Pages

14 Şubat 2016

Satiriasis


Gezi zamanlarında Ötekiler Postası’nda bir lezbiyenin cinsel fantezilerine ve bar köşelerinde uyguladığı avlanma tekniklerine yer verilen bir mektup yayınlanmıştı. “Kürdlerin açlık grevleriyle yola çıktıklarını” her fırsatta söyleyen, kendisini buradan pazarlayan bu posta, “on iki yaşından yetmişli yaşlara kadar herkesin sevişmesini” politik programının başına yazıyordu. Yani on iki yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi suçtu, ama sevişmeleri uygundu.

* * *

Faşizmi bireyden çözeceklerini sananlar, yanılıyorlar. Faşizmi bireyde ve bireyden yeneceklerini söyleyenler, gafletteler. Tarihin çarklarını kendi merkezlerinde döndürüp, tekerrür ettireceğini düşünen ve Wilhelm Reich’ın seks odalarıyla ilgili zırvalarını Tayyip gerçekliğinde önerenler, boşa kürek çekiyorlar. Sadece kendi kişisel fantezilerini politik bir kılıf altında örtbas etmiş oluyorlar. Kendi küçük burjuva yaşantılarını, haz üzerine kurulu verili pratiklerini politik, hatta devrimci diye yutturma imkânı buluyorlar. Siyaset âleminde kendilerini politikmiş gibi pazarlayabileceklerini düşünüyorlar. Yanılıyorlar.

Stalin döneminde ecelinden veya savaş yüzünden ölen herkesi “Stalin öldürdü” diye lanse eden liberallere benziyorlar. Ya da Fidel Castro’nun dünyanın en zenginleri arasında olduğunu söyleyenlerin yolundan gidiyorlar. Bunların ipek gömleklerinde ülkenin tüm servetini zimmetine geçirdiği iddiası ile kurşuna dizilen Çavuşesku’ların kanı var. Tayyip’i Stalin’in, Castro’nun, Kim İl Sung’un ve Çavuşesku’nun yanına oturtanların derdinin başka bir şey olduğu görülmeli.

Söz konusu liberal işlemi Tayyip üzerinden güncelleyince yol alacaklarını düşünüyorlar. Kuzey Kore ile Türkiye’yi kıyaslıyorlar. Faşizme vururmuş gibi yapıp komünizme saldıranları andırıyorlar. Tüm yazıları, tüm cümleleri onlarla başlıyor.

* * *

Mademki AKP var, bu döneme uyum sağlamak, buna uygun teorik zırvalar sıralamak gerek. Örneğin bu dönemde üniversitede hoca olmak isteniyorsa, İslam’a dair çalışmalar yapılmalı. En iyisinden Antikapitalist Müslümanlar ile ilgili, altı boş tezler yazılmalı. Koltuğu kapınca da İslam’a küfredilmeli, İslam üzerine çalışma yapmanın politik bağlamı silinmeli.

Emeğin Tevekkülü ve Yasin Durak, bu tıynetin ve zihniyetin ürünü.[1] O, geçmişte bir sempozyumda işçilerin dinleriyle nasıl direnebildiklerine, burjuvazinin dini istismar edip nasıl hamleler yaptığına dair tezini sunduktan sonra, “İslam’la ilişkilenmeye çalışan Marksistleri anlamıyorum, bence bu saçmalık” diyordu. Yasin Durak, dine küfredene dek köşeyi nasıl döneceğinin kitabını yazıyordu aslında.

Sonra bir yazı yazıyor, yazıya da liberal tezlerle Marx’ın sol liberal dönemine ait yabancılaşma teorisini harmanlayan Erich Fromm’la başlıyor. Akademik olduğu için böyle bir giriş yapmak zorunda, aksi bir girişin fiyakasını bozacağını düşünüyor. Girdiği yer, Nazilerden kaçıp ABD’nin sıcak kucağına sığınan liberalizmin anti-komünizm tezleri.

Bu yerde “insanoğlunu bir üretim-tüketim nesnesi olarak gören kapitalizm” ifadesini içeren bir İslamî bildiri [Kur’an Nesli İlim Merkezi] tüyleri diken diken ediyor. Çünkü Yasin, burjuva egemenliğinde duruyor, orada nefes aldığı yerleri bir bir tavaf ediyor ve Tayyip Türkiye’sinde “metalaşmış sevgi”yi bile savunmak gerektiğini söylüyor. Çünkü Tayyip, sınıfsız, gerçekdışı, metafizik âlemden budünyaya sinmiş “yobaz bir is”.

Oradan aşkı cinsel sevgiye, daha doğrusu özgür cinsel ilişkiye indirgiyor ve kötülük imgesi olarak kontrgerilla unsurunun duvara yazdığı yazıyı gösteriyor. Oysa o kontrgerilla da cinsel ilişki dışında bir aşk tanımına sahip bulunmuyor. Yazdığı yazı, bundan başka bir anlama gelmiyor.

Faşizmi gösterip aslında komünizme saldıran teori, burada da karşımıza çıkıyor. Yazarın aşk ve cinsellik üzerindeki fantezileri, doğalında vatan, millet, sınıf, devrim gibi olgulara aşkla bağlılığı çığlık misali dile döken sol geçmişi çöpe atıyor. Sırf akademi köşesinde Tayyip’in ve onun tabi olduğu düzenin işaret ettiği rahatlık alanlarını kaybetmemek için o çığlığı susturmaya çalışıyor. Özünde “savaşmayın sevişin, kendiniz dışında herhangi bir hususla haz ilişkisi kurmayın” diyor. Okuduğu onca postmarksist, liberal kuramlardan sadece hazzı öğreniyor.

Bu, satiriasis tuzağına düşmenin, aşırı cinsellik düşkünlüğünün bir emaresi. Ama Durak’ın psikoanaliz öğrendiği hocaları, satiriasisin aslında bir tür eşcinsellik tezahürü olduğunu söylüyorlar. Bu tipler için aşkın ve cinselliğin niteliği değil, niceliği önemli. Birey, kendi yalnızlığında, çoğalmak için hemen burjuvazi denilen hocasının eteğine yapışıyor. Dünyayı apış arasından okumak, ancak o eteğin altında mümkün olabiliyor.

Yazının her yanına cenâbet, garabet ve derin bir haset siniyor. Hemen bar köşelerinde yaşadığı özgür cinselliğini üstünlükçülük adına sivriltip güya “faşizme” doğrultuyor. Esasında faşizm bunu yaparak, sol, ezilenleri ve yoksulları liberalizme kul etsin diye onu kendi hizasına çekiyor. Batıda çıkan bu tür yazılarda Suriyeli mültecilere ve Avrupalı Müslümanlara yönelik yaklaşım, kendisini burada AKP’liler üzerinden ortaya koyuyor.

Durak, durmaksızın “benim gibi sevişemediğiniz için böylesiniz!” diyor. Ona sadece bu bireysel “maharet”i kalıyor. Burjuvaziden elindeki bir şeyi metalaştırmayı, silâh hâline getirip başkalarına üstünlük taslamayı öğreniyor. Tasmayı işte bu şekilde doluyor boynuna. Zira özgürlüğünü daim ve kaim kılmak için günbegün efendisine daha bir bağlanıyor. Efendisi öğretiyor, apış arasının kıymetini.

* * *

Devlet ise AKP dolayımı ile yoksulları, mazlumları bu sahte kolektif kurguya nefer kılıyor. Sola ise bu yoksulları aşağılamak, sürekli onlardan ne kadar farklı olduğunu göstermek kalıyor. Artık kimse, yoksulun derdine derman, derdiyle hemhal olmuyor. Solun kendi rızası ile terk ettiği bu çatlakları devlet veya burjuvazi dolduruyor.

Durak, tipik bir solcu olarak, eski Kadıköy belediye başkanı gibi düşünüyor: “Bağdat Caddesi’nin bir marka değeri var, ona zarar vermeyin” diyor, o tecavüz olayının ardından. Sol da sadece marka değerine bakıyor, kendisini markalaştırmak istiyor. Tüm bu çaba, yoksullarda, “açsanız zenginleri yiyin” diyen öfkede başka bir şekilde karşılanıyor. Yoksullar, Bağdat Caddesi’ni Sur sokakları ile eş gören anlayışa karşı derhal tepki koyuyor, ikrah ediyor.

Tayyip ise zımnen kendisine verilen rol ya da bizzat üstlendiği rol üzerinden solu köksüzleştirilecek bir yabani ota, ikrah edilecek, kusulup atılacak bir safraya dönüştürmeye çalışıyor. Sol, çeşitli tartışmalar üzerinden bu “rezil, sefil, aşağılık, sinik, yobaz” halka işaret edip geçmişten gelen her türlü ağırlığından kurtulmaya bakıyor. O halka, “ben seni değil, sadece kendimi önemsiyorum” diyor.

Doğası gereği Yasin Durak, Konyalı Müslüman işçilerin dramını metalaştırıp burjuvaziye satmayı biliyor, burjuva sosyolojisinin bir çıktısı olarak sadece topluma ait bir mikro bileşeni laboratuvarda teşhis etmekle yetiniyor, oradan politik çıkarımlarda bulunmayı, politikaya tahvil etmeyi zul kabul ediyor. Çünkü politika, bireyi kısıtlıyor, saçlarına lacivert meç atmayı engelliyor.

* * *

Bir zamanlar Mahir geleneğinden gelen birisi, Anadolu’nun bir kentinde CHP üzerinden belediye başkanı oluyor. Hiçbir şey yapamıyorsa şunu yapıyor: trafik lambalarının yanına hoparlörler yerleştiriyor. O hoparlörden şu ses duyuluyor: “Karşıdan karşıya geçerken halka uyunuz”. Durak ve yazdığı gazete için bu çizgi ve anlayış artık gericidir. Bu türden Tayyip, AKP ve faşizm yazıları, bir yanıyla içe dönük kaleme alınıyor, içte bir tasfiye işlemi güncelleniyor, bilhassa Gezi’den beri. Gezi, solun kendisini efendilerin istediği çizgiye uyarladığı moment.

Gezi’de herkesin sola, sosyalizme yüzünü döneceği momentte gene o solcular, Karl Marx’ın bir kız babası olarak müstakbel damadına yazdığı mektubu dolandırıyorlar sosyal âlemde. Kuzey Kore-AKP kıyaslamaları yapılıyor. Kolektif, müşterek, ortak olan her şeye düşmanlık örgütleniyor.

Dolayımsal olarak Durak gibi solcular, Tayyip, AKP gibi oldukları ama bu oluşun sadece birey sınırları dâhilinde icra edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Durak’ın fetih, milliyetçilik, mülk edinme dediği şey, onun gibi bireylerin gündelik hayatlarında başka şekillerde her an kendisini yeniden üretiyor. O ve benzerleri, duygusal temeli olmadığına inandığı aşk için mücadele etmemeyi överken, bu tip yazıları burjuvaziden özgür seks odaları dilenmek için yapıyor.

Sol, din ve milletten kurtulunca sınıfın ve ezilenlerin yanına koşacağını zannediyor. Bu talep, Wilhelm Reich’ta görüldüğü üzere, yanına gelen işçileri seks odalarına kapatıp rehabilite etmekle sonuçlanıyor. Bireyin sınırlarına hapsolmuş, onun fantezilerine kul edilmiş bir mücadele Tayyip’i doğuruyor, tersten, Tayyip, mücadeleyi o bireylere bölüp dağıtmak için uğraşıyor. Bu kısır döngüden kurtulmak, ancak burjuvazinin sakin limanlarından uzaklaşmakla mümkün.

Eren Balkır
14 Şubat 2016

Dipnot:
[1] Yasin Durak, “Aşk Değil, Milli Libido”, 14 Şubat 2016, Birgün. Nurettin Topçu çalışıp akademide köşe kaptıktan sonra laik sulara yelken açan Fırat Mollaer de bu kervana mensup.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder