İletişim, gazetecilik bölümlerinde bunun adı nedir, bilmiyorum ama “28 Şubat sürecinde rol almış üst düzey bir bürokrat, SoL’un sorularını yanıtladı” spotuyla verilen haber, düzmece ve kurgudur. Bu, muhtemelen ihtisası bu alanda olan ve belki de hep bürokrat olmak isteyen Kemal Okuyan’ın masa başında yazdığı bir yazıdır.[1]
Asıl sorulması gerekense şudur: Bu yazı bugün neden yazıldı?
28
Şubat sürecini alenen sahiplendiğini gösteren bu sol ekip, o günlerde de güya
Fethullahçıların örgütlenme şemasını içeren bir defter bulduklarını iddia
ediyorlardı. Evrensel’in Nasrallah röportajı ve onun “Deniz Gezmiş’i
tanırım” dediğinin iddia edilmesi türünden haberler, maalesef solun artık
alışkanlık hâline getirdiği bir pratik. Gerçekle ilişki koptukça insan, vehmin,
hayalin esiri oluyor demek ki.
Yazıya
dönelim… Örgütünün dönem değerlendirmesini daha okunulur ve cazip kılmak, o
değerlendirmeye resmiyet kazandırmak için böyle bir yöntem seçilmiş anlaşılan.
Ama bu, bir yanıyla nereye seslenildiğinin, gericilikle mücadelenin nerelere
bağlandığının da bir alameti.
Hayali
bürokratımız, şöyle diyor örneğin: “28 Şubat Kemalist bürokrasinin son
hareketiydi.” Oysa biliyoruz ki bu darbe, sermayenin ve İsrail’in çeşitli noktalarında yer
aldığı bir girişimdi. Bizzat Ertuğrul Özkök, o süreçte cepten 200
milyon dolar harcadığını söylüyordu TV kanallarında. Okuyan’a göre Özkök bu
harekâtın parçasıydı ve kendisine yoldaştı.
Bugüne
yalan söylemek için gerçeğin çarpıtılması şart tabii. O günkü 28 Şubat’ın
bugünün gericilikle mücadelesine bağlanması lazım. Yazı da öyle bitiyor zaten.
Bu nedenle emekçi halkın, -kimse onlar?- o darbede saf, temiz Kemalistler
olduğuna ikna edilmesi gerek. Bu işi de KP üstlenmiş görünüyor. Çevik Bir hamle
doğrusu!
Sonra
hayalî bürokratımız ayrıma gidiyor, Kemalizmi arındırmak adına. “Halk
Kemalizmi-devlet Kemalizmi”. Solcular, sosyalistler, devlete ancak bu şekilde
ikna edilebiliyor.
Bu
ayrımı ilk kez sokakta Türk Solu dergisi satan gençlerden duymuş biri
olarak, işkilleniyorum tabiatıyla. Burada tersten, zorlama bir işlem yapılıyor:
CHP boşa düşürülmeye, saf, temiz Kemalizmin ancak “komünistlik”le tanımlı
olduğu konusunda birileri ikna edilmeye çalışılıyor. Saf, temiz, ari bir
kavramla maddî kitleleri harekete geçireceklerini sanıyorlar, buna da üstelik
“materyalizm” diyorlar. “Atatürk iyiydi, çevresi kötüydü” iddiasına yaslanan bu
yönelim, boşa kürek sallıyor. Dönüşmemiş bir kitleyi düşmandan ödünç alınca yol
alınılacak zannediliyor.
Arındırma,
temizlik işlemi “Türk-İslam partisi” denilerek ve Kemalizm bunun karşısına
çıkartılarak yapılıyor. Oysa bu ülkenin Kürdü, Ermenisi, Alevisi Türk-İslam
partisinin kurucusunun ve icracısının kimler olduğunu iyi biliyor. “Onlar
Kemalist değildi” diyerek, bir şeyler aklanmış olmuyor. “Ak Parti o cenahın
partisiyse, biz de CHP’nin akı olalım” deyince yol alınmıyor. Mesele, “AKP’nin
solu” olmaya direnmekte.
Arındırma,
aklama işlemi, Diyanet tespiti ile birlikte devam ediyor. Muhayyel
bürokratımız, “MEB ve Diyanet’in devletin ideolojik aygıtı” olduğunu söylüyor.
Ama aynı bürokratın “eski” yoldaşı Kurtuluş Kılıçer, Alevilere 2010’da şunları
söylüyor:
“Diyanet, Osmanlı’dan
kalan gerici yapıları kontrol etmek için kurulmuştur. Alevilerin bugün ne
önerdiklerine bir de bu gözle bakmaları gerekir.”[2]
Yani
Alevilere devletin ideolojik aygıtını sahiplenmeyi bu ülkenin komünistleri
telkin ediyor. Osmanlı’nın devletini, bürokrasisini sürdürenlerin “geçmişten
koptuk, siz de kopun” yalanını güncelliyorlar. Böylelikle Osmanlı devletine
karşı isyan geleneği de kopartılmış, o bürokratların uhdesine teslim edilmiş
oluyor. Onların yerini alınca o gelenek de devam etmiş olmuyor. AKP, bunun en
sefil biçimini ifa ediyor.
Okurların
bu düzmece haberle bir şeylere ikna edilmek istendiği açık. Her şeyden önce
söylenen şu: “Kemalizm bizim temelimizdir, o kirletilmiştir, artık biz varız.”
Ama buradaki “biz”, yoksulla, emekçiyle, ezilenle değil, bürokrat’la kuruluyor.
Hayata o kafayla bakılıyor. Yani basın organlarında başına poşu ya da başörtüsü
takınca o kitlelerle ilişki kurulmuş olmuyor. Bu yazı da anonim, hayali
bürokratla konuşma üzerine kurulu güya, ama esasında örgütün
bürokratlaştığını ve devletin ideolojik aygıtına dönüştüğünü ifşa ediyor.
İfşaat,
“devlet Kemalizm’i terk etmiştir” cümlesinde yankılanıyor. Kraldan fazla kralcı
olan bu tavır, Perinçek’e göre konum almayı siyaset yapmak zannetmekle de
alakalı. Bu ekip, Perinçek’in soluna oturma derdinde. Fethullah’ın soluna ya da
Perinçek’in soluna oturmak arasında fark yok; zira mesele, halkın kavgasında,
onun yanında olmakta.
Olmayınca,
bunların eski ağabeyleri, üstatları gibi, 12 Eylül öncesi gelen darbe konusunda
“sağcı-faşist değil, Kemalist darbe, bize dokunmazlar, alkışlayalım” denilir.
Bugün AKP üzerinden işleyen darbe buradan alkışlanır. Omuz verilir. Devlet
Kemalizm’i terk etmedi. Onun menzilini ve ufkunu başka araçlarla genişletme
yoluna gitti. Çünkü Rahmi Koç, “hem Batılı hem Ortadoğulu olmalıyız. Ortadoğu
pazarına açılmalıyız” emrini ta seksenlerin başında vermişti.
Halkın
kavgasında, onun yanında olunmayınca siyaset, üç-beş özel insanın devlet ve
demokrasi noktasında özel yer kapma yarışı olarak görülür. Görünmek esas mesele
hâline gelir. Koca koca örgütlerin şefleri, medyada görünür olmak için bu
yüzden gazeteci etiketi edinir. Bu nedenle düzmece haberler yapılır. Halkın
kavgası, yerin bir karış altında olduğu için, kıymetsizdir. Perinçek gibi
kendisini Yargıtay üyesi bazen paşa, bu tip adamlar gibi bazen de bürokrat, DPT
başkanı vs. zannedilir. “Bal” deyince ağız tatlanmıyorsa, devletten biri
olduğunu zannedince de siyaset yapılmış olunmaz. Ama siyaset, sadece devlete ve
burjuvaziye aitmiş, sadece onlar yapabilirmiş anlayışı, bu sayede pekiştirilir.
Özellikle
sosyal medya alanında solun maalesef hali pürmelâli bu şekildedir. Sosyal
medya, halkın kavgasından uzaklığın bahanesi, kılıfı, zırhıdır. Bir şeyler
yapıyormuş gibi görünme imkânıdır. Artık sanki fotoğraf “çekinmek” için eylem
yapılıyor gibidir. Poz kesmek, hesap kesmenin yerini almıştır.
Koç’tan
medet uman, liberalizme de göz kırpan hayalî bürokratlarımız, bu solu yönettiği
sürece halkın kavgası tutsaktır.
Bürokratımız,
“Genelkurmay ile Koç’un arası çok kuvvetlidir ama savaş, orduyu Erdoğan’ın
arkasına itiyor” derken orduyu aklamaktadır. Kemal Okuyan, muhtemelen partisi
adına açıktan söyleyemediklerini bu bürokrata söyletmektedir.
Onun
laikliğinin gizli bir Kürd düşmanlığı barındırdığı açıktır. Ona göre ordu
sütten çıkmış ak kaşıktır, Erdoğan’ın savaş arzusu, ne yazık ki onu Koç’tan
uzaklaştırmaktadır. Demek ki Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi de bu yüzden
kurulmuştur.[3] Söz konusu yanlış anlamayı düzeltmek, orduyu temize çıkartmak
ve Kemalist kurguya AKP koşullarında halel getirmemek içindir.
Büyük
laflar edip küçük işler yapanlardan da, küçük laflar edip büyük işlere
soyunanlardan da işkillenmek elzemdir. Sözünü ve eylemini halkın kavgasında
dövmeyen, düşmana teslim olmanın fırsatını kolluyordur.
Kaypakkaya’nın
ölümünden sonra yoldaşları bir broşür yayınlar. Broşürde Perinçek’in ve
Kaypakkaya’nın 12 Mart savunmaları birlikte verilmektedir. Orada bir not
düşülür. Mealen şu söylenmektedir: “Perinçek’in babası başsavcı ve AP’lidir, o,
babasının yolundan gitmiş, hep buradan yürütmüştür siyasetini.” Kaypakkaya ise
halkın evladı, onun kavgasının neferidir. Ölçüyü bürokratlıktan, başsavcılıktan
çekenlerin akıbeti bellidir.
Eren Balkır
8
Mayıs 2016
Dipnotlar:
[1] “SoL’dan Çok Tartışılacak Röportaj”, 9 Mayıs 2015, Sol.
[2]
“Alevilerin Dünü, Bugünü ve Yarını Tartışıldı”, 23 Aralık 2010, Sol.
[3]
Eren Balkır, “GKAH”, 28 Şubat 2016, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder