Gezi zamanlarında Ötekiler Postası’nda bir
lezbiyenin cinsel fantezilerine ve bar köşelerinde uyguladığı avlanma
tekniklerine yer verilen bir mektup yayınlanmıştı. “Kürdlerin açlık grevleriyle
yola çıktıklarını” her fırsatta söyleyen, kendisini buradan pazarlayan bu
posta, “on iki yaşından yetmişli yaşlara kadar herkesin sevişmesini” politik
programının başına yazıyordu. Yani on iki yaşındaki kız çocuklarının
evlendirilmesi suçtu, ama sevişmeleri uygundu.
* * *
Faşizmi bireyden çözeceklerini sananlar, yanılıyorlar.
Faşizmi bireyde ve bireyden yeneceklerini söyleyenler, gafletteler. Tarihin
çarklarını kendi merkezlerinde döndürüp, tekerrür ettireceğini düşünen ve Wilhelm
Reich’ın seks odalarıyla ilgili zırvalarını Tayyip gerçekliğinde önerenler,
boşa kürek çekiyorlar. Sadece kendi kişisel fantezilerini politik bir kılıf
altında örtbas etmiş oluyorlar. Kendi küçük burjuva yaşantılarını, haz üzerine
kurulu verili pratiklerini politik, hatta devrimci diye yutturma imkânı
buluyorlar. Siyaset âleminde kendilerini politikmiş gibi pazarlayabileceklerini
düşünüyorlar. Yanılıyorlar.
Stalin döneminde ecelinden veya savaş yüzünden ölen
herkesi “Stalin öldürdü” diye lanse eden liberallere benziyorlar. Ya da Fidel
Castro’nun dünyanın en zenginleri arasında olduğunu söyleyenlerin yolundan
gidiyorlar. Bunların ipek gömleklerinde ülkenin tüm servetini zimmetine
geçirdiği iddiası ile kurşuna dizilen Çavuşesku’ların kanı var. Tayyip’i Stalin’in,
Castro’nun, Kim İl Sung’un ve Çavuşesku’nun yanına oturtanların derdinin başka
bir şey olduğu görülmeli.
Söz konusu liberal işlemi Tayyip üzerinden güncelleyince
yol alacaklarını düşünüyorlar. Kuzey Kore ile Türkiye’yi kıyaslıyorlar. Faşizme
vururmuş gibi yapıp komünizme saldıranları andırıyorlar. Tüm yazıları, tüm
cümleleri onlarla başlıyor.
* * *
Mademki AKP var, bu döneme uyum sağlamak, buna uygun
teorik zırvalar sıralamak gerek. Örneğin bu dönemde üniversitede hoca olmak
isteniyorsa, İslam’a dair çalışmalar yapılmalı. En iyisinden Antikapitalist
Müslümanlar ile ilgili, altı boş tezler yazılmalı. Koltuğu kapınca da İslam’a
küfredilmeli, İslam üzerine çalışma yapmanın politik bağlamı silinmeli.
Emeğin Tevekkülü ve
Yasin Durak, bu tıynetin ve zihniyetin ürünü.[1] O, geçmişte bir sempozyumda
işçilerin dinleriyle nasıl direnebildiklerine, burjuvazinin dini istismar edip
nasıl hamleler yaptığına dair tezini sunduktan sonra, “İslam’la ilişkilenmeye
çalışan Marksistleri anlamıyorum, bence bu saçmalık” diyordu. Yasin Durak, dine
küfredene dek köşeyi nasıl döneceğinin kitabını yazıyordu aslında.
Sonra bir yazı yazıyor, yazıya da liberal tezlerle
Marx’ın sol liberal dönemine ait yabancılaşma teorisini harmanlayan Erich
Fromm’la başlıyor. Akademik olduğu için böyle bir giriş yapmak zorunda, aksi
bir girişin fiyakasını bozacağını düşünüyor. Girdiği yer, Nazilerden kaçıp
ABD’nin sıcak kucağına sığınan liberalizmin anti-komünizm tezleri.
Bu yerde “insanoğlunu bir üretim-tüketim nesnesi
olarak gören kapitalizm” ifadesini içeren bir İslamî bildiri [Kur’an Nesli İlim
Merkezi] tüyleri diken diken ediyor. Çünkü Yasin, burjuva egemenliğinde
duruyor, orada nefes aldığı yerleri bir bir tavaf ediyor ve Tayyip
Türkiye’sinde “metalaşmış sevgi”yi bile savunmak gerektiğini söylüyor. Çünkü
Tayyip, sınıfsız, gerçekdışı, metafizik âlemden budünyaya sinmiş “yobaz bir
is”.
Oradan aşkı cinsel sevgiye, daha doğrusu özgür cinsel
ilişkiye indirgiyor ve kötülük imgesi olarak kontrgerilla unsurunun duvara
yazdığı yazıyı gösteriyor. Oysa o kontrgerilla da cinsel ilişki dışında bir aşk
tanımına sahip bulunmuyor. Yazdığı yazı, bundan başka bir anlama gelmiyor.
Faşizmi gösterip aslında komünizme saldıran teori,
burada da karşımıza çıkıyor. Yazarın aşk ve cinsellik üzerindeki fantezileri,
doğalında vatan, millet, sınıf, devrim gibi olgulara aşkla bağlılığı çığlık
misali dile döken sol geçmişi çöpe atıyor. Sırf akademi köşesinde Tayyip’in ve
onun tabi olduğu düzenin işaret ettiği rahatlık alanlarını kaybetmemek için o
çığlığı susturmaya çalışıyor. Özünde “savaşmayın sevişin, kendiniz dışında
herhangi bir hususla haz ilişkisi kurmayın” diyor. Okuduğu onca postmarksist,
liberal kuramlardan sadece hazzı öğreniyor.
Bu, satiriasis tuzağına düşmenin, aşırı cinsellik
düşkünlüğünün bir emaresi. Ama Durak’ın psikoanaliz öğrendiği hocaları,
satiriasisin aslında bir tür eşcinsellik tezahürü olduğunu söylüyorlar. Bu
tipler için aşkın ve cinselliğin niteliği değil, niceliği önemli. Birey, kendi
yalnızlığında, çoğalmak için hemen burjuvazi denilen hocasının eteğine
yapışıyor. Dünyayı apış arasından okumak, ancak o eteğin altında mümkün
olabiliyor.
Yazının her yanına cenâbet, garabet ve derin bir haset
siniyor. Hemen bar köşelerinde yaşadığı özgür cinselliğini üstünlükçülük adına
sivriltip güya “faşizme” doğrultuyor. Esasında faşizm bunu yaparak, sol, ezilenleri
ve yoksulları liberalizme kul etsin diye onu kendi hizasına çekiyor. Batıda
çıkan bu tür yazılarda Suriyeli mültecilere ve Avrupalı Müslümanlara yönelik
yaklaşım, kendisini burada AKP’liler üzerinden ortaya koyuyor.
Durak, durmaksızın “benim gibi sevişemediğiniz için
böylesiniz!” diyor. Ona sadece bu bireysel “maharet”i kalıyor. Burjuvaziden
elindeki bir şeyi metalaştırmayı, silâh hâline getirip başkalarına üstünlük
taslamayı öğreniyor. Tasmayı işte bu şekilde doluyor boynuna. Zira özgürlüğünü
daim ve kaim kılmak için günbegün efendisine daha bir bağlanıyor. Efendisi
öğretiyor, apış arasının kıymetini.
* * *
Devlet ise AKP dolayımı ile yoksulları, mazlumları bu
sahte kolektif kurguya nefer kılıyor. Sola ise bu yoksulları aşağılamak,
sürekli onlardan ne kadar farklı olduğunu göstermek kalıyor. Artık kimse,
yoksulun derdine derman, derdiyle hemhal olmuyor. Solun kendi rızası ile terk
ettiği bu çatlakları devlet veya burjuvazi dolduruyor.
Durak, tipik bir solcu olarak, eski Kadıköy belediye
başkanı gibi düşünüyor: “Bağdat Caddesi’nin bir marka değeri var, ona zarar
vermeyin” diyor, o tecavüz olayının ardından. Sol da sadece marka değerine
bakıyor, kendisini markalaştırmak istiyor. Tüm bu çaba, yoksullarda, “açsanız
zenginleri yiyin” diyen öfkede başka bir şekilde karşılanıyor. Yoksullar,
Bağdat Caddesi’ni Sur sokakları ile eş gören anlayışa karşı derhal tepki
koyuyor, ikrah ediyor.
Tayyip ise zımnen kendisine verilen rol ya da bizzat
üstlendiği rol üzerinden solu köksüzleştirilecek bir yabani ota, ikrah
edilecek, kusulup atılacak bir safraya dönüştürmeye çalışıyor. Sol, çeşitli
tartışmalar üzerinden bu “rezil, sefil, aşağılık, sinik, yobaz” halka işaret
edip geçmişten gelen her türlü ağırlığından kurtulmaya bakıyor. O halka, “ben
seni değil, sadece kendimi önemsiyorum” diyor.
Doğası gereği Yasin Durak, Konyalı Müslüman işçilerin
dramını metalaştırıp burjuvaziye satmayı biliyor, burjuva sosyolojisinin bir
çıktısı olarak sadece topluma ait bir mikro bileşeni laboratuvarda teşhis
etmekle yetiniyor, oradan politik çıkarımlarda bulunmayı, politikaya tahvil
etmeyi zul kabul ediyor. Çünkü politika, bireyi kısıtlıyor, saçlarına lacivert
meç atmayı engelliyor.
* * *
Bir zamanlar Mahir geleneğinden gelen birisi,
Anadolu’nun bir kentinde CHP üzerinden belediye başkanı oluyor. Hiçbir şey
yapamıyorsa şunu yapıyor: trafik lambalarının yanına hoparlörler yerleştiriyor.
O hoparlörden şu ses duyuluyor: “Karşıdan karşıya geçerken halka uyunuz”. Durak
ve yazdığı gazete için bu çizgi ve anlayış artık gericidir. Bu türden Tayyip,
AKP ve faşizm yazıları, bir yanıyla içe dönük kaleme alınıyor, içte bir tasfiye
işlemi güncelleniyor, bilhassa Gezi’den beri. Gezi, solun kendisini efendilerin
istediği çizgiye uyarladığı moment.
Gezi’de herkesin sola, sosyalizme yüzünü döneceği
momentte gene o solcular, Karl Marx’ın bir kız babası olarak müstakbel damadına
yazdığı mektubu dolandırıyorlar sosyal âlemde. Kuzey Kore-AKP kıyaslamaları
yapılıyor. Kolektif, müşterek, ortak olan her şeye düşmanlık örgütleniyor.
Dolayımsal olarak Durak gibi solcular, Tayyip, AKP
gibi oldukları ama bu oluşun sadece birey sınırları dâhilinde icra edilmesi
gerektiğini düşünüyorlar. Durak’ın fetih, milliyetçilik, mülk edinme dediği
şey, onun gibi bireylerin gündelik hayatlarında başka şekillerde her an
kendisini yeniden üretiyor. O ve benzerleri, duygusal temeli olmadığına
inandığı aşk için mücadele etmemeyi överken, bu tip yazıları burjuvaziden özgür
seks odaları dilenmek için yapıyor.
Sol, din ve milletten kurtulunca sınıfın ve
ezilenlerin yanına koşacağını zannediyor. Bu talep, Wilhelm Reich’ta görüldüğü
üzere, yanına gelen işçileri seks odalarına kapatıp rehabilite etmekle
sonuçlanıyor. Bireyin sınırlarına hapsolmuş, onun fantezilerine kul edilmiş bir
mücadele Tayyip’i doğuruyor, tersten, Tayyip, mücadeleyi o bireylere bölüp
dağıtmak için uğraşıyor. Bu kısır döngüden kurtulmak, ancak burjuvazinin sakin
limanlarından uzaklaşmakla mümkün.
Eren Balkır
14 Şubat 2016
Dipnot:
[1] Yasin Durak, “Aşk Değil, Milli Libido”, 14 Şubat 2016, Birgün. Nurettin Topçu çalışıp akademide
köşe kaptıktan sonra laik sulara yelken açan Fırat Mollaer de bu kervana mensup.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder