçek var. Kürt, özne ve irade olarak, sadece Öcalan’a
indirgenmiş durumda. Müesses nizam açısından benzer bir hâl, Tayyip özelinde
teşkil edildi. Onun dışında Müslüman yok! Tayyip, Müslüman iradesi olmasın diye
var.
Devlet, kendisini bu gerçek üzerinden örgütlüyor. 2008
krizi, bu örgütlenme sürecinin ana gerekçesi. Yalçın Küçük’ün dediği gibi,
“herkes artık Mustafa Kemal’i Mesih görüyor.” En Kaypakkayacısından, en
reformistine herkes, Kemalizme tav. Kıvama gelmiş durumda. 28 Şubat’ta olmayan,
bugün gerçekleşti. Koca sol sosyalist dinamik, cumhuriyete örgütlendi.
Tayyip’in görevi bu. Onun abartılması, başka gerçeklerin örtbas edilmesi ile
alakalı. Hibrit olmak ve kaosun kontrolü bunu emrediyor.
* * *
Hibritlik, Marx’ın şu sözünde aranmalı:
“Tıpkı
demokratların ‘halk’ sözcüğünü suiistimal etmeleri gibi ‘proletarya’ sözcüğü de
sırf bir laf olarak kullanılmıştır. Bu lafı etkili kılmak içinse tüm küçük
burjuvaları proleter olarak tanımlamak ve bunun sonucunda da pratikte
proletaryayı değil, küçük burjuvaziyi temsil etmek gerekmektedir.”[1]
Kontrollü kaos ise uç vermeye başlanan seçim
faaliyetleri üzerinden okunmalı. Bu melezlik ve kontrol meselesi, iç içe
geçiyor. Aşağının siyaseti horlanıyor, diploma tartışması üzerinden, (İmralı
Notları’na bakarsak) Sırrı Süreyya’nın da cumhurbaşkanı olmaması gerektiği
söyleniyor. Mazlumiyet, efendiliğin yanına oturma imkânı buluyor. Başka
kimsenin mazlum olmadığı bir yere yükseliyor. Herkesi aşağılıyor, kendisine kul
etmeye çalışıyor. Herkes, aynadaki görüntüye kilitlenirken, saçlar taranırken,
arkada başka şeyler yaşanıyor.
Marx, kendi döneminde kimi solcuların “proleter”
maskesi takmış küçük burjuvalar olduğunu söylüyor. “Halk sözcüğünü suiistimal
eden demokratlar”la “küçük burjuvayı proleter ilân edenler”, aynı maskeli
baloda buluşuyorlar. Ufak, basit, meşakkatli, uzun erimli kolektif bir çaba ile
örülen mücadele, kısa erimli, geceden sabaha sonuç alınacak işlere mağlup
oluyor. Bireysel nefs, kolektif mücadeleye galebe çalıyor.
Düşman, sol ile ilgili bilgisini kendisi açısından iyi
kullanıyor. Solda ise düşmana dair bilgi, giderek dökülüyor, çürüyor. Kontrollü
kaostan ve hibritlikten cümlemizi kurtaracak, bir yanıyla bu bilgi, bir yanıyla
ekmeği bölüşenlerin yanına oturmak.
Eren Balkır
11 Kasım 2016
Dipnot:
[1] Marx-Engels, “Meeting of the Central Authority” (15 Eylül 1850) Collected
Works içinde, 10. Cilt, s. 626-27. Türkçesi: “Komünist Birlik Merkezî
Otorite Toplantısı”, 15 Eylül 1850, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder