Bir kısım solun uzun süredir beklediği
darbe, nihayet gerçekleşti. O da sol gibi, cüssesi iri, ama sesi tiz bir
şekilde cereyan etti.
İki klikten söz ediliyordu. Herkes, bir
biçimde, bu iki klikten birinin kuyruğuna yapıştı. Düzenin çarklarına ayar
verilirken, sol da o düzeneğin bir parçası olma muradını açıktan ortaya koydu.
AKP, Taksim Meydanı’na sol kitleleri
ücretsiz taşıdı. Bir sembol olarak Taksim, ana çarklardan biri olan CHP’ye
teslim edildi. Eskiden 1977 Taksim’inin, 1 Mayıs iradesinin arkasındaki örgütün
her şeyi CHP’ye teslim etmesinde olduğu gibi, bugün de onca yıl Taksim için
dökülen kan ve ter, CHP’nin malı kılındı.
TKP, ulaşımın ücretsiz[1] oluşundan
komünizm edebiyatı yapar hâle geldi. Birgün gazetesi ise eşit ücret
verileceği haberini “Finlandiya ve İsviçre’ye komünizm geliyor” şeklinde
sundu.[2] Herkes, nereye hizmet ettiğini gayet iyi biliyordu.
CHP’nin Taksim manifestosunda, ne ABD
ne Fethullah ne de devlet içi gerilimler vardı.
Sonrasında, eskiden “Saray’a çıkmam”
diyenler, koşa koşa gittiler, çağrılmayanlarsa “beni niye çağırmıyorsunuz?”
diye serzenişte bulundular. “Saray gladyosu”, “AKP diktatörlüğü” gibi tespitler
üzerine kurulan tüm siyaset çöktü. Bu lafları edenler, 15 Temmuz sonrası
Tayyip’in aczinden, çaresizliğinden dem vurmaya başladılar, darbe haberini
“enişte”den almasıyla dalga geçtiler. Bunca lafın ardında, Taksim’de o sarayın
savunulması gerçeği gizlenmeye çalışıldı.
Kışlık Saray’a yürüme hayalleri
kuranlar, AKP’nin kucağına koştular. Devlet, bizzat böyle emrediyordu.
Tutunulan yer, orasıydı. Gezi’deki tüm tutamakları kırıp atanlar, demek ki
bunun için yapmışlardı onca işi. Zira çarklar, dönmek zorundaydı.
Darbe girişiminin ilk saatlerinde CHP
kitlesinde bir heyecan açığa çıktı. Bazı komutanlar darbe karşıtı açıklamalar
yapınca, “bu darbeyi Tayyip tertiplemiş, her şey oyun” denmeye başlandı. Bu
fısıltıya son verme görevi Kemal Okuyan’a düştü.[3] Okuyan, komünist değil,
istihbaratçıya yakışır bir eda ile Tayyip’in uçakta Yunanistan’a iltica etmek
istediğini söyledi. Yani bu iş bir kurgu değil, ciddi ciddi bir darbe
girişimiydi. Çark-çekiç, hemen çark etti ve darbeye “dur” diyen askerlerin
yanına hizalandı.
Aylardır taşların yerinden oynadığı
söyleniyordu zaten. HDP ve CHP uzantısı sol örgütler, bu yönde değerlendirmeler
yapıyorlardı. Kimileri, Tayyip’in ABD tarafından istenmediğini söylüyor, onun
bugünkü “milli kahraman” olarak takdimine tanıklık eden şölen ateşine odun
taşıyorlardı. Askeri olmayanların siyaseti, giderek askerîleşmişti.
Bağzı “Marksistler” de yüksek siyaset
koltuklarından, darbe girişiminin “27 Mayıs darbesi” olduğunu, ordunun kılıç
attığını, herkesin darbe girişimini desteklemesi gerektiğini söyledi,
desteklemeyenleri “hain ve liberal” ilân etti.[4] Sonra da utanmadan, Tayyip
gibi “yanıldık” dediler. Eğer bu işin arkasında gerçekten Fethullah var ise ve
yazdığı mektupta dile geldiği biçimiyle, Fethullah hep batının uşağı
olagelmişse, bu “bağzı Marksizler” de batı uşağı idi. Onca aydınlanma ve
modernizm eleştirisi, sığ bir kemalizme bağlanıverdi. Herkese ilkesiz siyaset
önerenler, doksanlarda belirledikleri bir ilkeyi 15 Temmuz momentine
dayattılar. Sokaktaki halkı aşağılamak, gene onlara düştü.
Oysa kemalizm gibi teşkil edilecek bir
Marksizmin kimseye bir hayrı yoktu. ABD’nin adının geçmediği bir “muz
cumhuriyeti” tabirini herhangi bir tatil kasabasındaki CHP’li ihtiyarların
yüreğine sıcak gelecek şekilde kullanmak da karşılıksızdı. CHP kitlesine bu
şekilde girebileceğini düşünenler, o sızmayı neden yapmak istediklerini
sorgulamalılardı.
Zira AKP ve CHP, iç içeydi ve toplamda
mevcut devletin bileşeniydi. 15 Temmuz bunun tescil edildiği momentti, sadece
kendi zihinleriyle konuşan, sadece kendi bireyliğini tanıyan, onun dışındaki
her şeye kör bakanların anlamadığı buydu. O kör siyasetle aynı yatağa
girenlerin şaşı kalması, şaşırması, doğal bir sonuçtu.
Ergenekon döneminde “mecliste subay
görmek isterim” diyerek ordunun siyasetle ilişkisine destek sunan Kemal Okuyan
ise birden çark etti, etmeyenlerin başına çekiç savurdu. Son üç yıldır haber
kaynakları, ideolojisi, teorisi Fuat Avni kadar olan bu örgütler, siyaseti çark
etme becerisi olarak görüyorlardı anlaşılan.
Bugünse “darbe girişimi ABD’ye ait,
Tayyip’in üzerini çizdiler” diyorlar.[5] Neyi söylemesini istemişlerse onu
söylüyorlar. İşçi Partisi ile aynı yere savruluyorlar. Tek fark, onun siyasetin
kirine bulaşmamış bir solculuğun müdafisi olması. Yoksa hepsinin kitabında cin
olmadan adam çarpmak yazılı.
* * *
AKP’nin örtük ve gizli müttefikleri ile
CHP ve HDP’nin de rabıtası var. Milli konsensüs, bu rabıtanın eseri. Sol
siyaseti Fuat Avniciliğe indirgeyenler, hiçbir şey olmamış gibi bu konsensüse
duhul ettiler. AKP’ye devlet adına, devlet içre ve devlet için karşı çıktılar.
Yoksul halkın, ezilenlerin zerre önemi yoktu.
Ali’siz Alevilik, tam da Alevilerin
öfkelendiği bir momentte çıkartılmış bir kitapsa, bunların sınıfsız
sınıfçılığı, halksız halkçılığı da aynı işlevi görüyor. Her şey, devlet ve onun
bir başka biçimi olan demokrasi için nasılsa. Bu nedenle, AKP’deki İslam’sız
İslamcılığın yanına düşülmesinde bir gariplik yok.
Köksüzleştirme, tarihsizleştirme,
toplumsal zemini aşındırma, devletin kimi sol örgütler eliyle gerçekleştirdiği
bir işlem.
AKP kitlesinin camileri, salayı,
Kur’an’ı devreye sokuşunu anlamıyorlar. MİT ve Diyanet eliyle bu silâhın
kullanılmasından bağımsız olarak, şu söylenebilir: Namaz vakti dışında savaş
çağrısı olarak ezan okunması, çok eski bir gelenek. Sünni Müslümanlar camiye
örgütlüler.
Peki onca “Alevi” diyenler, geride
Aleviliğe dair ve içre, örgütlenecek ne bıraktılar? Alevileri korkutarak
kendilerine örgütleyebileceklerini sananlar, Aleviliğe ne kadar örgütlendiler?
Hangi örgütte politik tarihsel bir örgütlenmenin tezahürü olarak 12 hizmete ve
ceme dair bir iz var?
Fatih Yaşlı gibilerin piyasaya sunulma
sebebi burada. 1977 Taksim’inin arkasındaki irade, bu ülkenin kurucu iradesi
ile Sovyetler dolayımıyla ilişki kuran bir yapıydı. Sol siyaset, o dönemde
Sovyetler’den buraya doğru teşkil ediliyordu. Bugün sol siyaset, Sovyetler’le
anlaşma imzalamış kemalizmden batıya doğru teşkil ediliyor.
Artık sovyetçilik ve türevleri,
kemalizmle mayalanmışlar. Kuleli’ye, meclise, ticarethane olarak meslek
odalarına ve sendikalara örgütlenen solun dıştaki dinamikleri örgütlemesi,
onlara örgütlenmesi mümkün değil.
Dolayısıyla “Cumhuriyet 1923’te
‘dünya-tarihsel bir olay’ın, yani Ekim Devrimi’nin etkisinde kuruldu, Milli
Mücadele’nin seyrini Sovyetler Birliği ile kurulan ilişki belirledi, kuruluşa
sosyalizm damgasını vurdu” sözü, kötü ve cahilliğin ürünü olan bir ezberin
ürünü.[6] Bu cümleleri yazanlar, Mustafa Kemal’in resmi TKP’si kadar solculuk oynamaya
ahdetmiş kişiler. O partinin birinci ana maddesi, “parti dışında her türden
komünist faaliyetin yasaklanması”nı öngörüyor. Fatih Yaşlı da bu yasağa uyuyor
ve kemalizmin istediği kadar solculuk oynayacağını söylüyor, söz veriyor.
Gericiliği, AKP’yi bahane olarak kullanıyor.
Çünkü yazdığı gazetenin arkasındaki sol
örgütün bir nevi tetikçiliğini yapan “Deli Gaffar” isimli zat, “Kuleli, bizim
okulumuz. FETÖ'cüler tarafından ırzına geçildi ve şimdi öldürülüyor. Çok
üzgünüm” diyor.[7] Sosyalistlik ve devrimcilik, bugün Kuleli’ye ağıtlar
yakıyor.
* * *
Taksim’e çıkma onurunu yaşayan EMEP’in
lideri, kendi TV’sinde devletin dağıldığını söylüyor ve bunu dert ediniyor, söz
konusu gelişmeye üzülüyor. Diğer cenahtan Veysi Sarısözen[8] ise “Apo orada,
anlaşın, bu dağınıklığı çözün, Rojava’yı ülkeye katın, yoksa daha çok darbe
olur” diyor. AKP kanallarında “Kürtlere zulmeden bu darbecilermiş” laflarını
perçinleyecek yazılara yer veriliyor.
Alper Taş, “bu darbeciler, Kürtlerle
savaşanlar” tespitinde bulunuyor. Alp Altınörs[9] ise darbecilerin
Fethullahçılarla birlikte hareket ettiğini, Kürtlerle savaşı bunların
yürüttüğünü söylüyor. Maalesef herkes, her şeyi biliyor.
Fatih Yaşlı da resmi TKP’yi biliyor
olmalı. Ama derdi “az gelişmiş kapitalizm”i ilerletmek olduğu için, o yoksul
çocukları neden Müslümanların örgütlediğini anlayamıyor.[10] Ali Ağaoğlu’ndan
alınan parayla ödenen maaşını sorgulamıyor.
Yazı yazdığı gazeteyi çıkartan örgüt de
bir dönem anti-komünist olarak nitelendiriliyordu, çünkü komünizm, “Sovyetler”
demekti. Ama Sovyetler kalmayınca, her örgüt o kanaldan beslenmeye çalıştı.
Çark başağı öğüttüğü için bir grup devrimci, biraz da sınıfsal gerekçelerle,
itiraz geliştirmişti. Başak öğütüldü, kimileri için ekmeğe dönüştü, çark ise
yüksek siyasetin mecazı hâline geldi. Yüksek siyasetin tek dolayımı ise
kemalizmdi. Müslüman hareketin kontrol altına alınması, dışarıdaki her türlü
faaliyetin yasaklanması için nasıl ki AKP kurulmuşsa, bu milli mutabakat
içindeki partiler de aynı amaçla kurulmuşlardı.
Fatih Yaşlı, “günümüzün şeriatı
sosyalizmdir” sözünü bilir mi, bilmiyoruz. Onun anti-komünist cepheye kolayca
fırlatıp attığı Nurettin Topçu’nun sözü bu. Onun muhayyilesinde darbe girişimi
bir badire ve bu badireden kurtulmak için Sovyetler’le ilişki kurmuş kemalizmin
serin sularına çekilmek tek çözüm.
Köy Enstitüleri[11] övgüsünün
üzerindeki yaldız kazındığında, altta Sovyetler değil, Hitler Almanya’sı çıkar.
Bugün cemaatlere yönelik saldırı, bu geleneğin uzantısı. Dolayısıyla, Fatih
Yaşlı’nın yoksul çocukları eğitmek için kurulan kimi solcu dershanelerin nasıl
birer ticarethaneye dönüştüğünü, bu alana nasıl ihanet edildiğini sorgulaması
gerek. Ensar haberleri ile o alanda devletin örgütlenmesine nasıl destek
olduğunu görmesi gerek.
Yaşlı, hem “Türkiye hiç sosyal devlet
olmadı” demekte hem de herkesi sosyal devletçi kemalizmin önünde diz çökmeye
davet etmektedir. Bir tür solculuğun ve marksizmin, cılız, dağınık, güçsüzmüş
gibi gösterilen kemalizmi ikame etmesi yönünde hesaplar yapanlar, boşa kürek
çekmektedirler. Bu girişim, esasen çarkların dişlisi olma meselesinin örtbas
edilmesi girişiminden başka bir şey değildir. Temelde ikame işlemi için
Marksizmin kemalistleştirilmesi zorunludur. Kadrocular içimizdedir. Gizlenmek
istenen budur.
Bugün Gezi’den kaçıp Haziran
Hareketi’ni kuranlar, “nasıl ama, AKP’lileri Taksim’den kaçırttık, laiklik
maddesini nasıl soktuk manifestoya” diye kendilerine gaz veriyorlar. Oysa
AKP’liler, zaten CHP ile yürütülen pazarlık ve anlaşma süreci gereği
çekilmişlerdir. Bu çekilme, Haziran girsin diyedir. Düşmanın istediğini
yapıyorsan, asıl sende bir sorun vardır.
Saray’a koşa koşa gitmek isteyenlerde
de benzer bir sorunun olduğu görülmelidir. Sırrı Süreyya tekrar sahneye
çıktığına göre, müzakere süreci gene başlayacaktır, daha doğrusu, kaldığı
yerden devam edecektir. Zaten Sarısözen de “alın Rojava’yı, verin Apo’yu”
demektedir.
Halkevleri ise zaten fukara
mahallelerdeki tokileşme gibi süreçlerde arabulucu ve komisyoncu olarak
varolmayı devrimcilik zanneden bir yapıdır. Bu işlem, öğrencilik, meslek
grupları ve sendikalarda da yinelenmektedir. Örgütün herkesin nabzına göre
şerbet verdiği çağrısında[12] darbeye kerhen mani olan irade konuşmaktadır. O
irade, AKP eliyle kitleyi bireye bölmekte, siyasetin bireyin hukukî ve meslekî
varlığına kapanmasını istemektedir.
Halkevleri’nin ve benzerlerinin
demokrasi cephesi çağrıları, devrimci kitlelere değil, özel bireylere yönelik
bir çağrıdır. Özünde sadece AKP’ye odaklanmış tüm siyaset ve ideolojinin devlet
içi dinamikleri örtbas etme amaçlı olduğu görülmelidir. Tayyip ve AKP, bazen
kendi bazen de o devlet adına konuşmaktadır. Sola da eksik yanları tamamlamak
düşmektedir. Sol buna tavdır, tava gelmiştir.
* * *
Onca yıl, özellikle Gezi’den beri
seslenilen bireylerdeki mülk bilinci, bayrak ve memleket tasavvuru üzerinden
eşitlenmiştir. Çarşaflı kadınla başı açık kadının yan yana geldiği resme ağlamak,
bu eşitlenmenin yol açtığı bir duygudur.
AKP’li Hakan Arslanbenzer, “Her üç
generalden biri hapiste. Durum o kadar vahim. Memleketimizde esir olacaktık”
demektedir. Öz vatanında parya olanlar, kıpırdamadıkları için zincirlerin de
farkında değildirler. Darbe karşıtı eylemlere katılanlar, cılız da olsa “biz
demokrasi için mücadele etmedik ki!” diyerek, bu yöndeki tespitleri
eleştirmektedirler. Bu eleştiri, bastırılmak zorundadır. AKP, biraz da 18 Ekim
1920’de kurulan resmi TKP üzerinden anlaşılmalıdır.
Bugün devlet yanında olan da devletle
eşdüzlemde ama karşısında olan da aynı şeyi söylemektedir. Aslolan, altta
rüşeym hâlinde varolan “ezilenlerin iktidarı” ölçüsüyle meselelere
bakabilmektir. Bayrağımızın rengi, üzerindeki tarih, unutulmamalıdır.
Dipnotlar:
[1] Akif Akalın, “Liberal İdeolojinin Ücretsiz Ulaşımla İmtihanı”, 25 Temmuz
2016, Sol.
[2] “Finlandiya ve İsviçre Komünizme
Geçiyor,” 27 Aralık 2015, Birgün.
[3] “Erdoğan Bu Yapıda Kimseye
Güvenemez”, 17 Temmuz 2016, Sol.
[4] Metin Kayaoğlu, “Türkiye Bir Muz
Cumhuriyetidir”,TP.
[5] Kemal Okuyan, “Bir Kez Daha Darbe”,
25 Temmuz 2016, Sol.
[6] Fatih Yaşlı, “Cumhuriyet’in
Trajedisinde Son Perde: 15 Temmuz”, 24 Temmuz 2016, Toplumsol.
[7] Gaffar Yakınca, Twitter.
[8] Veysi Sarısözen, “Bir Başkadır
Benim Memleketim”, Özgür Gündem.
[9] Alp Altınörs, “Darbeler Sarmalından
Çıkış”, Özgür Gündem.
[10] Fatih Yaşlı, “Anti-komünizmden 15
Temmuz’a”, 27 Temmuz 2016, Toplumsol.
[11] Tamer Çilingir, “Asimilasyoncu Köy
Enstitüleri ve Sol Tutum”, Devrimci Karadeniz.
[12] “Ziyaret, Halkevleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder