Pages

10 Mayıs 2016

Kendine

Marksist yazında “kendinde sınıf-kendisi için sınıf” ayrımı var. Kendinde sınıfı, “kendine Müslüman”a atıfla, “kendine sınıf” olarak tercüme ve tefsir etmek mümkün mü?

Bugünlerde 10 Ekim’de katledilen bir isimle ilgili yazı dolanıyor sosyal âlemde. “Kendi komünizmini yaşıyordu” diyor yazı.[1] “Kendi komünizmi”?

Eskiden “sınıf”, “işçi” kelimelerinin geçtiği yerlere, kadın, Kürd, LGBT, doğa kelimelerini ikame etmek, bir geri çekilme biçimi aslında. 

Kendine Müslüman’ların muktedir olduğu koşullar, kendine uygun muhalifini de üretiyor demek ki.

Misal, Haziran Hareketi’nin muhayyel vaizi Abdûlgaffar el Hayatî buyurmuş ki “Devlet, devrimle yıkılabilecek bir kurum değil, insanlar arasındaki bir ilişki tarzıdır. Yaşanacak bir hayat vardır.”[2]

Yani özünde “başınıza iş açmayın, hayatınızı yaşayın, devletin tesis edildiği yerlerden uzak durun, başınız rahat, gönlünüz ferah olsun” deniliyor.

Politik iddialarından vazgeçmiş Müslümanlığa, politik iddialarından vazgeçmiş kolektif kimlikler ve sınıflar denk düşüyor. Geriye ayak oyunları, kurda kurtluk, puşta puştluk kalıyor.

“Kendine Müslüman” lafı, bu toplumda bir eleştiriyi içeriyordu. İslam’ın paylaşımı, kardeşliği, ortaklaşmayı vazettiği gerçeğine yönelik bir atıftı. Ne yapılıyorsa başkasını düşünerek yapılmasını, hangi adım atılıyorsa başkasıyla atmayı emrediyordu. Bugün sol da sağ da bu yaşananın “gerçek İslam”, “İslam’ın tek gerçeği” olduğunu söylüyor. Kendiliğindenlik hâlleri, bu şekilde temellük ediliyor. Solda “ben her türlü küçük burjuvalığı, burjuva özentiliğini yapayım, şefimin emriyle bir eyleme gider arınırım, sosyalistmiş gibi görünür, huzuru bulurum” anlayışı var. Kendine Müslüman da aynı şekilde, “her türlü küfre ortak olayım, müşrik, münafık gibi yaşayayım, imamdır, şeyhtir, partili bir abimdir, biri üfler, dua eder, arınırım” diye düşünüyor.

Politik iddiaların terk edilmesi, politik olanın, kolektif kavganın örsünde dövülmüş olanın çözülmesi ile mümkün. Bugün “1 Kasım Seçimi’nde Tel Aviv’i mi yoksa Gazze’yi mi sevindirmek istiyorsunuz?” diye tvit döşenenler ne yapıyor acaba? Çözülmenin iplik uçları onlar değil mi?

Belki de kendine Kürd ile kendine Müslüman’ın dizildiği kervana bir de kendine sosyalist eklenmeliydi. Artık bu sosyalistler, “AKP-Erdoğan, düşmanın en zayıf noktası, tahkimat oraya yapılmalı” diyorlar. Herkesi birliğe, dükkânlarını terk etmeye çağırıyorlar, ama yazılarını kendi isimlerini anarak bitiriyorlar. Güvensizlik yüklü cümleler kuruyorlar. Bu taraf dağılmasın diye karşı taraf daha da zayıf gösteriliyor, “İlerle!” diye haykırılıyor.

Sartre ise “Geliştirmekten hiç vazgeçmediğim düşünce, bir insanın neticede onu o insan yapan şeylerden daima sorumlu olduğudur.” diyor.[3] Devamında da Varlık ve Hiçlik’in küçük burjuva entelektüelinin izlerini sürdüğünü söylüyor. O hâlde Sartre’ın insan dediği şey, o küçük burjuva entelektüelden başkası değil.

Bu İnsan üzerine inşa edilmiş bir “gençlik” ve “devrimci” tasarımı var, bunlar “kendine bir şey…” olabiliyorlar sadece. Geri çekilme, bu hâl üzre tamama eriyor. Birey namlu gibi sivriliyor, doğrultuluyor, özne oluyor. Sadece kendisini düşünmeye mahkûm. Sorumluluk, yalnızca kendi sınırlarıyla tanımlı. Ötesi gerçek dışı, karanlık. Aydınlığın neferi o.

Az olmak zorunda. Zaten az. Azlığına güzelleme yapmaya mecbur. Kendine yönelmesinin, kapanmasının sebebi burada. Düşman, az olmayı bir kibir, methiye sebebi kıldıkça başarılı. Yanımıza tabure atıp sohbete katacağımız insanımız, o sohbete mekân olacak masalarımız yok. Halay da marş da gerilik. Eski zamanların andacı.

Ortada bir yük var ve onun kaldırılması lazım. Maddesini anlamak-anlatmak gerek. Düşmanın en zayıf yerine saldırmak, askerî strateji metinleriyle haşır neşir olanlar için bir zorunluluk. Politik olanın askerî olana tabi kılınıp kılınmayacağı, uzun yılların tartışması. Kitle hareketleri içerisinde bir yok olma, intihar eğilimi mündemiç. Tartışmanın buradan ele alınması gerek.

“İktidarı alma!” diyen için işler kolay. “İktidarı alalım da bunu kendimize göre alalım” diyen için de. O kişi, kendi kaldıracağı kadarlık bir yükü tarif edecek, gösterecektir. Kaldıraç kendisidir çünkü. Başkalarıyla ortaklaşa bir yükün altına girme gereği duymayacaktır. Tanımladığı yük, kendisi kadardır. Kendi kaldırabileceği ölçüdedir. O ölçü dışındaki her şey karanlıktadır. Karanlığın perdesi kendi’liğimizdir. Onu temellük etme biçimimizdir.

Eren Balkır
10 Mayıs 2016

Dipnotlar:
[1] Hakkı Özdal, “Kendi Komünizmini Yaşardı”, 9 Mayıs 2016, T24.

[2] Murat Bjeduğ, “Deleuze Üzerine”, 9 Mayıs 2016, T24.

[3] Sartre’la Söyleşi, “Sartre ile Sartre Hakkında”, Perry Anderson, 1969, Cafrande.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder