28 Mayıs 1960 tarihinde, darbeden bir gün sonra Çetin
Altan şunları yazıyor:
“Silâhlı
Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile
yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek
ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her
zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.”
Altan, aynı yazıda Demokrat Parti’nin “hukuk dışı
komisyonlar kurduğundan” söz ediyor. Aynı Altan’ın oğlunun, “Ergenekon” çatısı
altında benzer komisyonlara taşeronluk yaptığı biliniyor. “Altan geni”nde
bunlar yazılı. Doğalında gözaltına alınması da medyatik bir girişim, sonuçta
Altan genine bu devlet her daim muhtaç.
Zira medyanın işi bu. O gende kodlanmış olanı
gizlemek, medyanın ana işi. Devletle aynı genlere sahip. Machiavelli’nin
ifadesiyle, “insanların yürüdükleri yolları izlerseniz, büyük servet ve güç
elde edenlerin bunları ya güç ya da dolandırıcılıkla temin ettiğini ve bunu
yaparken de kimi ‘dürüst’ isimleri söz konusu eylemleri gizlemek için
kullandıklarını görürsünüz.” O hâlde “dürüst gazeteciler”, devletin ve
burjuvazinin perdesi, pislikleri altına süpürdükleri halıdır. Altan
Biraderler’in kıymete binmesi, bu açıdan hayra alamet değildir.
Onlar, “devletin bağırsaklarını temizlemek” olarak
tarif edilen sürecin baş aktörleridir. Gözaltına alınışları bile bu sürecin
parçasıdır. Devlet, ulaşamadığı yerleri başkalarına taşere etmek, oradaki
işlerin yürütülmesi için kimi isim ve çevreleri görevlendirmek zorundadır. O,
kişilerde gördüğümüz türden sabit, mutlak bir ideoloji ile hareket etmez.
Devlet, başlı başına maddi bir ideolojidir. Tüm kirli çamaşırların ortalığa
saçılmasına sevinmeden önce bir kez daha düşünmek gerekir.
Özellikle son üç yıldır yapılan tüm hamleler, açığa
çıkan belgeler, AKP üzerinden yaşanan tartışmalar, devlet içre gelişmelerdir.
Kendi maddîliği ve diyalektiği vardır. Devlet, kendisine halel getirecek,
gidişata zarar verecek tüm ihtimalleri gözden geçirmeye ve buna uygun adımlar
atmaya mecburdur. O, bir yandan azınlık olmanın gerilimiyle, kitlesel zeminini
sürekli yoklamalı, bir yandan da az olmanın yaldızlanmasına yönelik ideolojik
argümanlar üretmelidir. Devletin topraklarında ancak ona layık olabilenler
yaşayabilecektir. Bu, herkese yüklenen bir bilinç hâlidir.
15 Temmuz sonrası TV’ye eski bir istihbaratçı,
Fethullahçıların kozmik odaya girmelerinin bir nedeninin, savaş durumunda,
seferberlik hâlinde halkı örgütleyecek, isimlerini sadece devletin bildiği
kişilere dair bilgileri almak için olduğunu söylemiştir. Demek ki devlet, bir
iç “teşkilât-ı mahsusa”ya sahiptir. Zira söz konusu gelenek, Anadolu Müdafaa-ı
Hukuk Cemiyetleri’nin ardındaki iradeye işaret etmektedir. Mondros sonrası
Anadolu’yu örgütleyenler, İttihatçılara bağlı ajanlardır. 6-7 Eylül ve daha
birçok mevzuda bunların varlığı sorgulanmalıdır. Çetin Altan’ın bahsini ettiği
“direktif”i bizim gibi fukaralar değil, ancak Altan gibiler bilebilir.
Kemalist zihniyet, 12 Eylül, Türk-İslam sentezi ve
emperyalizm diyerek, bu gerçeği örtbas etme derdindedir. Özünde devlet denilen,
ideolojinin kendisidir, kemalizm, başka bir şey değildir. Liberalizm, solculuk,
ilericilik konusunda hangi köklere, hangi temellere yaslanılıyorsa, orada
illaki devlet vardır. Liberallerin sesi çok çıkıyorsa, şimşek ve gök gürültüsü
arasındaki ilişki gibi, ardından bir zulüm dalgasını beklemek gerekir.
Liberallerle kurulan rabıta, birey eksenli düşünmenin
bir sonucudur. Devlet denilen eterin, havanın, kimyanın içerisinde bireye daha
rahat nefes aldıracağı vaadinde bulunan liberaller, özünde o eteri birey
şahsında perçinlemekte, bireye yedirmekte, düşman kuvvetleri tasfiye
etmektedir. Liberallerin asıl saldırdığı husus, yirminci yüzyılda ezilenlerin,
emekçilerin güç ve kudret elde etme geleneğidir. Belirli sembollere, kişilere,
fikirlere kapatılan bu gelenek, liberalizme çok şey borçludur. Liberalizm
silâha karşıdır, çünkü ardında dağ gibi bir devlet durmaktadır. Dolayısıyla,
solda ve Kemalistlerde görülen, liberalleri emperyalizm uşaklığı ile eleştiren
anlayış, eksik ve yanlıştır. Bu anlayış, içteki yerleşik emperyalizme her daim
kördür. Liberalizme yönelik her salvo ve saldırı ile bu gerçek üzerindeki perde
daha da kalınlaştırılır.
Solun sınıf, ezilenler, kitle gibi kolektif bir ekseni
kalmadığından, liberallerin, Tarafçılığın imkânlarından istifade edilmeye
çalışılmıştır. Bu çizgi, Fethullah çatısı altında daha da uzatılmış, devlet bu
gerilimde yeniden örgütlenmeyi bilmiştir. Bugün bu liberal çizgi, sözde bir
IŞİD militanının Rus oligarklarının sahibi olduğu Independent gazetesi
aracılığıyla aktardığı sözlerine mağribî bir hücum gerçekleştirmektedir. Bunlar
bizi, IŞİD militanının “Arap diktatör” ifadesini kullandığına inandırmak
niyetindedir. ABD ve İngiltere’deki şirket medyasının, kendi emperyalist
devletlerinin pisliklerini halı altına süpürmek için kullanıldığı açıktır.
Belli ki gazete, ABD’deki bir devlet yetkilisiyle görüşmüş, haberin reklâmı
için IŞİD süsü verilmiştir.
Bu medyanın yerli versiyonları da Batılı üstatları
gibi herkesi Erdoğan alerjisine örgütlemek derdindedir. Bu puslu ortamda kimse,
“onca insan ekmeklerinden olurken, HDP neden açlık grevinde?” sorusunu
sormamaktadır. Devrim gerçeğinde, Rojava’da neden zorunlu askerlik uygulaması
olduğunu, bunun için bir Arap köyünün neden silâhlarla basılıp gençlerin
alındığını sorgulayana da rastlanmamaktadır. Gözüne ışık tutulmuş tavşana
dönüştürüldüğümüz bu koşullarda, perdeyi yırtmamız ve gerisine bakmamız
istenmemektedir. Mesela kimse, “ülke eyaletlerle yönetilsin” diyen eski
generalin cumhurbaşkanı danışmanı olmasına bakmamakta, onun sakalına küfretmek
salıverilmektedir. Perde gerisinde, gizli odalarda görüşülenler konusunda
herkes bilgisiz olmak ve bu konuda belirli bir memnuniyet içerisinde hareket
etmek zorundadır. Geriye sadece allı pullu cümleler ve sığ bir edebiyat
kalmaktadır.
Altan’daki kemalizmin bir gelenek olarak, sol
içerisinde kırılması mümkün değildir. Bir şirket CEO’su, bir paratoner ya da
başka kimliklerde karşımıza çıkan Erdoğan, özünde kemalizm için vardır. “Erdoğan
şahsında” yeniden format atılan, makyajlanan devlet, hürriyetin de eşitliğin de
kendisiyle mümkün olduğunu tüm zihinlere bir kez daha ezberletecektir. Kimsenin
“hürriyeti kendi sefil benlikleri için kullanmalarına” izin verilmeyecektir.
Sahilde denize girme, iş, mevki ve kimlik sahibi olma konusunda devlet, sahip
olduğu kudreti döne döne anımsatacaktır. Bugün hapse girenler, o kudret için
tekrar çıkartılacaktır. O vakit o kudrete karşı mücadele etmek tümüyle
imkânsızlaşacaktır. Ezilenlerin, sömürülenlerin kendi tarihsel güç imkânlarını
devlete peşkeş çekmek, büyük bir vebal, günah ve suçtur.
Eren Balkır
10 Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder