Sonuçta kurmay olmak için komutanların sıraya dizilip
el öptüğü adamdan söz ediyoruz. Devlet geleneği, boşluk bırakmadan ilerlemek
zorunda.
Osmanlı’dan beri böyle. Türkiye Cumhuriyeti’nin
yüceltildiği, münferit, tekil, havada asılı bir varlık olarak takdim edildiği
ideolojik evren, sorunlu. Gelenek devam ediyor. Tarihçilerin tespitine göre,
yeni gelen padişah, eski padişahın destek vermediği güç odaklarını arkalıyor.
Korku ve umut belli bir gerilimde işliyor.
Bu açıdan Sol, ideolojik ve politik düzeyde yüzüne
gülenlere dikkat etmek zorunda. O maskelerin ardındaki burjuvaziyi ve devleti
görmüyorsa, kendisini neden sol olarak nitelendirir?
Mehmet Ağar’ın TKP ve solcular ile ilgili sözlerine
hümanist ve ağlak bir cevap vermenin anlamı yok. “O benim yoldaşımı öldürdü”
diye mızırdanmak nafile. Darbe komisyonuna söylediği diğer sözlere de bakmak
lazım.
Ağar’a göre, hiyerarşi, disiplin ve işbölümü, sadece
devletin tekelinde. Onun dışındakilere ise bu üç kavrama küfretmek düşüyor. O,
ast-üst ilişkisi konusunda astlarına ders veriyor. Ama bir yandan da
sempatizanların rehabilite edilmesinden bahsediyor. Rehabilitasyon, köken
olarak, “kolayca yönetilen”, “dişine uygun” demek. Ağar, TKP mesajı ve
sempatizan değerlendirmesi üzerinden kendisini üste yazıyor. Kolayca
yönetilecek, devletin dişine uygun bir kitle yaratmak istiyor.
Bu sözlere “ama sen yoldaşımı öldürdün” diye tepki
verenler, Ağar’ın sözlerine zımnen onay veriyorlar. Kötü, ceberut devlete
bireyin ayak bastığı yerden “ayar” vermeye indirgeniyor siyaset. Ağar’ın ayarı
bununla ilgili. Bu ayar, Erdoğan’ın muhtar toplantısındaki sözleriyle ilişkili.
Gerilimin dışında, sorumluluktan azade, akıl vermek, devleti belli bir kıvama
çekmek, artık tek yapılan iş bu.
Faşizm içe dönmüş emperyalizm; emperyalizm dışa dönmüş
faşizm. “Yurttaş devletin işgali altında” diyenler bu gerçeği karartmak için
varlar. Siyaset, devletin geriye giden dümenini kırmaya indirgenmiş durumda.
Sonuçta dümene örgütlenmektir bu.
Meta ve paranın akışı eşitliğe ve özgürlüğe muhtaç.
Solun bu eşitliğe ve özgürlüğe aldandığı açık. Ayıraçlarını suya bırakmış.
Sorun, kriz hâli belki de bununla alakalı. Erdoğan, bu noktada bir bahaneden
ibaret. Kaybettiklerine üzülmelerine bakılmasın, kişisel acının ötesinde,
verilen sözlerin en ufak yele terk edilmesidir kederli olan.
Ağar, devletin dümeninde konuşuyor. Sempatizanları
“iflah etmek”, “rehabilitasyona tabi tutmak” için o lafları sarfediyor. Onları
“temiz fikir adamları” hâline getirmek istiyor. Bu erkekçi söyleme kızmamız
gerekmiyor muydu?
Bu ağlak tarzın güncellendiği bir örnek de “Türkiye
solu sözlüğü”. Mizahi, nostaljik bir içeriği olsa da bu çalışma, bugün
“kaybettiklerimiz” listesine dönüştürülüyor. Zaten "şehid" demek
artık suç, lügatten çıkartıldı. Sözlüğün sözlük olmaktan çıkartılıp “biz ne
büyük örgüttük be!” edebiyatına indirgenmesi, solun hal-i pürmelali. Kavramdan,
teoriden, ideolojiden kaçışın kılıfı bu. Durum ve dönem analizleri artık alay
konusu ediliyor. IŞİD’liler gibi, Kur’an da Allah da Peygamber de kişisel
varlığa indirgenip kapatılıyor. “Devrim benim” deniliyor. Bu cümle ile hem
benliğe hem de mülkiyete işaret ediliyor. Sol içi rekabet ve mülkiyet
ilişkileri, bu tür marazlar üretiyor. Artık üstün gelmek, tartışmaya galebe
çalmak için içeriye dönük hamleler yapılıyor. Siyaset bu.
Çünkü hiçbir örgüt, Ağar’ın iflah etmek istediği
sempatizanlarına, kitle nasıl örgütlenir, duruma nasıl müdahale edilir, araçlar
nasıl geliştiriliri öğretmiyor. Sadece rakip örgüt ve örgütlere nasıl fark
konulacağı, onlara nasıl üstün gelineceği öğretiliyor. Üç-beş yıllık yoğun
pratiğin yorgunluğu ile Ağar’ın rehabilitasyon süreci devreye giriyor. O
nedenle bazı örgütlerin “bizim yoldaşımıza ajanlık teklif edildi” diye
“uydurma” haberler yapmasına gerek yok. Tersten, şu soru gündeme gelir:
“teklifi kabul edenler kim?”
Mücadele, ezeli ebedi olan müşterek bir gerçeklik.
Mülk edinmek ve rekabetle “özne oldum” zannetmek, beyhude. Ona ait olmak, adsız
adressiz oluşun içine girmek gerekiyor. O, her daim özel olana, özel kılana
kılıç sallamayı emrediyor. O aşka örgütlenmek şart.
Eren Balkır
20 Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder