Birikim dergisi
patronu Ömer Laçiner, “Erdoğan, Türkiye toplumunun vasatına oynuyor.” demiş.
Doğrudur, Erdoğan ve AKP, zaten bu becerisi sayesinde Birikim dergisini
de kendisine örgütleyebilmiştir. Muhsin Kızılkaya’nın “beni AKP’ye Birikim
dergisi örgütledi” lafı anımsanmalıdır. Birikim, sosyalist hareketin
vasatını tayin etsin diye örgütlenmiştir. Arkasında doğuya ve oranın kavgasına
ait olma iradesini tasfiye etme girişimi vardır. AKP’yle buluştuğu kavşak, Batı
uşaklığıdır.
Türkiye’deki her darbenin sol siyasette bir izdüşümü
vardır. Birikim, 12 Mart’ın izdüşümüdür. Batı’ya ve Batı’yla kurulmuş
devlet-sermaye ilişkileri ölçütünde fazla ileri gitmiş olan devrimci gençlerin
pratiği, vasata çekilmek zorundadır. Birikim, bu tasfiye işlemini
Fransa’dan ithal kişi ve kuramlarla gerçekleştirmenin adıdır. Arkasında bir de
bu ülkenin kuruluşundaki ana güç olan İngiliz parmağı da aranmalıdır.
12 Mart’ın politik açıdan örgütlediği kesimse
Aydınlıkçılardır. 12 Eylül’ün izdüşümünü TKP bileşenlerinde görmek mümkündür.
Altmış darbesi ise en çok Aybar çizgisinde karşılık bulur. Aydınlık’ın da
arkasında İngiliz parmağı aranmalıdır.
Erdoğan, 12 Eylül’ün ancak Fethullahçılar üzerinden
başarabildiği “muhbir vatandaş” pratiğini kurumsallaştırmıştır. MİT içindeki
CHP’lilerin eliyle sızdırılan bilgileri gazetesinde “Bilinmeyen Sol” başlığı
ile yayınlayan Aydınlıkçıların bugün AKP ile yan yana geldiği hiza, 12
Eylül’dür.
Hizanın paraleli de vardır. Bu da büyük ölçüde 28
Şubat hattıdır. O gün SİP ve Dev-Yolcuların kaymak tabakası, kitle örgütleri
üzerinden 28 Şubat hattına hizalanmıştır. Demek ki Erdoğan’ın muhtarlar
toplantısı ile bu iki kesimin muhbirliği yan yanadır, aynı salıncağı
sallamaktadır.
Bu açıdan, Fatih Yaşlı’nı[2] Zaman gazetesi
önünde, yerlerde sürüklenen, dayak yiyen kadınları “aşağılık varlıklar” olarak
gördüğü için o yazıyı yazdığı açıktır. Geçmişte Kemalistler dayak yerken,
“yesinler birbirlerini” demeyen bu eşhas, bağlı olduğu istihbarat ağına, koluna
sürekli mesajlar verip durmakta, safını belirginleştirmektedir. Yaşlı gibiler
her fırsatta sahiplerine rapor vermeye, işmar etmeye, selam durmaya
mecburdurlar.
Birgün, SoL
gibi yapılarla Erdoğan’ın muhtarlar toplantısı arasında fark yoktur. Her ikisi
de İkinci Dünya Savaşı’nda Vietnamlıların evlerini ateşe vermekte kullanılan
çakmakların hediye edildiği kesimdir. Muhtar çakmağıdır. (Bu sol çevrelerin ana
istihbarat kaynağı, önemli ölçüde Zaman ve çevresi olduğuna göre, kayyım
sonrası Birgün ve SoL’un yarın bir gün “Erdoğan dünya lideri”
manşeti ile çıkma ihtimali de mevcut!)
Dolayısıyla, Ayrıntı kanalıyla, Agamben’in
ağzından[3], “Her yurttaş potansiyel bir teröristtir. Fakat böylesi bir ilkeyle
yönetilen bir Devlet nedir? Onu hâlâ demokratik bir devlet olarak
tanımlayabilir miyiz?” demenin bir anlamı yoktur. Zira Birgün, SoL
vs. sosyalizm propagandasını bir kenara bırakmış, cümle taraftarını devlete
bağlı birer muhbire dönüştürmüştür. Artık bu solcular, okul önlerinde, kurum
kapılarında, toplantılarda İslamcı, şeriatçı, gerici avına çıkmıştır. 28 Şubat
ve Batı Çalışma Grubu, onlar üzerinden, yeniden örgütlenmektedir.
Charlie Hebdo’da
öldürülen karikatüristlere üzülmemelerinin, o olayın yağını çıkartıp
ekmeklerine sürmek istemelerinin, şarli ebdo olmalarının sebebi de buradadır.
Dolayısıyla, Hollande’ın Suudi prensine onur nişanı vermesine şaşırmamaları
gerekir.[4] Aslında bu haber, “o onur nişanını neden bize vermiyorsunuz da o
gericiye veriyorsunuz?” şaşkınlığına dairdir. Efendilerine yalvarma yöntemidir.
Birgün’ün, Fransız devletinin Hebdo ve diğer olaylar üzerinden, “her
yurttaşını terörist” görmesi, ülkeyi demir yumrukla yönetmesi, iç güvenlik
yasaları çıkartması, Müslümanları ve göçmenleri terörize etmesi, umurunda
değildir. O ve yoldaşları, Fransız devleti dolayımı ile kendi devletinin
safındadır. Her zaman da öyle olmuştur.
Aynı çizginin parçası olan Halkevleri’nin kısa süre
önce kurum-dernek statüsünü tekrar elde etmesine şaşırmamak gerekir. Birikim
gibi çalışmalar üzerinden bu geleneğin teorik-politik aklı, iğdiş edilmiştir.
Dolayısıyla, bu statünün neden bugün verildiğini sorgulayacak ferasetten
yoksundur. Yıllardır bu coğrafyadan kaçıp Latin Amerika’ya sığınırken istismar
ettikleri James Petras’ın adını ağızlarına artık almamaları da bu yoksunlukla
alakalıdır.
James Petras[5] yazısında, Latin Amerika’da solcu
hükümetlerin neden başarısız olduklarına değinmektedir. “21. Yüzyıl Sosyalizmi”
söyleminin ardındaki maden-tarım sektörü faaliyetlerinden, çokuluslu
şirketlerle yapılan anlaşmalardan, yolsuzluktan, yoksulların tahkir
edildiğinden, hor görüldüğünden bahsetmektedir. Belirli bir kesimin emtia canlılığı,
para girişi ile zengin olduğunu, bu kesimin “Eşitlik” sloganını gerici bulmaya
başladığını ve güvenlik meselesini en önemli başlık kabul ettiğini
söylemektedir. Petras’ın dilinden dökülen, liberalizme kul-köle edilmiş 21.
Yüzyıl solculuğunun hâl-i pürmelalidir.
Eğer neoliberalizmde çalışmanın kendisi bile lüks ve
imtiyaz hâline geliyorsa, “çalışmamak özgürlüktür, çalışmayın” diyen bir teori,
misal Otonomculuk, hemen piyasaya sürülecektir. Otonom, Koordinasyoncuların,
Koordinasyonculuk Dev-Yol’un semeresidir. Çalışmaya mecbur yoksullara tepeden
bakanlar da bu teoriyi hemen içselleştireceklerdir. Bir inşaatta yaşanan
cinayet sonrası ölen arkadaşı için bağırıp çağıran işçiye böylesi bir solcu,
“çalışma o zaman!” diye bağırabilmektedir. O işçi ise iki çocuğu olduğundan,
gece-gündüz çalışması gerektiğinden bahsetmektedir. Petras’ın soldaki
başarısızlığın altında gördüğü, işte bu kibirdir. O kibir, “gereksiz nüfus”, “artık
kitle” laflarının dillendirildiği dönemde kendisini kendi aynasında “devrimci”
görmektedir.
Demek ki son yirmi yıldır “21. yüzyıl sosyalizmi”nden,
Latin Amerika örneklerinden bahsedip duranlar, dinsiz ve milletsiz bir ütopyayı
allayıp pullayanlar, çokuluslu şirketlerin yerel ajanlarıdırlar. O nedenle, bir
inşaat kazasında ölen genç, emekçi değil, özel bir örgütün özel üyesi olduğu
için değer görebilmektedir. Oysa tam tersi olabilmelidir. Kaldıraç, kendi
yoldaşını anabilmekte, ama ölen, katledilen işçiyi önemsemediğini ortaya
koymaktadır. Halk, işçi sınıfı, ezilenler tali; örgütlü bireysel varoluş asli
ve yücedir. Bu kibir, altüst edilmelidir.
Belirli mesleklere ve imkânlara sahip kesimlere
seslenilmesinin, onların şeriat ve Kürd gibi güvenliği tehdit edici unsurlara
karşı örgütlenmesinin sebebi buradadır. DSİP’in “Demirtaş’a sahip çıkalım”
kampanyası ve sivil siyaset gezintileri de burayla alakalıdır. Cem-i cümlesi,
eşitliğin, adaletin gerici, Sorosçu özgürlüğün ilerici olduğunu söyleyen
ideolojik salgıyla kuşatılmıştır. Varlığını yoksulla, işçiyle değil, aldığı
destekler ve fonlarla tanımlı kılanlardan da başka bir şey beklenmemelidir.
AKP, soldaki yoksula, mazluma dönük kibrin
güncellenmesi için sadece basit bir bahaneden ibarettir. Petras, hükümet
işlerinde yükselen eski solcuların sınıf atlama yanılsamasıyla yoksul halktan
uzaklaştıklarından, ideolojilerini terk ettiklerinden, başlarındaki
siyasetçileri “modernleştirici” liderler olarak gördüklerinden, yoksulların da
bu kibirden uzaklaştıklarından bahsetmektedir. AKP dolayımı ile devlet içre bir
hatta hizalanan sol da yükseldiğini zannetmekte, ideolojisini terk etmekte,
AKP’ye son verme ihtimali bulunan güçlere “modernleştirici” payesi
bahşetmektedir.
Uzun zamandır “Kobanê Devrimi”nden söz edenler, oraya
inşa edildiği söylenen ABD üssüne[6] bu yüzden tek laf etmemektedirler. Latin
Amerika neyse Ortadoğu da odur. Kıyameti zorlayan kimi kesimler gibi bazı
solcular da darbeyi zorlamaktadırlar. Darbe, solun sihirli değneği, tek kurtuluş
yoludur artık.
Oysa bir tür darbe AKP üzerinden devinmekte, devlet
bir koldan yere inmekte, içe işlemektedir. Kendisini koruma, yeniden üretme
imkânını sadece AKP şahsında görmesi mümkün değildir. Sol da bu görünün parçası
olmak istemektedir. AKP balonunun içinde solun da nefesi vardır. Devletin
sadece tek bir koldan, AKP üzerinden işlediğini söyleyenler, esasen devletin
kendi şahıslarında da varolmasını gizlemek derdindedirler.
O balona üflenen nefes, Kürd’e ve Müslüman’a düşman
olmak zorundadır. Gericiliğe karşı aydınlanma hareketinin öncülerinden Hüseyin
Aygün, o nedenle yıllar önce PKK’nin öldürdüğü söylenen bir öğretmenle bugün
izleyebildiği, dinin zorla dayatılmasına dair olduğunu düşündüğü filmi
ilişkilendirmektedir.[7] Nereye mesaj vereceğini iyi bilmektedir.
Batı Çalışma Grubu, gizli odalardan çıkmakta, sokağa
taşmakta, devletin sürekliliği gereği, bu isimlerde vücut bulmaktadır. O,
sosyalist hareket şahsında yeniden örgütlenmiştir. Devlet için her yurttaş
teröristse, onların kontrol altında tutulmaları gerekiyorsa, bunun için
ideolojik bir dayanağa da ihtiyaç vardır. Bu solcular, yoksul, mazlum halkı
sırtlarından bıçaklayıp, işte bu faaliyete ortak olmaktadırlar.
Bize ise yoksulların, mazlumların öfkesini, derdini
kuşanan, doğu eylem kolektifi gerekmektedir. Çünkü Batı burjuva; Doğu
proleterdir.
Eren Balkır
7 Mart 2016
Dipnotlar:
[1] Ömer Laçiner Söyleşisi, “Erdoğan Türkiye Toplumunun Vasatına Oynuyor”, 6
Mart 2016, Medyascope.
[2] Fatih Yaşlı, “Zaman Dayanışma Zamanı mı?”, 6 Mart
2016, Birgün.
[3] Giorgio Agamben, “Eksiltili Bir İktidar Teorisi
İçin”, 10 Mart 2014, Ayrıntı.
[4] “Prens’e Onur Nişanı”, 7 Mart 2016, Birgün.
[5] James Petras, “Putların Alacakaranlığı”, 4 Mart
2016, İştirakî.
[6] “Kobane’de Hava Üssü”, 7 Mart 2016, T24.
[7] Hüseyin Aygün, “Sezgin Keçeci ve İftarlık Gazoz’a
Ağıt”, 3 Mart 2016, Birgün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder