Patrona Halil Kıyamı’nda öne çıkan şiar, “şeriat
isteriz”dir. Bu şiar diridir ve hâlâ Batı’nın kibirli laisizmine bağlı olanları
rahatsız ediyor.
Özünde Patrona’daki şeriat, iktidardaki azınlığın
kendi özel hukukuna ve iktisadına itiraz eden bir adalet talebidir. Kendileri
için özel hukuk teşkil etmiş olanlara karşı ezilenler, müşterek olanın hukukuna
yaslanarak, adaletin kılıcını çekmişlerdir. O kılıç, az ve özel olduğunu
düşünen her kesimden insanı hâlâ korkutuyor.
* * *
Liberallerin ilk dönem Türkiye ile dertleri ve oradan kimi İslamî kesimlerle muhabbet kurmaları, Osmanlı devletinin Türkiye’ye kıyasla çok küçük bir mekanizmaya ve kadroya sahip olması, oluşan ticarî imkânlarla ilgilidir. Liberaller, Osmanlı’da kendilerini doğrulayan, haklı çıkartan özellikleri cımbızla ayıklıyorlar.
“Osmanlı pazarının daha renkli ve
daha özgürlükçü” olduğuna dair methiyeler düzenlerin, sonrasında “demokratik
özerklik, sosyalizme göre daha ileri bir kavramdır” demelerine şaşırmamak
gerekir. Herkes, Osmanlı’dan dilediğini almaktadır. Az olanların aralarındaki
tartışmalar, hükümsüzdür.
Belirli kesimlerse, Kemalizmi bizi Osmanlı’dan
koparttığı, uzaklaştırdığı, az olmamızı yaldızladığı için önemsiyorlar. Bunlar,
ne kadar “ben komünistim” deseler de özünde kemalisttirler. Burada hâkim olan
anlayış, CIA’e raporlar hazırlayan tarihçi Bernard Lewis’in “Türkler,
Osmanlı’dan bağımsızlıklarını elde eden son millettir” cümlesinde özetleniyor.
“Türk” dedikleri de Batı sahillerinde serpilen tefecilerden, kaçakçılardan,
kompradorlardan ve toprak ağalarından oluşan bir cemaattir, gerçek Türk’le
alakasızdır. Onların kendilerini çok gösterme çabalarına aldanmamak, sosyalizmi
bu yanılsama üzerine kurmamak gerekmektedir.
İslamî kesimlerde ise Patrona’daki İslam’a asla ve
kat’a rastlanmaz. İslamcılık, siyasal İslam, devrimci İslam, politik
Müslümanlık aranacaksa, Patrona ve bağlı olduğu adalet mücadelesi geleneğinde
aranmalıdır. Oysa azınlık iktidarının tahammül edebildiği “İslamcılık”, Osmanlı
saraylarındaki az sayıda ulemanın iktidar şakşakçılığından, zulmü meşrulaştıran
fetvalarından, zenginlerle kurulan ticarî ilişkilerden müteşekkildir.
Bu ülkede İslamcılık, adalet kılıcı kırıldığı ölçüde
varolma imkânı bulabilmiş, devlet koridorlarında beslenip büyütülmüştür.
İslamcılık karşıtlığı ise “beni de büyüt, ben de senin evladın değil miyim?”
yakarışından başka bir şey değildir.
O hâlde Batı’dan aşırılan “AKP İslamcı partidir”
laflarına takılmamak, bu yaklaşımı ciddiye almamak gerekir. Eğer cahil değilse,
Batı da AKP’nin İslamcı olmadığını bilmektedir. En genel hâliyle, batıcılık
çadırı içindeki tüm liberaller, Kemalistler ve sosyalistler, İslamcılığı AKP
çekmecesinin içine hapsetmek niyetindedirler. Bu hizmet, adalet kılıcının
tekrar dövülmesine mani olmak için verilmektedir.
Zira bu, kemalizmin maddi pratik niyetidir. Osmanlı
Türkiye’ye doğru büzülmüş, düne kadar padişahın damadı olmak isteyenler,
belirli bir görevle süreci yönetip yeni tesis edilecek devletin başına
geçmişlerdir. Bu anlamda Osmanlı’da düşman kabul edilen tüm unsurlar,
dinamikler, yeni cumhuriyete tevarüs etmişlerdir. Dolayısıyla “cumhuriyetçilik”
dedikleri, iktidardaki azınlığın gücünü koruma, meşrulaştırma ve yayma
ideolojisinden başka bir şey değildir.
* * *
Korkut Boratav’ın “Eski Türkiye” Düşmanlığı[1] isimli
yazısı, cumhuriyetçiliğin sosyalizm diye yutturulması imkânlarına dairdir.
Çünkü kısmen Sovyet yardımları, kısmen de halk dinamiklerini kontrol altına
alma ve seferber etmeyle alakalı “halkçı” dilden kaynaklı olarak, iktidardaki
azınlıkla bir gönül bağı kuruluyor, sosyalizm, özünde bir gönül işi olarak
takdim ediliyor.
Korkut Boratav, iktidarı kendisi gibi bir birey zannediyor,
onun da kendisi gibi “sosyalist” olabileceği günlerin hayalini kuruyor. Onda
sosyalizm, cumhuriyetçiliğin bir çıktısı, basit bir uzantısıdır. O, sosyalizmi
iktidardaki azınlık için kitle toparlamak olarak anlamaktadır.
Dolayısıyla, darbelerin ve bilhassa Atatürk’ün ölümü
sonrası girilen yolların şahsi gelişmeler olarak kodlanması, bunların içe
sızmış emperyalizmin oyunları olduğunun iddia edilmesi, Kemalistlere has bir
yanılsamadır ve onların kendilerini aklama yöntemidir.
Baştaki azınlık iktidarı, Osmanlı topraklarında
varolma, dolaşma imkânını emperyalistlerle kurulacak imkânlarda görmüştür.
Sovyetler’e karşı çekilen sette tuğla olmayı kabul eden de, içerideki
demokratları batıya “komünist” diye yutturmaya çalışan da, Osmanlı’dan miras
aldığı, gerçek manada adaletçi İslamî dinamikleri ezen de,
sömürülenlerin-mazlumların direncini kırmak isteyen de kendisidir. Mesele, özel
bazı kişilerle sınırlı ve onlara has değildir.
“Eski Türkiye” dedikleri, belirli kişilerin
kaprislerinden, tercihlerinden oluşmaz. Bu, bugün bazı kişilerde görülen basit
bir vehimden ibarettir. Emperyalizmin elinden tutup ayağa kalmak, bölgede caka
satmak, içerideki muhalif dinamikleri, ayaklanmaları ezmek, aynı azınlık
iktidarının hamleleridir.
Sosyalistler, liberaller ve İslamcı geçinenler, aynı
azınlık iktidarını temel eksen alarak siyaset yürütürler. Asıl sorun buradadır:
mazlum-sömürülen çoğunluğun siyaseti, azınlık iktidarına ölçü ve ölçek
kazandırmak, onu etlendirmek veya daha akıllı kılmak üzerine inşa edilemez.
* * *
Öte yandan Heval Taha’nın[2] Boratav’ı eleştirmesi,
hepimizi CHP-HDP oyununa mecbur etmesi de anlamsızdır. Taha, Boratav’ı PKK’yi
görmemekle, KDP üzerinden konuşmakla eleştiriyor. Oysa kendisi de TİP’in
ittifak yaptığı Kürtlerin KDP’liler olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Zira
TİP’in başındaki ekip, geçmişte Mendereslerle dergi çıkartmış, o muhalif
“demokrat” damarla ilişki kurmuş kişilerden oluşuyor. Bu anlamda, analoji
kuruluyorsa, ya PKK KDP çizgisine gelmiştir ya da TİP PKK’lileşmiştir!
Oysa bu tartışmalar, azınlık iktidarının yeni
kurgusuna dairdir. Taha ve bu tartışmayı kasıtlı bir dille haber yapan Oda
TV[3], sosyalistleri kendi hanesine yazma derdindedir. Bu da sosyalistlerin
önemli bir güç olmasıyla değil, onların gerekli kılıfı, perdeyi teşkil etme
becerisi ile ilgili bir gayrettir. Çoğunluğun azınlık iktidarı adına maniple
edilmesini, yönlendirilmesini kimse dert etmiyor. O iktidar kurgusu, bir
belkemiği olarak, ölçü ve ölçeği tayin ediyor, tüm ideolojileri kendi hizasına
çekiyor. Dolayısıyla, bu tür tartışmalar kenar süsü niteliğindedirler.
Aynı tartışmaya Erkan Baş[4], “Türkiye sosyalistleri
ile Kürt Hareketi'nin önceliklerinin her dönem ve her alanda çakışması mümkün
değildir” diye dâhil oluyor. Ölçüsünü ve ölçeğini azınlık iktidarının verdiği
bir alanda sosyalizmini yaldızlama derdinde olan Baş, “sosyalizm Kürt’ten
sorulur” diyenlere inceden kafa tutuyor, ama dönem gereği, ustasından öğrendiği
ikirciklilik yöntemiyle, arada derede laflar sıralıyor. Sonuçta da Baş, “iki
halk bölünüyor, aman yapmayın!” yaygarasını koparttığı yazısını “ilericilikte
birleşelim” diyerek bitiriyor. Aslında bu yaygaraya hiç gerek yok. Herkes, azınlık
iktidarının ilericiliğinde zaten birleşmiştir, birdir. Yaygaranın sebebi,
iktidar gibi, korku salıp kitleleri maniple etmek istenmesidir.
Bu tartışmada azınlık iktidarının çeşitli iktisadî
gerekçelerle belirli yönelimler içerisine girdiğinden bahis yoktur. “İyi” bir
iktisatçı olan Boratav, altmış darbesinin kazanımlarını göğe çıkartıyor,
nedense o dönemin iktisadî mecburiyetlerini geri plana atıyor. Sendikal
haklardaki gelişmeleri, örgütlenme imkânlarını, parlamenter mücadeledeki
kazanımları kendi hanesine yazarak, o iktisadî mecburiyetlerin teşkil ettiği
bir özne olduğunu da ikrar ediyor. Azınlık iktidarına böylelikle “bana ihtiyaç
duyarsanız, ben gene buradayım!” diyor.
Aynı şekilde, Heval Taha da seksenlerin başında
filizlenen “Marksist-Leninist program”a ne olduğu sorusunu hiç cevaplamıyor.
Erkan Baş’ın yazısında da “bağımsız sosyalist güç”, azınlık iktidarının
çıkarlarına göre mi oluşacak sorusunun cevabına rastlanmıyor.
* * *
Patrona’nın ağzından çıktığı biçimiyle, bu topraklarda
adalet, hürriyet ve eşitlik mücadelesine ait şiarlar, azınlık iktidarı eliyle
her daim susturulmak zorundadır. Dolayısıyla, o iktidarı eksen alan, siyasetini
ve ideolojisini onun üzerinden, ona göre kuran herkes, bu ezme faaliyetinin
ortağıdır.
“Rum, Ermeni, Yahudi zenginler olsaydı, daha batılı ve
daha güçlü olurduk” diyerek o azınlık iktidarı eleştirilemeyeceği gibi,
“Osmanlı’dan bizi kurtardı” diyerek o iktidara asker de olunamaz. O, ne
zenginlerden vazgeçmiştir ne de Osmanlı toprağından.
Gerilimler, tartışmalar bizi yanıltmasın: az olanlar,
çok görünmek için her zaman dışarıda emperyalizme, içeride kendisine çalışacak
askerlere ihtiyaç duyarlar. Mesele, Patrona’nın hareketine nefer olabilmek,
adalet sancağını yükseltmektir.
Eren Balkır
8 Eylül 2016
Dipnotlar:
[1] Korkut Boratav, “Eski Türkiye Düşmanlığı”, 28 Ağustos 2016, İleri.
[2] Heval Taha, “Kürtler Vardır Korkut Boratav”, 6
Eylül 2016, YÖP.
[3] “PKK’nın Hedefinde Hangi Sosyalist Aydın Var”, 7
Eylül 2016, OdaTV.
[4] Erkan Baş, “Korkut Boratav, Heval Taha ve OdaTV”,
8 Eylül 2016, İleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder