Küçük burjuvanın en önemli hastalığı, herkesin kendisi
gibi olduğunu düşünmesidir.
Kemal Erdem[1] böylesi bir hastalığın semptomudur. O,
Tayyip’i kendisi gibi, zeki ve akıllı zannediyor, onu bu şekilde takdim etme
ihtiyacı duyuyor. Buradan da Tayyip’le mücadele bağlamında, herkesi kendisine
râm etme gayreti içerisine giriyor. Tezini sağlama alması için 28 Şubat’ı, 2001
Krizi’ni, 27 Nisan’ı da Tayyip’in örgütlediğini söylemesi gerekiyor. Tayyip’in
bu kadar yüceltilmesi, Erdem gibilerin yüce varlığının görülebilmesi için şart.
Anti-tayyibizm, tutarsızdır. O, Tayyip Erdoğan’ı her
türlü sınıfsal, iktisadî, tarihsel ve toplumsal ilişkilerden bağımsız, ona
karşı çıkan bireyler gibi özel bir birey olarak görüyor. Dolayısıyla, buradan
Erdoğan, hem “diktatör” olarak takdim ediliyor, onun ülkeyi tek başına
yönettiği söyleniyor, hem de “bu darbeyle tam diktatörlüğe geçiş yapıldı”
deniliyor. Bu tarz yazılar, ancak Dursun Çiçek kılavuzluğunda yazılabilir.
Buradan da “Madem öyle, bu darbe tezgâh, kurgu, neden koşa koşa CHP’nin
manifestosunun altına imza atmaya gittiniz?” sorusu gündeme gelir.
Taksim Manifestosu’nun ilk cümlesinde, “15 Temmuz
darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı yapılmıştır” deniliyor. Bu anlamda
sol, CHP-AKP'nin iç içeliğinin, müesses nizam denilen Janus’un iki ayrı yüzü
olduğu gerçeğinin üzerindeki örtüdür.
Kemal Erdem’in “tezgâh, tiyatro” dediği darbe
girişimini, Erdem’in yazısını yayınlayan örgütün de katıldığı mitingin sahibi
CHP’nin ideolojik öncüleri Ayşenur Arslan ve İsmail Saymaz, “fazla şişinmeyin,
darbeyi biz durdurduk” diyor. Bu noktada özellikle Gezi’den beri Saymaz’ı gölge
içişleri bakanı olarak gören sol-sosyalistlerin bu darbeyi bu isimlerin
ardındaki güçlerde aramaları gerekiyor.
Devrimci sosyalistlerse, HBDH başlığı altında,
“sistemin en zayıf halkası Erdoğan. Bugünün acil görevi, Erdoğan’a
yüklenmektir” diyorlar. Darbe girişiminin ardındaki denklemin bu tespit
üzerinden de düşünülmesi icab ediyor. Söz konusu denkleme belirli güç
ilişkilerinin dolayımı olarak duhul etmenin bir anlamı bulunmuyor. O güç
ilişkilerinde belirli bir kudretle varolma imkânı Haziran kıyamında mündemiç
ise, onu tarumar edenlerin hangi güç ilişkilerine biat edildiğinin sorgulanması
zorunlu.
Dolayısıyla “Devrimci ODTÜ” adına kaleme alınan
bildiri, Akit ile yürütülen bir kayıkçı dövüşünün ürünü. Esas olarak
olan biteni internet karşısında izleyen bir kişinin sayıklamasından ibaret.
Yazan, ne sokakta var ne de hayatta. Her şeyi internet âleminden görüyor, anlam
dünyasını oradan teşkil ediyor. Bırakalım politikayı, bu bildirinin gerçeklik
açısından bir karşılığı yok. Derdi tasası, AKP karşıtı CHP’ci siyasete
eklemlenmek.
Oysa görülmeyen şu: CHP, bu milli iradenin ve devletin
parçası. “AKP’yi yıksın” diye umutla beklenen ordu, işte bu. Demek ki Kemal
Erdem gibi komplocu hezeyanlar kaleme almanın bir anlamı bulunmuyor.
Komplocu zihnin gerçekle ilişkisi kopuk. Bu kopukluk,
zorlama bağlarla giderilmeye çalışılıyor. Mülkiyet bilinci, aidiyet bilincini
kapı dışarı ediyor. Kemal Erdem, ait olduğu Batı dünyasından buradaki mülkiyet
bilincine ayar vermeye çalışıyor. Batı’yı “darbeyi eline yüzüne bulaştırmakla”
eleştiriyor, ondan daha batı olduğunu söylüyor, oradan da Erdoğan’ın batı
karşıtı, milli kahraman mitosuna katkı sunuyor. Bu mitos, CHP dolayımı ile
kemalizme bağlanıyor. Ak Parti merkezine bu yüzden Atatürk posteri asılıyor.
Ahmet Hakan, bu çizginin öncüsü olarak anayola işaret ediyor.
Esas olan, uydurma bağ kurmak değil, varolan bağları
görmek demek ki. Taksim Manifestosu’nun sekizinci maddesinde[2] Kılıçdaroğlu,
sosyalistlere de mesaj veriyor: “devleti ele geçirme anlayışından
vazgeçilmelidir.” Haziran Hareketi, o alana bu yüzden alınmıştır. Devletin
yeniden inşası, orta sınıfın hassasiyetine göre gerçekleşmelidir. Solun
ağzından çıkabilecek tek laf budur. Kılıçdaroğlu’nun mesajına Haziran Hareketi,
tam da bu sebeple şu olumlu karşılığı vermiştir: “AKP tarafından ilân edilen bu
savaşa verilecek en etkili yanıt, şiddeti yükseltmek değil, en geniş toplum
kesimlerini biraraya getirecek kitlesel, barışçıl, güçlü bir karşı duruşun
inşasıdır.”
Şiddeti yükseltmemeye yemin eden Haziran, etnik ve
mezhepsel eksende her kutuplaşmanın zararlı olduğunu etnisitelere ve
mezheplere, daha doğrusu Kürdlere ve Alevîlere söylüyor. Bu, yeni siyaset
sahnesinin emrettiği bir yönelimdir. Özetle Haziran, 28 Temmuz tarihli
bildirisinde, zahirde düşman olduğunu söylediği AKP iktidarına “şiddeti
yükseltmeyeceğine ve etnik-mezhepsel öfkeyi örgütlemeyeceğine, o öfkeden uzak
duracağına, gerektiğinde onu ezeceğine”, genel burjuva siyasetinin figüranı
olmaya devam edeceğine dair söz vermiştir.
Bu söz, AKP umacısı yaratılırken kullanılan kimi
ifadelerde karşılık buluyor. Erdal Kara’nın yazısında[3] İbrahim Karagül’e
vururken kullandığı şu ifade, bunun bir örneği: “15 yaşındaki gençler bile,
evet yanlış okumadınız, 15 yaşındaki gençler bile...” Bu cümle, cümledeki tuhaf
şaşkınlık ifadesi Dev-Lis’e edilmiş bir küfürdür. Bugün aksiyon değil,
reaksiyon ile siyasetlerini yürüteceklerine dair yemin etmiş olanlar, geçmişte
12 Eylül’de örgüt üyelerine “herkes başının çaresine baksın” talimatı vermekle
kendisini esasen lağv etmiş bir ekibin üyeleridir. Geçmişin sömürüsü, artık
manasızlaşmıştır. Geçmiş de bugünün güçlerince düzlenmek zorundadır.
Habertürk’te
Cemaat’in tartışıldığı programda (30.07.16) Prof. Dr. Hilmi Demir, İngiliz istihbarat
örgütü MI5’ın radikalizm raporuna atıfta bulunuyor ve bu raporla aynı fikirde
olduğunu söylüyor. Rapordaki aynı ifadeyi tekrarlayarak, “Sağduyulu, akli bir
din eğitimi verilmelidir” diyor. Cemaat operasyonu, toplum kadar tarihi de
kapsıyor. İslam içi muhalefet imkânlarının bastırılması için Cemaat, bir bahane
olarak kullanılıyor. Burjuva aydınlanmasının ve kemalizmin kendisini yeniden
ürettiği yer bu anlamda, AKP.
Dolayısıyla Ufuk Göllü’nün Taksim mitingine
katılanları, Mahir Çayan’a atıfla, “Kendi sağından medet umanlar” olarak
nitelemesinin bir anlamı yok. Zira Göllü’ye de Gezi’den beri sakızını çiğnediği
Cemaat’in kendisinin sağında mı yoksa solunda mı olduğu sorusunu sormak
mümkündür.
Haber, istihbarat, teori ve ideoloji kaynağının Cemaat
olduğu bu uzun momentte sol örgütlerin de hizaya çekildiğinin görülmesi gerekiyor.
Sol, siyaseti ve ideolojiyi bireyin lüks ayakkabısı içine hapsetmiş, birey
dışı, tarihsel-toplumsal olgu ve olaylara küfreder bir yere çekilmiştir. Dün
“hırsız” diye bağıranların, tek siyaseti bu olanların, bugün “burjuva
siyasetinin restorasyon sürecinin parçası olunmamalı” demesi, manasızdır. Sırf
nicelikçi bir yerden mitinge katılımını kılıflandıran da (bkz. Nuray Sancar[4])
aynı nicelikçi yerden tek merkez olarak Kürd’ü işaret eden, madalyonun iki yüzü
gibidir, aynı siyaset anlayışının iki farklı tezahürüdür.
Özetle, Mahir’in tespitinin manasına atıfla, sol ve
sağ oportünizm, özde aynıdır. Kurtuluş, özelleşmiş, tarihsizleşmiş,
halksızlaşmış, temelden ve mayadan mahrum kalmış, aklî, kalbî ve maddî
birikimimizi ezilenlerin mücadele tarihine, tarihî mücadelesine, o ateşe
atmaktadır.
Eren Balkır
30 Temmuz 2016
Dipnotlar:
[1] Kemal Erdem, “Erdoğan’ın Darbe Tezgâhı ve Siyasal İktidarın Tam Fethi”, 19
Temmuz 2016, Sendika.
[2] “Manifesto Nedir?”, 20 Eylül 2016, Sözcü.
[3] Erdal Kara, “Faşizmin Ayak Sesleri”, 26 Temmuz
2016, Siyasi
Haber.
[4] Nuray Sancar, “CHP Mitingine Katılmak”, 27 Temmuz
2016, Evrensel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder